İdare Hukuku Bakımından İdarenin Sorumluluğu
İdare hukukunda üçüncü kişilere karşı idarenin sorumluluğunun dayanağı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 129 uncu maddesidir. 1982 Anayasası’nın kamu hizmeti görevlilerinin görev ve sorumluluklarının düzenlendiği 129 uncu maddesinin 5 inci fıkrasında, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” kuralı getirilmiştir.
İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır, (m 125)
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür (m 125)
Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler, (m 129)
Anayasamızın 129 uncu maddesine göre kamu görevlilerinin görevleri sırasında üçüncü kişilere verdikleri zararlar nedeniyle ancak idare aleyhine tazminat davası açılabilir. Böylece üçüncü kişilerin idare eylemleri nedeniyle zarar görmeleri halinde zararlarını talep edecekleri yer idaredir.
Anılan maddeye göre idarelerin ödedikleri zararları memurlara rücu edileceği bahsedilmekte ise de uygulamada idareler bu hususta takdir yetkisini kullanmaktadırlar. İdarelerin üçüncü kişilere ödedikleri zararları her zaman memurlarından talep etmemektedirler.
Genel kural böyle olmakla birlikte kamu görevlilerinin görevi sınırları dışına çıkarak ağır hizmet kusuru niteliğinde şahsi kusur işlemiş olmaları halinde doğrudan doğruya kendilerine karşı adli yargıda tazminat davası açılabilme olanağı mevcuttur.
İdareler, çalıştırdıkları kamu görevlileri ile ilgili olarak, her türlü tedbiri aldıklarını ve her türlü eğitimi verdiklerini ileri sürerek memurların üçüncü kişilere verdiği zararı ödemekten kurtulamaz. Yine, idare adına faaliyet yapanların (bayındırlık, imar, yol yapımı vb.) eylemleri sırasında şahıslara zarar vermesi durumunda şahısların zararlarını doğrudan idareden istemeleri mümkündür.
İdare, kendisine verilen kamu hizmetinin işlemesini sağlayacak örgütü kurmak, personel ve araç gereci hizmet gereklerine uygun şekilde hazırlamakla yükümlüdür. İdari hizmeti yürüten personelin görevi sırasında yaptığı eylem ve işlemlere ilişkin kusuru; hizmet kusurunu oluşturacağından bu zararın idarece tazmini gerekmektedir.
Kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında kişilerin uğradığı özel ve olağandışı zararların, o kamu hizmetini yürüten idare tarafından tazmini gerektiği idare hukukunun bilinen ilkelerindendir. İdarenin, belirtilen bu hukuki sorumluluğu, hukuk devleti olma niteliğinin doğal sonucudur.
Nitekim, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13 üncü maddesinde “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.
İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.” hükmü getirilmiştir.
Bu hükme göre, kamu görevlilerinin kamu hukukuna tabi görevlerinin ifası sırasında işkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları işlemeleri ve bu sebeple Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı üzerine üçüncü kişilere tazminat ödenmesi halinde, kurumun, genel hükümlere sorumlu personele rücu hakkı bulunmaktadır.
Yasada genel hükümlere ifadesi yer aldığından, bu tür rücu takibinin adli yargıda açılacak alacak davası ile yapılması gerekmektedir.
Genel İdari Usul Kanunu Tasarı Taslağı’na göre, idareler, her ödediği tazminat için memurlara rücu etmesi zorunlu hale getirilmiş bulunmaktadır.
İdarelerin meydana gelen zararları karşılamakla yükümlü tutulabilmeleri için;
- ortada bir idari eylemin bulunması,
- bu eylemden zarar meydana gelmesi,
- bu idari eylem ile zarar arasında nedensellik bağının olması gerekir. Yani zararın idari eylemden doğmuş olması gerekir.
Zarar doğuran eylemin idareye bağlanabilmesinden sonra zararın kusurlu veya kusursuz sorumluluk ilkelerine göre tazminine gidilmesi söz konusu olabilir.
