TCK m 26/2 İlgilinin Rızası Ne Anlama Gelmektedir?
TCK.nun 26.maddesinin 2.fıkrasında ilgilinin rızası hukuka uygunluk nedeni düzenlenmiştir. Buna göre; “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıklandığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.”
Doktrinde “mağdurun rızası” olarak adlandırılan bu hukuka uygunluk nedeninin “ilgilinin rızası” ibaresi tercih edilerek düzenlenmesinin nedeni, gerekçede şu şekilde açıklanmaktadır.
“Ceza sorumluluğunu kaldıran bir sebep olarak rıza, suçun oluşumu açısından fiilin işlenmesinden önce ve en geç işlendiği sırada açıklandığında etkili olur. Bu durumda herhangi bir mağduriyet sözkonusu olmadığı için, “mağdur” yerine “ilgili” veya “kişi” kelimesi tercih edilmiştir.”
765 sayılı TCK.da yer almayan bu hukuka uygunluk nedenine 5237 sayılı TCK.da yer verilmesi uygulamada bir boşluğu dolduracak olması bakımından isabetli bir düzenlemedir.
Hukuki Niteliği
İlgilinin rızasının hukuki niteliğini, ilgiliden (mağdurdan) kaynaklanan irade beyanında aramak gerekir. İlgilinin rızası, kişinin ceza hukuku açısından üzerinde tasarruf edebilme hakkına sahip olduğu hukuki yararlarına yapılan müdahalelere izin verdiği ve bu nedenle fiildeki hukuka aykırılığın ortadan kalktığı bir irade beyanıdır. Mağdur, sadece mutlak tasarrufuna bırakılan haklar üzerinde rıza gösterebilir. Diğer bir deyişle rızaya konu olacak hususlar sınırsız değil, aksine kısıtlıdır.
Rızanın hukuki niteliği konusunda teorik olarak çeşitli görüşler ileri görülmüştür. Binding’e göre, rıza bazen bir hakkın temliki, bazen bir ibraz, bazen bir hakkın icrasından tek taraflı olarak feragattir. Diğer bir görüşe göre mağdurun rızası bizzat kendi aleyhine suç işlemesinin özel bir şeklidir. Klee tarafından savunulan bu teoriye göre, bu durum, adeta kendi aleyhine suç işlemek isteyen kişinin başkasına vekalet vermesi gibidir. Asilin yaptığı fiil suç oluşturmadığı takdirde, vekilin cezalandırılması nasıl olanaksız ise, mağdurun rızası ile ona karşı suç işleyene de öylece ceza vermemek gerekir. Bir kısım yazarlar (Manzini, Ortmann, Grispigni) ise rızayı, bir haktan feragat şeklinde açıklamışlardır. Bir hakka tasarruf yetkisi olan kimse, kanunun izin verdiği sınırlar içinde bundan feragat edebilir, bu feragat, özel hukukta olduğundan farklıdır ve istisnai olarak geri alınabilir. Landsberg’e göre ise, bu özel hukuk bakımından tazminat isteme hakkından, ceza hukuku alanında ise şikayette bulunma hakkından önceden yapılan bir feragattir.
Dönmezer/Erman’a göre, rıza hukuka aykırılığı etkilemediği zamanlarda, ceza hukuku bakımından önemsiz bir irade beyanıdır; etki yaptığı hallerde ise bir hukuki tasarruftur. Sonuç olarak mağdurun rızası bir hukuki tasarruf teşkil ettiği hallerde bu rıza hukuka aykırılığı giderici niteliktedir.
Centel’e göre, rızanın hukuki temeli, bazı hallerde bir haktan feragat edilmesine hukuk düzeninin izin vermesidir. Kişinin bazı hakları üzerinde özgürce tasarrufta bulunabileceğini kabul eden bir hukuk düzeninin, bu hakların zarar görmesine razı olunmasının, bir hukuka uygunluk nedeni olmasını da benimsemesi gerekir. Mağdur, ancak tasarrufta bulunabileceği haklarının zarar görmesine razı olabilir. Bu haklar başlıca; vücut bütünlüğü, özgürlük, konut dokunulmazlığı ve onura ilişkin haklardır.
