Ceza Yargılamasında Delillerin Ortaya Konulması ve Tartışılması
Delil Kavramı
Ceza muhakemesi hukukunun temel gayesi olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi adına ispat amacıyla kullanılan araçlara delil adı verilmektedir. Delilin ayırıcı unsuru, ispat edilecek hususu ya da olayı temsil etmesidir.
Malum olunduğu üzere ceza hukukunda delil serbestisi geçerlidir. Başka bir anlatımla, ceza muhakemesinde özel hukuk yargılamasından farklı olarak, kesin delil-takdiri delil ayrımı söz konusu değildir. Zaten maddi gerçeğin ortaya çıkarılması noktasında da böyle bir ayrımdan bah- sedilebilmesi işin doğasına aykırıdır. Zira ceza muhakemesinde herhangi bir delilin olayı kesin olarak kanıtladığını söylemek yanıltıcı olabilir. İkrar dahi hâkimi bağlamamaktadır. Dolayısıyla ceza yargılamasında, kanuni sınırlar içerisinde, her şey delil olabilir.
Delillerin Özellikleri
Her ne kadar ceza hukukunda delil serbestisi ilkesi egemen ise de ispat aracı olarak kullanılacak delillerin birtakım özelliklere haiz olması gerektiği muhakkaktır. Bunları kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:
Yargılama konusu olayın tümünü veya bir kısmını ispat edecek nitelikte olmalıdır.
Beş duyu organıyla algılanabilmelidir.
Hukuka uygun yollardan elde edilmiş olmalıdır.
Sağlam ve güvenilir olmalıdır.
Müşterek olmalıdır. Yani iddia, savunma ve yargılama makamlarının bilgisine sunulmalıdır.
Akılcı, bilimin kabul ettiği bir husus olmalıdır.
Doğrudan Delil-Dolaylı Delil Ayrımı
Öğretide yapılan ayrıma göre deliller, doğrudan delil-dolaylı delil olarak iki gruba ayrılır. Bir delil, olayın ispatına ilişkin olarak asıl delil niteliğini taşıyorsa doğrudan delildir. Bu bağlamda örneğini olayı gören tanığın ifadesi doğrudan delildir. Ancak tanık olayı görmemiş, şüphelinin o gün eve giriş saatine şahit olmuşsa dolaylı delildir. Çünkü bu beyan olayı doğrudan ispatlaya- mamakta, doğrudan ispata yardımcı olmaktadır. Bu tip delillere delil başlangıcı, belirti delili ya da yan delil adı da verilmektedir.
Delil Türleri
Beyan Delilleri
Beyan delilleri şüpheli-sanık ve tanık beyanı olmak üzere ikiye ayrılır.
Şüpheli-sanık beyanı, esasen kendisini savunmaya yönelik olsa da bu beyanının delil değerinin olduğu çok açıktır. Bu beyan, suç şüphesi altında olan sanığın suçlu olmadığını ortaya koymaya çalışırken sahip olduğu önem kadar yeri geldiğinde suçu üstlenmiş olan sanığın aslında suçlu olmadığının ortaya çıkarılmasında da büyük önem taşımaktadır. Zira sanığın belki de mimiklerinden mahkeme suçsuz olduğu sonucuna varabilecektir. Dolayısıyla bu durum görüldüğü üzere, kovuşturmanın sözlü olmasıyla da çok alakalıdır. Vicdani delil sisteminin geçerli olduğu CMK’da bütün deliller serbestçe değerlendirileceğinden, şüpheli-sanığın kendi aleyhine açıklamaları tek başına mahkûmiyet gerekçesi olama- malıdır.
Kanunun 2. maddesinde şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi ifade alma, şüpheli veya sanığın hâkim veya mahkeme tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi ise sorgu olarak tanımlanmaktadır. Cumhuriyet savcısı, ifade almayı bizzat kendisi yapabileceği gibi 161/1. madde uyarınca bunu kolluğa da emredebilir.