Hizmet kusuru, idari hizmetin kuruluş ve işleyişinden kaynaklanır. Kamu hizmeti eksik veya kötü yürütülmekteyse veya bu faaliyet beklenen hizmet gerekleriyle bağdaştırılmayacak nitelikteyse, idarenin hizmeti kusurlu yürüttüğünün zorunludur.
Sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının kurulamaması gerekmektedir.
Zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından, idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup, bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Ağır Hizmet Kusuru
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmektedir. Hizmet kusuru, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. İdare Hukuku ilkeleri ve Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına gön zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için zararın, idarenin ağır hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekir.
Kısaca, sağlık hizmetlerinde idarelerin kusurlu tutulabilinmesi için hizmet kusurunun ağır hizmet kusuru olması gerekir.
Halkın sağlık hizmetlerini yürütmekle görevli olan davalı idare, hastanelerde yapılacak tedavilerin ve cerrahi müdahalelerin tıbbi esaslara uygun biçimde, hizmetin gerektirdiği yeterliğe sahip personelle ve gerekli dikkat ve özenin gösterilerek yapılmasını sağlamakla yükümlüdür.
Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi ağır hizmet kusuru niteliğinde olup, idarenin tazmin sorumluluğunu doğurur.
Hizmet Kusuru
Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında; idarenin eylem ve işlemlerinizi doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin kamu hizmetinin yürütülmesinden doğan zarardan sorumlu tutulmasını gerektiren kuramlardan birisi hizmet kusurudur. Genel olarak hizmet kusuru bir kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluktur.
rekleriyle bağdaştırılmayacak nitelikteyse, idarenin hizmeti kusurlu yürüttüğünün kabulü zorunludur.305
Kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması Devletin asli görevidir. İdarenin bu görevi yerine getirmek, kamu düzeni ve esenliğini sağlamak üzere kolluk örgütünü kurması, gerekli araç ve olanakları sağlaması, yeterli önlemleri zamanında alması gerektiği açıktır.306
Hukuk devleti ilkesi gereği faaliyetlerini hukuka uygun biçimde yürütmek zorunda olan idarenin, hukuka aykırı eylem yapması veya işlem tesis etmesi, kural olarak hizmet kusurudur. Ancak, hak ihlalinin bütün sonuçlarıyla birlikte giderilmesini amaçlayan tam yargı davalarında, öncelikle hak ve nesafet ilkeleri uyarınca ortada bir hak ihlalinin bulunup bulunmadığı araştırılacağından; neden, konu ve maksat unsurları bakımından hukuka uygun olmakla birlikte salt yetki ve şekil unsurları yönünden hukuka aykırı işlem tesis edilmiş olması; işlemin iptal nedeni olduğu halde hak ihlali doğurmayacak ve bu durumda idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak tazmin sorumluluğuna gidilmeyecektir. Hukuka aykırı bir işlemin, idare hukuku ilkeleri uyarınca giderilmesi gereken bir hak ihlali meydana getirmiş olması halinde ise, içtihadi hata veya her idarenin işleyebileceği türden olağan nitelikte hukuki yanlışlık, hukuka aykırılığın bir dereceye kadar ağır ve önemli olması gibi ölçütler, idarenin tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.
Hizmetin Geç İşlemesi
Hizmetin geç işlemesi şeklindeki hizmet kusurunda, idare tarafından bir hizmet yürütülmekte ancak geç yürütülme hali mevcuttur. İdare tarafından yürütülen hizmetin geç yürütülmesi ile oluşan zararların tazmini gerekir. Örneğin, İtfaiye hizmeti mevcut olmakla birlikte yangın yerine geç gelmesi, ambulansın zamanında hastayı nakil etmemesi, bir takım sınırlı süreler içinde yapılması gereken işlemlerin yapılmaması gibi normalde hizmetin kuruluşunda eksiklik olunmamasına rağmen yürütülmesinin gecikmesi nedeniyle oluşan zararları bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.