Koşulları
İlgilinin rızasının bir hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için, ilgilinin rıza gösterme yeteneğinin bulunması, rızanın açıklanması, rızanın konusunun elverişli bulunması koşullarının gerçekleşmesi gerekir.
İlgilinin rıza gösterme yeteneğinin bulunması
Öncelikle, kendi aleyhine suç işlenmesine razı olan kimsenin, bu rızayı açıklama yeteneğinin (ehliyetinin) bulunması gerekir. Rızayı açıklama yeteneği bulunan kimse aynı zamanda rızanın ilişkin olduğu hakkın sahibi olmalıdır. Rızayı açıklama yeteneğinin varlığının kabulü için mağdurun veya ilgilinin akli melekelerini zayıflatan veya ortadan kaldıran herhangi bir sebebin bulunmaması, makul şekilde hareket edebilmesi ve belirli bir yaş sınırını doldurmuş olması gerekir. Rıza açıklamaya ehil olanlar, sadece kişisel bir yarara sahip olan gerçek ve tüzel kişilerdir. Suçun mağdurları birden fazla ise, bu mağdurların her birinin rıza göstermesi gerekir. Diğer yandan, bir kimsenin kendi aleyhine suç işlenmesine rıza göstermesi, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğundan rızayı suçun mağdurunun göstermesi gerekir. Diğer bir deyişle bu konuda temsil ve vekalete dayalı rıza geçerli olmaz. Eğer kanun rızaya ehliyet bakımından özel olarak mağdurun yaşından söz etmişse, bu yaştan küçük olan bir kişinin açıkladığı rızanın hukuki değeri olmaz.
Rızanın açıklanması
Rıza gösterme yeteneği bulunan bunu çeşitli tarzlarda açıklayabilir. Yani, rıza açık veya örtülü biçimde açıklanabilir. Ancak ilgilinin rızasının bir hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için, rızanın fiilin işlenmesinden önce, en azından işlenmesi sırasında açıklanmış olması gerekir. Rıza yazılı veya sözlü olarak açıklanabileceği gibi, rızanın işaretle belirtilmesi de mümkündür. Hareketin yapıldığı sırada rıza geri alınmışsa, işlenen fiili hukuka aykırıdır. Örneğin bir kimsenin konutuna rıza ile girildikten sonra, rızanın geri alınması, yani evin terk edilmesi istenildiğinde buna uymayan kimsenin eylemi konut dokunulmazlığını ihlal suçunu oluşturur. Fiil işlendikten sonra ilgilinin rızası hukuka aykırı olan hareketi hukuka uygun hale getirmez. Yani ilgilinin rızası hiçbir zaman geçmişe etkili değildir. Rızayı sakatlayan, hata, hile ve ikrah gibi nedenlerin bulunması halinde rıza yok hükmündedir. Rızanın varlığı varsayılarak (mefruz rıza halinde) işlenen fiiller bakımından da hukuka uygunluk nedeni kabul edilebilir. Örneğin, bir yangını söndürmek için eve giren yada susuzluğunu gidermek için açık bahçe kapısından girip çeşmeden su içen kimsenin somut olaydaki amacına göre mefruz rızaya dayalı olarak işlediği bu fiillerden cezai sorumluluğu söz konusu değildir.
Rızanın konusunun elverişli olması
Her konuda mağdurun (ilgilinin) rıza gösterebilmesi mümkün değildir. Rızanın TCK.nun 26/2.fıkrasında öngörülen hukuka uygunluk nedenini oluşturabilmesi için, suçun rızanın ilişkin bulunduğu konuda işlenmesi, rızayı açıklayan kimsenin bu konu üzerinde serbestçe tasarruf edebilme hakkının bulunması ve bu tasarrufun kanuna, adaba ve ahlaka aykırı bir biçimde yapılmamış olması gerekir. Aksi takdirde rızanın geçerli olduğundan bahsedilemez.
Nitekim 26.madde gerekçesinde bu koşulla ilgili olarak “Sözkonusu hukuka uygunluk nedeninin varlığı için, rızanın kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabileceği bir hakka ilişkin olması gerektiği” belirtilmiştir.
