Beraat ve Aklanma Kavramının Yasal Niteliği
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS NO. 1979/7-283
KARAR NO. 1979/331
KARAR TARİHİ. 17.9.1979
> BERAAT KAVRAMININ YASAL NİTELİĞİ ( Mahkemece İlamda Beraat Yerine Aklanma Kelimesinin Kullanılamayacağı – Kavramların Hüküm Sonucunun Anlaşılmasına Engel Teşkil Edecek Şekilde Değiştirilemeyeceği )
> AKLANMA KAVRAMININ BERAAT KARŞILIĞINDA KULLANILAMAMASI ( Hakimin Yasada Yer Alan Kavramları Kullanmayarak Kavram Kargaşasına Sebep Olmaması Gereği )
> KAVRAM KARGAŞASINA SEBEP OLACAK ŞEKİLDE YASADAKİ KAVRAMLARIN YERİNE BAŞKA SÖZCÜKLERİN KULLANILAMAYACAĞI ( Hüküm Veren Mahkemece Beraat Kararı Yerine Aklanmaya Karar Verilmesi )
1412/m.253, 260, 307, 308, 424
ÖZET : Hukukun tutucu olduğu düşünülerek yenilenme çabasına karşı mı çıkılmalıdır? sorusuna olumlu yanıt asla hatıra getirilmemekle beraber kavram kargaşasını önlemek de bir ödev olduğuna göre yapılması gereken iş bir yazıda kullanılan Türkçe terimlerin hemen yanına yasada yazılı bulunanlar gösterilerek Türkçe terimleri toplumun veya kuruluşların tutum ve benimsemesine terketmektir. Böylece zorlayıcı davranışların sakıncaları ortadan kaldırılmış ve kavram kargaşalığı da önlenmiş olacaktır. Duruşmanın sona ermesini izleyerek verilecek kararlardan birinin, ancak “beraat” biçiminde olması halinde yasal anlamda bir hükmün varlığından söz edilebilir. Bunun yerine “aklanma” sözünün kullanılması halinde yasaya aykırılık durumu oluşur.
DAVA : Kaçakçılıktan sanık Namık’ın aklanmasına ve eşyaların geri verilmesine dair ( Trabzon Asliye Ceza Mahkemesi )nden verilen 13.7. 1978 gün ve 228/375 sayılı hüküm müdahil vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Yedinci Ceza Dairesi’nce incelenerek bozulup yerine geri çevrilmiştir.
İlk hükümde direnmeye ilişkin aynı mahkemeden verilen 15.3.1979 gün ve 675/1 17 sayılı son hükmün Yargıtay’ca incelenmesi müdahil vekili tarafından süresinde verilen dilekçe ile istenilmiş ve koşuluda yerine getirilmiş olduğundan, dosya C. Başsavcılığı’nın hükmü bozulması istemini bildiren 7.6. 1979 gün ve 7/4057 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulun’ca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Kaçakçılıktan sanık Namık’ın aklanması biçiminde kurulan hükmü özel daire; ( CMUK.nun 253. maddesine aykırı biçimde sanığın beraati yerine, aklanmasına karar verilmesi ) isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar vermiş, yerel mahkeme ise “aklanma”, sözcüğünün beraat karşılığı olarak kullanılmasında yasaya aykırı bir yön bulunmadığı, zira hukuki bir kuralın uygulanmaması, yahut yanlış uygulanmasının söz konusu olmadığını, Türk Dil Kurumu’nun bu güne dek yayınladığı sözcüklerle aklanma sözcüğü beraat ve ibra sözcüğüne karşılık olarak gösterildiği, Anayasa’nın 3. maddesinde ( Resmi dil Türkçe’dir ) hükmünün yer aldığını, hukuk dilinin araştırılmasında hukukçuların da bir ödevi bulunduğunu ileri sürerek önceki hükümde direnmiştir.