Hizmetin Kötü İşlemesi
İdare, kendisine tevdi edilen kamu hizmetlerinin ifası sırasında teşkilatı kurarak bu teşkilatın ayni, şahsi ve mali imkan ve vasıtalarını hizmete hazır bulundurmakla yükümlüdür. Bunların temin ve ifasındaki kusur sonucu hizmetin hiç işlememesine veya kötü yahut geç işlemesine sebebiyet verilmiş olması, idareye zarar gören kimselerin bu zararlarının tazmini sorumluluğunu yükler.
Hizmetin Hiç İşlememesi (Eylemsizlik)
Anayasanın 125 inci maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış, 2577 sayılı îdari Yargılama Usulü Kanununun 2/6 ncı maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
İdari işlem; idarenin, idare işlevi ile ilgili konularda aldığı tek taraflı, doğrudan uygulanabilen kararı olarak nitelenebilir.
İdari eylem ise; idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle; öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.
İdarelerin gerekli denetimleri yapmamasından, önlemler almamasından, bir başka deyişle hareketsiz kalarak yaptığı idari eylemlerden zarar doğması halinde hizmetin hiç işlemediğinden bahsedilebilir.
İdari hizmetin hiç işlememesi durumunda bile, ortada bir zarar bulunmadığı takdirde tazminat ödemeyeceği açıktır.
Kusursuz Sorumluluk
İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Buna karşın bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.
Belirtilen niteliğine göre sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.
Zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından, idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup, bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.
İdare hukuki ilkelerine göre kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında kususurlu olmayan kişilerin uğradıkları zararların kusursuz sorumluluk ilkelerine göre hizmetin sahibi idarece tazmini gerekir. Bu ilkenin kabul edilmemesi durumunda, hizmetlerin yürütülmesi sırasında oluşan zararlar bir veya birkaç kişiye yükletilmiş olur ki bunu da eşitlik ilkesi ve hakkaniyet kuralı ile bağdaştırmaya olanak yoktur.
Kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında bu hizmetle ilgili olarak genel külfetler dışında kişilere ve özel mülkiyete verilen zararların, eylem ile zararlı sonuç arasında nedensellik bağının bulunması koşuluyla, ayrıca idarenin hizmet kusuru aranmadan, hizmet sahibi idarelerce tazmin edilmesi, hukukun genel ilkeleri ile hakkaniyet ve nesafet kuralları gereğidir.
Bu durumda, olay ile zarar arasında bir nedensellik bağının bulunması yeterlidir. Çünkü, idarenin yaptığı hizmetler dolayısıyla idareye yüklenebilecek bir kusur olmadan da bazı kişilerin ve kişilere ait malların özel bir zarara uğraması mümkündür. Bu zararların karşılanması ise kamu külfeti karşısında eşitlik ilkesinin bir sonucudur. Zira meydana gelen bir zararın belli kişiler tarafından çekilmesi, bu ilkeye aykırı olabileceği gibi hakkaniyetede uygun düşmez. Bu gibi özel zararların kusuruz sorumluluk esasına dayanılarak idare tarafından karşılanması gerekir.
Kısaca, kusursuz sorumluluk ilkesi ile iki adet teoriyi anlamaktayız. Bu teoriler, kamu külfetleri karşısında eşitlik (idari risk ya da nesafet ve hakkaniyet ilkesi), diğeri ise sosyal risk (hasar) teorisidir.
Kamu külfetleri karşısında eşitlik ya da idari risk teorisini göre zararın tazmin edilebilmesi için, olay ile zarar arasında bir nedensellik bağının bulunması yeterlidir. Çünkü, idarenin yaptığı hizmetler dolayısıyla idareye yüklenebilecek bir kusur olmadan da bazı kişilerin ve kişilere ait malların özel bir zarara uğraması mümkündür.
Sosyal risk teorisine göre ise zararın tazmin edilebilmesi için zararı doğuran olayın tüm toplumla ilgilendirilebilmesi ve bu olayla gerçekleşen riskin toplumsal nitelik taşıması gerekir.