Toplumun, Devletin haklarını ihlal eden suçlarda, bireyin rızasının bir değeri yoktur. Bu itibarla, devletin güvenliği ve kişiliğine karşı işlenen suçlar ile kamu düzeni ve güvenilirliğine, kamunun güvenine, sağlığına, barışına ve Adliyeye karşı suçlarda mağdurun rızasının herhangi bir etkisi sözkonusu değildir. Buna karşılık, temeli mülkiyet veya zilyetlik hakkına dayanan mal üzerindeki haklar, kişilere karşı işlenen suçlardan basit yaralama fiilleri, cinsel özgürlük kapsamına giren bazı fiiller, kişi hürriyeti kapsamına giren konut dokunulmazlığı ve kişilik hakları, ilgilinin rızası kapsamına girebilecek konulara örnek olarak gösterilebilir. Bir kişinin ne gibi haklar üzerinde mutlak tasarruf yetkisini haiz bulduğu hususu, bütün hukuk düzenine egemen olan genel ilkelerden çıkarılabilir. Malvarlığına ilişkin haklar bakımından, kanun bu hakların belirli bir şekilde kullanılmasını yasaklamadığı takdirde rıza geçerlidir. Şeref üzerindeki hak da kişinin mutlak surette tasarruf edebileceği haklardandır. Ancak, memura görevi nedeniyle hakaret edilmesi durumunda ayrıca Devletin itibarı sözkonusu olduğundan, memurun rızası eylemi hukuka uygun hale getirmez. Hürriyet aleyhine işlenen suçlarda mağdurun razı olmaması bir unsur olarak kanunda aranmış ise bu tür suçlarda (örneğin konut dokunulmazlığını bozma suçunda) rızanın açıklanması bu eylemleri hukuka uygun hale getirir. İhlal edilen hak ve yararın sadece kişinin cinsel namus ve özgürlüğü olan suçlarda ilgilinin rızası geçerlidir. Ancak, kamu haklarını ihlal eden suçlarda, örneğin genel ahlaka karşı suç sayılan hayasızca hareketler (TCK 225.md.) suçunda mağdurun rızasının herhangi bir etkisi sözkonusu değildir.
Yaşama hakkına ilişkin eylemlere rıza geçerli değildir. Bu itibarla ötenazi, yani talep üzerine öldürme fiili hukuka aykırıdır, bu durumda fail kasten adam öldürme suçundan sorumlu tutulur.
Rızanın konusu kanuna, ahlaka ve adaba aykırı olmamalıdır. Nitekim Türk Medeni Kanunu’nun 23.maddesinde;
“Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez.
Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka yada ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz.
Yazılı rıza üzerine insan kökenli biyolojik maddelerin alınması, aşılanması ve nakli mümkündür. Ancak, biyolojik madde verme borcu altına girmiş olandan edimini yerine getirmesi istenemez; maddi ve manevi tazminat isteminde bulunulamaz.” hükmü ile bu husus vurgulanmıştır. Bu itibarla bir kimsenin kişiliğini hiçe indirecek biçimde, kendisine kimin tarafından ve ne suretle hakaret edilirse edilsin buna razı olduğunu açıklaması, MK.nun 23.maddesi bağlamında ahlaka aykırı biçimde kişilik haklarını kısıtlama niteliği taşıdığından, böyle bir rıza geçerli sayılmaz Cinsel özerklik ve mülkiyet hakları bakımından da bu husus geçerlidir. Mağdurun razı olduğu konu belirli ve somut olmalı, kanuna ve ahlaka aykırı olmamalıdır.
TCK.nun Özel Hükümlerinde İlgilinin Rızasına İlişkin Düzenlemeler
5237 sayılı TCK.nun Özel Hükümler başlıklı ikinci kitabında ilgilinin rızasına ilişkin özel düzenlemelere yer verilmiştir.
