Sanığın Kendisine Görevi Gereği Verilen Kullanıcı Kodu Ve Şifre İle Sorgulama Yapması Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme Veya Ele Geçirme Suçunu Oluşturmaz

TCK m 20 Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği Ne Anlama Geliyor?

TCK m 20 Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği Ne Anlama Geliyor?

MADDE 20.- (1) Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dola­yı sorumlu tutulamaz.

  • Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz. Ancak, suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır.

Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği İlkesi (20/l.F.)

5237 sayılı TCK.nun 20.maddesinin 1.fıkrasında, Anayasamızın 38/7.madde ve fıkrasında öngörülen “ceza sorumluluğu şahsidir” kuralı yani failden başka kişile­rin bir suç sebebiyle cezaiandırılamayacağı ve herkesin kendi kusurlu eyleminden sorumlu tutulması ilke olarak kabul edilmiş, böylece Anayasamızın açıkça benim­semiş olduğu bu ilke, yeni TCK’da kendisine somut bir yer bulmuştur.

Bu bağlamda, ceza sorumluluğunun şahsiliği, bireyin ancak iradi davranışı ile gerçekleştirdiği, kusurunun bulunduğu ve yasanın açıkça suç saydığı fiillerden sorumlu olmasını zorunlu kılar, kişi, başkası tarafından gerçekleştirilen ve kusurlu bir davranışının bulunmadığı davranışlardan sorumlu tutulamaz1130. Maddenin 2.fıkrasında, tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabul edilmemesi de Anayasada ifadesini bulan “ceza sorumluluğu şalisidir” kuralının doğal bir sonucudur.

Kusur Sorumluluğu (Sübjektif sorumluluk)

Anayasanın 38 maddesinin gerekçesinde bu ilke; “…ceza sorumluluğunun “şah­si” olduğu; yani failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezaiandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve “kusura daya­nan ceza sorumluluğu” ilkesine dahil ve terki mümkün olmayan bir temel kural­dır” sözleriyle açıklanmıştır. Böylece, “Kusur sorumluluğu” ilkesinin ceza hukuku­nun vazgeçilmez ilkelerinden olduğu vurgulanmıştır. Bu itibarla, “ceza sorumlulu­ğunun şahsiliği” ilkesi, ceza kanunlarında kusur sorumluluğu (sübjektif sorumlu­luk) nun esas alınmasını, bunun dışında kusursuz sorumluluk (objektif sorumluluk) öngören hallere ceza kanunlarında yer verilmemesini de gerektirmektedir.

Nitekim, 5237 sayılı TCK.nun getirdiği yeniliklerde benimsediği suç siyasetinin ana ilkeleri, kusur ilkesi, hukuk devleti ilkesi ve hümanizm ilkesi olarak belirlenmiş ve “kusur ilkesi”, “ceza yaptırımının, ancak işlediği fiilden dolayı kişinin kınana­bilmesi durumunda uygulanabilmesini ifade eder. Bu ilke, bir yandan işlediği fiil dolayısıyla kusurlu olmayan bir kimseye ceza verilemeyeceğini ifade ettiği gibi; diğer yandan faile kusurundan daha ağır bir cezanın uygulanmasını yasaklar. Bu bakımdan salt netice sorumluluğu, kusur ilkesiyle bağdaşmamaktadır” şeklinde tanımlanmıştır. Bu nedenle, kusur (kusursuz ceza olmaz) ilkesiyle açıkça çelişen objektif (kusursuz) sorumluluk hallerine 5237 sayılı TCK’da yer verilmemiş, 23.maddede, meydana gelen ağır netice açısından kişinin sorumlu tutulabilmesi için, söz konusu neticeye ilişkin olarak en azından taksir dolayısıyla kusurlu bu­lunması gerektiği vurgulanmıştır. Getirilen bu yeni düzenlemeler, Anayasada ön­görülen kusur ilkesinin zorunlu bir sonucu ve çağdaş ceza hukuku anlayışının da bir gereğidir. Failin davranışı ile netice arasında sadece maddi nedensellik bağının bulunmasını yeterli sayan ve buna ek olarak failin kasıtlı veya taksirli davranmasını aramayan objektif (kusursuz) sorumluluk anlayışının terkedilmesi ve bu sorumlu­luk türüne yeni TCK’da yer verilmemesi isabetli olmuştur.

