Overbooking Hakkında Önemli Bilgiler

TCK m 125 Hakaret Suçu ve Cezası

TCK m 125 Hakaret Suçu ve Cezası

MADDE 125.- (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (…) veya sövmek suretiyle bir kim­senin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırıla­bilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilaf ederek işlenmesi gerekir.

  • Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle iş­lenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
  • Hakaret suçunun;
  1. Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
  2. Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasak­larına uygun davranmasından dolayı,
  3. Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
  • (Değişik: 29.06.2005-5377/15.md.) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halin­de, altıda biri oranında artırılır.
  • (Değişik:29.06.2005-5377/15.md.) Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hüküm­leri uygulanır.

TCK m 125 Hakaret Suçu Açıklama

125.maddedeki “hakaret” suçuna ilişkin yeni düzenleme ile 765 sayılı ETCK’da yer alan hükümler arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır.

125.Maddenin 1.fıkrasında hakaret suçunun unsurları açıklanmış ve aleniyet un­suru taşımayan hakaret suçunun yaptırımı gösterilmiştir. Bu düzenlemede ETCK’da benimsenen hakaret ve sövme suçu ayırımı kaldırılmış, hakaret ve sövme aynı suçun seçimlik hareketi olarak düzenlenmiş ve her ikisi için aynı ceza öngö­rülmüştür. ETCK.nun 480/l.maddesinde “maddei mahsusa tayin ve isnadı” şeklin­de tanımlanan hakaret türü yeni düzenlemede suçun seçimlik hareketi olarak ve “somut bir fiil veya olgu isnat etmek” şeklinde ifade edilmiş, hakaret içeren bu is­nadın kişinin “onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte” olması aran­mıştır. Yeni düzenlemede, hakaret suçunun kişi muhatap alınarak işlendiği durum­larda “huzurda hakaret”in varlığı kabul edilmiştir. Yeni düzenlemede mağdurun gıyabında işlenen hakaretin cezalandırılabilmesi için suçun en az üç kişiyle ihtilat edilerek işlenmesi gerektiği belirtilmiş, eski düzenlemeden (ETCK 480/1., 482/1.) farklı olarak bunların “toplu veya dağınık olması gereğinden söz edilmemiş ise de YTCK 125/1.madde açısından da kendileriyle ihtilat edilen kişilerin bir arada bu­lunmaları ve isnadı aynı anda öğrenmiş olmalarına gerek bulunmadığından uygu­lamada bu yönden bir farklılık oluşturmayacaktır. Yeni düzenlemede hakaret ve sövme fiilleri için aynı ceza öngörülmüş ise de aradaki nitelik farkı gözetilerek hâ­kime seçenekli yaptırımlardan birini uygulama ve cezayı iki sınır arasında belirleme hususunda geniş takdir yetkisi tanınmıştır.

125.Maddenin 2.fıkrasmda huzurda hakarete eşit sayılan haller gösterilmiş, fiilin mağdura hitap eden iletiyle işlenmesi durumunda birinci fıkradaki cezaya hükmo- lunacağı öngörülmüştür. ETCK.nun 480/2.fıkrasında bunlar, “mağdura hitaben gönderilmiş mektup, resim veya herhangi bir yazı, telgraf ve telefon olarak belirtil­miş iken YTCK.nun 125/2.fıkrasında “sesli, yazılı veya görüntülü ileti”den söz edilmiş ve fiilin bu araçlarla “mağduru muhatap almış” olması, yani doğrudan doğruya mağdur tarafından öğrenilmiş olması gerektiği vurgulanmıştır. Eski dü­zenlemeden farklı olarak bu hallerde ceza daha ağır olarak düzenlenmemiş, huzur­da işlenen hakaretle aynı cezaya tabi tutulmuştur.

125.Maddenin 3. ve 4.fıkralannda hakaret suçunun nitelikli halleri düzenlenmiş­tir. ETCK.nun 266.maddesinde yer almış olan suç tipi kamu görevlilerinin sıfatları bakımından ayrım ve ceza bakımından farklılık gözetilmeksizin hakaret suçunun nitelikli hali sayılmıştır. Getirilen bu yeni düzenlemenin YTCK.nun 6/1-c madde­sindeki “kamu görevlisi” tanımı çerçevesinde yorumlanması gerekmektedir. Eski düzenlemeden farklı olarak kamu görevlisine hakaretin nitelikli hal sayılabilmesi için bunun görevden dolayı işlenmesi gerektiği belirtilmiş, suçun huzurda veya gıyapta işlenmesine göre ayırıma gidilmemiştir. Görevden doğmayan görev sıra­sındaki hakaret 125/3-a bendine değil 125/l.fıkraya uyan suçu oluşturacaktır.

125/3.fıkranın (b) ve (c) bentlerinde yer alan nitelikli haller, ETCK.nun 175/3.fıkrasında yer alan “kişiye inanç, düşünce ve kanaatlerinden dolayı hakaret” suçunun karşılığı olup, kapsamı genişletilmiş, inanma özgürlüğünün y. nı sıra bir dine inanmama özgürlüğü de koruma altına alınmıştır. ETCK.nun 175 3. fıkrasın­daki düzenleme, genel ve soyut anlamı içinde bizzat din veya ona bağlı kutsal de­ğerleri din ve inanç özgürlüğü bağlamında korumakta iken, 125/(b) ve (c) bentlerin­deki yeni düzenlemelerde ancak belli bir kişiye yönelik olarak dince kutsal sayılan değerlere hakaret edilmesi hakaret suçunun nitelikli hali sayılarak ceza yaptırımına bağlanmıştır.

125.maddenin 4.fıkrasında suçun alenen işlenmesi ister huzurda, isterse başkala­rıyla ihtilat ederek işlenmiş olsun, her iki durumda da nitelikli hal sayılmıştır. Bilin­diği üzere ETCK 480/3. ve 482/3.fıkralarında “aleniyet”, yalnızca huzurda işlenen hakaret ve sövme bakımından ağırlaştırıcı neden oluşturmaktaydı. Yeni düzenle­mede bu ayırımın önemi kalmadığı gibi, ETCK.nun 480/4. ve 482/4.fıkralarında suçun yayın yoluyla işlenmesi, gıyapta işlenen hakaretin ağırlatın nedeni sayılmak­ta iken YTCK’da suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi nitelikli hal olmaktan çıkarılmıştır. Ancak, basın ve yayın yolu ile işlenen hareketlerde “aleniyet” zaten her durumda gerçekleştiğinden, bu değişikliğin uygulama bakımından bir önemi bulunmamaktadır.

125.maddenin 5.fıkrasında, kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerin­den dolayı hakaret edilmesi halinde, suçun kurulu oluşturalı üyelere karşı işlenmiş sayılacağı, ancak bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümlerinin uygula­nacağı belirtilmiştir. Bu hüküm, ETCK.nun 268. ve 483/2.maddelerinin karşılığıdır. Eski düzenlemede resmi kurullara hakaret edilmesi durumunda suç kurula hakaret sayılmakta ve faile bir tek ceza verilmekteydi. Diğer yandan ETCK.nun 268. madde­sinde yer alan hakaret ve sövme ayırımına YTCK.nun 125/5.fıkrasında yer verilme­miştir. Eğer kurul üyelerine yapılan hakaret “görevden dolayı” değil de yalnızca görev sırasında işlenmiş ise 125/5.fıkra değil, 125/1.fıkrarım uygulanması gerekecek­tir. Kanaatimizce, 125/5.fıkranın son cümlesinde yer alan “Ancak, bu durumda zin­cirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.” hükmü, gereksiz bir tekrardan ibarettir. Bu gibi durumlarda 43/3.fıkrada yer alan zincirleme suç hükümleri böyle bir düzenleme olmasa dahi zaten uygulanacaktır.

TCK m 125 Hakaret Suçu Suçla Korunan Hukuksal Değer

Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunmak istenilen hukuksal yarar, kişi­lerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer bireyler nezdindeki saygınlığıdır. Diğer bir deyişle, bu suçla kişilerin manevi varlığı korunmaktadır.

Hakaret suçunun düzenlendiği bölümün başlığı “Şerefe Karşı Suçlar”dır. Kay­nağını sosyal yaşayışta bulan ve özellikle sosyal bir yarar olarak göze çarpan “şe­ref” kişinin sosyal değerlerini belirleyen şartların bütünüdür. Zira, insanın bir bü­tün olan, maddi ve manevi değerlerden oluşan kişiliğinin, manevi değerler kısmı­nın başında da şeref duygusu gelmektedir.

İnsan Hakları evrensel Bildirisi’nin 1.maddesinde, bütün insanların özgür, onur ve haklar yönünden eşit olarak doğdukları, yani sosyal çevrede şeref açısından insanlar arasında bir ayırım gözetilemeyeceği belirtilmiştir. Anayasamızın 17/1. maddesine göre, herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Bugün doktrinde egemen olan görüşe göre, “şeref” kavramı ne tamamen sübjek­tif ne de tamamen objektif bir zemin üzerinde mütalaa edilemez; bunların ikisinin birleştirilmesi ve sosyal ve ahlaki değerlerden meydana geldiğinin kabulü zorunlu­dur. “Şerefe karşı işlenen suçlar” kişinin gerek iç gerek dış değerlerini korur ve kişi bu korunan değerlere herkesin saygı göstermesini isteme hakkına sahiptir. Bu itibarla, şerefe karşı fiillerin suç sayılmasıyla hem bireysel yararın korunması ve hem de sosyal yararın güvence altına alınması sağlanmaktadır.

YTCK.nun 125/l.fıkrasındaki suç tanımına bakıldığında yasa koyucunun “onur, şeref” sözcükleri ile fiili (iç) şerefi, “saygınlık” sözcüğü ile de normatif (dış) şerefi korumayı amaçladığı söylenilebilir.

YTCK’da bireyin kişiliğine karşı işlenen hakaret (125.-131.md.) suçlarının yanı sıra özel tahkir suçlarına da yer verilmiştir. Bunlar “Devletin Egemenlik Alametle­rine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlıklı bölümde düzenlenen “Cumhurbaşkanına hakaret” (299.md.), “Devletin Egemenlik alametlerini aşağıla­ma” (300.md.) “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama” (301.md.) ile “Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suç­lar” başlıklı bölümde yer alan “Yabancı devlet bayrağına karşı hakaret” (341.md.) ve “yabancı devlet temsilcilerine hakaret” (342/2.md.) suçlarıdır.

