Overbooking Hakkında Önemli Bilgiler

Avukatlık sözleşmesinin kötü ifasından kaynaklanan tazminat davalarına ilişkin Yargıtay kararları

Avukatlık sözleşmesinin kötü ifasından kaynaklanan tazminat davalarına ilişkin Yargıtay kararları

Dava vekalet sözleşmesinden doğan tazminat istemine ilişkindir. Davacı, davalıların mesleklerinin gereklerini kusurlu şekilde yerine getirmeleri nedeniyle maddi zarara uğradığını ileri sürmüş, davalılar sorumluluklarının bulunmadığını savunmuşlardır. Mahkemece, davalı Mehmet’in davaya konu tazminat isteminin dayanağı olan 2004/390 esas sayılı iş mahkemesi dosyasında vekil olarak görev yapmadığı, dosyanın takibinde görev almadığı, hakkında da ceza kovuşturması başlatılmadığı, bu halde tazminat isteminden sorumlu olmayacağı gerekçesi ile bu davalı yönünden maddi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir. Davacının asıl vekalet verdiği kişi davalı avukat Mehmet’tir, diğer davalı O’nun yetki belgesi ile dava ve işleri takibe devam etmiştir. Avukatlık Kanunun “İşi sonuna kadar takip etme zorunluluğu ve başkasını tevkil” başlıklı 171. maddesinde, “Avukat, üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.

Avukata verilen vekaletnamede başkasını tevkile yetki tanınmış ise, yazılı sözleşmede aksine açık bir hüküm olmadıkça, işi başka bir avukatla birlikte veya başka bir avukata vererek takip ettirebilir. Vekaletnamede, bunun düzenlendiği tarihten sonra açılacak veya takip edilecek bütün dava ve işlerde vekalete ve başkasını tevkile genel şekilde yetki verilmişse, avukat, bu tarihten sonraki dava ve işlerde müvekkilinden ayrıca vekalet almaya lüzum kalmaksızın işi başka bir avukatla birlikte veya başka bir avukata vererek takip ettirebilir.
İkinci fıkradaki hallerde, avukatın müvekkile karşı sorumluluğu devam eder. Birlikte takibettiği veya işi tamamen devrettiği avukatların kusurlarından ve meydana getirdikleri zarardan dolayı müvekkile karşı hem şahsen hem de diğer avukatla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” düzenlemesi mevcuttur. Bu halde vekalete dair temel ilişki davalı Mehmet ile olup, diğer davalı vekilin iş ve eylemlerinden yazılı madde hükmü çerçevesinde sorumlu olanı bu davalı yönünden yazılı gerekçe ile maddi tazminat isteminin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
3- Davacı, davalıların vekalet görevini kusurlu ifa etmeleri nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerken 2004/390 sayılı dosyada yıllık izin alacağının bilirkişi tarafından hatalı hesaplandığını dile getirmiş, mahkemece bu hususta bilirkişi incelemesi yapılmış, hükme dayanak raporda davacının çalıştığı süre dikkate alınarak izin hakkının 107 gün üzerinden hesaplanması gerektiği mütalaa edilmiştir. Ne var ki, davacının rapora itirazında da dile getirdiği üzere iş mahkemesi nezdinde yapılan bilirkişi incelemesi ve bu mahkemenin kesinleşen kabulüne göre davacının çalışma süresi 22 yıl değil 23 yıl 10 ay 9 gün olup, kullandığı izinler düşüldüğünde 167 gün üzerinden bakiye izin alacağının bulunduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece bu husus gözetilerek gerekirse bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle davacının kayba uğradığı gerçek zarar tespit edilip 2. bent hükümleri çerçevesinde karar verilmesi gerekirken hatalı bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bu yönden de bozulması gerekir. (Y. 13. HD. 22.1.2015,2014/16626 – 2015/1009)

Dava, avukat olan davalının kusuru nedeniyle uğranılan zararın tazmini davasıdır. Davacı, davalı avukatın takip ettiği muris muvazasına dayalı tapu iptal ve tescil davasında, onayı olmadan 6 ve 51 nolu parsellerden feragat etmesi sonucunda zarara uğradığını, bu parsellerden hissesini alamadığını ileri sürmüş ve bu konuda davalı avukatı 3.2.2009 tarihinde Ordu Baro Başkanlığına şikayet etmiştir. Davacı, davalı avukatı Baroya şikayet etmekle zararını öğrenmiştir. Ordu Barosu Disiplin Kurulu Başkanlığının 27.12.2010 tarihli kınama cezası ile ilgili kararı da 18.2.2011 tarihinde kesinleşmiştir. Avukatlık Kanunu 40. maddesinde “İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanılarak avukata karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer.” hükmü bulunmaktadır. Dava 26.6.2012 tarihinde açıldığına ve davalı süresinde zamanaşımı itirazında bulunduğuna, davacı da zararı 3.2.2009 tarihinde öğrendiğini bildirdiğine göre ve şikayet ve kararın kesinleşme tarihinden sonra bir ve beş yıllık zamanaşımı süresinden sonra dava açılması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 24.12.2014, 2014/14175-2014/41408)

Dava, avukat olan davalının kusuru nedeniyle uğranılan zararm tazmini davasıdır. Davacı aleyhine açılan alacak davasında davalı avukat olarak davayı takip etmiş ve davanın kabulüne ilişkin kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği ve alacaklı tarafından davacı aleyhine ilama dayalı icra takibi yapılması üzerine icra emrinin davacıya 18.9.2003 tarihinde tebliğ edildiği ve aleyhine verilen karardan haberdar olduğu anlaşılmaktadır.
Avukatlık Kanunu 40. maddesinde “İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanılarak avukata karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer.” hükmü bulunmaktadır. Dava 21.9.2012 tarihinde açıldığına ve davalı süresinde zamanaşımı itirazında bulunduğuna, davacı da zararı icra emri ile öğrendiğini bildirdiğine göre bir ve beş yıllık zamanaşımı süresinden sonra dava açılması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 5.12.2014, 2013/13540-2014/30321)