Ceza hukukundaki amaç, kişiyi ne olursa olsun cezalandırmak olmayıp, suçları önlemek ve bireyleri suç işlemekten caydırmak için kusurlu olarak kanun koyucu­nun emir ve yasağını dinlemeyeni durdurmak, toplum düzenini sağlamak, bir baş­ka ifadeyle dışa yansıyan kusurlu iradeyi cezalandırmaktır. Nitekim, yeni Ceza Kanunumuzun, “kast” ve “taksir” kavramlarına ilişkin tanımlarda da “kusur so­rumluluğu” esas alınmıştır. Bu tanımlara bakıldığında, 21.maddenin 1.fıkrasında “suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurla­rın bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir” denilerek, failin ihmali veya icrai bir davranışı ve neticeyi bilerek ve isteyerek yapması kastın varlığı için yeterli sayılmış­tır. Kanunun 22.maddesinin 2.fıkrasmda da taksir, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi ön- görülmeyerek gerçekleştirilmesidir” biçiminde tanımlanarak, davranışın bilerek ve isteyerek yapılması, fakat o davranıştan doğabilecek öngörülebilir neticeyi isteme­mek, ceza sorumluluk bakımından yeterli sayılmıştır. Bu hükümlerle, yasa koyucu kusurlu iradenin ve fiili icra eden failin cezalandırılmasını gerektiren kusur, sorum­luluğunu esas almış, sadece iradeyi ve fiili esas alan objektif sorumluluğu dışlamıştır.

Kişinin Başkasının Fiilinden Dolayı Sorumlu Tutulamaması

20.maddenin 1.fıkrasının ikinci cümlesinde “kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükmün sonucu olarak, hiç kim­se, iradi, ihmali veya icrai bir davranışı bulunmadıkça, bir eylemin doğurduğu veya ona tamamen yabancı bir neticeden dolayı sorumlu tutulamayacaktır. Ayrıca, bir kişiye verilen ceza, onun dışında kalan kişileri etkilemeyecektir.

Ünver’e göre, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi birbirini tamamlayan iki alt ilkeden oluşmaktadır. Bunlar, “kişinin kendi kusurlu eyleminden sorumlu olması ve üçüncü kişinin eyleminden sorumlu tutulamayacağı” alt ilkeleridir. Bu iki ilkeye uygun davranılması durumunda, bir ceza normunun ceza sorumluluğunun şahsili­ği ilkesine uygun olduğu sonucuna varılabilir. Yazara göre, ceza sorumluluğu­nun şahsiliği ilkesi, bir kişinin yalnızca kendi kusurlu eyleminden, diğer sorumlu­luk koşullarının da yerine getirilmesi şartıyla, ceza hukuku açısından sorumlu tu­tulmasını kabul etmekte ve diğer objektif sorumluluk çeşitleri yanında, somut olay­da failin kusurunun bulunmaması halinde, failin sorumlu tutulmasına ve ayrıca bir kişinin üçüncü bir kişinin eyleminden sorumlu tutulmasına engel teşkil etmekte­dir.

Sözüer, ceza sorumluluğunun şahsiliği kuralının kusur ilkesinin doğal bir sonu­cu olduğunu ileri sürmektedir. Yeni TCK Tasarısını hazırlayan Adalet Komisyo­nunda da yer alan yazara göre, ceza sorumluluğunun kişiselliği ilkesinin en önemli sonucu, failin somut olaydaki eyleminden dolayı kınanmasını ifade eden kusur ilkesidir.