TCK. 80/2.Fıkra
“İnsan ticareti suçunu düzenleyen 80.maddenin 1.fıkrasında;
“Zorla çalıştırmak veya hizmet ettirmek, esarete veya benzeri uygulamalara tabi kılmak, vücut organlarının verilmesini sağlamak maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri tedarik eden, kaçıran, bir yerden başka bir yere götüren veya sevk eden, barındıran kimseye sekiz yıldan oniki yıla kadar hapis ve onbin güne kadar adli para cezası verilir.” hükmüne yer verilmiş, Maddenin 2.fıkrasında ise;
“birinci fıkrada belirtilen amaçlarla girişilen ve suçu oluşturan fiiller var olduğu takdirde, mağdurun rızası geçersizdir.” denilerek, belirtilen amaçlan elde etmek üzere girişilen ve suçu oluşturan yardımcı fiiller varsa artık, mağdurun rızasının yok sayılacağı belirtilmiştir. Örneğin, bir kimsenin organlarını vermek hususundaki rızası, yukarıda belirtilen fiiller sonucunda elde edilmiş ise, suçun oluşması bakımından bu rıza yok sayılacaktır.
TCK. 90/4.Fıkra
“İnsan üzerinde deney” suçunu düzenleyen 9O.maddenin 4.fıkrasında da ilgilinin rızasına ilişkin özel hüküm bulunmaktadır. Şöyle ki;
“Hasta olan insan üzerinde rıza olmaksızın tedavi amaçlı denemede bulunan kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, bilinen tıbbi müdahale yöntemlerinin uygulanmasının sonuç vermeyeceğinin anlaşılması üzerine, kişi üzerinde yapılan rızaya dayalı bilimsel yöntemlere uygun tedavi amaçlı deneme, ceza sorumluluğunu gerektirmez. Açıklanan rızasının, denemenin mahiyet ve sonuçları hakkında yeterli bilgilendirmeye dayalı olarak yazılı olması ve tedavinin uzman hekim tarafından bir hastane ortamında yapılması gerekir.” hükmü uyarınca rıza olmaksızın hasta insanlar üzerinde tedavi amaçlı denemeler, tedavi amaçlı denemeler ancak hasta insan üzerinde gerçekleştirilebilir. Ancak bunun da hukuka uygun sayılabilmesi için, belirli koşulların gerçekleşmesi gerekir;
Bu bakımdan aranan birinci koşul, bilinen tıbbi müdahale yöntemlerinin hasta üzerinde uygulanmasının sonuç vermeyeceğinin anlaşılmış olmasıdır. Tedaviye yönelik bir denemenin gerçekleştirilmesi için bilinen tıbbi müdahale yöntemlerinin tamamının hasta üzerinde uygulanması şart koşulmamaktadır. Bu yöntemlerin sonuçsuz kalacağının anlaşılması, deneme yapılabilmesi için yeterlidir. Keza, tedavi amaçlı denemelerin bilimsel yöntemlere uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Bu koşulların yanısıra, denemenin hukuken geçerli rızaya dayanması gerekir. Ancak hukuken geçerli olabilmesi için, açıklanan rızanın, denemenin mahiyet ve sonuçları hakkında yeterli bilgilendirmeye dayalı olarak yazılı olması ve tedavinin uzman hekim tarafından bir hastane ortamında yapılması gerekir.
91/1.Fıkra
“Organ ve doku ticareti” suçunu düzenleyen 91.maddenin 1.fıkrasında; hukukun geçerli rızaya dayalı olmaksızın yaşayan kişiden organ veya doku alınması suç olarak tanımlanmıştır. Fiili suç olmaktan çıkaran rızanın hukuken geçerli rıza olması gerekir. Açıklanan rızanın hangi koşullarda geçerli olacağı ise organ ve doku alınması konusunda düzenleyen ilgili mevzuatta düzenlenmiştir.
99/1., 5. ve 6. Fıkralar
“Çocuk düşürtme” suçunu düzenleyen 99.maddenin birinci fıkrasında; hukuken geçerli rızası olmaksızın bir kadının çocuğunun düşürtülmesi suç olarak tanımlanmıştır. Kadının rızasıyla çocuk düşürme halinde ise, gebeliğin on haftayı aşmamış bulunması koşulu ile fiil suç oluşturmayacaktır.