CYUY.nın 253. maddesinde ( duruşmanın sona erdiği tefhim olunduktan sonra hüküm verilir. Sanığın beraatine veya mahkumiyetine. davanın reddine veya düşürülmesine ve muhakemenin durmasına dair kararlar hükümdür ). kuralı getirilmiş ve aynı Yasanın 260. maddesinde beraat hükmünün içereceği koşullar gösterilmiştir. Görüldüğü gibi beraat hukuk bitimi açısından bir sözcük değil, bir terim ( mefhum ) dur. Nitekim Lügatı Naci, Meydan Larus ve Türk Hukuku Sözlüğünde ( v.b.g. ) tanımı bu yönde yapılmaktadır. Bu nedenledir ki yasa buyruğu gibi, duruşmanın sona ermesini izleyerek verilecek kararlardan birinin ancak beraat biçiminde olması halinde yasal anlamda bir hükmün varlığından bahsedilecek aksi halde ise CYUY.nın 307 ve 308. maddelerinde yazılı kanuna muhalefet hali oluşmuş olacaktır.
Diğer taraftan yine muhtelif sözlüklerde ( Logat ), bir dildeki kelimelerin manalarını aynı dil veya başka bir dil ile tanımlayan kitap olarak belirtilmiştir. Şu halde Cumhuriyet döneminden önce veya sonra yazılmış bir kısım sözlüklerde beraat sözcüğünün tanımı yapılırken ( temizlenmek, ağarmak, temize çıkmak, anlık veya aklanmak ) biçiminde yapılan açıklamalarda sözcüğün anlamını ifade için kullanıldığı kabul edilerek bunların karşıt sözcükler olarak gösterilmediğini belirtmek gerekir.
Ancak yeterli olmasa dahi bilhassa Cumhuriyet döneminden bu yana giderek artan bir çaba ile hukuk biliminde de yabancı kökenli terim ve sözcüklerin yerine Türkçe karşılıklarının kullanılmasına çalışılmaktadır. Fakat Anayasanın 3. maddesinde yer alan buyruğun, bilim dilinde yerine getirilmesi yalnız yetkili kurul veya kurumlar dışında rastgele herkesin üreteceği sözcüklerle hemen gerçekleşmesi de olası değildir. Birçok deyimler Türkçe karşılık olarak ortaya sürülen bazı sözcüklerin toplum tarafından itibar gösterilmemesi sonucu unutulup gittiğini kanıtlamaktadır. Türk Dil Kurumu Yayınlarından ( Ceza Yargılama Yöntemi Yasası Terimleri Sözlüğü ) adlı yapıtının giriş bölümünde sayın yazar A. Erdoğdu’nun işaret ettiği gibi, ortaya konan tenimler öneri niteliğinde bulunur ve kesinlik anlamını taşımaz. ilerde bunlardan daha uygunlarının bulunacağı düşünülürse, üretilen veya öztürkçe olduğu öne sürülen değişik sözcüklerin gelişigüzel kullanılması halinde arşivlere girecek ilamlar dolayısiyle bugün veya gelecekte uygulama alanında ortaya çıkacak kavram kargaşası üzerinde de titizlikle durulması gerekir. Ayrıca, aklanma sözcüğünün beraatin tam karşılığı olmadığı ve bu sözcüğün daha çok ibra karşılığında kullanıla geldiği de görülmektedir.
Kaldı ki yasa koyucu 3.3.1973 gün 1696 sayılı Yasa ile CYUY.nın birçok maddelerinde yaptığı değişiklik sırasında ve bu meyanda 253. maddeye ilaveler yaptığı halde ( Beraat ) teriminde bir değişiklik yapmamıştır. Aynı yasanın 424. maddesi ise ( Bu kanunda kullanılan istlahlar ve tabirler TCK. nunda bunların karşılığı olarak kullanılmış bulunan eski istilah ve tabirler yerine kaim olmuştur ). Hükmü ile yasada yazılı terimlerin kullanılma zorunluluğunu öngörmüştür.