Şen’e göre, başkasının fiilinden cezai açıdan sorumlu olmamayı “dolayısıyla fa­illik”, “iştirak” ve “tüzel kişilerin cezai sorumluluğu” müesseseleri ile karıştırma­mak gerekir. Yazara göre, “dolayısıyla faillik”te, ceza ehliyeti olmayan bir kişiye suç işletmek vardır ve işleten kusurlu bir iradeye sahiptir. “İştirak”te, bir suçun birden fazla kişi ile birlikte işlenmesi sözkonusudur. “Tüzel kişilerin cezai sorumlulu- ğu”nda ise, kendisini oluşturan ve kuranların kişiliklerinden bağımsız bir kişiliğe sahip olan tüzel kişilerin de, gerçek kişilerden bağımsız olarak suç faili olup olama­yacakları meselesi vardır.

Tüzel Kişiler Hakkında Ceza Yaptırımı Uygulanamaması (20/2. F.)

5237 sayılı TCK.nun getirdiği yeniliklerden birisi de; 20.maddenin 2.fıkrasında “Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz. Ancak, suç dolayısıyla ka­nunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır” hükmüyle kural olarak tüzel kişiler ceza yaptırımı uygulanamayacağının kabul edilmiş olma­sıdır. Hükmün gerekçesinde;

“Özel hukuk tüzel kişilerinin suç faili sayılıp sayılmaması ile işlenen bir suçtan dolayı bunlar hakkında bir yaptırıma hükmedilmesi sorununu birbirinden ayırmak gerekir. Suç ve ceza politikası gereği olarak ancak gerçek kişiler suç faili olabilir ve sadece gerçek kişiler hakkında ceza yaptırımına hükmedilebilir. Bu anlayış, Anaya­samızda da güvence altına alınan ceza sorumluluğunun şahsiliği kuralının bir gere­ğidir. Ancak, işlenen suç dolayısıyla özel hukuk tüzel kişileri hakkında güvenlik tedbiri niteliğinde yaptırımlara hükmedilebilecektir” görüşlerine yer verilmiştir.

Tüzel Kişilik Kavramı ve Unsurları

Tüzel kişilikler, toplumsal ve ekonomik yaşamın gerekli kıldığı oluşumlardır. Gördükleri işlevleri bireylerin dağınık güçlerini toplamak, bir düşünce akımını örgütlemek, toplumsal yaşamdaki bireylerin konumlarını ve grupsal çıkarlarını güçlendirmek olarak özetlemek mümkündür.

Hukuki bir kavram olarak Tüzel kişi, “belirli, ortak ve sürekli bir amacı gerçek­leştirmek ve başlı başına bağımsız bir varlığa sahip olmak üzere örgütlenmiş; hu­kuk düzeni tarafından kendilerine hukuk sujesi olma niteliği tanınan kişi veya mal toplulukları” olarak tanımlanmaktadır. Tüzel kişiliğin, amaç, bağımsızlık ve örgütlenme unsurlarını taşıması gerekmektedir. Tüzel kişinin amacı; “belirli”, “or­tak” ve “sürekli” olmalıdır. Tüzel kişiliğin “bağımsızlık” unsuru, içsel açıdan kendi­sini oluşturan kişilerden bağımsız bir varlığı olmasını, dışsal açıdan ise, tüzel kişi­nin üçüncü kişilerle bağımsız bir hukuk sujesi olarak hukuki ilişkiler kurabilmesini ifade etmektedir. Örgütlenme unsuru ise, bir kişi ve mal topluluğunun bağımsız bir hukuki varlık olarak iradesini açıklayacak ve amacını gerçekleştirmek üzere faaliyette bulunacak organlarının oluşmasını ifade eder.