Maddenin 5.fıkrasında, rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftayı doldurmamış olan bir kadının çocuğunun yetkili olmayan bir kişi tarafından düşürtülmesi suç olarak tanımlanmıştır.
Maddenin 6.fıkrasında ise, kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmeyeceği öngörülmüştür. Ancak, bunun için, gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir.
101.Madde
“Kısırlaştırma” suçunu düzenleyen 101.maddenin birinci fıkrasında, kişiler üzerinde kısırlaştırma ameliyesini gerçekleştiren kimsenin ne suretle cezalandıracağı gösterilmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında ise, rızaya dayalı olsa bile, kısırlaştırma ameliyesini gerçekleştirme hususunda meslek ve uzmanlık olarak yetkisi olmayan kimsenin fiili icra etmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.
TCK. 116/1-2.Fıkra
“Konut dokunulmazlığının ihlali” suçunu düzenleyen TCK.nun 116.maddesinin 1.fıkrasında konut dokunulmazlığının ihlali suçunun temel şekli düzenlenmiştir. Buna göre, bir kimsenin konutuna, konutun eklentilerine rızasına aykırı olarak girilmesi veya rıza ile girildikten sonra buradan çıkılmaması konut dokunulmazlığını ihlal suçunun temel şeklini oluşturmaktadır. Konut sahibinin rızasının olmaması, bu suçun bir unsurunu oluşturmaktadır.
116.maddenin üçüncü fıkrası, söz konusu suçun hukuka aykırılık vasfını ortadan kaldıran rıza ile ilgili bazı durumlara ilişkin hükümler içermektedir, şöyleki;
“Evlilik birliğinde aile bireylerinden yada konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükmü uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.”
Bu hüküm uyarınca, evlilik birliğinde aile bireylerinden birinin rızasının olması, konut dokunulmazlığının ihlali suçuna ilişkin hukuka aykırılık vasfını ortadan kaldırmaktadır. Keza, konutun birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda bu kişilerden birinin konuta girme konusunda rıza göstermesi halinde fiil hukuka uygun sayılmaktadır. Ancak bu durumlarda konuta girişin hukuka uygun sayıla- bilmesi için, rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekmektedir. Bu bakımdan örneğin, konuttaki teknik bir arızanın tamiri için, diğerinin bilgisi olmaksızın, eşlerden birinin tamircinin konuta girmesine nza göstermesi durumunda, bu rıza geçerli bir rıza olarak kabul edilecektir. Buna karşılık, eşlerden birinin bir başkasını zina yapmak üzere konuta kabul etmesi durumunda bu kişinin konuta girmesine gösterilen rızanın, geçerli bir rıza olarak kabul edilmesi olanaksızdır ve bu durumda diğer eşe karşı işlenmiş konut dokunulmazlığının ihlali suçu söz konusu olacaktır.
116.maddenin 2.fıkrasında ise işyeri dokunulmazlığının ihlali ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu fıkranın uygulanmasında birinci fıkrada konut dokunulmazlığının ihlali suçu için söz konusu olan koşullar aranacaktır. Bu hükme göre, niteliği itibariyle açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi alışılmış (mutat) olan yerler dışında kalan yerlere (örneğin, avukatlık bürosu ve özel muayenehane gibi) rıza olmaksızın girilmesi işyeri dokunulmazlığının ihlali suçunu oluşturacaktır. Süpermarket, dükkan ve mağaza gibi herkesin herhangi bir koşul aranmaksızın girebileceği yerlere halka açık oldukları sırada girildiği takdirde bu suç oluşmayacaktır. Zira, hak sahipleri bu gibi yerlere isteyenin girmesi hususunda daha başlangıçta rızalarını örtülü olarak açıklamış sayılırlar. Ancak, bu yerlere halka açık olmadıkları zamanlarda, örneğin mesai saatleri dışında rıza hilafına girilmesi durumunda da işyeri dokunulmazlığının ihlali suçu oluşacaktır.