TCK m 125 Hakaret Suçu Suçun Faili

Hakaret suçunun faili herhangi bir gerçek kişi olabilir. Nitekim 125/1.fıkradaki suç tanımında “…isnat eden” ve “…saldıran” kişi tabiri kullanılmak suretiyle bu suçun fail bakımından bir özellik ve ayrıcalık taşımadığı ifade edilmiştir.

Suçun basın yoluyla işlenmesi halinde cezai sorumluluk

5187 sayılı Basın Kanunu’nun 11.maddesinde, basılmış eserler yoluyla işlenen suçları da ceza sorumluluğu düzenlenmiştir. Basın yolu ile işlenen suçlarda yayım unsurunun özellikleri, bu unsurun bir çok kişinin katılmasıyla gerçekleşmesi bu nedenle de iştirake ilişkin TCK genel hükümlerinin uygulanmasında karşılaşılan bir takım zorluklar nedeniyle basının bir takım suçların işlenmesinde araç olarak kul­lanılmasında veya Basın Kanunu’nda tanımlanan bir takım suçlar için özel bir ceza sorumluluğu sistemi kabul edilmiştir.

Basın faaliyetinin konusunu oluşturan basılmış eserin varlığı basın suçunun oluşması bakımından aranan zorunlu bir unsurdur. Basın Kanunu’nun 2. madde­sinde “basılmış eser”, “yayımlanmak üzere her türlü basım araçları ile basılan veya diğer araçlarla çoğaltılan yazı, resim ve benzeri eserler ile haber ajansı yayınları” şeklinde tanımlanmıştır. Kanunun bu tanımına göre basılmış eserin, fikri içeriğe sahip olma ve çoğaltma (objektif) koşullarının yanı sıra, basımın veya çoğaltmanın yayınlanmak amacıyla yapılması (sübjektif) koşulunun bir araya gelmesi ile oluştu­ğu anlaşılmaktadır. Yazı ve resmin dışında kalan diğer benzeri eserler fikri içeriğe sahip olmaları koşuluyla basılmış eser olarak kabul edilirler. Haber ajansı yayınları da basılmış eser olarak tanımlanmıştır. Fikri bir içeriğe sahip bulunmayan, yani herhangi bir anlam, fikir ifade etmeyen yazı veya resimlerin basılmış bir eserde yer alması halinde basın suçunun oluşması mümkün değildir.

Hakaret suçunun basın yoluyla (alenen) işlendiğinin kabulü için basılmış eserin suç oluşturan içeriğe sahip olması yeterli olmayıp ayrıca bu basılmış eserin yayın­lanması da gereklidir. Basın suçları bakımından basılmış eserin yayınlanması zo­runlu bir icra hareketi niteliğindedir. Nitekim Basın Kanunu’nun 11.maddesinin birinci fıkrasında “basılmış eserler yoluyla işlenen suç yayım anında oluşur” denil­mek suretiyle bu husus vurgulanmak istenmiştir. “Yayım” terimi, “basılmış eserin herhangi bir şekilde kamuya sunulması” (Basın K. 2/b md.) olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma göre, yayımın gerçekleşmesi bakımından kamuoyunun basılmış eserin fikri içeriğini öğrenme imkânına kavuşması yeterli sayılmış, basılmış eserin fiilen kamuoyunun bilgisine ulaşması aranmamıştır.

Basın Kanunu’nun 2.maddesindeki tanımlarına göre, bu Kanunun uygulanma­sında; “süreli yayın”, belli aralıklarla yayımlanan gazete, dergi gibi basılmış eserle­ri; “eser sahibi”, süreli ve süresiz yayının içeriğini oluşturan yazıyı veya haberi yazanı, çevireni veya resmi yayımlanan gerçek veya tüzel kişiyi; “basımcı”, bir eseri basım araçları ile basan veya diğer araçlarla çoğaltan gerçek veya tüzel kişiyi; “tüzel kişi temsilcisi” ise, yayın sahibi veya yayımcının tüzel kişi olması halinde bu tüzel kişiliğin yetkili organı tarafından, yöneticiler arasından belirlenen gerçek kişi veya kamu kurum ve kuruluşlarınca belirlenen gerçek kişiyi, ifade etmektedir.

Eser sahibinin sorumluluğu

Basın Kanunu’nun 11.maddesinin ikinci fıkrası uyarınca süreli yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi sorumludur. Basılmış eserin fikri içeriğini, eserin kendi eylemlerinden dolayı so­rumlu tutulması, ceza hukukunun temel ilkelerinden olan sübjektif sorumluluk veya kusura bağlı sorumluluk esasına dayanmaktadır.

Sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin sorumluluğu

11.maddenin üçüncü fıkrası uyarınca, süreli yayımlarında eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması yada yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde, sorumlu müdür ve yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danış­manı gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili sorumlu olur. Ancak, bu eserin sorumlu müdürün veya sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin karşı çıkmasına rağmen yayımlanması halinde, bundan doğan sorumluluk yayımlatana aittir.

Yasa koyucu, sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin sorumluluğunu kabul ederek yayınla ilgisi olmayan müdürlerin değil gerçek sorumluların kovuşturulma­sı esasını benimsemiştir. Bu kimseler, süreli yayınlarda, yayın politikasında ve içe­riğinde söz sahibi olan ve karar verme yetkisine sahip olan kimse konumunda ol­duklarından, yayını suç oluşturabilecek fikri içerikten ayıklamakla ve bu konuda denetim yapmakla yükümlüdürler. Mesleğinin gereği olan bu ödevini savsaklaması ve bunun sonucunda suç oluşturan yayını engellememesi ve bu konuda gerekli özeni göstermemesi nedeniyle bu yetkililer sorumlu tutulmaktadırlar.

Yayımcı ve basımcının sorumlulukları

ll.maddenin dördüncü fıkrası uya­rınca, süresiz yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya basım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması yada yurt dışında olması nedeniyle, Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde yayımcı sorumlu olur.

Yayımcının belli olmaması veya basım sırasında ceza ehliyetine sahip bulun­maması yada yurt dışında olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması halinde ise basımcı sorumlu olur.

Yayımcı, yayını gerçekleştiren kişi olarak süresiz yayınlarda, eseri yayından ön­ce denetlemek ve suç oluşturabilecek kısımları çıkarmakla yükümlüdür. Diğer yan­dan, eser sahibinin belli olmaması durumunda, yayımcı, eser sahibi gibi sorumlu tutulmuştur. Sahibini bilmediği bir eseri yayınlayarak, suç oluşturan yayını bilerek ve isteyerek gerçekleştiren yayımcının sorumlu tutulması olağan bir durumdur. Basımcının sorumluluğu ise, yayımcının belli olmaması veya basım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması yada yurt dışında olması nedeniyle Türkiye’de yargı- lanamaması halleri ile sınırlı tutulmuştur. Ancak, basımcının yayının fikri içeriğin­den (örneğin basın yoluyla işlenen hakaret suçundan) sorumlu tutulması, kanaati­mizce Anayasa’nın 38/7.maddesinde de vurgulanan “ceza sorumluluğunun şahsili­ği” ve “kusursuz ceza olmaz” olarak ifade edilen ceza hukukunun temel ilkelerine aykırıdır. Zira, basımcı, bir eseri basım araçları ile basan veya diğer araçlarla çoğal­tan, yani sadece baskı faaliyetini gerçekleştiren kişi konumundadır.

Suçun yayın (radyo-televizyon) yoluyla işlenmesi halinde cezai sorumluluk

Hakaret suçunun yayın (radyo-televizyon) yoluyla işlenmesi durumunda kimle­rin ceza sorumluluğu bulunduğu hususu, ilgili yasalardaki hükümler çerçevesinde çözümlenecektir.

2954 sayılı Türkiye radyo ve Televizyon Kanununa göre sorumluluk

TRT Kurumu personelinin radyo ve televizyon yoluyla işlenen suçlardan dolayı sorumluluklan 2954 sayılı TRT Kanunu’nun 28.maddesinde düzenlenmiştir. Mad­denin l.fıkrası hükmüne göre, “Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun yayınları yoluyla işlenen suçlarda veya haksız fiillerde, yayın tespit yoluyla yapılmışsa, metni yazan veya sesi tespit edilen, bu metni veya tespiti fiilen kontrol eden ve yayını fiilen yöneten ve kontrol eden kişiler sorumludur”. Tespit yoluyla yapılan yayınlar canlı (haber programları gibi) yayın olabileceği gibi canlı olmayan yani önceden çekilmiş banttan yayınlanan (belgesel program, müzik, eğlence programı gibi) ya­yınlar da olabilir. Yayının tespit yoluyla yapılması durumunda işlenen suçlardan dolayı, metni yazan veya sesi tespit edilen, bu metni veya tespiti fiilen kontrol eden ve yayını fiilen yöneten ve kontrol eden TRT görevlilerinin cezai sorumlulukları söz konusudur. Tespite ve bir ön hazırlığa dayanmadan gerçekleştirilen canlı yayınlar­da kimlerin sorumlu olacağı 28.maddede açıklanmamıştır.

Bu durumda kanaatimizce sunduğu programda hakaret fiilini gerçekleştirilen kişi sorumlu tutulmalıdır. Bu eyleme herhangi bir şekilde katılmamış olan yayını yöneten ve denetleyen kimselerin cezai sorumluluğu yoluna gidilemez.

2954 sayılı Kanunun 2. ve 3.fıkralarında TRT Kurumu personelinin sorumluluğu olmayan yayınlar gösterilmiştir.

Maddenin 2.fıkra hükmüne göre, TRT Kurumunun, kendilerine tevdi edilen metni aynen okumakla görevli personeli (spikerleri) o yayının yönetim ve kontro­lünde özel olarak görevlendirilmemiş olmak şartıyla, o yayın yoluyla işlenen suçtan veya haksız fiilden sorumlu tutulamazlar. Ancak, o yayının yönetim ve kontrolünde özel olarak görevlendirilmeleri de söz konusuysa metni aynen okumakla görevli personel o yayın yoluyla işlenen suçtan sorumlu tutulurlar.

Maddenin 3.fıkra hükmüne göre, TRT Kurumu personeli;

  • Bu Kanunun 18.maddesi uyarınca yapılan (yayınlanan hükümet bildiri ve ko­nuşmaları) yayınlarından,
  • Bu Kanunun 22.maddesi uyarınca yapılan (seçimlerdeki siyasi parti propa­gandaları) yayınlarından,
  • Bu Kanunun 27.maddesi uyarınca yapılan (yayınlanan cevap ve düzeltme me­tinleri) yayınlarından,
  • Bir ön hazırlık ve tespite dayanmaksızın TRT Kurumu istasyonları dışındaki bir radyo ve televizyon kuruluşundan naklen yapılan yayınlardan,

sorumlu değildir.

