Tapu İptali Tenkis Miras Nedeniyle İstihkak Davası
… ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ SAYIN HAKİMLİĞİ’NE
DOSYA NO :
DAVACI : D. G. B.
VEKİLİ : …
(Adres)
DAVALI : T. T. B.
VEKİLİ : …
(Adres)
KONU : Replik dilekçemizin sunulmasıdır.
AÇIKLAMALAR
Usule İlişkin İtirazlara Cevabımız
1.İşbu dava, mutlak muvazaa ve inanç sözleşmesine dayalı olarak tapu iptali ve tescil ya da tenkis veya müvekkile ait olması gereken payın miras nedeniyle istihkakı şeklinde terditli olarak açılmış bir Eda Davası’dır.
2.Dava münhasır bir Tereke Tespit Davası değildir. Terekenin tespiti ise, işbu davadaki yargılama esnasında yapılması gereken işlemlerden biridir. Mahkeme istirdada karar verebilmek için öncelikle terekeyi tespit etmek zorundadır. Bu nedenle davaya Sulh Hukuk Mahkemesince bakılması gerektiği yönündeki davalı tarafın görev itirazı hukuksal gerekçeden yoksun ve haksızdır.
Esasa İlişkin İtirazlara Cevabımız
1.Dosyada, Davalı vekili olarak hareket eden Staj. Av. C. C., … tarihli celsede okunan vasiyetnameye hiçbir itirazının olmadığını açık olarak beyan etmiştir. Davalıyı bağlayan bu beyanla vasiyetname kesinleşmiştir. Bu nedenle, davalı vekilinin vasiyetnameye ilişkin hiçbir iddia ve açıklamasının burada dinlenmesine muvafakatimiz bulunmamaktadır.
2.İstanbul … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin … E sayılı dosyasının … tarihli celsesinde okunan vasiyetnameye hiçbir itirazda bulunmadığını vekili aracılığıyla beyan eden davalı vasiyetname içeriğini kabul etmiştir. Buna göre davalı; vasiyetnamede yer alan
– “Eşim T. B.’nin bu malları satın alacak esasen bir geliri bulunmamaktadır. Ödemeler tamamen tarafımdan yapılmıştır”
– “… Bankacılık mevzuatında açılan kredilerin geri ödenmemesi halinde bu kredileri açan yetkili kişilerin maddi sorumluluğu bulunması karşısında saydığımız iki daire ve otomobili eşim T B. üzerine tapu ve trafiğe kayıt ettirdim”
şeklindeki ifadeleri aynen kabul etmiştir. Nitekim;
Davalının hiçbir gelirinin olmaması nedeniyle bahse konu menkul ve gayrimenkulleri satın alma gücüne sahip olmaması,
Buna mukabil murisin son derece yüksek bir gelire sahip olması,
Kredilerin geri ödenmemesi nedeniyle kendi sorumluluğuna gidilmesi riskini taşıyan bir bankacı açısından bakıldığında; bu kişinin tüm malvarlığını sınırsız bir inanç beslediği davalı eşinin üzerine kaydettirmesi hayatın olağan akışına da uygundur.
3.Bu durumda davalının halihazırda ikamet ettiği “…” adresindeki taşınmazın, … yılında Z. Bankası Kooperatifinden alınmış olan ve davalının … tarihinde sattığı öğrenilen …’de tapuya kayıtlı dairenin bedelinin ve davalının … yılında sattığı öğrenilen … otomobilin terekeye dahil edilmesi gerekmektedir.
4.Murisin vasiyetnamesi Noter huzurunda düzenlenmiştir. Vasiyetnamedeki tanıklar ve Noter, huzura gelen murisin hukuki ehliyete sahip olduğunu ve de noter tarafından tanzim olunan vasiyetnamenin vasiyet eden muris tarafından okunmak suretiyle imzalandığını görmüşlerdir. Nitekim murisin hukuki ehliyete haiz olduğu hususu aynı gün tanzim olunan Psikiyatrik Muayene Raporu’yla da sabittir.