Danıştay’ın yerleşik içtihatlarında, anayasal düzene, devlete ve toplumun bütünlüğüne yönelik bulunan terör eylemleri sonucu kişilerin salt toplumun bireyi olmaları nedeniyle uğradıkları özel ve olağanüstü zararların; genel güvenlik ve asayişi sağlamak ve korumakla görevli davalı idarece, tazmini gerektiği yolundadır.
Belirtilen niteliğine göre sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın Ilım toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.
Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik
Kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi sırasında meydana gelen zararların idarenin hizmet kusuru olmasa bile, bir veya birkaç kişi üzerinde bırakılmayıp kamuya pay edilmesi ve zarar görenlerin zararlarının giderilmesi hakkaniyet ve nesafet kuralları gereğidir.
Kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında bu hizmetle ilgili olarak genel külfetler dışında kişilere ve özel mülkiyete verilen zararların, eylem ile zararlı sonuç arasında nedensellik bağının bulunması koşuluyla, ayrıca idarenin hizmet kusuru aranmadan, hizmet sahibi idarelerce tazmin edilmesi hukukun genel ilkeleri ile hakkaniyet ve nesafet kuralları gereğidir.
Danıştay’ın bazı kararlarında idari risk olarak da tanımlanan bu teori çoğu zaman da “hakkaniyet ve nesafet kuralları” ya da “kamu külfeti karşısında eşitlik” teorileri olarak açıklanmaktadır.
İdari hizmetlerin ifası sırasında yürütülen hizmetle ilgili olarak umumi külfetler dışında kişilerin özel mülkiyetine yapılacak zararların, fiil ile zararlı sonuç arasında illiyet bağının bulunması şartıyla, ayrıca idarenin kusuru aranmadan hizmet sahibi idarelerce tazmin edilmesi hukukun umumi kaideleri ile hakkaniyet ve nesafet kuralları gereğidir.
Kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağanüstü zararların idarece tazmini; Anayasanın 125. maddesi gereği ve Türkiye Cumhuriyetinin “sosyal hukuk devleti” niteliğinin doğal bir sonucudur.
Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükmü yer almıştır.
Bu durumda, olay ile zarar arasında bir nedensellik bağının bulunması, idarenin kamu yararı düşüncesiyle yaptığı hizmetler dolayısıyla idareye yükletilebilecek bir kusur olmasa dahi bu tür eylem nedeniyle zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının kusursuz sorumluluk ilkesine dayanılarak tazminine karar verilmesi için yeterli olup, bu zararların karşılanması kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesinin de bir sonucudur.
Sosyal Hasar – Sosyal Risk
Kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında bireylerin uğradığı özel ve olağandışı zararların idarece tazmini gerektiği idare hukukunun bilinen ilkelerindendir. İdarenin belirtilen hukuki sorumluluğu, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olma niteliğinin doğul sonucudur.
İdarenin hukuki sorumluluğu sadece kusur esasına, hizmet kusuru teorisine dayanmamakta; İdare, kusur koşulu aranmadan da sorumlu sayılabilmektedir. Kural olarak idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlüdür. Ancak sözü edilen kuralın istisnası olarak, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir. Kollektif sorumluluk anlayışına dayalı, sosyal risk adı verilen ilke, öğretide ve yargısal içtihatlarla kabul edilmiştir. Ülkemizin belli bir yöresinde yoğunlaşan terör eylemlerinin Devlete yönelik olduğu, Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçladığı, bu tür olayların zarar gören kişi ve kurumlara karşı kişisel husumetten ileri gelmediği bilinmekte ve gözlenmektedir.
Sözü edilen eylemler nedeniyle zarara uğrayan, terör eylemlerine her hangi bir şekilde katılmamış olan kişiler kendi kusur ve eylemleri sonucu değil toplum içinde ortaya çıkan bu olaylardan zarar görmektedirler. Başka bir değişle toplumun birer parçası olmak sıfatıyla zarar gören kişilerin belirtilen şekilde ortaya çıkan zararlarının özel ve olağan dışı nitelikleri dikkate alınıp nedensellik bağı aranmadan, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre tazmini gerekir. Esasen terör olayları sonucu ortaya çıkan zararların idarece tazmini böylece topluma pay edilmesi hakkaniyet gereği olduğu, gibi sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.
