Sanığın Kendisine Görevi Gereği Verilen Kullanıcı Kodu Ve Şifre İle Sorgulama Yapması Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme Veya Ele Geçirme Suçunu Oluşturmaz

Vergi Davalarında Ehliyet Nasıl Belirlenir?

Vergi Davalarında Ehliyet Nasıl Belirlenir?

Ehliyet

Vergi mahkemelerinde davaların, taraf ehliyeti (objektif eh­liyet) ve dava ehliyetine (sübjektif ehliyet-menfaat ihlali) haiz kişiler tarafından açılması gerekmektedir.

Konuyu gerçek kişiler, tüzel kişiler ve adi ortaklık başlıkları altında izah etmenin daha doğru olacağı kanısındayım.

Gerçek Kişiler

Burada, yukarıdaki açıklamalara ek olarak, ergin olmayan küçükler ve vesayet altına alınanlar tarafından açılan davalardan bahsedeceğiz.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 335. maddesi uyarın­ca, ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velayeti altında oldu­ğundan, çocuk adına açılacak davada, dava dilekçesinin, ana ve babası tarafından birlikte veya bunların çocuk adına verecekleri vekalete istinaden bir avukat tarafından imzalanması gerekmek­tedir.

Ancak ana babadan biri ölmüş ya da ana baba boşanmış ise bu defa dava dilekçesi, sağ kalan eş ya da çocuk kendisine bıra­kılan veya bunların çocuk adına verecekleri vekalete istinaden bir avukat tarafından imzalanmalıdır.

Davayı takip yetkisi de bu kişilere aittir.

Vesayet altına alınan kişiler adına açılan davalarda da, dava dilekçesinin imzalanması ve dava ile ilgili her türlü muamelenin vasisi veya vasi tarafından kısıtlı adına verilen vekalete istina­den bir avukat tarafından yapılması gerekmektedir.

Tüzel Kişiler

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 135. maddesinde, anonim şirketlerin, limited şirketlerin ve kooperatiflerin yönetim organları; anonim şirketler ve kooperatiflerde yönetim kurulu, limited şirketlerde müdür veya müdürler olarak belirlenmiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 85. maddesi uyarınca derneklerde yönetim kurulu, 109. maddesi uyarınca vakıflarda yönetim organı, demek ve vakfı temsil eder.

Yukarıda anılan tüzel kişiler adına dava açmaya ve açılan davalarla ilgili tüm muameleleri yapmaya, aksi yönde bir düzen­leme ve karar alınmamış ise yönetim organları (kanuni temsilci­ler) yetkilidir. Bu ilişkinin varlığı, dava dilekçesi ekinde Mah­kemeye sunulacak imza sirküleri ile tevsik edilecektir.

Tüzel kişiler adına tesis edilen işlemlere karşı, tüzel kişi adına dava açılmalı ve dava dilekçesi, tüzel kişinin adı veya ka­şesi altında kanuni temsilcileri tarafından imzalanmalıdır. Dava­nın, bir avukat vasıtasıyla açılması durumunda da, tüzel kişi adına, tüzel kişinin kanuni temsilcisi/temsilcileri tarafından doğ­rudan ya da bu kişilerin yetkilendirdiği kişiler tarafından vekalet verilmelidir.

Vekaletnamenin mahkemelere sunulması durumunda, veka­letnamenin müstenidatında, temsil ilişkisine ilişkin açıklama var ise ayrıca imza sirkülerinin ibrazına gerek bulunmamaktadır.

Adi Ortaklık

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ilgili hükümleri uya­rınca, aksi kararlaştırılmamış ise, ortaklar şirketi birlikte temsil ederler. Dolayısıyla adi ortaklık adına tesis edilen işleme karşı, ortaklık adına, ortakların tümünün imzaladığı dilekçeler ile dava açılmalı, dava ile ilgili takip muameleleri ortaklar tarafından birlikte yapılmalıdır.

Vekalet ilişkisinin kurulması ve usulü ile ilgili yukarıda yer verilen açıklamalar, burada da geçerli olduğundan, tekrar edil­meyecektir.