5.Cevap dilekçesinde, murisin 1996 yılında felç geçirdiği ve bu nedenle yüklü miktarlarda yapılan harcamalarla birçok tedavi gördüğü, masrafların ise davalı tarafça karşılandığı ileri sürülmüştür. Geçirdiği felç nedeniyle müvekkilin Amerika’da tedavi gördüğü iddiası doğrudur. Müvekkil, 1997 yılı Şubat ayında gittiği …’te bir müddet tedavi görmüş, tedavi süresince davalı ve yeğeni de kliniğin otel bölümünde konaklamışlardır. Muris o zamanlarda … A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı A. Ş.’nin yakın danışmanlarındandır. Bu nedenle murisin tedavi masrafları; davalı ve yeğeninin konaklama masraflarının tamamı, D. Holding A.Ş. tarafından karşılanmıştır. Ödemelerin kim tarafından yapıldığı hususu …’e yazılacak müzekkere ile tespit edilebilecek ve bu surette davalı tarafın cevap dilekçesindeki iddiaların da ne denli haksız, abartılı ve gerçek dışı olduğu tespit edilebilecektir. Ancak, murisin tedavi ve bakım giderlerini, Amerika’ya gidiş-dönüş, ve konaklama masraflarını davalının oturduğu ev dışındaki tüm malvarlığını satarak karşıladığını iddia eden davalı bu iddiasını ispatla mükelleftir.
Bunun yanında yine davalı murise özel şoför ve bakıcı tutulduğu iddiasını ispatla mükelleftir. Kaldı ki bu iddia doğru olsa dahi, davalının hiçbir geliri bulunmadığından dolayı tüm masrafların murisin birikimlerinden karşılandığı aşikardır.
6.Davalının kötü niyetli davranışları ve ilgisizliği nedeniyle murisin kalçası iki kere kırılmıştır. Bu günlerde davalı son derece ilgisiz kalmış, murise tek başına müvekkil bakmıştır. Davalı murisi defalarca evden atmıştır. Murisi bir geçim kaynağı olarak gören davalı, murise sürekli kötü davranmış ve murisin ilgiye en çok ihtiyaç duyduğu zamanda ise murisi huzurevine yatırarak adeta başından def etmiş, murisi kendi halinde ölüme terk etmiştir. Muris felç geçirmesinden kısa bir süre sonra davalı tarafça A’daki bir huzurevine yerleştirilmiştir. Muris daha sonra K’daki bir huzurevine nakledilmiş ve son olarak ise R. H. Huzur Evi’nde kalmıştır. Davalı, 8 yılı aşkın bu süreç içinde murisi çok kısıtlı sayıda ziyaret etmiş ve ziyaretlerinde ise murise kötü davranmıştır.
7.Hiçbir geliri olmayan davalının tüm ihtiyaçlarının murisin nakit birikiminden karşılandığı şüphesizdir. Özellikle murisin huzurevine yerleştirilmesiyle murisin emekli maaşı direk olarak huzurevine ödendiğinden, davalının bu dönemdeki tüm geçimi murisin nakit birikimlerinden, A.’daki gayrimenkul ve otomobilin satışından elde edilen paralarla sağlamıştır. Hiçbir geliri olmayan davalının halen varlık içinde yaşadığı gerçeği karşısında, murisin nakit birikiminin tamamının murisin tedavisine harcandığı ve bu paradan davalıya hiçbir şey kalmadığını ileri sürmek hayatın olağan akışına ve mantığa ters bir iddiadır.
8.Mantığa ve gerçeğe aykırı abartılı davalı taraf anlatımlarının – nereye ne kadar harcama yapıldığını – geçerli delillerle ispat edilmesi gerekmektedir. İspat külfetini üzerimize almamak kadıyla, sadece ve sadece davalı tarafın beyanlarında kötü niyetli olduğunun ispatı anlamında olmak üzere ….’e yazılacak müzekkereyle murisin masraflarının kim tarafından ve ne şekilde ödendiğinin sorulması Sayın Mahkemenin takdirindedir.
Davalının 2009 yılında sattığı A.’daki gayrimenkulden aldığı paranın bir kısmını oğlu N. M. B.’ye verdiği ve bu parayı alan N. B.’nin de bu paranın bir kısmıyla kredi kartı borçlarını kapattığı, bir kısmıyla da “…” adresindeki kooperatif hisseli gayrimenkulün kooperatife olan borcunu ödediği bilinmekte olup bu husus dosyaya celp edilecek delillerle ispat olunacaktır.