Dava, avukat olan davalıların, özen ve sadakat borcuna aykırı davranmak suretiyle müvekkilini zarara uğrattıkları iddiasıyla açılan tazminat istemine ilişkin olup, Borçlar Kanununun 380. ve devamı maddelerine göre vekil, müvekkiline karşı vekaleti “sadakat ve özenle”  ifa etmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcunun gereği olarak, mesleki bilgi ve deneyimleri ile hayat deneyimlerine ve işlerin normal oluşuna göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması, başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınıp, basiretli olarak hareket etmesi gereklidir. Vekil, amaçlanan sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca ulaşmak için gerekli olan çalışmaların özenle yerine getirilmemesinden sorumludur. Bir avukatın yasa ile öngörülen süre içinde yapılması gereken işleri yapmaması, süresinde dava açmaması, müvekkili aleyhine verilen kararı temyiz etmemesi, karar düzeltme yoluna başvurmaması özen borcunun gereği gibi ifa edilmediğini ve kusurlu olduğunu gösterir. Hemen belirtmek gerekir ki, tazminat hukukunda sorumluluktan söz edilebilmesi için, sadece eylemin yasaya veya sözleşmeye aykırı olması yeterli olmayıp, eylem sonucunda bir zararın da doğmuş olması ve zararla eylem arasında uygun illiyet bağınm bulunması gereklidir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; davacı tarafından verilen 21.6.2002 tarihli vekaletname ile davalı avukatların Kadıköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne ait 2007/164 Esas sayılı dosyasını takip ettiği uyuşmazlık konusu değildir. Tüm dosya kapsamı ve eklerinden, 3.5.2011 tarihinde davanın reddine karar verildiği, davacının 31.5.2011 tarihli avukat Halil’i vekil tayin ettiğine dair vekaletnameyi sunduğu, 31.5.2011 tarihinde davalı avukatlar ve sonradan vekil tayin edilen vekilin de isminin bulunduğu temyiz dilekçesinin davalı Sidar tarafından imzalanarak dosyaya sunulduğu, 1. Hukuk Dairesinin duruşma gününü bildirir tebligatın, temyiz dilekçesinde davalı vekillerin bildirilen adresine tebliğ edilemediği, ancak Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin onama ilamı ve karar düzeltme isteğinin reddine dair verilen kararının davalı avukatlara aynı adrese(temyiz dilekçesinde bildirilen adresten farklı) usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, onama ilamının 9.1.2012 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine davalı avukat Güven’in 8.2.2012 tarihinde karar düzeltme dilekçesini sunduğu, I. Hukuk Dairesinin 14.5.2012 tarihli kararı ile karar düzeltme isteğinin süre yönünden reddine karar verilerek hükmün kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davalı avukatlar tarafından davacıya vekaleten takip edilen Kadıköy 4. Asliye Hukuk mahkemesinin 2007/164 Esas sayılı dava dosyasında davalı avukatların onama ilamına karşı süresinde karar düzeltme yoluna başvurmadığından “özen görevini yerine getirmediği”, az yukarıda belirtilen kesinleşmiş mahkeme karan ile sabit olduğundan, olayda davalı avukatlann vekaleti ifada kusurlu davrandıklarının kabulü gerekir. Ne var ki bu noktada davalıların sorumluluğuna gidebilmek için, davalılann eylemi nedeniyle davacının bir zarara uğrayıp uğramadığının, eylemle zarar arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığının da belirlenmesi gereklidir. O halde mahkemece, söz konusu Asliye Hukuk Mahkemesine ait dava dosyasında davalı avukatlann, süresinde karar düzeltme yoluna gitmeleri halinde sonucun değişip değişmeyeceği, başka bir deyişle davacı yararına bir sonuç alınıp alınamayacağı konusunda, gerektiğinde uzman bilirkişi kurulundan rapor alınmak suretiyle, inceleme ve değerlendirme yapılıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, açıklanan husus göz ardı edilerek, eksik inceleme ile hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykın olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 29.9.2014,2014/8014-2014/29496)

Davacının temyiz itirazlarının incelenmesinde; Avukatın, vekil olarak borçları Borçlar Kanununun 389 (Yeni BK.502 maddesi ve devamı) ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 390. maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekle yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin Yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır. “Özen borcu” ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık Unvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Borçlar Kanununun 390. maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir. Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Hal böyle olunca davalı avukatın müvekkili davacıya verdiği zarann tamamından sorumlu tutulması gerekirken mahkemece yanlış değerlendirme ve yazılı gerekçe ile kusur indirimi yapılması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 18.9.2014, 2013/27265-2014/27512)

Davacı, dava dilekçesinde, vekalet verdiği davalı avukatın kendisi adına açtığı tazminat davasını gerektiği gibi takip etmemesi nedeniyle 100.000 TL maddi zarara uğradığını iddia ederek bu bedelin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, davacının maddi tazminat talebi 100.000 TL olmasına rağmen bilirkişi raporunda yapılan hesaplama sonucuna göre 104.151,96 TL hükmedilmiştir. HMUK 74. md (HMK 26.md) gereğince, hâkim her iki tarafın iddia ve savunması ile bağlı olup, ondan fazlasına veya başka bir şeye hüküm veremez. Mahkemenin HMUK 74.(HMK 26) maddesine aykırı ve talep aşılacak şekilde 104.151,96 TL maddi tazminata ilişkin bedelin tahsili şeklinde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 30.6.2014, 2013/30292 – 2014/22016)