Bir suçun tespiti veya aydınlatılmasına yönelik olarak, müşteki ve suçtan zarar gören ile suç işleme şüphesi altında bulunmayan diğer kişilerin dinlenmesini ve tutanağa geçirilmesi ise Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliğinde “Bilgi Alma” şeklinde tanımlanmıştır. Burada özelliklere müşteki ve suçtan zarar gören dışında suç işleme şüphesi altında bulunmayan kişilerden bilgi alınmasına dikkat edilmelidir. Eğer kolluk bu kişilere şüphe üzerine soru soruyorsa, bu artık ifade alma usulüne tabi olmalıdır.
İfadenin kolluk tarafından alınması hâlinde;
Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz (CMKm. 148/4).
Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir (CMK m. 148/5). Bu hükümden çıkan bir diğer sonuçta ifadenin birkaç kez alınabileceğidir. Ayrıca ifadenin nerede, ne kadar süreyle alınabileceği gibi hususların Kanun’da düzenlenmemiş olmasının soruşturmanın dağınıklığı ilkesinin bir sonucu olduğunu tekraren belirtmemiz gerekir. Yine ifadenin sözlü veya yazılı olarak alınması da mümkündür.
İfade, “hadi anlat bakalım” şeklinde alınıyorsa dikte yöntemi uygulanıyor demektir. Ayrıca ifadenin soru-cevap şeklinde alınabilmesi de mümkündür. Dikte yönteminin bir sakıncası, şüpheliye olayı kurgulaması adına fırsat tanınabilmesidir.
İfadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişi davetiye ile çağrılır; çağrılma nedeni açıkça belirtilir; gelmezse zorla getirileceği yazılır (CMK m. 145). Zorla getirme kararı ile çağrılan şüpheli veya sanık derhal, olanak bulunmadığında yol süresi hariç en geç yirmidört saat içinde çağıran hâkimin, mahkemenin veya Cumhuriyet savcısının önüne götürülür ve sorguya çekilir veya ifadesi alınır (CMK m. 146/4). Zorla getirme, bunun için haklı görülecek bir zamanda başlar ve hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı tarafından, sorguya çekilmenin veya ifade almanın sonuna kadar devam eder (CMK m. 146/5). Zorla getirmeye karar verme yetkisi savcı ve doğal olarak hâkim/mahkemeye aittir.
Öte yandan yakalanan kişinin de ifadesi alınır ve esasen gözaltı süresi içinde yapılacak en önemli işlem de ifade almadır.
Aralarında çelişki bulunması halinde; sanığın, hâkim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcısı tarafından alınan veya müdafiinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanaklar duruşmada okunabilir (CMK m. 213). Sorgu tutanakları ise bu koşullara bağlı olmaksızın her zaman okunabilir.
Gözaltına alınan kişinin, bırakılmaması durumunda, en geç 91. maddede belirtilen süreler sonunda sulh ceza hâkimi önüne çıkarılıp sorguya çekilmesi gerekir. Sorguda müdafii de hazır bulunur (CMK m. 91/7).
Kovuşturma evresinde de duruşmanın başlamasıyla beraber sanığın sorgusu mahkeme tarafından yapılabilir.
Kanun’un 147. maddesi uyarınca, şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
- Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.
- Kendisine yüklenen suç anlatılır.
- Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.
- 95 inci madde hükmü saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhâl bildirilir.
- Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir.
- Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır.
- İfade verenin veya sorguya çekilenin kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır.
İfade ve sorgu işlemlerinin kaydında, teknik imkânlardan yararlanılır.
İfade veya sorgu bir tutanağa bağlanır. Bu tutanakta aşağıda belirtilen hususlar yer alır:
- İfade alma veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih.
- İfade alma veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği.
- İfade almanın veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise nedenleri.
- Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı.
- İmzadan çekinme hâlinde bunun nedenleri.
Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz (CMK m. 148/1). Ayrıca Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez (CMK m. 148/2). Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez (CMK m. 148/3). Bu tutanaklar duruşmada okunamaz.