Hukukun tutucu olduğu düşünülerek yenilenme çabasına karşı mı çıkılmalıdır? sorusuna olumlu yanıt asla hatıra getirilmemekle beraber kavram kargaşasını önlemek de bir ödev olduğuna göre yapılması gereken iş bir yazıda kullanılan Türkçe terimlerin hemen yanına yasada yazılı bulunanlar gösterilerek Türkçe terimleri toplumun veya kuruluşların tutum ve benimsemesine terketmektir. Böylece zorlayıcı davranışların sakıncaları ortadan kaldırılmış ve kavram kargaşalığı da önlenmiş olacaktır.
Bu itibarla ve yukarıdan beri açıklanan nedenlerle yerel mahkemece verilen hükmün bozulması düşüncesi çoğunluk görüşü olarak oluşmuş bulunmaktadır.
Çoğunluk kararına katılmayan Üye A. Ayanoğlu; özel daire bozma nedeninin yasaya aykırılık halini oluşturmadığından esasın incelenmesi için dosyanın özel daireye gönderilmesi yolunda;
Çoğunluk kararına katılmayan üye A.Rıza Önder ise; ( Trabzon Asliye Ceza Mahkemesi )nden verilen kararda “beraat” terimi yerine “aklanma” sözcüğünün kullanılmasında, bozmayı gerektirecek bir yön ve yasaya aykırılık bulunmadığı kanısındayım. Beni bu kanıya ulaştıran nedenleri aşağıda açıklıyorum
CMUK.nun 321. maddesi uyarınca verilen bozma kararlarının 307. maddeye göre “yasaya aykırılık” nedenine dayanması gerekir. 307. maddenin 2. fıkrası, bu kavramı şöyle tanımlamıştır. “Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi, yahut yanlış tatbik edilmesi, kanuna muhalefettir.” Bu genel tanım dışında bir de saymaca nedenler gösterilmiştir ki bunlar 308. maddede sıralanmıştır.
Yerel mahkemenin, arapça “beraat”, yerine Türkçe “aklanma”, terimini kullanılmasında, anılan saymaca nitelikteki yasaya aykırılık nedenlerinden hiçbirisi yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, Yüksek Yedinci Ceza Dairesi, 307. maddedeki tanıma dayanarak hükmü bozmuştur.
Oysa, yıpranmış, işlevini yitirmiş, yabancı asıllı bir terimin yerine kültür çevrelerince benimsenmiş, kökeni eski bir Türkçe sözcüğün yepyeni bir terim olarak kullanılmasında, tüzel bir kuralın uygulanmaması, ya da yanlış uygulanması gibi bir olay gerçekleşmiş değildir. Yasa koyucunun belirlediği “hukuki kaide” kavramını bu biçimde genişletmeye, yargı organı olarak yetkimiz ve hakkımız yoktur. Tartışma konusu olarak ortada, sadece bir terim yenilenmesi olayı vardır. Yasaya aykırılığı söz konusu olmayan bir hükmün bozulması düşünülemez. Burada, tüze kuralı değil, olsa, olsa dil politikasına ilişkin bir Anayasa kuralı vardır. Bu ise, Anayasanın 3. maddesinde belirtildiği üzere “Devlet dilinin Türkçe oluşu” dur.
Öte yandan, “Yasa terimlerine uygunluk” gibi bir ilkeye dayanılması durumu da böyle bir bozmaya hak vermez. Bu gerekçe ile yapılacak uygulamada hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çünkü, bu nitelikteki bozmaların Yüksek Genel Kurulda benimsenmesi halinde, böyle yerel yargılık kararlarının hepsinin terim tutarsızlığı nedeniyle bozulması yolu açılacaktır. Ben kesinlikle ileri sürüyorum ki, yargılıklarımızdan gelen bütün kararlarda ( hiç değilse yüzde doksanında ), böyle bir terim uyuşmazlığı vardır. Kimisinde, yasadaki eski “ıstılah”a uyulmamış, yeni terim kullanılmıştır, kiminde de bunun tersi yapılmıştır.