Dava, avukat olan davalı Halis’in, özen ve sadakat borcuna aykırı davranmak suretiyle müvekkili davacı Banka’yı zarara uğrattığı iddiasıyla açılan tazminat istemine ilişkin olup, Borçlar Kanununun 380. ve devamı maddelerine göre, vekil, müvekkiline karşı vekaleti “sadakat ve özenle” ifa etmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcunun gereği olarak, mesleki bilgi ve deneyimleri ile hayat deneyimlerine ve işlerin normal oluşuna göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması, başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınıp, basiretli olarak hareket etmesi gereklidir. Vekil, amaçlanan sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca ulaşmak için gerekli olan çalışmaların özenle yerine getirilmemesinden sorumludur. Bir avukatın yasa ile öngörülen süre içinde yapılması gereken işleri yapmaması, süresinde dava açmaması, müvekkili aleyhine verilen karan temyiz etmemesi, özen borcunun gereği gibi ifa edilmediğini ve kusurlu olduğunu gösterir. Hemen be-lirtmek gerekir ki, tazminat hukukunda sorumluluktan söz edilebilmesi için, sadece eylemin yasaya veya sözleşmeye aykırı olması yeterli olmayıp, eylem sonucunda bir zararın da doğmuş olması ve zararla eylem arasında uygun illiyet bağının da bulunması gereklidir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa;
Davalı avukat tarafından, Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/355 esas sayılı dosyası üzerinden dava dışı Ali’nin banka aleyhine açmış olduğu menfi tespit davasının takip edildiği, mahkemece verilen “davanın reddine” ilişkin hükmün, süresinde temyiz edilmemesi nedeniyle Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından, “temyiz dilekçesinin reddine” karar verildiği sabit olup, esasen bu hususlarda taraflar arasında da uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacı, süresinde temyiz edilmesi halinde bozulacak olan hükmün, davalı avukatın kusuru nedeniyle temyiz ve karar düzeltme istemlerinin reddedilerek kesinleştiğini, bu nedenle zarara uğradığını ileri sürerek, tazminat isteminde bulunmuş, davalı avukat ise, temyiz süresini geçirmiş olması nedeniyle kusurlu olmakla birlikte. Banka yönünden bir zararın mevcut olmadığım, mahkemece verilen karar isabetli olup, süresinde temyiz edilmesi halinde de bozulma ihtimalinin bulunmadığını, bu durumda davacıya karşı tazminat ödemekle yükümlü tutulamayacağım savunmuştur.
Davalı avukat tarafından temyiz isteminin süresinde yapılmaması, avukatın vekalet sözleşmesinden doğan “özen olup, davalı avukat, kendisinin de kabul ettiği gibi sözleşmeden doğan edimin ifasında kusurlu davranmıştır. Ne var ki bu noktada, davalının sorumlu olup olmadığına karar verilebilmesi için, az yukarıda da değinildiği üzere, davalının eylemi nedeniyle davacının bir zarara uğrayıp uğramadığının, eylemle zarar arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığının da belirlenmesi gereklidir. Dosyada mevcut olan bilirkişi raporunda, “hükmün süresinde temyiz edilmiş olması halinde Yargıtayca hükmün bozulacağı hususunun ispat edilemediği” yönünde görüş bildirilmiş, mahkemece de bu görüş doğrultusunda, “süresinde temyiz edilmeyen Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesine ait söz konusu kararın isabetli olduğu, Yargıtayca onanmasının muhtemel olduğu” kabul edilerek, davanın reddine karar verilmiştir.
Ne var ki, mahkemece ve hükme esas alınan bilirkişi raporunda, Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesine ait kararın esası hakkında, süresinde temyiz edilmiş olsaydı, sonucunun ne olacağı konusunda, kararın temyizen inceleneceği Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin bu konudaki emsal içtihatları da gözetilmek suretiyle yeterli bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. Eksik inceleme ile hüküm kurulamaz. O halde mahkemece, söz konusu karara karşı süresinde temyiz yoluna başvurulmuş olması halinde, davacı yaratma bir sonuç alınıp alınamayacağı konusunda, gerektiğinde uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin bu konudaki emsal içtihatları da gözetilmek suretiyle, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp, bu şekilde yapılacak inceleme ve değerlendinne sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 17.6.2014, 2014/9011 – 2014/19438)

Dava, avukat olan davalının, özen ve sadakat borcuna aykırı davranmak suretiyle müvekkili davacıyı zarara uğrattığı iddiasıyla açılan tazminat istemine ilişkin olup, Borçlar Kanununun 380. ve devamı maddelerine göre, vekil, müvekkiline karşı vekaleti “sadakat ve özenle” ifa etmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcunun gereği olarak, mesleki bilgi ve deneyimleri ile hayat deneyimlerine ve işlerin normal oluşuna göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması, başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınıp, basiretli olarak hareket etmesi gereklidir. Vekil, amaçlanan sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca ulaşmak için gerekli olan çalışmaların özenle yerine getirilmemesinden sorumludur. Bir avukatın, yasa ile öngörülen süre içinde yapılması gereken işleri yapmaması, süresinde dava açmaması, müvekkili aleyhine verilen kararı temyiz etmemesi, özen borcunun gereği gibi ifa edilmediğini ve kusurlu olduğunu gösterir. Hemen belirtmek gerekir ki, tazminat hukukunda sorumluluktan söz edilebilmesi için, sadece eylemin yasaya veya sözleşmeye aykırı olması yeterli olmayıp, eylem sonucunda bir zararın da doğmuş olması ve zararla eylem arasında uygun illiyet bağının da bulunması gereklidir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa;
Davalı avukat tarafından, davacıya vekaleten açılmış olan İstanbul 6. İş Mahkemesine ait 2005/485 esas sayılı davada, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak suretiyle 300,00 TL işçilik alacaklarının tahsili istemiyle 17.6.2005 tarihinde kısmi dava açıldığı, söz konusu davanın 5.6.2007 tarihinde ıslah edildiği, mahkemece 18.12.2007 tarihinde 300,00 TL üzerinden hüküm kurularak, fazlaya ilişkin istemin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verildiği, temyiz edilen kararın, Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 2008/16470 esas 2010/2282 karar sayılı ilamla onanarak kesinleştiği, bu şekilde davalı avukat tarafından özen borcuna aykırı davranılmak suretiyle, davacı müvekkiline ait bir kısım
İşçilik alacaklarının zamanaşımına uğratıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda olayda, iş bu tazminat davasının “kusur” ve “zarar”a ilişkin koşullan gerçekleşmiş olup, mahkemece davacının, davalı avukatın kusuru nedeniyle uğramış olduğu zarar miktannın tespiti amacıyla bilirkişi raporu alınarak, benimsenen bilirkişi raporuna göre hüküm kurulmuşsa da, davalı söz konusu rapora karşı, “davacının çalışmakta olduğu dava dışı Bankadan 16.10.2000 tarihinde istifa etmek suretiyle aynldığını, kendisine ise işçilik alacaklarının zamanaşımına uğramasına çok az bir süre kala 3.6.2005 tarihinde vekaletname verdiğini, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin emsal kararlarına göre, işçilik alacaklannın talep ve dava tarihinden itibaren geriye doğru ancak beş yıl için istenebileceğini, bu nedenle geriye doğru 5 yılın dışındaki bir kısım alacakların, vekaletnamenin verildiği tarih itibariyle zaten zamanaşımına uğradığını, raporda ise bu hususun dikkate alınmadığını savunarak” itiraz etmiş olup, yeniden bilirkişi raporu alınmasını talep etmişse de, mahkemece davalının rapora karşı itirazlan değerlendirilmeden eksik inceleme ile hüküm kurulmuştur.
O halde mahkemece, davacının işçi olarak çalıştığı dava dışı Banka ile sözleşmesini feshetmiş olduğu tarih ile, dava açılması için davalıya verilen vekaletname tarihi göz önünde tutularak, davalı avukat tarafından özen borcunun gereği yerine getirilip, süresinde dava ve ıslah yoluyla talepte bulunulmuş olması halinde, davacı yararına hüküm altına alınabilecek alacak miktarı konusunda, iş hukuku alanında uzman bilirkişi kurulundan, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin, özellikle işçilik alacaklannda zamanaşımı süreleri ile ilgili emsal içtihatları da dikkate alınmak suretiyle, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 13.5.2014, 2013/14015-2014/15333)