3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Ka­nuna göre sorumluluk

3984 sayılı Kanunda, yayın yoluyla işlenen suçlarda kimlerin sorumlu olacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda, özel radyo ve televizyon kuru­luşlarının yayınları yoluyla işlenen suçlardan dolayı ceza sorumluluğunun YTCK.nun genel sorumluluk kuralları çerçevesinde saptanması ve sadece suç oluşturan yayını gerçekleştirenler ile buna iştirak edenlerin sorumlu tutulmaları gerekir.

3984 sayılı Kanunda bu konuda hüküm bulunmamasına karşılık, “Özel Radyo ve Televizyon Yayın Kuruluşlarının Kuruluşlarında Uyması Gerekli Asgari İdari ve Mali Şartlarla Yayın Alanı, Yayın Saat ve Süreleri Hakkında Yönetmelik” in 18. maddesinde, yayından doğan sorumluluğun, yayını yöneten veya programı yapan­la birlikte sorumlu müdüre ait olduğu belirtilmiştir. Esasen böyle bir hüküm olmasa dahi yayını yöneten veya programı yapan kişilerin TCK.nun genel hükümleri çer­çevesinde yayın yoluyla işlenen suçtan dolayı sorumlu tutulmaları mümkündür. Ancak, özel radyo veya televizyonun sorumlu müdürünün kusuru aranmadan suçu kasten işleyenlerle birlikte Yönetmeliğin bu hükmüne göre sorumlu tutulması “ku­sursuz ceza olmaz” ilkesine aykırı bulunmaktadır. YTCK.nun 2/2. madde ve fıkra­sına göre “idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz”. Bu itibarla yayında bir kusuru olmayan sorumlu müdürün, idarenin düzenleyici işlemlerinden olan yönetmelik hükmüne dayalı olarak cezalandırılması mümkün değildir. Buna karşılık, özel radyo ve televizyonların suçun işlendiği yayını yapan ve yöneten perso­neli ile spikerinin ve canlı yayında yorum yaparken hakaret suçunu işleyen yorumcu­sunun TCK.nun genel hükümleri uyarınca cezai sorumlulukları söz konusudur.

TCK m 125 Hakaret Suçu Suçun Mağduru

Hakaret suçunun mağduru, yaşayan herhangi bir gerçek kişi olabilir. Zira, YTCK.nun 125/1 .fıkrasında “bir kimseye” denilmek suretiyle mağdurun herhangi bir kimse olabileceği ifade edilmiştir.

Ölmüş bir kişinin hatırasına hakaret 130/l.maddede düzenlenen suçu oluşturur. Bu suçla ölünün hatırası ve yakınları korunmaktadır.

Hakaret suçunun mağduru sadece gerçek kişilerdir. Tüzel kişiler bu suçun mağ­duru olamazlar. Zira, 125/1.fıkradaki “bir kimseye” tabiri, hakaret suçunun pasif sujesinin (mağdurunun) yalnızca gerçek kişiler olabileceğini ifade etmektedir.

Suçun mağduru olan gerçek kişi, özel şahıs veya kamu görevlisi olabilir. Haka­ret suçunun kamu görevlisine karşı onun yerine getirdiği görevinden dolayı işlen­mesi 125/3(a) fıkra ve bendine uyan nitelikli hali oluşturur.

Hakaret suçunun mağdurunun belirli veya belirlenebilir gerçek bir kişi olması gerekir. Mağdurun isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir, mağdurun kimliği­nin kullanılan kelimelerden anlaşılması yeterlidir. Nitekim YTCK.nun 126. mad­desinde; “Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yöne­lik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.” denilmek suretiyle bu durumda da mağdurun belir­lenmiş sayılacağı açıklanmıştır. Bu itibarla, örneğin mağdurun isminin sadece baş harflerinin veya herkesçe tanınmış bir sıfat veya lakabının yada bilinen özellikleri­nin belirtilmesi halinde mağdur belirlenmiş sayılır ve bu durumlarda da hakaret suçu oluşur. Hedef alınan kişi veya kişilerin belirlenmesinin mümkün olmadığı durumlarda ise hakaret suçunun varlığından söz edilemez.

Aynı fiille birden fazla gerçek kişinin tahkir edilmesi halinde, mağdur sayısınca hakaret suçu oluşur ve mağdurlardan her biri tek başına şikâyette bulunabilir. An­cak bu durumda faile ceza verilirken YTCK.nun 43/2.fıkrası uyarınca zincirleme suç hükümleri uygulanır. Keza, 125.maddenin 5.fıkrası uyarınca da, kurul halinde çalı­şan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak bu durumda zincirleme suça ilişkin 43/2.madde hükümleri uygulanır. Tüzel kişiliği olmayan “kişi toplulukları”nın tahkir edilmesi halinde ise, hakaretin bu kişi topluluğuna dahil olan kişilerden han­gisine yönelik olduğu belirlencmiyorsa, örneğin, genel olarak bir şehrin veya köyün yahut bir sosyal sınıfın (işçilerin, memurların vs.) ya da belirli meslek mensupları­nın (şoförler, politikacılar, rahipler, avukatlar gibi) hedef alınması halinde mağdu­run belirlenmesi ve teşhisi olanaksız olduğundan ortada suç bulunmaz. Buna karşı­lık, topluluk daraldıkça mağdurun belirlenmesi koşulu gerçekleşeceğinden, örneğin belirli bi~ aileye, belirli bir mahallede oturan mezhep mensuplarına, belirli bir oku­lun öğretmenlerine, belirli bir futbol takımının futbolcu, yönetici ve teknik heyeti­ne yönelik hareketlerde, bu belirli kişi topluluğunu oluşturan kişilerden her biri fail hakkında şikâyetçi olabilir. Ancak, bu durumlarda da aynı fille birden fazla kişinin tahkir edilmesi söz konusu olduğundan zincirleme suç hükümleri (43/2.md.) uygulanacaktır.

Hakaret suçunun cezalandırılmasıyla korunmak istenilen hukuksal yarar, kişile­rin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer bireyler nezdindeki saygınlığı olduğundan, küçüklere ve akıl hastalarına yönelik hakaret fiillerinde her ne kadar bu kişiler bir şeref duygusundan yoksun ve haklarında sarfedilen sözler­den üzüntü duyma yetenekleri bulunmasa bile bu kişilerde bir saygınlığa sahip olmaları işlenen hakaret fiiliyle toplum içindeki objektif saygınlıklarının sarsılabil- mesi olasılığı bulunduğundan küçükler ve akıl hastaları da suçun mağduru olabilir­ler. Keza, mahkeme kararıyla hürriyeti veya medeni hakları kısıtlanmış olan kişile­rin ve şerefsizlerin (örneğin onur kırıcı bir suçtan maliktim olan veya kamuoyunda şerefsiz sayılan dilenci, serseri veya fahişeler) de ceza hukuku bakımından korun­maya değer bir şeref alanları bulunduğundan, bu kişiler de hakaret suçunun mağ­dur olabilirler. Ancak, hırsıza “hırsız”, katile “katil”, fahişeye “fahişe” denilmesi suç oluşturmaz. Buna karşılık, kendi şerefi konusunda beslediği değerden bağım­sız olarak yalnızca insan olması nedeniyle tanınan değere sahip olan herkes, hakaret suçunun mağduru olabilir.

TCK m 125 Hakaret Suçu Suçun Maddi Unsuru

Hakaret suçunun maddi unsurunu oluşturan seçimlik hareketler; bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte “somut bir fiil veya olgu isnat etmek” ya da “sövmek” suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmaktır.

Somut bir fiil veya olgu isnat etmek

Hakaret suçunun seçimlik hareketlerinden birisi olan “somut bir fiil veya olgu isnat etmek” suretiyle hakaretin varlığı için failin mağdura sadece bir fiil veya olgu isnat etmesi yeterli olmayıp bu fiilin ve olgunun “somut” nitelikte olması gerekir. Örneğin, bir kimseye sadece “hırsız, sahtekar” denilmesi somut bir fiil veya olgu belirtilmediğinden “sövme” suretiyle hakaret suçunu oluşturur. Buna karşılık, bir kimseye “hırsız, babanın evinden paralarını çaldın”, bir kamu görevlisine “müteah­hit Mehmet’in işini yapmak için rüşvet aldın”, bir kadına “ahlaksız, sen evlenmeden önce ve halen patronunla metres hayatı yaşıyorsun” şeklinde isnatta bulunulması halinde “somut bir fiil veya olgu isnat etmek” suretiyle hakaret suçu oluşur. Bu itibarla, isnat olunan fiil veya olgunun “somut” sayılabilmesi için, şahsa, konuya, yere, zamana ve şekle ait bir takım tamamlayıcı unsurların gösterilmiş olması ge­reklidir. Bununla beraber, bu unsurların hepsinin birlikte ve teker teker söylenmesi zorunlu olmayıp, fiil veya olguyu teşhise ve somutlaştırmaya yetecek miktarda açıklık bulunması yeterlidir. İsnat olunan somut fiil veya olgunun gerçeğe uygun olup olmaması suçun oluşmasını etkilemez. Ancak, YTCK.nun 127.maddesi uya­rınca isnadın gerçeğe uygunluğunun ispat edilmiş olması halinde faile ceza veril­mez. Bundan başka haber verme ve eleştiri hakkının kullanılması (26/1.md.) dolayı­sıyla olayda bir hukuka uygunluk sebebinin bulunduğunun kabul edilebilmesi açısından isnadın gerçek olması aranır.