Özel Hukuk Tüzel Kişileri

5237 sayılı TCK.nun 20/2.fıkrasında sözü edilen, haklarında ceza yaptırımı uygu­lanamayacağı öngörülen tüzel kişiler “özel hukuk tüzel kişilerindir. Bu itibarla ka­mu hukuku tüzel kişileri bu madde kapsamında değildirler. Bu itibarla kamu tüzel kişilerine güvenlik tedbiri uygulanması söz konusu olmayacaktır. Esasen, TCK.nun 60.maddesinde tüzel kişiler için öngörülen, “iznin iptali” ve “müsadere” güvenlik tedbirlerinin, hukuk düzenimizde devlete karşı cebri icra’nın mümkün olmaması­nın yanısıra, kamu hizmetlerine egemen olan kamu hizmetlerinde devamlılık, zo­runluluk ve vazgeçilmezlik şeklindeki ilkeler karşısında, kamu tüzel kişileri bakı­mından uygun düşmeyeceği açıktır. Zira, kamu tüzel kişilerine güvenlik tedbiri uygulanması, sonuçta kamu hizmetlerinden yararlanan vatandaşlara yaptırım uy­gulanması anlamına gelecektir. Bu itibarla, yeni TCK.nun sadece özel hukuk tüzel kişilerine işlenen suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbirlerinin uygulanacağına ilişkin düzenlemesini isabetli buluyoruz.

Özel hukuk tüzel kişileri, özel hukuk alanında faaliyet göstermek üzere hukuki bir işlem ile kurulan tüzel kişilerdir. Bunlar izledikleri amaca göre “kazanç paylaş­ma amacı güden tüzel kişiler” ve “kazanç paylaşma amacı gütmeyen tüzel kişiler” şeklinde bir ayrıma tabi tutulabilir.

Kazanç Paylaşma Amacı Güden Tüzel Kişiler

Türk Ticaret Kanununda ticaret şirketleri olarak düzenlenen, kollektif, koman­dit, anonim ve limited şirketler ile Kooperatifler Kanununda düzenlenen koopera­tifler kazanç paylaşma amacı güden tüzel kişilerdir. Borçlar Kanununda (BK 520- 541.md.) düzenlenmiş olan adi şirketin ise tüzel kişiliği bulunmamaktadır.

Kazanç Paylaşma Amacı Gütmeyen Tüzel Kişiler

Bu tip tüzel kişiler Medeni Kanunda öngörülen dernekler ve vakıflar ile özel ka­nunları ile düzenlenen sendikalar ve siyasi partilerdir.

Anayasada ve Mevzuatımızda Tüzel Kişilerin Ceza Sorumluluğu

1982 Anayasanın 38/6.maddesine göre, “ceza sorumluluğu şalisidir.” Bu hük­mün gerekçesinde ise “fıkra, ceza sorumluluğunun şalisi olduğu, yani failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve kusura dayanan ceza sorumluluğu ilkesine dahil, terki mümkün olmayan bir temel kuraldır” denilmektedir.

Anayasa Mahkemesi, gerek 1961 Anayasası döneminde ve gerekse 1982 Anaya­sası döneminde vermiş olduğu kararlarında, tüzel kişilerin ceza sorumluluklarının kabul edilmesini, Anayasaya aykırı bulmamıştır. Anayasa Mahkemesi 1991 yılın­da verdiği bir kararında da “öğretide ve uygulamada cezaların, tüzel kişilerin temsil­cileri olan gerçek kişilere verilebileceği yolundaki yerleşik görüşün gelişmeler karşı­sında çağdaş anlayışa uymadığı ve tüzel kişilere yapılarına uygun olmayan hürriyeti bağlayıcı cezalar türünde değil, ancak kapatma, geçici süreyle çalışma yasağı, yada para cezası gibi yapılarına uygun cezaların verileceğini” kabul etmiştir.

765 sayılı TCK’da tüzel kişilerin ceza sorumluluğuna ilişkin bir hüküm bulun­mamakla birlikte bazı özel kanunlarda tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabul edildiği görülmektedir.

Örneğin, Askeri Ceza Kanununun 78.maddesinin A fıkrasında, TTK.nun 65.maddesinde, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/A maddesinde, 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanunun 3.maddesinde, 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Kanununun 17.maddesinde, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK.’nin 61/A maddesinde, 6183 sayılı amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 115/2.maddesinde, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu­nun 333.maddesinde, adli yada idari nitelikte yaptırımların tüzel kişilere uygulan­masına ilişkin hükümler bulunmaktadır. Adli nitelikteki yaptırımlar, para cezası ve müsadere niteliğindedir.