Gerek konut ve gerekse işyeri dokunulmazlığının ihlali suçları bakımından hukuka aykırılık vasfını ortadan kaldıran rızanın, hukuken geçerli rıza olması gerekir. Kişinin konuta girme konusunda rıza açıklamaya yetkili olmasının yanı sıra, açıklanan rızanın örneğin hile dolayısıyla sakatlanmamış olması gerekir.
TCK. 132/3.Fıkrası
TCK.nun 132.maddesinin 3.fıkrasında;
“Kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın alenen ifşa eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.” hükmüne yer verilmiştir. Burada, haberleşmenin diğer tarafının rızasının olmaması unsur olarak aranmıştır. Diğer yandan suçun oluşabilmesi için, haberleşmenin içeriğinin, örneğin bir mektubun alenen ifşa edilmiş olması gerekmektedir. Suçun işlenmesinden önce veya en azından işlendiği ana kadar mağdurun geçerli bir rıza açıklaması durumunda ise bu suç oluşmayacaktır.
TCK. 133/1-2. Fıkraları
TCK.nun 133.maddesinin 1. ve 2.fıkralarında;
“(1) Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi iki aydan altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Katıldığı aleni olmayan bir söyleşiyi, diğer konuşanların rızası olmadan ses alma cihazı ile kayda alan kişi, altı aya kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.” hükmü ile “kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” suç olarak tanılarımıştır. Her iki suç bakımından da, konuşmanın veya söyleşinin taraflarından birinin rızasının olmaması yeterli sayılmıştır. Yani konuşmanın taraflarından birinin veya söyleşiye katılanlardan birinin rızası olması, fiili suç olmaktan çıkarmayacaktır. Fiilin hukuka aykırılık vasfının ortadan kalkması için, konuşmaya veya söyleşiye katılanların tamamının rızasının bulunması gerekmektedir.
TCK. 141/1. Fıkrası
“Hırsızlık” suçunu düzenleyen TCK.nun 141.maddesinin 1 .fıkrasında, hırsızlığın temel şekli tanımlanmıştır;
“Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” Buna göre, taşınır malın alınmasının suç oluşturabilmesi için, zilyedinin rızasının bulunmaması gerekir. Rızanın geçerli olması için bulunması gereken koşulların varlığı halinde zilyedin rızası bir hukuka uygunluk nedeni teşkil edecek ve suç oluşmayacaktır.
TCK. 163/2. Fıkrası
“Karşılıksız yararlanma” suçunu düzenleyen TCK.nun 163/2.fıkrasında;
“Telefon hatları ile frekanslarından veya elektromanyetik dalgalarla yapılan şifreli veya şifresiz yayınlardan salıibinin veya zilyedin rızası olmadan yararlanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.” Hükmüne yer verilmiştir. Bu suç kamu veya özel kuruluşlarca kurulmuş bulunan telli ve telsiz telefon hatları ile sistemlerinden veya elektromanyetik dalgalar yolu ile şifreli veya şifresiz yayın yapan televizyon yayınlarından sahiplerinin veya zilyetlerinin rızası olmadan yararlanılması durumunda oluşmaktadır.
TCK. 234/3.Fıkra
“Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması” suçunu düzenleyen TCK.nun 234. maddesinin 5560 sayılı kanunla eklenen 3.fıkrasında;
“Kanuni temsilcisinin bilgisi veya rızası dışında evi terk eden çocuğu, rızasıyla da olsa, ailesini veya yetkili makamları durumdan haberdar etmeksizin yanında tutan kişi, şikayet üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu suç bakımından mağdur çocuğun rızası önem taşımaz.
TCK. 245/l.Fıkra
“Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması” suçunu düzenleyen TCK.nun 245.maddesinin 1.fıkrasında;
“Başkasına ait bir banka veya kredi kartını, her ne suretle olursa olsun ele geçiren veya elinde bulunduran kimse, kart sahibinin veya kartın kendisine verilmesi gereken kişinin rızası olmaksızın bunu kullanarak veya kullandırtarak kendisine veya başkasına yarar sağlarsa, üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası ve adli para cezası ile cezalandırılır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu suçun oluşması için, banka veya kredi kartı salıibinin rızasının bulunmaması unsur olarak aranmıştır.