İsnat edilen somut fiil veya olgunun, başkasının onur, şeref ve saygınlığını ren­cide edebilecek nitelik taşıması gerekir. Bu bakımdan isnat edilen fiilin mutlaka suç oluşturması ve mağdurun gerçekten onur, şeref ve saygınlığını rencide etmesi ge­rekmez. Tahkir suçları soyut tehlike suçu niteliğinde olduğundan, tahkir oluşturan isnadın mağduru toplum içinde aşağılamış olması değil, aşağılayacak bir nitelik göstermiş olması gerekir. Bir kişiye yönelik olarak söylenen sözün veya bulunulan davranışın o kişiyi küçük düşürücü nitelikte olup olmadığı belirlenirken, toplumda hâkim olan telakkilerin, örf ve adetlerin gözönünde bulundurulması gerekir. İsna­dın dar bir çevrede kişiyi küçük düşürücü nitelikte görülmesi, eylemin hakaret olarak kabulü için yeterli değildir. Buna karşılık, mağdura yapılmış olan isnat top­lumun büyük bir kesinti tarafından onun onur, şeref ve saygınlığını rencide edebi­lecek, aşağılayacak nitelikte görülmekte ve anlaşılmakta ise eylem hakaret suçunu oluşturur. İsnadın kişiyi küçük düşürücü nitelikte olup olmadığını tayin ederken mağdurun sıfatı da göz önünde bulundurulmalıdır. Mağdurun sıfatından maksat onun şahsi durumu, mesleği ve siyasi kariyeri gibi kişisel sıfatlarıdır. Örneğin, bir kadının, hiçbir müdahalede bulunmaksızın çocuk düşürdüğünü söylemek, onu küçük düşürmek anlamına gelmez, ancak bu kadının evli olup da, düşürme olayı­nın kocasının uzun süre yokluğu sırasında meydana geldiği ileri sürülecek olursa, o zaman o kişiyi küçük düşürücü nitelik kazanır.

Maddede yer alan somut “fiil”den maksat, insanın iradesinin olumlu veya olumsuz biçimde ortaya konulması, “olgu” tabiri ile kastedilen ise, gerçekleşmiş olan veya olmuş olan bir olaydır. Somut fiil veya olgunun isnat ediliş biçimi konu­sunda kanunda açıklık yoktur. Bu nedenle başkasına somut bir fiil veya olgu isna­dının, sözle, yazıyla, resim veya görüntüyle; işaretle veya herhangi bir davranışla gerçekleştirilmesi mümkündür.

Sövmek

Hakaret suçunun maddi unsurunu oluşturan seçimlik hareketlerinden birisi de, kişiye herhangi bir olayla irtibatlandırılmadan “sövmek” suretiyle o kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmaktır. Diğer bir deyişle, hakaret suçunun sövmek sure­tiyle işleniş biçiminde, mağdura “somut bir fiil veya olgu” isnat edilmeden onun sadece bir vasıftan bahsedilerek, kötü bir niteliği veya huyu ifade eden sözlerle, örneğin, “alçak”, “terbiyesiz”, “serseri”, “hırsız”, “sahtekar” denilmek suretiyle veya kişinin bedeni arızası ifade edilerek ya da kişiye bir hastalık izafe edilerek “kör” “psikopat”, “frengili” denilmek suretiyle kişinin soyut olarak tahkir edilmesi söz konusudur. Ancak sövmek suretiyle hakaret suçunun oluşabilmesi için mağdu­ra yöneltilen nitelendirmenin ve sövgülerin o kimsenin onur, şeref ve saygınlığını sarsacak nitelikte bulunması, yani toplumun büyük bir kesimi tarafından veya örf ve adete göre kişiyi aşağılayıcı, küçük düşürücü bir davranış olarak kabulü gerekir. Bu konuda yukarıda yapılan açıklamalar sövme hususunda da geçerlidir.

Huzurda hakaret

125.maddenin 1.fıkrasının birinci cümlesinde huzurda iş­lenen hakaret, 2,fıkrasmda ise huzura eşit sayılan araçlarla işlenen hakaret düzen­lenmiştir.

Hakaret suçunun, mağdurun huzurunda işlenmiş sayılması için, hakaretin biz­zat mağdur tarafından öğrenilmiş olması gerekli ve yeterlidir. Ayrıca fail ile mağ­durun yüz yüze gelmeleri şart değildir. Hakaretin kişi muhatap alınarak işlenme­si halinde huzurda hakaret sözkonusudur. Tahkirin huzurda gerçekleşmiş olduğu­nun kabulü için ihtilat unsuru ve bunun şartları aranmaz, diğer bir deyişle fiilin en az üç kişiyle ihtilat edilerek işlenmesi gerekli değildir. Söylenen sözlerin doğrudan doğruya mağdur tarafından duyulması yeterlidir.

125.maddenin 2.fıkrasında, hakaret fiilinin bazı araçlarla işlenmesi mağdurun hazır bulunmasına eşit sayılmış, hakaretin mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle (mesajla) yapılması halinde, fail hakkında 125/1.fıkrada öngö­rülen cezaya hükmolunacağı kabul edilmiştir. Buna göre, kişiyi muhatap alan mek­tup, telgraf, telefon ve benzeri (cep telefonu, elektronik posta gibi) araçlarla yapılan hakaret de huzurda hakaret sayılacaktır. Ancak, sayılan bu iletilerle yapılan hakare­tin huzura eşit sayılabilmesi için bunların mağdur muhatap alınarak doğrudan mağdura gönderilmesi ve ilk olarak mağdur tarafından öğrenilmiş olması gerekir. Bu bakımdan örneğin, hakaret içeren mektubun, cep telefonu mesajının, görüntü ve resmin doğrudan mağdurun adresine veya cep telefonuna gönderilmesi gerekir. Bu iletilerin doğrudan mağdura değil de üçüncü bir kişiye gönderilmesi durumunda eylem huzurda değil gıyapta (yoklukta) hakaret olarak değerlendirilir ve bu du­rumda failin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek (iletişim kurularak) işlenmesi gerekir.

Gıyapta (yoklukta) hakaret

125.maddenin l.fıkrasının ikinci cümlesinde mağdurun gıyabında işlenen hakaret suçunun cezalandırılabilme koşulu düzen­lenmiştir. Kişiye hazır bulunmadığı bir ortamda veya doğrudan muttali olamayaca­ğı bir surette hakaret edilmesi durumunda, gıyapta hakaret sözkonusudur. Ancak, 125/l-2.cümle hükme uyarınca gıyapta hakaretin cezalandırılabilmesi için, fiilin mağdurun gıyabında ve fakat en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

“İhtilat”, sözlük anlamı itibariyle “karışma, karışıp görüşme, ilişkide bulunma, beraber yaşama” anlamlarına gelmektedir.maddedeki hukuki anlamı ise, mağdu­run gıyabında işlenen hakaret fiilini, mağdurdan başka en az üç kişinin sanıktan öğrenmeleridir.

Gıyapta hakaret halinde ihtilat unsurunun aranmasının nedeni, hakaret suçunun cezalandırılmasıyla korunan hukuksal değerlerin (şeref, onur ve saygınlığın), ancak üçüncü kişilerin isnat olunan somut fiil veya olgu ya da sövmeyi öğrenmeleri du­rumunda ihlal edilmiş sayılmasından dolayıdır. Çünkü hakaret suçunda fail, mağ­dur hakkında hasmane bir fikir veya duygusunu ifade etmekle yetinmeyip belirli bir fiil veya olguya dayanarak mağdura isnatta bulunmak veya herhangi bir olayla irtibatlandırmadan sövmek suretiyle bir değer hükmü vermektedir. Bu durum ise ancak bu değer hükmüne başkalannın da katılması ile istenilen sonucu verebilir. Aslında bir veya iki kişiyle ihtilat ederek mağdura gıyabında hakaret edilmesi ha­linde de bir haksızlık gerçekleşmektedir. Ancak, yasa koyucu, izlenen suç siyaseti gereğince, gıyapta hakaretin cezalandırılabilmesi için, mağdurun gıyabında en az üç kişiyle ihtilat edilerek, yani en az üç kişi muhatap alınarak hakaretin yapılmasını şart olarak aramıştır.

125/l-2.cümlede, failin ihtilat edeceği üç kişinin toplu veya dağınık olması gere­ğinden açıkça söz edilmemiş ise de, önemli olan failin bu hakareti en az üç kişiye iradi olarak duyurması olduğundan, bu üç kişinin toplu veya dağınık olmalarının gıyapta hakaret suçunun oluşumu üzerinde bir etkisi yoktur. Aşağılamayı içeren sözlerin ikiden fazla kişinin duyabileceği şekilde huzurlarında söylenmesi halinde “toplu ihtilat”, sanığın aynı sözleri bir arada bulunmayan ayrı ayrı üç kişiye söyle­mesi halinde de “dağınık ihtilat” sözkonusudur. İhtilafın varlığı için mağdura gıya­bında yöneltilen isnat veya sövmeyi en az üç kişinin failden öğrenmiş olmaları ge­rekir, öğrenme olanağı yeterli değildir. Dağınık ihtilat halinde, isnadın aynı olması veya en azından esas unsurların aynı olması gerekir. Örneğin fail mağdurun gıya­bında ihtilat ettiği bir kimseye mağdurun kamu görevini yürütürken bir işi yapmak için belirli bir kişiden rüşvet aldığını söyledikten sonra ihtilat ettiği diğer iki kişiye mağdurun zimmetine para geçirdiğine ilişkin somut bir eylem isnat etmiş ise zim­met ve rüşvet esasta aynı değer hükmünün verilmesi sonucunu doğurduğundan ihtilat unsuru gerçekleşir.

İhtilat edilen üç kişinin hesabında mağdur bu sayıya dahil edilmez. Birden fazla kişiye hakaret edilmesi halinde, ihtilafın hesabında her bir mağdur diğer mağdur açısından üçüncü kişi sayılır ve o mağdura yönelik hakaretin ihtilat sayısına dahil edilir. Algılama gücünden yoksun sayılan 12 yaşından küçük olanlarla, akıl hasta­ları, hakaretin söylendiği dili bilmeyenler ve konuşulanları anlamamış olanlar ihti­lat için gerekli olan üç kişilik sayıya dahil edilmezler. Keza, ihtilafın varlığı için sanığın hakaret oluşturan sözleri mağdur dışında en az üç kişiye onun gıyabında bizzat kendisinin iradi olarak bildirmesi (duyurması) gerektiğinden, failin iradesi dışında bu sözleri duyanlar ile sanıktan bu sözleri öğrenen kişilerin bunu başkaları­na aktarmaları durumunda kendilerine aktarılan kişiler bu üç kişilik ihtilat sayısına dahil edilmezler. Nitekim Yargıtay bir kararında “Tanıklar, kişisel davacının yoklu­ğunda söylenen hakareti içerir sözleri sanıktan değil, tanık N.D.’den duyduklarını belirtmeleri karşısında sanığın en az üç kişiyle iletişimde bulunma öğesinin oluş­madığı gözetilmeden beraat yerine hükümlülük kararı verilmesinin yasaya aykırı olduğuna” karar vererek anılan hususa açıklık getirmiştir. İhtilat edilen kişilerin sanığın veya mağdurun akrabası olup olmaması önemli değildir. Dağınık ihtilat, yazı ile, örneğin ikiden fazla kişiye mağdura yönelik aynı nitelikte hakaret içeren mektupların gönderilmesi veya sözle söylenmesi suretiyle olabilir. İhtilaf edilen kim­selerle gerçekleştirilen temaslar arasındaki aralıkların önemi yoktur. Bu durumda gıyapta hakaret suçu, üçüncü kişiyle gerçekleştirilen ihtilafın anında oluşur.