9.Cevap dilekçesinin A-2 bendinde davalı, murisin 1996 yılında felç olduğunu, felce bağlı olarak beyninin konuşma merkezinde hasar oluştuğu ve bu nedenle konuşma yetisinin kısmen bozulduğunu ileri sürmüştür. “Konuşma yetisinin kısmen bozulduğu” ibaresi, murisin hiç konuşamadığı, düşüncelerini aktaramadığı, akli melekelerinin yerinde olmadığı ya da hukuki ehliyetini kaybettiği anlamına gelmemektedir. Davalı vekili, genel itibariyle abartılı beyan ve anlatımlarla dolu cevap dilekçesinin bu kısmında murisin akli dengesinin yerinde olmadığını v.s. iddia edememiştir. Sonuç olarak murisin felçli oluşu sadece ve sadece murisin sağlıklı insanlar gibi özgürce hareket edememesine neden olmuş, bunun dışında murisin akli melekelerinde hiçbir hasar söz konusu olmamıştır.
İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde “bir akdin şekil ve şartların] tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır…” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan; doktrinde ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. (Eraslan Özkaya, İnançlı İşler/ Muvazaa Davaları, Ankara 1999 s. 105)
Buna göre muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve fakat gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmeyen bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır. (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Umumi Hükümleri, İstanbul 1995, 3. baskı, C. l, S. 372) 7.10.1953 tarih ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda muvazaa; “Açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadığını bildikleri halde akitlerin kastettikleri durumdan başka bir hukuki ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermiş olmaları halidir.” denilerek tarif edilmiştir.
Gerek öğretide gerek uygulamada muvazaa mutlak (adi, yalın) ve nispi (mevsuf) muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. Mutlak muvazaada taraflar bir sözleşme yapmak istemedikleri halde, üçüncü kişileri aldatmak maksadı ile aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar. Alacaklının takibinden kurtulmak isteyen borçlunun mallarını başka bir kimseye devretmesi mutlak muvazaadır. (Turhan Esener – Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956-S. 41)
Nispi muvazaa, tarafların gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları bir sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemeleri, şeklinde tanımlamaktadır. (Fikret Eren age, S. 16).
10.Olayın ve anlatımların hukuksal nitelemesi Mahkemeye aittir. Muris, parasını vererek satın aldığı iki adet gayrimenkul ve 1 adet otomobili davalı adına tescil ve kayıt ettirmiştir. Muris bu şekilde 3. Kişilerce malvarlığına yöneltilebilecek tehditleri bertaraf etmeyi amaçlamış, başkaca bir maksat gütmemiştir. Murisin bu davranışı müvekkilin mirastan olan beklentilerini engellemiş, davalı, davacı müvekkil aleyhine zenginleşmiş durumdadır. Murisin söz konusu işlemleri yapmaktaki maksadı açık olup bu işlemlerinin muvazaalı olduğu tartışmasızdır. Muris alacaklılarından mal kaçırmakmaksadıyla davalı eşi T.’ye inançlı temlik yapmıştır. Bu da mutlak muvazaa ile yapılmış bir işlemdir.
11.Muris S. B. ile davalı T. B. arasında inanç sözleşmesi yapılmış olup parası tamamen muris tarafından ödenen araç ve taşınmazlar davalı adına kaydedilmiştir. Bu inanç sözleşmesinin varlığı, murisin vasiyetnamesinde açıklanmıştır.
12.05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz. Bu açıklamalar ışığında murisin vasiyetnamesi yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilip tanık delili ile davanın ispatı yerleşik Yargıtay içtihatlarında da kabul görmektedir. Davalının dava konusu taşınmazı satın alabilecek gücü hiçbir dönemde olmamıştır. Zaten Murisin vasiyetnamesinde de bu durum açıkça ifade edilmiştir. Bu nedenle davamızın kabulüne karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ VE İSTEM :Yukarda açıklanan ve re’sen gözetilecek nedenlerle;
Mutlak muvazaa ve inanç sözleşmesine dayalı olarak tapu iptaliyle müvekkil adına tescili ya da tenkis veya müvekkile ait olması gereken payın miras nedeniyle istihkakına dair terditli davamızın kabulüne,
Dava konusu taşınmaz üzerindeki ihtiyati tedbirin kararla birlikte devamına,
Yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı tarafa yüklenmesine karar verilmesini saygı ile arz ve talep ederiz.
Saygılarımla,
(Tarih)
DAVACI VEKİLİ
Av. (Ad, Soyad, İmza)