Davacılar, dedeleri tarafından düzenlenen satış vaadi sözleşmesine dayanarak tapu iptal ve tescil davası açması için davalı avukatla davayı takip etmesi konusunda anlaştıklarını, davalının Sultanbeyli Asliye Hukuk mahkemesinin 2006/946 esas sayılı dosyasında dava açtığını, yargılama devam ederken davalı avukatın bilgi ve rızaları dışında açılan davadan kısmen feragat ettiğini, aynı davada davacı olan akrabalarına ödeme yapıldığını, dava konusu arsadan pay alarak davadan feragat ettiğini öğrendikleri ve davalı avukatın menfaat karşılığında davadan feragat etmesi nedeniyle zarar uğradıklarını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır. Davalı, verilen talimatla davadan feragat ettiğini, yapılan işlemlerin hukuka uygun olduğunu ve görevini tam olarak yaptığını savunmuştur. Mahkemece, davalı avukatın açtığı davada satış vaadi sözleşmesinin vekil tarafından imzalandığı ve vekil eden kişinin söz konusu sözleşme yapılmasından bir yıl önce öldüğü, davanın dayanağı sözleşmenin bu haliyle geçersiz olduğu için davanın bu haliyle redde mahkum olduğu, davanın devam eden kısmında yargılama sonucunda ret kararı verildiği ve davacıların zararının olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Oysa ki davacılar, davalının davadan feragat karşılığında 13.500 m2 taşınmaz tapusunu aldığını iddia etmişler ise de mahkemece, bu konuda herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Ayrıca davacılar, davalı avukatın menfaat temin ederek karşılığında davadan rızaları dışında feragat ettiği ve görevini kötüye kullandığı iddiasıyla hakkında suç duyurusunda bulunmuşlar ve davalıyı baroya şikayet etmişlerdir. Savcılık tarafından yürütülen soruşturmada davalı için yargılama izni alındığı, soruşturmanın halen yürütülmekte olduğu ve baro tarafından yapılan disiplin soruşturmasının da devam ettiği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca; mahkemece, öncelikle tarafların tapu kayıtları dahil tüm delilleri toplanıp değerlendirildikten sonra ilgili soruşturma dosyalarının akibeti bekletici mesele yapılarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 6.5.2014, 2014/118-2014/14664)

Davacı davalı avukatın kendisine verilen mahkumiyet kararını temyiz etmeyerek vekalet görevini ihmal nedeniyle tazminat istemiştir. Davalı vekil tarafından temyiz edilmeyen Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/128 esas sayılı dava dosyasında karar temyiz edilmiş olsaydı sonucun değişip değişmeyeceği üzerinde durulmamıştır. Mahkemece, konusunda uzman bilirkişiden rapor alınarak ceza dosyasındaki kararın temyizi halinde ne olacağı belirlenerek sonuca uygun karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 27.3.2014, 2013/30834 – 2014/8963)

Davacı tarafından davalıya verilen 22.5.1995 tarihli vekaletname ile davalı avukatın, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesine ait 1995/897 esas sayılı davasını takip ettiği, taraflar arasmdaki vekalet sözleşmesinin 30.7.2001 tarihli azilname ile sona erdiği uyuşmazlık konusu değildir.
Tüm dosya kapsamı ve eklerinden, iş bu davadan önce davalı avukat tarafından, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesine ait 1995/897 esas sayılı dava dosyasmın takibi nedeniyle vekalet ücreti alacağının tahsili için Şişli 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/697 esas 2006/295 karar sayılı dosyası üzerinden dava açıldığı, mahkemece “azlin haksız” olduğundan bahisle verilen ilk hükmün, Dairemize ait 2007/11482 esas 2007/14572 karar sayılı ilamla, “davalı avukatın takip etmiş olduğu davada, mahkemece reddedilen İş Bankası (B) ve (C) hisse senetleri yönünden anılan kararı temyiz etmediği, bu senetler yönünden özen görevini yerine getinnediği için davalıya karşı talepte bulunamayacağı, sadece hüküm altına alınan Good Year hisse senetleri yönünden talepte bulunabileceği” gerekçesiyle bozulduğu, bozma üzerine 2008/221 esas numarasını alan ve İstanbul 10. Asliye Hukuk Mahkemesince 2011/436 karar numarası ile hükme bağlanan dosyada, “avukatın takip konusu dosyada kararı temyiz etmemiş olması nedeniyle, mahkemece reddedilen İş Bankası (B) ve (C) hisse senetleri yönünden azlin haklı olduğu” buna karşılık “takip konusu davadaki diğer hisse senetleri yönünden azlin haksız olduğu” belirtilerek, davanın kısmen kabulüne karar verildiği, verilen bu kararın Dairemizin 12.3.2012 tarihli 2011/20950 esas ve 2012/6007 karar sayılı ilamı ile onandığı, 10.9.2012 tarihinde karar düzeltme talebi de reddedilerek kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davalı avukat tarafından davacıya vekaleten takip edilen İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesine ait 1995/897 esas sayılı dava dosyasmda, mahkemece reddedilen İş Bankası (B) ve (C) hisse senetleri yönünden, davalı avukatın anılan kararı temyiz etmediği için bu senetler yönünden “özen görevini yerine getirmediği”, az yukarıda belirtilen kesinleşmiş mahkeme kararı ile sabit olduğundan, olayda davalı avukatın vekaleti ifada kusurlu davrandığının kabulü gerekir. Ne var ki bu noktada, az yukarda da değinildiği üzere, davalının sorumluluğuna gidebilmek için, davalının eylemi nedeniyle davacının bir zarara uğrayıp uğramadığının, eylemle zarar arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığının da belirlenmesi gereklidir. O halde mahkemece, söz konusu Ticaret Mah-kemesine ait dava dosyasında davalı avukatın, reddedilen hisse senetleri yönünden temyiz yoluna başvurmuş olması halinde, davacı yararına bir sonuç alınıp alınamayacağı konusunda, gerektiğinde uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan rapor alınmak suretiyle, inceleme ve değerlendirme yapılıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, açıklanan husus göz ardı edilerek, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykın olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 18.3.2014, 2013/19151 – 2014/7669)