TCK m 125 Hakaret Suçu Suçun Manevi Unsuru

Hakaret suçunun manevi unsurunun oluşabilmesi için failde genel kast bulun­ması yeterlidir. Failin bu suçu işlemedeki saikinin önemi yoktur. Suçun olası kastla (21/2.md.) işlenmesi mümkündür. Failin kastının, söylediği sözün veya yazdığı sözün yahut yaptığı hareketin huzurdaki muhatabını küçük düşürücü anlama gel­diğini ya da gıyapta hakaret halinde en az üç kişiyle ihtilafa bilerek ve isteyerek sebebiyet verme hususlarını kapsaması gerekir.

Örneğin Yargıtay, “ağzınızdan çıkanlar boynunuza dolansın” sözlerinin sövme niteliği taşımadığı ve beddua anlamı içerdiğine; buna karşılık, “sen ne diyorsun lan”, “lan AlmanyalI, sen bana kelek yaptın, bir durum mu var”, “bizi ne rahat­sız ediyorsun defol git”, “siz insan mısınız insanlıkla alakanız var mı?” şeklin­deki sözlerin olayın gelişmesi ve mağdurun sosyal yapısı göz önüne alındığında sövme içerdiğine karar vermiştir.

TCK m 125 Hakaret Suçu Suçun Hukuka Aykırılık Unsuru

Hakaret suçuna özgü hukuka uygunluk nedeni, iddia ve savunma dokunulmaz­lığıdır (128.md.) Bu hüküm, YTCK.nun 26/1 .maddesinde öngörülen hakkın kulla­nılması hukuka uygunluk nedeninin hakaret suçu bakımından özel bir düzenleme­sidir. Bunun dışında yine hakkın kullanılması bağlamında, “terbiye etme hakkı”, “haber verme hakkı”, “eleştirme hakkı” ile “kanunun hükmünü veya amirin emrini yerine getirme” (24.md.) ve “mağdurun rızası” (26/2.md.) hallerinde eylem hukuka uygun sayılır.

İddia ve savunma dokunulmazlığı

YTCK.nun 128.maddesinde, bir hukuka uygunluk nedeni olan ve Anayasamız­da da (36. ve 74.md.) güvence altına alınan iddia ve savunma dokunulmazlığı dü­zenlenmiştir. Madde hükmüne göre; “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdin- de yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması ha­linde, ceza verilmez. Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir”. Bu durum­larda gerçekleşmiş somut olayla ilgili olarak ihbar ve şikâyet hakkının veya savun­ma hakkının kullanılması söz konusu olduğundan eylem hakaret suçunu oluştur­maz. Ancak, failin bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanabilmesi için, iddia ve savunma kapsamında, kişilerle ilgili olarak bulunulan somut isnatların gerçek ol­ması ve yapılan olumsuz değerlendirmelerin somut vakıalara dayanması, bu somut isnatlar veya olumsuz değerlendirmelerin, iddia ve savunma hakkının kullanılma­sıyla ilişkilendirilebilmesi gerekir. Somut uyuşmazlıkla bağlantılı olmayan isnatlar gerçek olsa bile iddia ve savunma dokunulmazlığından bahsedilemez. Keza, somut vakıalara dayansa bile, uyuşmazlıkla alakası bulunmayan olumsuz değerlendirme­ler açısından iddia ve savunma hakkının kullanılması söz konusu değildir. Keza, somut uyuşmazlıkla ilgili olmakla birlikte iddia ve savunma sınırım aşan hakareti içeren yazı ve sözlerin iddia ve savunma hakkı kapsamında mütalaa edilmesi mümkün değildir.

“İhbar ve şikâyet hakkı” nın kullanıldığından söz edilebilmesi için, ihbar ve şi­kâyetin yetkili organlara (CMK 158.md.) yapılması, ihbar ve şikâyetin konusunu oluşturan filin gerçek olması ve ihbar ve şikâyetle mağdura yapılan somut isnatlar veya olumsuz değerlendirmeler arasında fikri bir bağ bulunması gerekir. Nitekim Yargıtay, “sanığın, iş ortağı olan yakınanın dükkandan yapılan hırsızlık eyleminin faili olabileceği konusundaki kuşku ve kanısını, yakınma hakkını kullanmak ama­cıyla yetkili adli makamlara yapmak yerine, gelen müşterilere ve yakmanın tanıdığı kimselere aktarması biçimindeki eylemlerinde hukuka uygunluk nedeni bulunma­dığına”, buna karşılık “kızının kaçırılmasına yardım ettikleri iddiasıyla gerçek bir olay için şikâyette bulunmaktan ibaret sanığın eyleminde yüklenen hakaret suçu­nun hukuka aykırılık öğesinin oluşmadığına” karar vermiştir.

Terbiye etme hakkı

Terbiye hakkı yasal dayanağını TMK’nun 340. ve 445.maddelerinde bulmakta­dır. Bu hükümlere göre ana-baba (veli) veya vasinin koruma ve gözetimleri altında bulunan küçüğü azarlamak yetkileri de bulunmamaktadır. Bununla beraber terbiye hakkının esas kaynağı örf ve adettir. Velayet hakkı bulunmayan bir kimse, bir çocu­ğu terbiye hakkına yasal olarak sahip değilse de, örf ve adet, ana-babadan başkala­rına da, örneğin çocuğun ağabeyine, amca veya dayısına, hatta mahalledeki komşu­suna, öğretmenine de terbiye etme hakkını verebilir. Ancak, terbiye hakkının kulla­nılmasının küçüğe yönelik hakaret suçu bakımından hukuka uygunluk nedeni sayı- labilmesi için, bu hakkın örfen bilinen sınırlarının aşılmaması, söz veya hareketlerle yapılan hakaretin bu sınır içinde kalması, hakaret ile terbiye hakkı arasında düşün­sel bir bağ bulunması, yapılan tahkirin terbiye hakkının amacına uygun olması, mağduru terbiye edici nitelikte bulunması gerekir.

Haber verme hakkı

Anayasanın 28/2.maddesi ile korunan bireylerin haber alma hakkı, basın hürri­yetinin ayrılmaz bir parçası olan “haber verme hakkı”nı da içermektedir.

Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarında haber verme hakkının kullanılmasının hukuka uygunluk nedeni oluşturabilmesi için duyurulan bir olayın haber niteliğini taşıması gerekir. Ortada bir haber yoksa, haber verme hakkından da söz edilemez.

Açıklanan bir olayın haber niteliğini taşıyabilmesi ve hukuka uygun sayılabil- mesi için, bu olayın gerçek olması, güncel bulunması, açıklanmasında kamu yararı­nın mevcut olması, bu olayın kamunun ilgisini çekmesi ve haberin açıklanış biçi­miyle konusu arasında fikri bir bağ bulunması gerekir.

Eleştiri hakkı

Bu hakkın temel esası Anayasanın 25.maddesinde “düşünce ve kanaat hürriyeti” ile 26.maddesinde düzenlenen “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”ne da­yanmaktadır. Ancak eleştiri hakkı mutlak ve sınırsız bir hak değildir. “Düşünce” kavramı içinde kabul edilemeyecek beyanlar, eleştiri hakkının konusu dışında kalmaktadır.

Bireylerin kamu görevlilerini eleştirme hakkı vardır. Ancak bu hak kullanılırken, eleştiri çerçevesinin aşılmaması, kamu görevlilerini küçük düşürücü, aşağılayıcı değer yargılarında bulunulmaması gerekir.

Basın yoluyla işlenen hakaret suçları açısından hukuka uygunluk nedeni olarak eleştiri hakkının kabulü için, eleştiriye konu olan haberin, gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamu ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekliyle konusu arasın­da düşünsel (fikri) bir bağ bulunması iddia ya da savunmaya yarar sağlaması gere­kir. İddia ya da savunma ile ilgili olmayan ve ilgili olsa da iddia ve savunma sınırını aşan sözler kullanılmamalıdır. Bu unsurlardan birisinin dahi bulunmaması halinde eleştiri hakkından söz edilemez ve eylem hukuka aykırı sayılır. Eleştiri, bir övgü olmadığına göre sert ve haşin olması, “taciz” ve “muahezeleri” içermesi gayet doğal olmakla birlikte, bu eleştirinin kamu yararı ve ilgisi sınırını aşmaması gerekir. Eleş­tirinin, yararsız ve gereksiz derecede eleştirilen kimseyi gülünç duruma sokması, mesleki veya ticari saygınlığını zedelemesi, hor görülmesine yol açan ibarelerin kullanılması durumunda sınır aşılmış olur. Somut olayda eleştiri sınırının aşılıp aşılmadığı değerlendirilirken eleştiriye konu olan yazının tüm olarak ele alınması gerekir, sadece yazının bir bölümünün ele alınıp cümleler üzerinde durulması doğru değildir. Yazıda kullanılan kelimelerin hakaret içerip içermediği, sözün söylendiği yere, zamana, şartlara ve hatta onunla söylenen başka sözlere bakıla­rak belirlenmelidir.

Mağdurun rızası

Bir insanın kendi şeref ve onuru üzerinde serbestçe tasarruf hakkı bulunduğun­dan, hakaret suçlarında mağdurun rızası (26/2.md.) bir hukuka uygunluk nedeni oluşturmaktadır. Ancak, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret halinde mağdur olan kamu görevlisinin şerefinden başka temsil ettiği kamu idaresinin va­kar ve onuru da ihlal edildiğinden, bu durumda mağdurun serbestçe tasarruf edebi­leceği bir hak söz konusu olmadığından, kamu görevlisinin rızası eylemi hukuka uygun hale getirmez. Rıza, açık veya örtülü olabilir.

Kanunun hükmünün veya amirin emrinin yerine getirilmesi

Görevin ifası, yani Kanunun hükmünün veya amirin emrinin yerine getirilmesi (24.md.) de hakaret suçu bakımından hukuka uygunluk nedeni oluşturabilir.