Nitekim, CMUK.nun 424. maddesi, TCK. da bulunan düzineler tutarındaki eski terim ve deyimleri yürürlükten kaldırmış, yerine yenilerini koymuştur. Bunlardan üç örnek sunmakla yetineceğim : Tahliye : salıverme murafaa : duruşma, idam : ölüm cezası olmuştur. Ne var ki, elli yıldan beri yasanın bu buyruğu, uygulama alanında pek az yerine getirilmiş, büyük çoğunlukla yasanın kaldırdığı eski terimler, bütün yargı, çevrelerince rahatlıkla kullanılmıştır. Bu gün, tahliye, murafaa ve idam sözleri kullanıldı diye Yargıtayca bozulan bir tek karar gösterilebilir mi? öyleyse “beraat” e niçin ayrıcalık tanıyoruz?
Kimi arkadaşlar beraatin, duruşmayı bitirici, ana terim olduğunu söylediler. O halde, bu sözcüğe ana terim payesi veren 253. maddeyi alalım ve örneklerimizi bundan verelim : Anılan maddede “beraat” ten başka, “düşme” ve “durma” terimleri de vardır, bunlar da duruşmayı sona erdiren, beraatle eşdeğerde ana terimlerdir. Bu gün bir yargıç, düşme yerine “sukut” ve durma yerine “tatil” dese, bu kararı da bozacak mıyız.? Bir dilekçe, Yargıtay’a gönderilirken, “Temyiz Mahkemesine” diye yazılsa bunu geri mi Çevireceğiz? Bu sorularıma, sayın üyeler, genel kurul görüşmesi sırasında yanıt veremediler Kimi meslektaşlarımıza, nedense yabancı kökenli sözcükler sevimli, öz Türkçe olanlar sevimsiz görünüyor. Eğer böyle bir psikolojik neden söz konusu değilse, “beraat” sözüne tanınan ayrıcalık ve “aklama” sözüne karşı duyulan tedirginlik nereden geliyor? Anlaşılması güç bir konu karşısındayız.
Öte yandan hangi terim birliğini sağlamaya çalışıyoruz? Yasalarımızda terim birliği zaten yoktur. Rastgele üç örnek vereyim. CMUK.nun 365. maddesinin fasıl başlığı, “müdahale” der, madde başlığında ise, “İltihak” tansoz edilir. Metin’de de ikisi bir arada kullanılır. TCK.nun 283. maddesinin başlığında “tasni” denir, metinde ise, “uydurma” dan söz edilir. Bu Yasanın 298. maddesi başlığında “firar” yazılıdır. Metin içinde “kaçmak” sözü kullanılır. Bu mu yasalardaki terim birliği?
Doğrusu şudur ki, toplumsal bilimlerde, deneysel ve maddeye davalı bilimlerdeki gibi kesin, değişmez terimler saptamak kolay değildir. Ayrıca 150 yıldan beri süregelen dilde Türkçeleşme akımının doğal ve zorunlu sonucu olarak da yabancı kökenli sözcük ve terimlerin özleşmesi, kaçınılmaz bir olgudur. “Yasa” ve “yargıç” gibi terimler Anayasa dışında bırakıldığı halde, hemen bütün yargı organları bunları seve, seve ve bol bol, kullana biliyor. Bu iki Türkçe sözcüğü Anayasa’dan sonra çıkan yasa metinlerinde bile bulabiliyoruz. İşte iki örnek : Seçimlerle ilgili 298 sayılı Yasanın 18. maddesinde “hakim” denmemiş “yargıç” denmiştir. Yasama organı üyelerinin yolluk ve ödenekleriyle ilgili 1905 sayılı Yasada ise, “kanun” denmemiş, “yasa” denmiştir.