İdare, kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Öte yandan, nedensellik bağı; idarenin tazmin sorumluluğunun mutlak koşulu da değildir. Anayasal hükmü gereği olarak, bilimsel ve yargısal içtihatları benimsenip geliştirilen “sosyal risk” ilkesi; idarenin faaliyet alanında meydan gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin sonucu olmayan bireysel ve olağanüstü kimi zararların idarece tazmini suretiyle; toplumun tüm bireylere eşit olarak sağladığı faydanın maliyetinin tüm topluma pay edilmesi ve böylece toplum huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı ile sosyal hukuk devleti ilkelerinin yaşama geçirilmesini öngörmektedir. Dolayısıyla idarenin sosyal risk ilkesi gerer tazminle sorumlu tutulabilmesi için; zararı doğuran olayın tüm toplumla ilgilendirilebilmesi ve bu olayla gerçekleşen riskin toplumsal nitelik taşıması gerekir.
Kişilerin, kendi kusur ve eylemleri olmaksızın, terör olaylarından etkilenmesi; toplumun eşit olarak paylaştığı güven ortamını ihlali nedeniyle, bütün bireyleri ilgilendirir. Ancak, uğranılan zararın sosyal risk ilkesine göre topluma pay edilebilmesi için, zararı doğuran terör eyleminde; toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan ve toplumsal nitelik taşıyan riskin gerçekle sonucuna ulaşılması gerekir.
Nitekim Dairemizin yerleşik içtihatları da, anayasal düzene, devlete ve toplumun bütünlüğüne yönelik bulunan terör eylemleri sonucu kişilerin salt toplumun bireyi olmaları nedeniyle uğradıkları özel ve olağanüstü zararların; genel güvenlik ve asayişi sağlamak ve korumakla görevli davalı idarece, tazmini gerektiği yolundadır.
Sorumluluk Nedenleri
Zarar
Zarar deyimi bir kişinin maddi ve manevi varlığında, o kişinin isteği dışı ortaya çıkan kayıp ve eksiklikleri anlatır. Bu eksikliklerin mal varlığına ilişkin olması durumunda maddi zarar söz konusudur.366
Danıştay Onuncu Dairesi kararında belirtildiği gibi, idari eylem veya işlemlerden doğan zararın tazmini istemiyle açılan davalarda zararın tutarının kesin olarak belirlenmesi ve tazminata hükmedilecekse belirlenen gerçek zararın tazminine hükmedilmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idarenin eylem ve işlemi nedeniyle ilgililerin uğradıkları gerçek zararın tazmin aracıdır. Gerçek zarar ise; idari eylemin meydana geldiği an itibarıyla uğranılan ve tespit edilebilen zarar tutarıdır. İdarenin aynen iade yükümlülüğü olan bir malı iade edememesinden doğan gerçek zarar ise, iade tarihi itibarıyla söz konusu malın yerine konulması için gerekli olan tutardır.
Örneğin, destekten yoksun kalma tazminatıyla ölenin (desteğin) gelecekte elde etmesi muhtemel gelirinin aktüelleştirilerek, destekten yoksun kalanın ölüm olayından önceki sosyal ve ekonomik yaşam düzeyinin devamını sağlayacak gelire kavuşturulması amaçlandığından, bu hususlar dikkate alınarak zarar hesaplanmalıdır.
Yine belirlenen maddi tazminat hesaplanırken, öncelikle gerçek zararın belirlenmesi, bu zarardan ilgililerin kusuru oranında indirim yapıldıktan sonra istem dikkate alınarak tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.