Örneğin, bir davada tanıklık veya bilirkişilik yapan ve bu bağlamda bilgi, görgü ve mütalaasını yargı mercileri önünde açıklayan kimseler, bilgi toplama, denetleme, belge düzenleme, inceleme, idari veya disiplin soruşturması yapma, rapor veya fezleke yazma görevi verilen kamu görevlileri kanunun bir hükmünü yerine getir­mektedirler. Bunların konunun dışına çıkmayan ve küçük düşürücü değerlendirme sayılmayan yazı ve sözleri bu hukuka uygunluk nedeni kapsamına girer. Ancak inceleme konusu ile ilgili olmayan alanlara ve küçük düşürücü değerlendirmelere girişilmesi halinde hukuka uygunluk nedeninin sınırı aşılmış olur.

İddianamesini düzenleyen C.savcısı ve hükmün gerekçesini yazan hâkim de ka­nunun hükmünü (CMK 170., 23O.md.) yerine getirmiş olur. Ancak iddianamede veya gerekçeli kararda sanığa isnat olunan suçla veya suçun sübutu ya da hükmolunacak cezanın takdiri açısından yararlı olmayacak biçimde tahkir edici beyanla­rın kullanılması, özel hayata ilişkin açıklamalarda bulunulması halinde sınır aşıl­mış olur.

Amirin emrini yerine getirme halinde, eylemin hukuka uygun sayılabilmesi için, bu konuda amirin böyle bir emir vermeye yetkili olması, kamu görevlisinin bu emri yerine getirmekle görevli bulunması ve verilen emirin bizatihi kanunlara uygun yani meşru olması gerekir. YTCK.nun 24/3.madde ve fıkrası uyarınca, konusu suç oluşturan emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur. Örneğin kolluk amirinin, suç oluşturan bir olayla ilgili olmayıp da, belirli bir kimsenin tamamıyla özel hayatına ilişkin bulunan durumlar hakkında araştırma yapılmasını emretmesi halinde, Kanun amire böyle bir yetki vermediğinden, görevi ne olursa olsun hiçbir kamu görevlisi bir takım kimselerin siyasi iktidarlar veya üst seviyede bürokratlar tarafından “fişlenmeleri” veya “dos­yalanmaları” amacıyla alet olarak kullanılamayacağından, bu gibi bir emrin yerine getirilmesi durumunda emri veren amir ve emri yerine getiren kamu görevlisi hu­kuka uygunluk sebebinden yararlanamaz ve hakaret oluşturan fiillerinden dolayı cezalandırılırlar.

TCK m 125 Hakaret Suçu Suçun Nitelikli Halleri

125/3.Fıkrada Öngörülen Nitelikli Haller

  • .maddenin 3.fıkrasında, hakaret suçunun; “kamu görevlisine karşı görevin­den dolayı işlenmesi”, “kişinin dinsel, siyasal, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve ka­naatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı işlenmesi” ve “kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi” cezanın ağırlaştırılmasını gerektiren nitelikli haller olarak düzenlenmiştir.

TCK m 125 Hakaret Suçu Suçun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi

  • .maddenin 3.fıkrasının (a) bendinde, hakaret suçunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi, bu suçun nitelikli hali olarak kabul edilmiş ve bu du­rumda verilecek cezanın alt sınırının bir yıldan az olamayacağı hüküm altına alın­mıştır. Kamu görevlisi, yaptığı görev dolayısıyla devleti temsil ettiğinden, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret aynı zamanda devletin saygınlığına karşı işlenmesi nedeniyle bu nitelikli hal kabul edilmiş ve bu durumda suçun soruştu­rulması ve kovuşturulmasını!! mağdurun şikâyetine bağlı olmaksızın C.Savcılığınca re’sen yapılacağı hükme bağlanmıştır (131/l.md.)

“Kamu görevlisi” deyiminin tanımı YTCK.nun 6.maddesinin 1.fıkrasının (c) bendinde yapılmıştır. Buna göre, ceza kanunlarının uygulanmasında “kamu görev­lisi” deyiminden, “kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da her hangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” anlaşılır. ETCK.nun 279.maddesindeki, kamu hizmeti-kamu görevi ve memur-kamu hizmet­lisi ayırımlarına yer verilmeyen bu yeni tanıma göre, kişinin kamu görevlisi sayıl­ması için aranacak yegane ölçüt, gördüğü işin bir kamusal faaliyet olmasıdır. YTCK’daki “kamu görevlisi” deyimi ETCK’daki “memur” deyiminden daha kap­samlıdır. “Kamusal faaliyet”, Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir. Bu faaliyetin yürütülmesine katılan kişilerin maaş, ücret veya sair bir maddi karşılık alıp almamalarının, bu işi sürekli, süreli veya geçici olarak yapmalarının bir önemi bulunmamaktadır.

Anayasa’nın kamu hizmeti görevlileriyle ilgili “Genel ilkeler” başlıklı 128/1. maddesi “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektir­diği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” hükmünü ihtiva etmektedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4.maddesine göre, kamu hizmetleri; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürülür. Bu hükümler çerçevesinde, ETCK.nun 279.maddesi anlamında memur sayılmayan kamu iktisadi teşebbüslerinin personeli, devlet hizmetinde sü­rekli olarak çalışan ve devletten maaş alan kimseler olduklarından, keza yaptıkları iş kamu hizmeti olan odacı, şoför, kaloriferci gibi personel de kamusal faaliyete katılan kimseler olduklarından dolayı YTCK.nun 6/1-e bendindeki tanıma göre kamu görevlisi sayıldıklarından, bu konumdaki personele görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde 125/3-a bendi uygulanacaktır. Keza, mesleklerinin icrası bağlamında avukat veya notere, faaliyetlerinin icrası kapsamında bilirkişilik, ter­cümanlık ve tanıklık yapan kimselere, seçimlerde görev yapan sandık kurulları başkan ve üyeleri gibi görevlilere görevlerinden dolayı hakaret halinde de bu nite­likli hal söz konusu olacaktır. Buna karşılık, kamusal bir faaliyetin yürütülmesinin ihaleye dayalı olarak özel hukuk kişilerince üstlenilmesi durumunda, örneğin bir kamu kuruluşunun temizlik işlerinin ihale yoluyla bir özel hukuk kişilerine veril­mesi halinde, bu kişiler kamu görevlisi sayılmayacağından, bu kimselere hakaret halinde 125/3-a bendinin uygulanması mümkün değildir.

Kamu görevlisine karşı işlenen hakaret suçunun nitelikli hal kapsamında sayıla- bilmesi için hakaretin görevden dolayı işlenmesi gerekir. Bu bakımdan hakaretin görev sırasında yapılmış olması yeterli olmayıp hakaretin kamu görevlisine yasalar­la verilen görevini yapmasından dolayı işlenmesi, diğer bir anlatımla hakaret fiili ile kamu görevlisinin yerine getirdiği görev arasında bir nedensellik bağı bulunması gerekir. Kişisel bir nedenle veya kamu görevlisinin görevini kötüye kullanması nedeniyle işlenen hakaret suçunda bu nitelikli hal uygulanmaz, bu durumda suçun soruşturulması ve kovuşturulması kamu görevlisi olan mağdurun şikâyetine bağlıdır.

Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaretin yüze karşı veya ihtilat unsuru­nun gerçekleşmesi koşuluyla gıyapta işlenmesi halinde 125/l.fıkra delaletiyle ve fiilin kamu görevlisini muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenme­si durumunda da 125/2.fıkra delaletiyle 3.fıkranın (a) bendi uygulanacaktır. Eğer hareketin alenen (aleni sayılan yerlerde yada basın veya yayın yoluyla) işlenmesi de söz konusu ise 125/3-a bendine göre verilecek olan ceza 125/4.fıkra hükmü uyarınca 1/6 oranında artırıma tabi tutulacaktır. Bu nitelikli halin uygulanması bakımından kamu görevlisinin suçun işlendiği sırada görevde bulunması zorunlu değildir. Ka­mu görevlisi, emeklilik veya istifa gibi nedenlerle görevinden ayrılmış olsa bile eğer hakaret suçu görevinden ayrılmış olsa bile hakaret suçu görevinden dolayı işlen­mişse 125/3-a bendinde öngörülen bu nitelikli hal uygulanır.

Suçun kişinin dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu di­nin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı işlenmesi

Bu nitelikli hal, Anayasa’nm “din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24., “düşünce ve kanaat hürriyeti” başlıklı 25. ve “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı 26.maddesi ile İHAS’nin 9. ve lO.maddeleri bağlamında kişilere insan olmanın do­ğal sonucu olarak tanınan düşünce, inanç ve kanaatlerini açıklama, değiştirme ve yayma hürriyeti kapsamındaki davranışları ile bunun doğal sonucu olarak kişinin mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranması (ibadet etmesi, dini­nin gereklerine uygun biçimde davranması, yasaklanan hususlardan kaçınması, örneğin Müslüman olan bir kimsenin İslam dininde yasaklandığı için domuz eti yememesi gibi) nedenleriyle başkalarının hakaretine maruz kalması hallerini kap­samaktadır. ETCK.nun 175/3.maddesinde din özgürlüğüne karşı işlenen suçlar içerisinde düzenlenen bu durumlar, YTCK.nun 125/3-b bendinde kapsamı genişleti­lerek, eski hükümde olduğu gibi “kişinin mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı” tahkir edilmesi de hakaret suçunun nitelikli hali olarak kabul edilmiştir. Bu durumlarda faile 125.madde uyarınca verilecek cezanın alt sınırı bir yıldan az olamayacaktır. Suçun alenen işlenmesi de söz konusu ise ayrıca 125/4.fıkra uyarınca ceza 1/6 oranında artırılacaktır.

125/3-b bendinde öngörülen nitelikli halin uygulanabilmesi için, mağdurun dü­şünceyi açıklama, değiştirme ve yayma hürriyetini kullanırken Anayasa’nm ve Kanunların öngördüğü şekil, şart ve usullere uygun davranması nedeniyle, örneğin; Müslüman olduğunu yada ateist olduğunu veya belirli bir siyasi görüşü benimse­diğini veya bunu değiştirdiğini açıklaması veya yaymaya çalışması yada örneğin namaz kılması, oruç tutması, kiliseye gidip törene katılması, mensup olduğu dinin gereği olarak içki içmemesi gibi nedenlerle başkasının hakaretine maruz kalması gerekir. Mağdurun bu hürriyetleri kötüye kullanması nedeniyle, örneğin Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan bir düşüncenin açıklanması ve yayılması Anayasa (14., 26/2.md.) ve Kanunlar tarafından korunma­dığı ve hatta suç oluşturduğundan böyle durumlarda işlenen hakaret suçu bakı­mından bu nitelikli hal uygulanmaz, koşullan varsa 125/1.fıkra hükmü uygulanır.