Gemlik Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/709 Esas sayılı dosyasında, davacının Rasim Tüfek, davacı vekilinin Bülent, davalının tlhan, davanın fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla 6.500,00 TL ücreti vekalet alacağına ilişkin olduğu, 17/12/2008 günlü duruşmada davacı vekilinin duruşmaya katılmaması sebebiyle HUMK 409 maddesi uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına ve akabinde yasal 3 aylık sürede yenileme talebinde bulunulmaması sebebiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda açıklandığı gibi, davalı avukatın, vekalet akdi kapsamında anılan dava dosyasını özenle ve gereği gibi takip etmediği bu nedenle davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/305-351 Esas-Karar sayılı ilamı ile bu nedenle mahkumiyetine karar verildiği yine Bursa Barosu Disiplin Kurulu Başkanlığının 13/05/2011 gün ve 2010/44 E. 2011/23 K. Sayılı kararı ile hakkında disiplin cezasına karar verildiği böylece vekaleti ifada kusurlu davrandığının kabulü gerekir.
Ne var ki bu noktada, davalının sorumluluğuna gidebilmek için, davalının eylemi nedeniyle davacının bir zarara uğrayıp uğramadığının, eylemle zarar arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığının da belirlenmesi gerekli olduğundan, mahkemece, Gemlik Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/709 Esas sayılı dosyasında davanın özenle ve gereği gibi takip edilmesi halinde davacı yararına bir sonuç alınıp alınamayacağı konusunda, gerektiğinde uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan rapor alınmak suretiyle, inceleme ve değerlendirme yapılıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı gerekçe ile hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 3.3.2014, 2013/24237 – 2014/5807)

Davacılar bu davasında davalı avukatların davalarını takip etmeyerek zararına neden olduğunu ve bu olay nedeniyle ceza mahkemesinde görevi ilnnal suçundan yargılanıp mahkum olduğundan bahisle tazminat isteminde bulunmuşlardır. Hemen belirtmek gerekir ki davalı avukat yüklendiği işi layıkıyla yerine getirmek zorunda olup, görevini ihmal etmesi sebebiyle oluşan zarardan sorumludur. Ancak bu sorumluluğun kapsamı, davalı avukatın görevini tam olarak layıkıyla yapsaydı dahi üstlendiği işin başarıya ulaşıp ulaşmayacağı ile sınırlıdır. Bir başka deyişle, davalı avukat görevini tam olarak layıkıyla yapsaydı dahi, üstlendiği işin lehe sonuçlanması olanaklı değil ise, davalının sorumluluğundan bahsedilemez. Bu itibarla öncelikle, davalı avukatın davacıların Ankara 30.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/386 esas, 2003/478 karar sayılı dava dosyası ile Ankara 4.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2004/470 esas, 2004 /959 karar sayılı dava dosyalarında verilen kararların temyiz edilmemesi ile ilgili davacının bir zararının doğup doğmadığı, temyiz edilmesi halinde davanın kazanılma şansının olup olmadığının saptanması gerekir. Mahkemece değinilen bu yön gözetilerek, az yukarıda açıklanan hususlarda gerekli inceleme ve araştırma yapılarak, bilirkişiden somut olayın özelliklerini de gözeterek açıklamalı, gerekçeli, denetime elverişli bilirkişi raporu alınarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 26.2.2014, 2013/25591 – 2014/5233)

Dava, taraflar arasındaki avukat-müvekkil ilişkisi kapsamında davalı avukata tevdi edilen işe konu teknenin dava dışı alacaklı tarafından yapılan haczine bağlı olarak satışı sırasında, davalı avukatın ihaleye katılarak tekneyi satın alması nedeniyle sahip olduğu teknenin vekil-müvekkil ilişkisine göre mülkiyetinin tespiti istemine ilişkindir.
Davacıya ait dava konusu teknenin TMSF tarafından haczedilmesi nedeniyle doğan hukuki ihtilafın çözümlenmesi amacıyla davacı ile davalı taraf arasında vekalet hukuku kapsamında hukuki ilişki tesis edilmiş olup, davalı tarafında kabulünde olduğu üzere bu haciz işleminin kaldırılarak, davacıya tesliminin sağlanması amacıyla hukuki yardımda bulunmak üzere davacı tarafından davalı avukata vekalet verilmiştir.
Avukatın, vekil olarak borçları Borçlar Kanununun 389 ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 390. maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti “sadakat ve özenle” ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır. “Özen borcu” ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık Unvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Borçlar Kanununun 390. maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir.
Vekalet sözleşmesi kapsamında vekilin bir diğer yükümlülüğü de “hesap venne borcu” olup, vekalet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup;işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde de devam etmektedir. BK.nun 392. maddesi hükmü gereğince vekil, talep üzerine veya talep olmaksızın yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği her şeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya mecburdur.
Vekalet ilişkisi kapsamında vekalete konu işlerin vekil tarafından takibi sırasında yapılan işlemlerin müvekkil hesabına yapılması asıl olup, bu durumun aksine olarak, vekilin vekalet ilişkisinden bağımsız olarak kendi adına işlem yaptığını ve bu durumu müvekkiline bildirdiğini genel ispat kuralları çerçevesinde kanıtlaması gerekir.
Somut uyuşmazlığa konu olayda, dava dışı alacaklı TMSF tarafından dava konusu tekneye haciz işlemi uygulanması sonrasında, davacı tarafından teknenin kendilerine ait olduğu ileri sürülerek, bu tekne üzerindeki haczin kaldırılarak davacıya tesliminin sağlanması amacıyla davalı avukattan hukuki yardun talep edildiği, davalı tarafça davacının avukatlığının üstlenilerek, davalı avukat tarafından İstanbul 1. İcra hukuk mahkemesinin 2005/439 esas sayılı dosyasına konu haczin kaldırılması talepli istemin şikayet yoluyla dava edildiği anlaşılmaktadır. Davalı avukat tarafından açılan bu davanın yapılan yargılaması sırasında dava konusu tekne ihale yoluyla satışa çıkarılarak, 5.8.2005 tarihinde yapılan ihale ile davalı avukata satılmıştır. Davalı avukat tarafından teknenin ihale ile satışının yapıldığı tarih olan 5.8.2005 tarihinde alacaklı TMSF’ye hitaben gönderilen ihtarnamede müvekkili şirketin ağır mağduriyetinin önlenmesi ve teknenin gerçek bedelinden daha az bir değer gösterilerek satılacak olunması nedeniyle farklı menfaatlerin önlenmesi bakımından şahsı adına ihaleye gireceğini bildinnek suretiyle kendi adına ancak müvekkili şirket hesabına hareket ettiğini kabul etmiştir. Davalı avukat tarafından ihale tarihinden önce vekalet ilişkisinden bağımsız olarak tekneyi şahsı adına satın alacağına dair davacı müvekkile yapılmış bir bildirim bulunduğu hususu iddia ve ispat edilemediği gibi, davalı avukat tarafından TMSF hitaben gönderilen 5.8.2005 tarihli ihtarname içeriği dikkate alındığında davalı avukatın tekneyi müvekkili davacı şirket hesabına aldığının kabulü gerekir. Hal böyle olunca mahkemece davacının teknenin mülkiyetinin adına tesciline ilişkin talebi yönünden;Davacı her ne kadar dava dilekçesinde teknenin mülkiyetinin adına tesciline karar verilmesini talep etmiş ise de, tescil  işlemleri idari işlem niteliğinde olup, mahkemece idareyi zorlayıcı nitelikte karar verilemeyeceği gözetilerek mülkiyetinin davacıya ait olduğunun tespitine ilişkin karar vermekle yetinilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine dair hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 23.12.2013,2013/18893 – 2013/32302)