KOLLUKTA ALINAN İFADENİN DURUŞMADA OKUNABİLMESİNİN İFADE ALINMASI ESNASINDA MÜDAFİİN HAZIR BULUNMASINA BAĞLI OLDUĞUNA, OYSA YASAK USULLERLE ALINMIŞ BİR İFADENİN DURUŞMADA HİÇBİR SURETTE OKUNAMAYACAĞINA DİKKAT EDİLMELİDİR. AYRICA MÜDAFİ HAZIR BULUNMADAN KOLLUĞUN (YASAK USULLE OLMAYAN) ALDIĞI İFADENİN HÜKME ESAS ALINABİLMESİNİN ANCAK BUNUN HÂKİM VEYA MAHKEME HUZURUNDA ŞÜPHELİ VEYA SANIK TARAFINDAN DOĞRULANMIŞ OLMASININ GEREKTİĞİNE DE DİKKAT ÇEKMEMİZ GEREKİR.
Tanık açıklamaları da gerçek olması koşuluyla, maddi gerçeğe ulaşma çabasında büyük öneme sahiptir. Kural olarak herkes tanık olabilir; kişinin çocuk, yaşlı, hasta, akraba, sanığın eşi veya düşmanı olması bu bağlamda önem taşımaz. Uygulamamızda suç ortakları ve mağdur da tanık olarak dinlenmektedir.
Tanık beyanı, tanığın doğrudan olayla ilgili beş duyu organıyla edindiği izlenimleri veya dolaylı olarak olayla ilgili edindiği izlenimleri anlatmasıdır. Mağdurun tanık olarak dinlenmesi halinde, yemin hariç, tanıklığa ilişkin hükümler uygulanacaktır (CMK m. 236/1).
Bazı kişilerin tanıklıkları sırasında kendi uzmanlıklarının kazandırdığı bilgileri de aktarması hâlinde bu kişilere tanık-bilirkişi adı verilir.
Tanığın kişisel (sübjektif) değerlendirmeleri delil olarak değerlendirilmemelidir. Zira örneğin tanık, arabanın yayaya hızlı bir şekilde çarptığını söylediğinde bu sübjektif bir değerlendirme olacaktır.
Belge Delili
Somut bir olayı temsil eden, insan yapısı ispat araçlarına belge delili denilmektedir.
Belgeler, yazılı belge, şekil tespit eden belge ve ses tespit eden belge olmak üzere üçe ayrılabilir.
Belirti Delili
Keşif ile ortaya çıkabilecek ve olaydan geriye kalan iz ve eserleri ifade eden delillere belirti delili adı verilir.
Delillerin Ortaya Konulması ve Tartışılması
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir (CMK m. 206/1).
Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:
- Delil kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
- Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa.
- İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa.
Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir (CMK m. 206/3). Ancak bu anlaşmanın mahkemeyi bağlamayacağına, zira Kanun’da vazgeçilebilir ifadesinin kullanılmış olduğuna ayrıca dikkat edilmelidir.
Delilin ortaya konulması istemi, bunun veya ispat edilmek istenen olayın geç bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemez (CMK m. 207). Ancak delilin ileri sürülmesinin zaman olarak tümüyle sınırsız olduğunu kabul etmek de mümkün değildir. Aksi hâlde “kesin hükmün” bir anlamı kalmaz. Kanımızca delil ileri sürülebilmesi “hüküm kesinleşene kadar”, yani yargılama aşaması bitinceye kadar mümkün olmalıdır.
Öte yandan, hazır bulunmayan bir delilin ilk defa duruşmada araştırılması ve ortaya konulması da mümkündür. Nitekim deliller esas olarak soruşturma evresinde ve duruşma hazırlığı devresinde toplanmakta ise de çeşitli nedenlerle duruşma devresinde de delil toplamaya ihtiyaç duyulabilir. Maddi gerçeği araştıran ceza yargılamasında, böyle bir ihtiyaç duruşmada hâsıl olsa bile bu delillerin toplanmasına karar verilebilir. Bu konudaki karar istek üzerine veya resen mahkemece verilebilir. Zira ceza muhakemesindeki maddi gerçeği bulma çabası bunu kaçınılmaz kılar.