Manevi tazminat belirlenirken ise bir yandan ilgililerin sosyal ve ekonomik durumu dikkate alınarak olay nedeniyle duyduğu manevi acının kısmen giderilmesini ifade edecek, ancak ilgilinin zenginleşmesine yol açmayacak; buna karşın da idarenin eyleminin hukuka aykırılığının ağırlığını ortaya koyacak ve hukuka aykırılığı özendirmeyecek bir miktarın belirlenmesi gerekmektedir.
İdari İşlem veya Eylemin Bulunması
Tam yargı davalarında idarelerin tazmin ile sorumlu tutulabilmesi için zararın idari işlemden veya idari eylemden doğmuş olması gerekir. Eğer, zarı dayanağı idari işlem veya idari eylem olmadığı ve üçüncü kişilerden kaynaklandığının anlaşılması halinde tazmin kararı verilmez.
Kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında bireylerin uğradığı özel ve olağandışı zararların tazmini gerekmekte olup, bu ilke idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu yönündeki Anayasa hükme ifadesini bulmaktadır.
Nitekim, Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında; idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari veya eylemin hukuka uygunluğunun denetimi esastır. Bu nedenle olayın oluşumu ve zararın niteliği dikkate alınarak, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp, uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de herhalde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğar. idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilebilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulmaması gerekmektedir.
Zararı Hafifleten Nedenler
İdarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olacağı yolundaki genel kurala göre, idarenin oluşan bir zarardan sorumlu tutulabilmesi ortada bir zararın bulunması, bu zararın idareye atıf ve isnadının mümkün olmasına ve zararla eylem arasında uygun neden-sonuç ilişkisi bulunması koşullarının bir arada gerçekleşmesine bağlıdır.
İdarenin, tazmin sorumluluğunun kabul edilebilmesi, kamu hizmetinin yürütülmesi dolayısıyla ferdi mülkiyete veya fertlere bir zarar verilmesi, tazmini istenilen zararla yürütülen kamu hizmeti arasında nedensellik bağının bulunması halinde mümkündür.
Bu koşullardan birinin yokluğu idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırıcı niteliktedir. Zararın idareye atfedilebilmesi ise, ya idarenin açık bir kusurunun varlığı ya da idarenin objektif sorumluluk esaslarına göre sorumlu tutulabilmesi ile mümkündür.
Hizmet kusuru nedeniyle zararın idareye yükletilebilmesi ise idareye verilen kamu hizmetinin hiç veya gereği gibi işlememesi veya geç işlemesi ile olanaklıdır.
İdari eylem ile zarar arasındaki uygun neden-sonuç ilişkisi ise idari eylemin zararın gerçek nedenini, illetini oluşturmasıdır. Bu bağın yokluğu da tazmin sorumluluğunu ortadan kaldıracaktır.
Zararın doğumundaki kişinin kendi kusurunun olması veya üçüncü şahsın kusurunun bulunması durumlarında kusur oranınına göre bazen idarenin sorumluluğunu azaltmakta ve bazen de tamamen ortadan kaldırmaktadır.
Mücbir Sebep
Danıştay’a göre zararın mücsir sebepten kaynaklanmış olması halinde idarelere yüklenebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığından ve bu tür durumlarda kusursuz sorumluluk ilkesine de gidilemeyeceğinden tazminat istekleri reddedilmektedir.
Zarara Uğrayan Kişinin Kusuru
Zarara uğrayan kişinin, zararın oluşumuna kendisinin katkısının olması durumunda, bu katkı oranına göre, idarenin sorumluluğu tamamen ortadan kalkabileceği gibi kısmen hafifleyebilir ya da asıl sorumlu olan idare zararı karşılamak zorunda kalabilir.
Üçüncü Kişinin Eylemi
Zarar, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanmışsa bu zarara üçüncü kişinin eylemi de katkıda bulunması halinde kusuru oranına göre idarenin sorumluluğu tamamen kalkabileceği gibi kısmen de kalkabilir.
Eğer zarar kusursuz sorumluluk esaslarına göre doğmuş ise o zaman üçüncü kişilerin eylemi idarenin sorumluluğu etkilemez. Bu durumda zararın aslı sorumlu olan idareden tazmini gerekir.