Suçun kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi

125.maddenin 3.fıkrasmın (c) bendinde, hakaret suçunun, kişinin mensup bu­lunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi bu suçun bir nitelik­li hali olarak kabul edilmiş ve bu durumda verilecek cezanın alt sınırının bir yıldan az olamayacağı hükme bağlanmıştır. Burada korunmak istenilen hukuksal yarar soyut olarak bir dine göre kutsal sayılan değerlerin bizatihi kendisi değil belirli bir dine mensup olan kişilerin bu dine göre kutsal sayılan değerlere yönelik dini duy­gularıdır. Zira, kimsenin başkasının kutsal saydığı dini değerlere ilişkin saygı duy­gusunu incitmeye hakkı olamaz.

Din, “Allah’a inanma ve bağlanma”, “insanların bir veya birkaç tanrıya inanç ve bağlanışlarıyla kurdukları düşünce ve davranma düzeni”, “Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam, iman ve amel mevzuu olarak insanla­ra Cenabı Hak tarafından teklif olunan hak ve hakikat kanunlarının toplamı”, “İnanç, töre, gelenek, insanın kaderini bağlı gördüğü üstün bir güç veya ilkeye inancı, bu inancın sonucu olan ve bir yaşama kuralı yaratabilecek zihni ve ahlaki tutum” olarak anlaşılmakta, kimi bilim adamlarınca da din “insanın kutsal saydığı şeylerle ilişkisi”, “ruhi varlıklara inanç”, “mutlak itaat duygusu…”, “en yüksek içtimai değerlerin şuuru” olarak açıklanmaktadır. Genellikle bir dinde Tanrı kav­ramı başta olmak üzere inanç, ibadet, ahlak, kutsal kitap, vahiy-ilham, peygamber- kurucu ve cemaat söz konusudur. Bu hususlar göz önünde tutulmak suretiyle “din”; “bir cemaatin sahip olduğu, kutsal kitap, peygamber veya kurucu ve Tanrı kavramını da içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yapılan ibadet, yerine getirilmeye çalışılan ahlaki kurallar bütünü” olarak tanımlanmaktadır.

Dine göre kutsal sayılan değerler; Allah, Peygamber, kutsal kitaplar (Kur’an-ı Kerim, İncil, Tevrat) gibi değerlerdir. Kişinin mensup olduğu dine göre kutsal de­ğerlerden bahisle kişi muhatap alınarak hakaret suçunun işlenmesi halinde bu nite­likli hal uygulanır. Bu bakımdan failde kutsal değerleri tahkir etme özel kastı aran­maz, genel kast yeterlidir. Bu nitelikli halin uygulanması bakımından kişinin men­sup olduğu dinin semavi (Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık) veya semavi ol­mayan (İlkel Kabile dinleri; Milli dinler Örneğin; Konfüçyüs dini, Tao dini, Hindu dini, Zerdüşt dini ya da Budizm ve Jainizm gibi Evrensel dinlerde olduğu gibi) dinlerden olup olmaması ve hatta söz konusu dinin cemaatleşme safhasına henüz gelmemiş olup olmamasının önemi yoktur. Önemli olan, hakaret suçunun kişinin mensup olduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi, bu suretle kişinin şeref ve onurunun, dinsel duygularının, bu dinin kutsal saydığı değerler araç olarak kullanılmak suretiyle rencide edilmesidir. Suç alenen işlenmişse ayrıca 125/4.fıkra uyarınca failin cezası artırılacaktır.

Hakaret suçunun alenen işlenmesi (125/4. fıkra)

125.maddenin 4.fıkrasında, hakaret suçunun “alenen” işlenmesi bu suçun bir ni­telikli şekli olarak kabul edilmiştir. Bu nitelikli halin uygulanması bakımından ha­karetin, huzurda veya en az üç kişiyle ihtilat ederek gıyapta işlenmesinin önemi yoktur. Aleniyet unsuru, suçun herkese açık yerlerde işlenmesi yada basın veya yayın yoluyla işlenmesi durumlarında gerçekleşmektedir.

Suçun herkese açık yerlerde işlenmesi (aleniyet unsuru)

“Aleniyet” için aranan temel ölçüt, filin gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır. Alenen hakaret, kalabalık sayıda kimselerin hakareti öğrenmelerini mümkün kılabilen herhangi bir vasıta ile suçun işlenmesi halini ifade eder. Aleniyetin varlığı için, kalabalık sayıda kimselerin hakareti öğrenmelerinin imkân dahilinde bulunması yeterlidir.

“Mahiyeti gereği aleni olan” yani herkesin hiçbir kayıt ve şart aranmaksızın ser­bestçe ve istenildiği zaman içine girebildiği, gelip geçtiği yollar, meydanlar, termi­naller gibi yerlerde işlenen hakaret fiillerinin başkaları tarafından duyulmaları şart değildir. “Tahsisleri gereği aleni olan”, diğer bir anlatımla gerek mutlak bir şekilde, gerek kayıtsız olarak herkesin çağrılabileceği veya bazı genel kabul şartlarını yerine getirmek suretiyle girilebilecek olan tiyatrolar, camiler, okullar gibi yerler kamuya açık oldukları sürece işlenen fiiller aleni sayılır, bu yerler kamuya kapanınca aleni­yetin bulunmadığının kabulü gerekir. “Tesadüfen aleni olabilen yerler” de ise, ör­neğin, mağaza veya dükkanlarda, ulaşım araçlarında, hastane ve cezaevlerinde, belirli olmayan birden fazla kişilerin hakareti öğrenmeleri halinde hakaretin alenen işlendiği kabul olunur. Keza, “aleni bir yere bitişik özel yerler” bakımından aleniye­tin varlığı için hakaret fiilinin, başkaları tarafından görülüp işitilebilme olanağının bulunması gerekir. Örneğin, sokağa bitişik bir evin kapı ve pencerelerinin açık bıra­kılması suretiyle tahkir fiilinin yüksek sesle işlenmesi, fiilin sokak kenarında bir bahçede işlenmesi, ev içinde olmakla birlikte hakaret içeren sözlerin pencereden işitilebilme olanağının bulunması, açık ve genel yola yönelik bir kapı holünde veya sokağa bakan bir pencereden bağırarak işlenmesi durumlarında aleniyet unsuru gerçekleşir. Bina ve işhanlarının içinde oturanlarca ortak kullanılan, merdiven, ko­ridor, bahçe gibi kısımlarında işlenen fiillerde de aleniyet oluşur. Kapalı olan yer­lerde ise aleniyetin varlığı için, üçüncü kişilerin işitip görebilmelerine engel tedbir­lerin alınmamış olması nedeniyle fiilin, örneğin açık bırakılan kapıdan veya pence­reden görülüp işitilmiş olması gerekir. Ancak, alınan önlemlere rağmen üçüncü kişinin özel bir yerdeki hakareti kendi özel çabasıyla görmesi ve işitmesi halinde aleniyet unsuru gerçekleşmez.

Aleniyetin, suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi suretiyle gerçekleşmesi

Hakaret suçunun basın ve yayın yoluyla işlenmesi durumlarında da aleniyet un­suru gerçekleşmektedir. Bu itibarla, 5377 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesine ilişkin nitelikli halin madde metninden çıkarıl­masına karşın, bu durumlarda eylem aleni olarak işlendiğinden 125/4.fıkra hükmü­nün uygulanması gerekecektir. YTCK.nun ö.maddesinin 1.fıkrasının (g) bendine göre, ceza kanunlarının uygulanmasında “basın ve yayın yolu ile” deyiminden, “her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracıyla yapılan yayınlar” anlaşılır.

Hakaret suçunun basın yoluyla işlenmesi halinde, 5187 sayılı Basın Kanunu 11., 26.-29.maddelerinde öngörülen sorumluluğa ve usule ilişkin hükümlerin gözetilme­si gerekir.

TCK m 125 Hakaret Suçu Teşebbüs

Huzurda hakaret suçu, mağdurun bizzat tahkir edici hareket veya sözü öğrendiği anda tamamlanacağından, henüz söylenmeyen bir söz suç oluştur­mayacağından, bu durumda suça teşebbüs mümkün değildir. Diğer yandan, yok­lukta (mağdurun gıyabında) hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiy­le ihtilaf ederek işlenmesi gerektiğinden ve kanun bir veya iki kişiyle vuku bulan ihtilafı cezalandırmadığından ve fiil üçüncü kişiyle ihtilaf edilmesi anında oluştu­ğundan, bu durumda da suça teşebbüs mümkün değildir. Zira anılan bu durumlar­da icra hareketlerinin bölünebilmesi olanaklı değildir. Buna karşılık, hakaret suçu­nun, mağduru muhatap alan yazılı bir iletiyle yada basın yolu ile işlenmesi durum­larında icra hareketlerinin bölünebilmesi mümkün olduğundan suça teşebbüs söz konusu olabilir.

TCK m 125 Hakaret Suçu İştirak

Hakaret suçuna iştirakin her hali (müşterek faillik, azmettiren, yardım eden) mümkündür.

TCK m 125 Hakaret Suçu İçtima

Hakaret suçunun aynı suç işleme kararı ile değişik zamanlarda aynı mağdura karşı birden fazla işlenmesi yada suçun birden fazla mağdura karşı tek fiille işlenmesi halinde zincirleme suç (YTCK 43.md.) hükümleri uygulanır. 125.maddenin 5.fıkrası hükmüne göre de kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suç (43.md.) hükümleri uygulanır.

Hakaret suçuna özgü olarak cezasızlık nedenleri ve daha az cezayı gerektiren ni­telikli haller YTCK.nun 127-129.maddelerinde düzenlenmiştir.