Tanığın ve bilirkişinin davet edilmesinin veya başka bir delilin ortaya konulmasının duruşmada istemesi, son kararın açıklanmasına başlanıncaya kadar mümkündür. Mahkeme, bu isteğin kabul veya reddine karar verir.
Doğrudan Soru Yöneltme (Çapraz Sorgu)
Kavram olarak, geniş ve dar anlamda çapraz sorgu, farklı hususları ifade eder. Bir bütün olarak geniş anlamda, tanıkların ve bilirkişilerin, iddia (savcı) ve savunma makamı (avukat) tarafından, hâkim aracılığı olmaksızın; ancak hâkimin denetiminde ve önünde, doğrudan sorgulanması sistemini ifade ederken, dar anlamda, karşı tarafın diğer tarafın tanığını hâkim önünde ve denetiminde (kontra soru sorması) işlemini ifade etmektedir. Kanunumuzdaki düzenlemeye baktığımızda, daha çok geniş anlamdaki doğrudan soru yöneltmenin düzenlenmiş olduğunu görmekteyiz.
Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere. duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir (CMK m. 201/1).
Heyet halinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hâkimler de yukarıda belirtilen kişilere (doğrudan) soru sorabileceklerdir (CMK m. 201/2).
Duruşmada Okunacak Belgeler
Duruşmada Anlatılması Zorunlu Belge ve Tutanaklar (CMK m. 209)
Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları (1), naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları (2) ile muayene ve keşif tutanakları (3) gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar (4), adlî sicil özetleri (5) ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler (6), duruşmada anlatır.
Sanığa veya mağdura ait kişisel verilerin yer aldığı belgelerin, açıkça istemeleri halinde, kapalı oturumda anlatılmasına mahkemece karar verilebilir.
Duruşmada Okunamayacak Belgeler (CMK m. 210)
Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme verine geçemez.
Tanıklıktan çekinebilecek olan kişi, duruşmada tanıklıktan çekindiğinde, önceki ifadesine ilişkin tutanak okunamaz. Ayrıca şunu da belirtmemiz gerekir ki eski beyan ve ifadeyi alan kimsenin tanık olarak dinlenmesi de mümkün olmaz. Aksi hâlde bunun kanunu dolanmak olacağı mutlaktır.
Duruşmada Okunmasıyla Yetinilebilecek Belgeler (CMK m. 211)
- Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,
- Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,
- İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,
Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.
Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.
Tanığın Daha Önceki İfadesinin Okunması (CMK m. 212)
Tanık, bir hususu hatırlayamadığını söylerse önceki ifadesini içeren tutanağın ilgili kısmı okunarak hatırlamasına yardım edilir.
Tanığın duruşmadaki ifadesiyle önceki ifadesi arasında çelişki bulunduğunda, evvelce alınmış ifadesi okunarak çelişkinin giderilmesine çalışılır.
Sanığın Önceki İfadesinin Okunması (CMK m. 213)
Aralarında çelişki bulunması halinde; sanığın, hâkim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcısı tarafından alınan veya müdafiinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanaklar duruşmada okunabilir.
Rapor, Belge ve Diğer Yazıların Okunması (CMK m. 214)
Bir açıklamayı ve görüşü içeren resmî belge ve diğer yazılar ve fennî muayene ve doktor raporlarının okunmasından sonra gerekli görülürse belge ve diğer yazılar veya raporda imzası bulunanlar, açıklamada bulunmak üzere duruşmaya çağrılabilirler.
Açıklama ve görüş veya rapor bir kurul tarafından verilmişse mahkeme, kurulun görüşünü açıklamak üzere görevi, üyelerden birine vermeyi kurula önerebilir.
Bilimsel görüşlere ilişkin açıklama, bu Kanunun 68 inci madde hükümlerine göre yapılır.