Görülüyor ki, aslında var olmayan bir terim birliğini sağlamak da dayanaksız kalmaktadır. Terimlerin yasalardakine uygunluğu biçiminde ele alınan kural, biçimden çok özle ilgilidir.
Şimdi de “beraat” ve “aklanma” sözcüklerine değineceğim.
Beraat, Arapça’da “beri ve vareste olma, bir işe zimedhal olmama, bir davanın neticesinden pak ve ilişiksiz çıkma” anlamına geliyor. ( Ş. Sami Kamus-u Türki ) Bunun kökü olan “bera” ise, “her ayın evvel ile ahir günü ayın güneşten beri olduğunu” anlatıyor. ( Mustafa Çelebi : Lugat-i Ahteri-i Cedid ) Birincisi 1900 yılında, ikincisi 16. yüzyılda yazılan bu iki sözlük gösteriyor ki, Arapça’da hilal’ın durumunu anlatan bir söz, bu günkü beraat kavramını karşılayacak biçimde, zamanla gelişmiştir.
Aklanma, öz Türkçe’dir ve eski bir sözcüktür. Daire kararını savunan arkadaşlarımızın dediği gibi Türkçe oluşu şüpheli, Türk Dil Kurumu’nca üretilen yeni bir sözcük değildir. Kamusu Türkçede “aklama” için şöyle denir “ağartmak” beyazlatmak, tebyiz etmek, bir beyaz nişan koymak, beyazla nişanlanmak, pak etmek, temize çıkarmak, yüzünü ağartmak., ( sf. 45 ) “aklık” sözcüğü ise, “beyaz renk, beyazlık, düzgün, yük aklığı, lekesizlik, namus, iffet” diye tanımlanıyor.
Mecazi anlamlarıyla temize çıkarmak ve yüz aklığı kavramlarını karşılayan bu pırıl pırıl Türkçe sözcük, sanıkların suçsuzluk durumlarını anlatmakta, beraatten geri sayılamaz. Aksine, daha da yeterli ve doyurucudur.
Genel kurulda söz alan değerli arkadaşlarımdan birisinin duyduğu endişe de yerinde değildir. Çünkü “aklanma”, ile karışması olasılığından korkulan “aklan” sözcüğü, bir coğrafya terimidir. “Sathı mali” anlamına gelir. Bunun halk dilindeki bozulmamış biçimi ise “aklağan” dır. Suyun akmasını anımsatan, “akmak” fiilinden yapılmıştır. Oysa “aklanma” ak sıfatından türemiştir. Ana dilini bilen hiç kimse bunları karıştırmaz.
Gerçi “beraat” karşılığında, “arınma” kurtulma, suçsuzluk, sorumsuz çıkma” gibi başkaca Türkçe karşılıklar da önerilebilir. Bunlar bilimsel tartışma konusu yapılabilir. Ancak, “aklanma” sözü “beraat” anlamında çeşitli sözlüklerde yer almış ve benimsenmiştir. Türkçe Sözlük ( birçok baskıları ) Ceza Yargılamaları Yöntemi Yasası ( TDK. Yayını, A. Erdoğdu 1972 ) Özleştirme Kılavuzu ( TDK. Yayını 1978 ).
Bundan başka “aklanma” Dernekler Tüzesinde “ibra” anlamında yıllardan beri kullanılmaktadır. Ceza Tüzesinde de “beraat” anlamına geldiği apaçık bellidir.
Sonuç olarak ; Yasa terimlerinin Türkçeleşmesi konusunda yararlı katkılarda bulunmak isteyen Yargıç ( S. B. ) nin bu nitelikteki kararlarının ve bozmaya karşı direnişlerinin anlayışla ve hatta olumlu karşılanması gerekirken biçimsel, yüzeysel, bilimdışı ve dayanıksız gerekçelerle bozulması yasalara uygun olmadığından direnme hükmünün onanması gerekir ) yolunda, oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme hükmünün ( BOZULMASINA ), depo parasının geri verilmesine 17.9.1979 gününde üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.