TCK m 125 Hakaret Suçu Cezasızlık Nedenleri

İsnadın ispatı

127.maddenin 1.fıkrası uyarınca, isnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilmiş olması halinde kişiye ceza verilmez. Bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi halinde, isnat ispat­lanmış sayılır. Madde hükmünün uygulanabilmesi için, olayın mağduruna belirli bir fiilin isnat edilmesi, isnat edilen bu fiilin bir suç oluşturması ve hakaretin yapıl­dığı anda isnada konu olan suç dolayısıyla bir hüküm verilmemiş olması gerekir. Failin bu hükümden yararlanabilmesi için “kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı” bulunması zorunluluğu arandığından, isnada konu olan ve suç oluşturan bu fiilden dolayı mağdur hakkında yapılan ceza muhakemesi sonucunda mahkûmiyet kararı dışında verilecek her türlü karar (beraat, düşme, takipsizlik kararı gibi) isnadın ispatlanmamış sayılması anlamına geldiğinden, hakaret eden kişi cezalandırılacak­tır. Bunun dışındaki durumlarda isnadın ispat isteminin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikâ­yetçinin ispata razı olmasına bağlıdır.maddenin 2.fıkrasına göre, ispat edilmiş yani kesin hükümle sonuçlanmış bir davayla işlendiği sabit görülen bir fiilinden söz edilerek kişiye hakaret edilmesi durumunda fail cezalandırılır. Keza, hakkında başlatılan soruşturma sonucunda takipsizlik kararı veya açılan davada düşme veya beraat kararı verilen kişiye, soruşturma veya kovuşturma konusu fiilden söz edile­rek hakaret edilmiş olması halinde de, hakaret eden (fail) cezalandırılacaktır.

İddia ve savunma dokunulmazlığı

128.madde hükmü uyarınca, yargı mer­cileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözle başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda yada olumsuz de­ğerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Bu bakımdan, hakaretin başvuru veya iddia ve savunma ile mantıksal bir bağlantısının bulunması ve başvu­ru veya iddia ve savunmaya yararlı olması yeterlidir. Ayrıca, isnat ve değerlendir­melerin gerçek ve somut vakıalara dayanması gerekir. Somut uyuşmazlıkla ilgili ve bağlantılı olmayan isnatlar gerçek olsa bile iddia ve savunma dokunulmazlığının varlığından söz edilemez. Keza, somut uyuşmazlıkla ilgili olmakla birlikte iddia ve savunma sınırını aşan hakareti içeren yazı ve sözlerin iddia ve savunma hakkı kap­samında mütalaa edilmesi mümkün değildir.

Suçun kasten yaralamaya tepki olarak işlenmesi

129/2.fıkra hükmüne göre, hakaret suçunun kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde kişiye ceza verilmez. Bu hükmün uygulanabilmesi için, ilk failin sanığa karşı kasten yaralama suçunu işlemiş olması, sanığın hakaretinin mağdurun yaralama eylemine bir tepki olarak işlenmesi ve hakaretin yaralama suçu failine karşı işlenmiş bulunması gerekir.

TCK m 125 Hakaret Suçu Daha Az Ceza Verilmesini veya Cezadan Bağışıklığı Gerektiren Nedenler

Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi

129.maddenin 1.fıkrasında, hakaret suçunun “haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi”, bu suçta özel bir haksız tahrik hali sayılmıştır. Buna göre, mağdur kendi haksız hareketleriyle hakarete neden olmuş ise, haksız hareketinin ağırlığını göz önüne almak suretiyle hâkim failin cezasını üçte birine kadar indirebileceği gibi, ceza vermekten de vazge­çebilecektir. Hükmün uygulanabilmesi için, öncelikle mağdurun hareketinin “hak­sız” olması, yani herhangi bir hukuka uygunluk nedenine dayanmaması gerekir. Mağdurun haksız fiili yaralama veya hakaret niteliğinde ise 129/1.fıkra hükmü değil 2. ve 3.fıkra hükümleri uygulanır. Ayrıca, haksız hareketle işlenen hakaret suçu arasında neden-sonuç ilişkisinin bulunması ve hakaretin, haksız harekette bulunan kişi kim ise ona karşı işlenmiş olması gerekir.

Karşılıklı hakaret

129/3.fıkra hükmü uyarınca, hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde hâkim, olayın mahiyetine göre, hangisinin neden olduğu­nu göz önünde bulundurarak taraflardan her ikisi veya birisi hakkında verilecek cezada üçte bire kadar indirim yapabileceği gibi, ceza vermekten tamamen sarfına­zar da edebilir. Bu hükmün uygulanabilmesi için, karşılıklı olarak işlenen suçların hakaret olması, ilk olarak hakaret suçunu işleyen kişinin haksız olması, hakaretlerin karşılıklı olması ve aralarında nedensellik ilişkisi bulunması gerekir.

TCK m 125 Hakaret Suçu Kovuşturma

Hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, kural ola­rak mağdurun şikâyetine bağlıdır. Ancak, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete tabi olmayıp C. Savcı­lığınca re’sen yapılır. Eğer şikâyete maruz kalan kişi, şikâyet edemeden ölür veya bu suçlar ölmüş bir adamın hatırasına karşı işlenmiş olursa, bu takdirde ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri şikâyette bulunabilir (131.md.). Şikâyet süresi altı ay olup, zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla bu süre, şikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden başlar. Şikâyet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı aylık süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez (73/1., 2., 3.fıkra). Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan hakaret suçları uzlaşma (CMK 253-254.md.) kapsamındadır.

5187 sayılı Basın Kanunu’nun 26.maddesi uyarınca, basılmış eserler yoluyla iş­lenen hakaret suçları nedeniyle açılacak davalar iki aylık ve dört aylık hak düşürü­cü sürelere bağlanmıştır.

Basın Kanunu’nun “dava süreleri” başlıklı 26.maddesi;

“Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanunda öngörülen diğer suçlarla ilgi­li ceza davlarının günlük süreleri yayınlar yönünden iki ay, diğer basılmış eserler yönünden dört ay içinde açılması zorunludur.

Bu süreler basılmış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edildiği tarihten başlar. Basılmış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmemesi halinde yukarıdaki sürelerin başlama tarihi, suçu oluşturan fiilin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından öğrenildiği tarihtir. Ancak bu süreler, Türk Ceza Kanununun dava za­manaşımına ilişkin maddesinde öngörülen süreleri aşamaz.

Sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkinin karşı çıkmasına rağmen yayımlatıldığı iddia edilen eserden dolayı yayımlatan aleyhine açılacak dava yönünden süre, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilecek beraat kararının kesinleşmesinden itibaren başlar.

Sorumlu müdürün yayımlanan eserin sahibinin bildirmesi durumunda, eser sa­hibi aleyhine açılacak davada süre, bildirim tarihinden itibaren başlar.

Kovuşturulması şikâyete bağlı suçlarda dava açma süreleri, suç için Kanunun öngördüğü dava zamanaşımı süresini aşmamak şartıyla, suçun işlendiğinin öğre­nildiği tarihten başlar.

Kamu davasının açılması izin veya karar alınmasına bağlı olan suçlarda, izin ve­ya karar için gerekli başvurunun yapılmasıyla dava açma süresi durur. Durma sü­resi iki ayı geçemez.” hükmünü ihtiva etmektedir. Yasa koyucu bu hükümle, basıl­mış eserler yoluyla işlenen veya Basın Kanunu’nda öngörülen diğer suçlardan do­layı bu alanda faaliyet gösterenleri uzun süre ceza tehdidi ile karşı karşıya bırak­mamayı ve böylece basın özgürlüğünü güvence altına almayı amaçlamıştır.

2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun 28.maddesinin son fıkrası hükmüne göre de, TRT Kurumunun yayınları yoluyla işlenen suçlardan ve haksız fiillerden dolayı açılacak ceza ve hukuk davaları 60 günlük hak düşürücü süreye bağlanmıştır. Bu süre, zamanaşımını kesen ve durduran nedenlerle uzatılmaz. An­cak bu hüküm özel radyo ve televizyonların görevlileri hakkında açılacak ceza ve hukuk davalarında uygulanmaz. Zira, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuru­luş ve Yayınları Hakkında Kanunda, dava açma süresi bakımından herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu itibarla özel radyo ve televizyon görevlileri aleyhine hakaret suçundan dolayı ceza davaları, bu suçun dava zamanaşımı süresi içinde açılabilir.

TCK m 125 Hakaret Suçu Görevli Mahkeme

5235 sayılı Kanunun 10. ve 14.madde hükümleri uyarınca 125.maddede tanımlanan hakaret suçlarına bakma görevi (suçun nitelikli halleri dahil) sulh ceza mahkemesine aittir. Basın yolu ile işlenen hakaret suçlarına bakma görevi ise 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 27.maddesi uyarınca asliye ceza mahkeme­sine aittir. Bir yerde asliye ceza mahkemesinin birden fazla dairesi bulunması ha­linde bu davalar iki numaralı mahkemede görülür. Basılmış eserler yoluyla işlenen suçlara ilişkin davalar acele işlerden sayılır. Bu itibarla bu davalara adli ara verme içinde de bakılabilir ve adli ara verme içinde temyiz süresi işler.

Radyo ve televizyon yoluyla işlenen hakaret suçlan bakımından 2954 ve 3984 sayılı Kanunlarda özel bir görev hükmü bulunmadığından bu davalar sulh ceza mahkemelerinde görülür.

TCK m 125 Hakaret Suçu Suçun Yaptırımı

Hakaret suçunun huzurda, huzura eşit sayılan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle yada mağdurun gıyabında fiilin en az kişiyle ihtilaf ede­rek işlenmesi hallerinde suçun yaptırımı üç aydan iki yıla kadar hapis veya kaydıy- la adli para cezasıdır. Bu cezalar seçimlik olduğundan bunlardan yalnızca birine hükmolunabilir.

125.maddenin 3.fıkrasında öngörülen nitelikli hallerin varlığı halinde verilecek cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

Hakaretin “alenen” işlenmesi halinde ceza altıda bir oranında artırılacaktır. Su­çun basın ve yayın yoluyla işlenmesi durumlarında da aleniyet unsuru gerçekleşe­ceğinden 125/4.fıkra uyarınca ceza altıda bir oranında artırıma tabi tutulacaktır.

Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılmakla birlikte, bu durum­da zincirleme suça ilişkin YTCK.nun 43/2.fıkrası yollamasıyla 1.fıkra uyarınca faile bir ceza verilir, ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır.

TCK m 125 Hakaret Suçu Dava Zamanaşımı

YTCK.nun 66/1-e bendi hükmü uyarınca, 125.maddede tanımlanan hakaret suçunun dava zamanaşımı süresi (nitelikli halleri de dahil) sekiz yıldır.