Delillerin Tartışılması (CMK m. 216)
Delillerin ortaya konulmasının ve böylece bunların hüküm verme faaliyetine katı lanlar tarafından öğrenilmesini sağlamanın amacı delillerin tartışılmasına ve bunların değerinin ortaya konulmasına imkân vermektir. Bu nedenle delillerin ortaya konulması aşamasında, ortaya konulan her bir delilin tartışılmasına olanak tanınmalıdır.
Suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur (CMK m. 215).
Beyanları birbiri ile tutmayan tanıklar yüzleştirilebilir (CMK m. 52/2). Böylece bu beyanlardan hangisine değer verileceği belirlenmeye çalışılır.
Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir. Son sözün sanığa verilmemesi savunma hakkının sınırlandırılması anlamına geleceğinden, mutlak bozma sebebidir. Ancak bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez.
Yukarıdaki hükümlerden de anlaşıldığı üzere, kanun, son mütalaalar yönünden sıkı bir sıra izlemekte, önce iddia makamını işgal edenlerin, ardından da savunma makamını işgal edenlerin son mütalaalarını bildirmelerini kabul etmektedir.
Taraflar, son mütalaalarında sadece maddi görüşe ilişkin değil, hukuki soruna yani uygulanacak hukuk kuralına ilişkin görüşlerini de açıklarlar.
Delilleri Takdir Yetkisi (CMK m. 217)
Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. Bu itibarla ceza muhakemesinde vicdani ispatın geçerli olduğu aşikârdır; kural olarak, hangi hususun hangi delille ispat olunacağı önceden belirli kurallara tabi tutulmamıştır. Ancak tabi ki bu serbestlik keyfilik anlamına da gelmemektedir. Hâkim, delilleri değerlendirmeli ve hükmünü gerekçelendirmelidir. Ayrıca sanığın, suçtan dolayı cezalandırılabilmesi için suçun da kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ispat edilmiş olması “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin bir gereğidir.
Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir. Bu hükümden çıkan sonuç, sanığın belli bir suçu işlediği gerekçesiyle cezalandırılabilmesi için delillerin hukuka uygun yollarla elde edilmiş olmasının gerektiğidir.
CMK m. 148/3’e göre, “Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez. ”
Anayasa’nın 38/6. maddesine göre de “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.” Buradan çıkan sonuç, delil yasağının yalnızca ceza hukuku açısından değil, disiplin soruşturmaları dahil olmak üzere bütün yargılamalar açısından geçerli olacağı şeklindedir.
CMK’daki delil yasaklarına ilişkin düzenleme soruşturma ve kovuşturma makamları ile birlikte özel kişileri de bağlamaktadır. Anayasa’nın 38. maddesindeki düzenleme de özel kişilerin elde ettikleri deliller açısından, bunların hukuksal değer, etki ve nitelemesi açısından, soruşturma ve kovuşturma alanında görevli kamu görevlilerinin eylemlerinden farklı ele alınmasını sağlayacak bir düzenlemeye yer vermemiştir. Burada belirleyici olan husus, delilin hukuka aykırı biçimde elde edilip edilmediğidir. Dolayısıyla örneğin bir gerçek kişinin hukuka aykırı yollardan elde ettiği ses kaydı delil olarak kullanılamayacaktır. Ancak özel kişilerce tesadüfen elde edilen deliller açısından bu yasak geçerli değildir.
Öte yandan, bazı hâllerde de haklar dengesi gözönünde tutulmalı ve basit bir şekli aykırılığın ağır bir hak kaybına yol açmasına sebep olmasının önüne geçilmelidir. Bu bağlamda örneğin, yasaya aykırı olarak gece yapılan bir aramada bulunan delilin, başka da delil elde edilememiş olduğu varsayıldığında, kasten öldürme suçundan yargılanan bir kişinin aleyhine olacak şekilde kullanılmasına mutlak olarak karşı çıkılmamalı- dır. Böyle bir durumda sadece ilgili görevlilerin sorumluluğu yoluna gidilmekle yetinilmelidir.