Konuya ilişkin önemli bir detayı atlamadan geçmeyelim. Vergi dairesi müdürlüklerince, muhtelif vergi türleri ile ilgili yapılan tarhiyatlara ilişkin ihbarnameler, bazen adi ortaklık adı­na bazen de ortaklardan biri adına düzenlenmektedir.

Vergi idarelerinin uygulamaları ve yüksek yargı kararları nazara alındığında muhtelif vergi türlerine ilişkin tarhiyatların, hangilerinin adi ortaklık ya da ortaklardan her hangi biri adına düzenlenmesi gerektiği hususunda çelişkili uygulamalar ve ka­rarlara rastlanılmaktadır.

Bu nedenle, davaya konu edilen ihbarnamede kimin adı (adi ortaklığın ya da ortaklardan her hangi birinin) yazıyor ise dava­nın, o kişi adına açılması, dava dilekçesinin, duruma göre, ortak tarafından (münferiden) ya da ortaklar tarafından imzalanması gerekmektedir.

Kural olarak, ergin olmayan küçüğün, tüzel kişilerin ve adi ortaklığın vergi mahkemelerinde temsili, yukarıdaki açıklama­larda belirtildiği gibidir. Ancak, ergin olmayan küçüğün, tüzel kişinin ve adi ortaklığın temsilcileri, dava açma hususunda men­fi bir durum (ticaret sicilinden terkin, ölüm vb.) ve tutum (arala­rında husumet çıkması, dava açma iradesinin olmaması) içeri­sindeyseler, kanuni temsilcilerden her hangi biri ve hatta ortak­lar dahi, adı geçen kişiler adına dava açabilir. Belirtilen durum­lar ile ilgili, dava dilekçesinde izahatta bulunulması ve davacı­nın hukuki menfaatinin korunması gerekliliğinin vurgulanması önem arz etmektedir.

Ehliyet Ret

Yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında, taraf ehliyeti (ob­jektif ehliyet) veya dava ehliyeti (sübjektif ehliyet-menfaat ihla­li) olmayan kişiler tarafından, vergi mahkemelerinde dava açıl­ması durumunda, mahkemelerce, 2577 sayılı Kanunun 15/1-b. maddesi uyarınca, “Ehliyet Ret” kararı verilir. Bu karara karşı istinaf yolu açıktır.

Burada, uygulamada sıklıkla görülen ve “Ehliyet Ret” kara­rma konu olan bir kaç hususu başlıklar halinde, bilginize sunalım.

Tüzel Kişiliği Sona Ermiş Şirketler Adına Tesis Edilen İşlemler

Tüzel kişilerin, ilgili yasalarda belirtilen hallerden birinin vuku sonucu ticaret sicillerindeki kayıtlarının silinerek tüzel kişiliklerinin sona ermesi durumunda, tüzel kişiler adına tesis edi­len vergileme işlemleri ve bu işlemlere karşı açılan davaların akıbetini bu başlık altında inceleyeceğiz.

Tüzel kişiliğin sona ermesi nedeniyle taraf ehliyeti ortadan kalktığından, tüzel kişilik adına açılan davalar, “Ehliyet Ret” kararı ile sonuçlanmaktadır. Danıştay’da bu kararı onamaktadır. Ancak bu kararda, “… davanın, ehliyet yönünden reddine…” şeklinde hüküm kurulduğundan, davalı taraflarca, davanın red­dine karar verilmiş gibi işlem tesis edildiği (takip, tahsil safhala­rına geçildiği) görülmektedir. Oysa ki anılan kararın muhteviya­tında, “… tüzel kişiliği sona ermiş ve hukuk aleminden silinmiş olan davacı şirketin haklan sahip olması, borçlu kılınması ve temsili hukuken olanaklı değildir. Bunun sonucu olarak şirket adına tüzel kişiliğin sona ermesinden önceki dönemlerle ilgili olsa dahi hukuki işlem tesis edilemez. Tesis edilen işlemler de hukuki sonuç doğurmaz. Hukuki sonuç doğurmayan; başka bir anlatıma hukuk düzeninde varlık kazanmayan işlemlerin her­hangi bir kişinin menfaatini ihlal etmesi söz konusu olamaz…” denilmek suretiyle tesis edilen işlemin etkisiz, yok hükmünde olduğu vurgulanmaktadır.