Davacı-karşt davalı, 24.000 TL bedelli çekinin icra kanalıyla tahsili için davalı avukata vekalet verdiğini, davalı avukatın görevini kötüye kullanması nedeniyle alacağına kavuşmadığından bahis ile uğradığı zararın tahsili istemi ile eldeki davayı açmıştır. Davalı-karşı davacı, vekalet görevini layıkıyla yerine getirdiğini savunmuş, karşı dava ile de avukatlık vekalet ücretinin tahsilini istemiştir. Mahkemece, asıl davanın zamanaşımından, karşı davanın ise esastan reddine karar verilmiştir. Davacı-karşı davalı tarafından yapılan suç duyurusu üzerine, Ankara Ceza Mahkemesinde “görevi kötüye kullanmak” suçundan açılan ceza davasında, 27.3.2012 tarihli kararla davalı avukatın cezalandırılmasına karar verilmiş, dosyanın temyiz edildiği halen temyiz aşamasında olduğu görülmüştür. Davalı-karşı davacı avukatın, iş bu davanın dayanağı olan eyleminin, Türk Ceza Kanununa göre “görevin kötüye kullanılması” niteliğinde olup, suç teşkil ettiği görülmektedir. Borçlar Kanununun 60/U. maddesinde “….şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunlan mucibince müddeti daha uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruruzaman tatbik olunur….” denilmek suretiyle zamanaşımı süresi için Ceza Kanununa atıfta bulunulmuş olup, anılan hükme göre, tazminat davasının, ceza kanunları gereğince süresi daha uzun zamanaşımı süresine tabi, cezayı gerektiren bir eylemden doğmuş olması halinde, ceza zamanaşımı süresinin uygulanacağı açıktır. Kaldı ki bu maddenin uygulanması için, ceza davasında tazminat istenmesi gerekmediği gibi, eylemi işleyen hakkında ceza davası açılmış olması ya da mahkumiyet karan verilmiş olması da gerekli değildir. Sadece eylemin suç niteliğini taşıması yeterlidir. O halde olayda ceza zamanaşımı süresi dolmamış olduğundan mahkemece, işin esası incelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğundan bahisle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykın olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 23.9.2013, 2013/9391-2013/22490)

Davacı, davalı avukatın boşanma davasında görevini ihmal etmesi nedeniyle kendisinin kusuru nedeniyle eşiyle boşanmalarına ve tazminat taleplerinin reddine karar verildiğini bildirerek uğradığı zararın tahsili için eldeki davayı açmıştır. Davaya dayanak boşanma davası davacının eşi tarafından açılmış, 28.9.2011 tarihinde kesinleşen kararla tarafların boşanmalarına, davalı kadının tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. Bahsedilen dava sürecinde mahkemenin davalı tarafa delillerini ve tanık listesini ibraz etmek üzere kesin mehil verdiği halde delillerin sunulmaması nedeniyle davacı eşin tanıkları ve delilleri dosya kapsamı itibarıyla değerlendirilerek davalı kadının kusurlu bulunarak karar verildiği anlaşılmaktadır. Davalı avukat, tanık listesinin boşanma davası dosyasına süresinde ibraz edilmediği hususunu kabul etmiştir. Davacı, boşanma davası içinde delilleri toplanıp tanıkları dinlenseydi, boşanmaya karar verilmeyeceği gibi, en azından kendisinin daha az kusurlu kabul edilebileceğini ve tazminat taleplerinin kabul edilebileceğini beyan etmiştir. Davacı boşanma davasında 100.000 TL manevi, 35.000 TL maddi tazminat talep etmiştir. Davacının katkı payı davası ayrı bir dava olarak devam etmektedir. Mahkemece, boşanma davasında davalı avukatın görevini tam yapmayarak davacıyı zarara uğrattığı kabul edilerek 5000 TL maddi tazminata hükmedilmiş, gerekçe olarak davacının eşinin annesinin evinde kaldıkları için kira vermediği, boşanma ile bu maddi katkıdan mahrum kalarak zarara uğradığı şeklinde değerlendirme yapılmıştır. Mahkemece maddi zarara dayanak gösterilen gerekçe ile davalının görevini eksik yapması arasında doğrudan bir illiyet bağı bulunmamaktadır. Bu nedenle davacının maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 12.9.2013, 2013/16313-2014/21327)

Davacı, davalıların vekalet sözleşmesinden kaynaklanan dikkat ve özen yükümlülüklerini ihlal ettiklerinden dolayı hakkında başlatılan takip neticesinde ticari iş ve itibar kaybına uğradığım, belediyede bulunan 7.000,00 TL tutarındaki teminata el konulduğunu belirterek uğradığı zararın tahsilini talep etmiş, davalılar ise davacı ile ibralaştıklarını belirterek davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, dosyaya ibraz edilen ibraname tarihinin 18.6.2003 olduğu iddia edilmiş ise de, belediye ile yapılan protokol ve ibraname tarihinin 20.6.2003 olduğu, vekil-müvekkil arasındaki ibranamenin ise asıl takip borçlusu olan belediye ile varılan uzlaşma ve yapılan ödemelerden önceki bir tarihte düzenlenmesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği kanaatine varılarak ibranamenin
20.6.2003 tarihinde düzenlendiği böylece tarafların birbirlerini ibra ettikleri anlaşıldığından davanın reddine karar verilmiştir. Sultanbeyli İcra Müdürlüğünün 2003/180 esas sayılı dosyasında alacaklı Ergün İnşaat vekili tarafından Sultanbeyli Belediye Başkanlığı aleyhine hak ediş olan 216.195.119,00 TL alacağın tahsili için takip başlatıldığı, taraflarca düzenlenen 5.5.2003 tarihli protokol göre borcun hesaplanarak ödendiği, belediye ve davacının 16.6.2003 tarihli ibraname ile borçlu belediyeyi ibra ettiği, 20.6.2003 tarihinde ise daha önceden borçlu belediyeden tahsil edilen 9.189,43 TL.nin davalı Mehmet Erol tarafından dosyadan çekildiği sabittir.
Davalılar bu ilişki sebebi ile herhangi bir borçlan kalmadığını, davacı ile ibralaştıklarını belirterek 20.6.2003 tarihli olduğunu iddia ettikleri “ibranamedir” başlıklıklı belgeyi ibraz etmişlerdir. Ne var ki anılan belgenin bilgisayar çıktısı olmasına rağmen üzerindeki 20.6.2003 tarihinin elle yazıldığı ve 18.6.2003 tarihinin ise üzerinin çizildiği ve herhangi bir parafta atılmadığı anlaşılmıştır. O halde belgenin 18.6.2003 tarihli olduğunun kabulü ve aksinin davalılar tarafından ispat edilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte mahkemece belediye ile davacı arasında yapılan protokol tarihinin 20.6.2003 olduğu dolayısı ile taraflar arasında yapılan ibranamenin de bundan daha önceki bir tarihte yapılamayacağı belirtilmiştir. Oysa ki belediye ile davacı arasında yapılan protokol tarihi de 16.6.2003 ‘tür. O halde mahkemece ibranamenin 20.6.2003 tarihli olduğu kabul edilerek karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 24.6.2013, 2013/9380 – 2013/17341)