5237 Sayılı TCK.nun 20/2.Fıkrasının Yorumu ve Uygulama Alanı

5237 sayılı yeni TCK.nun 20.maddesinin 2.fıkrası hükmüne göre; tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamayacaktır. Bu hükmün doğal sonucu olarak TCK.nun 52.maddesinde öngörülen adli para cezaları, tüzel kişiler hakkında uygu­lanamaz hale gelmiştir. Ancak, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uy­gulama Şekli Hakkında Kanuna eklenen geçici 1.maddenin 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunla değişik hükmü uyarınca, 5237 sayılı TCK.nun 5.maddesinin 31 Ara­lık 2008 tarihine kadar hiçbir bağlayıcılığı bulunmadığından, özel yasaların TCK Genel Hükümlerine aykırı hükümleri 31 Aralık 2008 tarihine kadar uygulanacaktır. Esasen TCK 5.maddesinin 1 Haziran 2005 tarihinden sonra çıkarılacak yasalar ba­kımından hiçbir bağlayıcılığı mevcut değildir. TCK 5.maddesi hükmü sadece, TCK.nun yürürlüğe girmesinden önce mevcut olan ve 31 Aralık 2008’e kadar her­hangi bir değişiklik yapılmayan özel kanunlar üzerinde etkilerini doğuracaktır.

20/2.fıkranın 2.cümlesi uyarınca, tüzel kişiler hakkında suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar uygulanabilecektir.

5237 sayılı TCK.nun “Tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbirleri” başlıklı 60.maddesi;

“Madde 60.- (1) Bir kamu kurumunun verdiği izne dayalı olarak faaliyette bulu­nan özel hukuk tüzel kişisinin organ veya temsilcilerinin iştirakiyle ve bu iznin verdiği yetkinin kötüye kullanılması suretiyle tüzel kişi yararına işlenen kasıtlı suç­lardan mahkumiyet halinde, iznin iptaline karar verilir.

  • Müsadere hükümleri, yararına işlenen suçlarda özel hukuk tüzel kişileri hak­kında da uygulanır.
  • Yukarıdaki fıkralar hükümlerinin uygulanmasının işlenen fiile nazaran daha ağır sonuçlar ortaya çıkarabileceği durumlarda, hakim bu tedbirlere hükmetmeye­bilir.
  • Bu madde hükümleri kanunun ayrıca belirttiği hallerde uygulanır” hükmü­nü ihtiva etmektedir.

Burada, güvenlik tedbirinin muhatabı olarak özel hukuk tüzel kişiliği gösteril­miştir. Özel hukuk tüzel kişilerinin kazanç paylaşma amacı güdüp gütmedikleri arasında bir ayrım gözetilmemiştir. Bu durumda kollektif, komandit, anonim, limited şirketler, kooperatifler, demekler, vakıflar ve sendikalar hakkında suç dola­yısıyla kanunda öngörülmüş olmak kaydıyla 60.maddede belirtilen “iznin iptali” ve “müsadere” niteliğindeki güvenlik tedbirleri uygulanabilecektir. Tüzel kişi sıfatını almamış birlik veya gruplar bu hükmün kapsamı dışındadır. Kamu hukuku tüzel kişileri de bu sorumluluğun dışında tutulmuştur. Kanaatimizce, özel hukuk alanın­da da faaliyetlerde bulunan kamu hukuku tüzel kişilerinin bu sorumluluğun kap­samı dışında tutulması eşitlik ilkesi (TCK. 3.md.) açısından tartışmaya açık kapı bırakacak niteliktedir. Ayrıca, hem kamu hukuku ve hem de özel hukuk kuralları­nın uygulandığı kamu iktisadi teşebbüslerinin bu düzenleme karşısında güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımların muhatabı olup olmayacağı da tartışma konusu oluşturacaktır. Bu hüküm, özel hukuka tabi yabancı tüzel kişiler bakımından da uygulanabilecektir.