Tüzel kişi, işlem tesisi itibarıyla tüzel kişiliğini muhafaza etmiş ve ancak dava tarihi itibarıyla kaybetmiş ise, açılan dava, yine “Ehliyet Ret” kararı ile sonuçlanır.

Bu durumlarda, yapılması gereken, tüzel kişinin kanuni temsilcileri adına bireysel işlem (vergi/ceza ihbarnamesi, ödeme emri vs.) tesis edilmesini beklemektir.

Konuyla ilgili 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 17/9. maddesinde (Ek fıkra: 16/06/2009-5904 S.K./6. mad), “Tasfiye edilerek tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmiş olan mükelleflerin tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerine ilişkin ola­rak salınacak her türlü vergi tarhiyatı ve kesilecek cezalar, müteselsilen sorumlu olmak üzere; tasfiye öncesi dönemler için kanuni temsilcilerden, tasfiye dönemi için ise tasfiye memurla­rından herhangi biri adına yapılır. Limited şirket ortakları, tasfi­ye öncesi dönemlerle ilgili bu kapsamda doğacak amme alacak­larından şirkete koydukları sermaye hisseleri oranında sorumlu olurlar…” hükmüne yer verilmiştir.

Bu kuralın, Kurumlar Vergi Kanununda yer alması, yalnızca kurumlar vergisi ve kurum geçici vergisi yönünden uygulanma imkanı bulacağı yönünde hatalı bir algıya yol açabilir. Ancak, söz konusu kuralın tüm vergi türleri ve vergi cezaları için geçer­li olduğunu belirtelim.

Anılan yasa hükmü uyarınca, şirketlerin tüzel kişiliğinin sona ermesi halinde, geçmiş dönemlere ilişkin vergileme (tarhi- yatlar vs.) ve ceza kesme işlemleri, ait oldukları dönemlere göre kanuni temsilciler veya tasfiye memurları adına yapılacaktır.

Ölen Kişi Adına Tesis Edilen İşlemler

213 sayılı Vergi Usul Kanununun 12. maddesinde, ölüm ha­linde mükelleflerin ödevlerinin, mirası reddetmemiş kanuni ve mansup mirasçılarına geçeceği, ancak mirasçılardan her birinin, ölenin vergi borçlarından miras hisseleri nispetinde sorumlu olacakları hususu kurala bağlanmıştır.

Ölüm olayı vuku bulduktan sonra, ölen kişi adına tesis edilen işlemler yok hükmündedir. Dolayısıyla bu işlemlere karşı, miras­çılar tarafından açılan davalarda, mahkemelerce, anılan kanun hükmüne atıfta bulunmak suretiyle, her bir mirasçı adına hisseleri nispetinde işlem (ihbarname, ödeme emri vs.) tesis edilmesi gere­kirken, muris adına düzenlenen işlemlerin davacıların (mirasçıla­rın) menfaatini etkilemediği ve davacılar (mirasçılar) yönünden hukuksal sonuç doğurmayacağı gerekçesiyle 2577 sayılı Kanu­nun 15/1-b. maddesi uyarınca, “Ehliyet Ret” kararı verilmektedir. Hemen belirtelim ki, söz konusu karar, Danıştay Üçüncü, Yedinci ve Dokuzuncu Daireleri tarafından onanmaktadır. Ancak Danış­tay Dördüncü Dairesi, bu kararı bozmaktadır. Halihazırda, Danış­tay Vergi Dava Daireleri Kurulu tarafından, bu konuya ilişkin ve­rilmiş bir karar bulunmamaktadır.

Bu durumda izlenmesi gereken en doğru yol, muris adına te­sis edilen işlemin iptal ettirilerek mirasçılar adına işlem tesisinin temini yolunda, ilgili idari merciye başvuruda bulunmaktır. Tabi burada, hak kaybına uğranılmaması açısından, dava açma süresi­nin dikkate alınması gerekir. Genellikle, ilgili idarelerce, talep doğrultusunda yeniden işlem tesisi yoluna gidildiği görülmektedir.