Her ne kadar mahkemece, davacının, dava dışı şirketten olan alacağı olarak bildirilen 46.338.62.Euro’nun davalıdan tahsiline karar verilmiş ise de; davacı, dava dışı Tunca Havacılık A.Ş.’den olan maaş ve özlük haklan alacağının tahsili için davalı avukat Rasim Öz’ e vekaletname vermesine rağmen davalı tarafından alacağın tahsili için icra takibine girişilme- diği dosya kapsamı itibariyle sabittir. Ancak davacının, dava dışı şirketten alacağını tahsil etmek için davalı vekil haricinde bizzat kendisi yada başka bir vekil aracılığıyla yasal yollara başvuru yapıp yapmadığı, dava dışı şirketin iflas edip etmediği, eğer iflas etmişse, davacının alacağının iflas masasına kaydedilip edilmediği, davacının alacağının tahsil imkanının olup olmadığı yönünde ayrıntılı araştırma yapılıp, alacağın tahsili imkanı yoksa davacının alacağının davalıdan tahsiline, eğer alacağın tamamının yada bir bölümünün tahsili imkanı varsa tahsil edilmeyen bölümü ve gecikmeden doğan zararın tahsiline karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 26.6.2013, 2013/8836-2013/17632)

Avukatlık Kanununun 40. maddesinde, “iş sahibi tarafından sözleşmeye dayanılarak avukata karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer” hükmü bulunmakta olup, bu hükümle müvekkilin, avukata karşı tazminat isteminin bir ve beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu belirtilmiştir. Mahkemece, dava tarihine göre, dava konusu edilen zararın öğrenilmesinden itibaren beş yıllık sürenin geçtiğinden bahisle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmişse de, taraflar arasındaki vekalet ilişkisinin 5.1.2010 tarihli azille sona erdiği anlaşılmaktadır. Sözleşme ilişkisi devam ettiği sürece zamanaşımı işlemeye başlamayacağından, azil tarihinden itibaren işlemeye başlayan bir yıllık zamanaşımı süresi, dava tarihi itibariyle henüz dolmamıştır. O halde olayda zamanaşımı söz konusu olmadığından, mahkemece işin esası incelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 11.6.2013, 2013/9393-2013/15746)

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 307. maddesinde (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 91. maddesi) düzenlenen “feragat”, alacaklının, talep sonucundan kayıtsız ve şartsız olarak vazgeçtiğini belirten, tek taraflı bir irade beyanıdır. Aynı Kanunun 311. maddesi (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 95. maddesi) gereğince de “feragat”, kesin hükmün hukuki sonuçlarım doğurur. Bu nedenle, esas haktan feragate ilişkin irade beyanının, açık ve kesin olması zorunludur.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; Davacı, iki adet bono alacağının tahsili için vekalet verdiği davalı avukatın başlattığı icra takibinden, rızası ve bilgisi dışında feragat etmiş olması nedeniyle uğradığı zararın tazminini istemiş, davalı ise, “takipten feragaf’in esas haktan feragat anlamını taşımadığından, davacının herhangi bir zararının bulunmadığını savunmuştur. O halde davada çözümlenmesi gereken öncelikli uyuşmazlık, davalının icra dosyasına vermiş olduğu dilekçenin, hakkın özünden feragat anlamında olup olmadığına ilişkindir.
Ankara 30. İcra Müdürlüğünün 2008/2052 esas sayılı icra dosyasının incelenmesinde; davacı alacaklının vekili olan davalı avukat tarafından 26.12.2005 vadeli 30.000 Dolar ve 20.4.2006 vadeli 5.000 Dolar meblağlı senetler nedeniyle 11.3.2008 tarihinde takip başlatıldığı, ödeme emrinin 2.4.2008 tarihinde “Semra Uzun” adına tebliğ edildiği, davalı vekilin 24.10.2008 tarihli “…dosyadan feragat ettiğimi bildirir, gereğinin yapılmasını dilerim.” Açıklamasını içeren dilekçesini dosyaya sunduğu, İcra Müdürlüğünün, bakiye harcın yatırılmasına ilişkin muhtırası üzerine davalı tarafından “hacizden feragat” edildiği belirtilerek şikayet yoluyla İcra Hukuk mahkemesine başvurulduğu, mah-kemece “ahzu kabze ve icra takibinden feragate yetkili olan vekilin dilekçesinde dosyadan feragat ettiğini bildirdiği” gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği, 8.2.2010 tarihinde, davacı alacaklının 2.2.2010 tarihinde vekalet verdiği başka bir avukat olan Av. Orhan Yıldırım tarafından “…icra takibini yenilemek istediğimizden mahzenden celbini talep ederiz” açıklamalı dilekçe verildiği, yine aynı avukat tarafından 15.2.2010 tarihinde de, dosyadaki belgelerden onaylı suretlerin verilmesinin talep edildiği, bundan sonra ise dosyada herhangi bir işlem yapılmadığı, davacının 22.2.2010 tarihli ihtarıyla davacıyı azlederek, uğradığı zararların tahsilini talep ettiği anlaşılmaktadır.
Az yukarıda da değinildiği üzere, kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğuran, bağlı olduğu hakkın, tekrar dava ya da bir icra takibine konu edilmesini engelleyen feragatin, tereddüte yer vermeyecek şekilde açıkça yapılması zorunludur. Davalı avukatın icra dosyasına vermiş olduğu 24.10.2008 tarihli dilekçedeki “dosyadan feragat ettiğini” belirten açıklamanın ise, esas haktan feragat niteliğinde olduğunu kabule olanak yoktur. Söz konusu açıklama ile hakkın özünden değil, sadece takipten feragat edildiği anlaşılmaktadır. Takipten feragate rağmen esas hak, hukuki varlığını korumaya devam ettiğinden, alacaklı, alacağının tahsili için dava veya yeniden icra takibi yoluna başvurabilir.
Bununla beraber somut olayda, davacının talimatı ile takipten feragat ettiğini kanıt- layamayan, bu konuda bilgi ve hesap vermeyen davalı avukatın, vekaleti ifada kusurlu olduğu, alacaklı müvekkilinin kambiyo senedinden doğan haklarını kaybetmesine ve onun zarara uğramasına neden olduğu da açıktır. Ne var ki takipten feragat, takip konusu esas haktan feragat anlamında olmadığından, davalının davacıya karşı sorumluluğunun, takip konusu senet miktarları kadar olduğunu kabul etmek de mümkün değildir. Nitekim takip konusu alacak, iki adet kambiyo senedine dayalı olup, temel ilişki bakımından 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğundan, alacak henüz zamanaşımına uğramamıştır. Başka bir ifade ile alacağın tahsil imkanı mevcuttur. Davacının, durumu öğrenip davalıyı azletmesinden sonra, alacağının tahsili için gerekli çabayı göstermemiş olması, kendi kusuruna dayalı olup, bu nedenle davalının sorumluluğu ağırlaştırılamaz. Borçlar Kanununun 98. maddesi dalaleti ile aynı kanunun 44. maddesi gereğince, alacaklının, zararın artmasına yol açacak davranışlardan kaçınma yükümlülüğü bulunduğundan davalı ancak, durumun öğrenilip azledilmesinden sonra, alacaklı davacı tarafından yeniden başlatılacak bir takip veya dava sonunda, normal şartlar altında alacağın tahsil edilebileceği tarihe kadar geçecek olan zaman nedeniyle, kambiyo senedinden doğan hakların kaybedilmesinden ve bu itibarla alacağın geç tahsil edilmesinden dolayı uğranılan zararlardan sorumludur. O halde mahkemece bu yönde inceleme ve değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, açıklanan hususlar gözardı edilerek, takip konusu senet miktarları üzerinden davanın kabulüne karar verilmiş olması, usul ve ya-saya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 7.6.2013, 2012/12293 – 2013/15488)