60.maddede öngörülen güvenlik tedbirlerinin uygulanması bakımından aranılan önkoşul, bir kamu kuruluşunun verdiği izne dayalı olarak faaliyette bulunan bir özel hukuk tüzel kişisinin varlığıdır. Güvenlik tedbirinin (iznin iptali) uygulanma­sının koşulları ise;

  • Suçun organ veya temsilcilerinin iştirakiyle ve bu iznin verdiği yetkinin kötü­ye kullanılması suretiyle işlenmesi,
  • Tüzel kişi yararına işlenen kasıtlı suçlardan mahkumiyet kararı verilmesidir. Kanaatimizce, tüzel kişiye atfedilen davranışların yönetim yetkisi bulunan kişilerle (organ veya temsilcileriyle) sınırlandırılması, modem tüzel kişiliğin organizasyon biçimine uymadığından uygulamada boşluklar doğacaktır. Sorumluluğun sınırları­nın yönetim fonksiyonu gösteren bütün kişilere kadar genişletilmesi daha isabetli olacaktır. Diğer yandan, bir tüzel kişinin organ veya temsilcisinin iştirakiyle ve bu iznin verdiği yetkinin kötüye kullanılması suretiyle bizzat kendi yararına veya üçüncü bir kişi yararına hareket ederek kasıtlı bir suç işlerse, tüzel kişilik 60.maddede öngörülen güvenlik tedbirlerinin muhatabı olmayacaktır. Tüzel kişinin güvenlik tedbirlerinden sorumlu olabilmesi için kasıtlı suçun tüzel kişi lehine, na­mına veya onun için işlenmesi aranmamış, yalnızca yararına işlenmiş olması yeterli sayılmıştır. Bu yararın ekonomik nitelik taşıması şart değildir, manevi bir yarar da olabilir.

5237 sayılı TCK.nun “Özel Hükümler” başlıklı ikinci kitabının, 76/3, 77/3, 78/2, 79/3, 80/4, 90/6, 91/7, 111/1, 140/1,169/1,181/5, 189/1, 226/6, 227/7, 228/3, 242/1, 246/1, 253/1, 302/3, 304/3, 309/3.maddelerinde tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güven­lik tedbirlerine hükmolunacağı belirtilmiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “Tüzel kişinin temsili” başlıklı 249.maddesi;

“Madde 249.- (1) Bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda tüzel kişinin organ veya temsilcisi, katılan veya savunma makamı yanında yer alan sıfatıyla duruşmaya kabul edilir.

  • ) Bu durumda, tüzel kişinin organ veya temsilcisi bu Kanunun katılana veya saııığa sağladığı haklardan yararlanır.
  • ) Birinci fıkra hükmü, sanığın aynı zamanda tüzel kişinin organ veya temsilcisi sıfatını taşıması halinde uygulanmaz” hükmünü ihtiva etmektedir.

Özel hukuk tüzel kişileri bakımından, TCK. 60/2.fıkrası uyarınca güvenlik ted­birlerinden olan müsadere hükümlerindeki (54, 55.md.) koşulların da gerçekleşmesi halinde, tüzel kişi yararına işlendiği belirlenen suç bakımından, o suçla bağlantılı olan eşya ve maddi çıkarların müsaderesine de hükmedilecektir. Bu halde iyi niyetli üçüncü kişilerin hakları korunacaktır.

Özel hukuk tüzel kişileri ile ilgili güvenlik tedbirlerinin uygulanmasında, işle­nen suç dikkate alındığında, çok ağır sonuçlar doğabilir. Örneğin çok sayıda kişi işsiz kalabilir veya iyi niyetli üçüncü kişiler bakımından telafisi güç kayıplar mey­dana gelebilir. İşte bu gibi hallerde 60/3.fıkra uyarınca mahkeme maddedeki orantı- lılık ilkesine dayanarak bu güvenlik tedbirlerine hükmetmeyebilecektir.

Özel hukuk tüzel kişileri hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerine, her suç bakımından değil, kanunda özel olarak belirtilen hallerde hükmedilebilecektir.