Davacı, dava açması için vekaletname ve 900,00 TL vermiş olduğu davalı avukatın, edimini yerine getirmemesi nedeniyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle eldeki davayı açmıştır. Davacı tarafından yapılan suç duyurusu üzerine, Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde “görevi kötüye kullanmak” suçundan açılan ceza davasında, 19.11.2011 tarihli kararla davalı avukatın cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, karara ilişkin itirazın da 15.11.2011 tarihinde reddedildiği anlaşılmaktadır.
Davalı avukatın, iş bu davanın dayanağı olan eyleminin, Türk Ceza Kanununa göre “görevin kötüye kullanılması” niteliğinde olup, suç teşkil ettiği görülmektedir. Borçlar Kanununun 60/11. maddesinde “….şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruruzaman tatbik olunur….” denilmek suretiyle zamanaşımı süresi için Ceza Kanununa atıfta bulunulmuş olup, anılan hükme göre, tazminat davasının, ceza kanunları gereğince süresi daha uzun zamanaşımı süresine tabi, cezayı gerektiren bir eylemden doğmuş olması halinde, ceza zamanaşımı süresinin uygulanacağı açıktır. Kaldı ki bu maddenin uygulanması için, ceza davasında tazminat istenmesi gerekmediği gibi, eylemi işleyen hakkında ceza davası açılmış olması ya da mahkumiyet kararı verilmiş olması da gerekli değildir. Sadece eylemin suç niteliğini taşıması yeterlidir. O halde olayda ceza zamanaşımı süresi dolmamış olduğundan mahkemece, işin esası incelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğundan bahisle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 30.5.2013,2013/11873-2013/14533)

Davacı, davalı avukatın kendileri aleyhine açılan davalarda vekil olarak süresinde zamanaşımı definde bulunmadığı için fazla ödeme yapmak zorunda kalmaları nedeniyle zarara uğradıklarını ileri sürerek, uğradıkları zararın tespiti istemiyle eldeki davayı açmış, mahkemece davacının tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.6100 sayılı HMK.nun 106/2. maddesinde “Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.” hükmü, yine aynı kanunun 107/3. maddesinde “Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” hükmü düzenlenmiştir. Anılan yasal düzenlemeler dikkate alındığında davacının işbu tespit davasını açmakta hukuki yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Öyle olunca mahkemece işin esasına girilerek taraf delilleri toplanıp değerlendirildikten sonra sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde davacının hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 16.5.2013, 2013/7979 – 2013/12849)

Davacılar murisleri adına kayıtlı Mart 1943 tarihli 919 m2 miktarlı Doğusu dere, Kuzeyi Moses bağı, Batısı Kulak bağı, Güneyi Selen bağı yazılı tapu kaydının kadastro tesbitinde gözetilmediği ve buna dayalı dava açılması için vekalet verdiğini, avukatların ihmali sonucu zarar doğduğunu ileri sürmüşlerdir. Davalı avukatın zarardan sorumlu tutulması için öncelikle açılan davanın kazanılıp kazanılmayacağının incelenmesi gerekir. Kadastro dava dosyasında bulunan bozma ilamında dayanılan tapu kaydının sahih olup olmadığı, taşınmaza uyup uymadığı araştırılarak sonuca uygun karar verilmesi gerektiği işaret edilmiştir. Mahkemece, kadastro davasının kazanılıp, kazanılmayacağı, tapu kaydının geçerli olup olmadığı, zemine uyup uymadığı araştırılmalı, tapu kaydının sınırlan itibanyla değiştirilebilir sınırlı olduğu, miktarı ile geçerli olduğu gözetilerek, gerektiğinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ve eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 21.3.2013,2012/27707 – 2013/7135)

Dava, vekilin özen yükümlülüğüne aykırı işlemleri nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkindir. Mahkemece, davalının, vekil sıfatıyla hareket ettiği davayı açarken karşı tarafın ölü olduğunu araştınnamış olmasının söz konusu yargılamadan doğan zarardan vekilin sorumluluğunu gerektiği kanaatiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de; yalnızca ölü kişiye karşı dava açılmış olması, zikredilen dosyanın davalının vekillikten el çekmesinden uzun süre sonra ve hatta SGK lehine hüküm kurulması ve fakat Yargıtayca usulden bozulmasını mütaekip davacı kurumun feragati ile sonuçlandığı da göz önünde bulundurulduğunda, vekilin özen sorumluluğuna gidilmesi için yeterli kabul edilemez. Kaldı ki; davalı vekile dava açılması için SGK tarafından gönderilen belgelerde de rücu davası davalısının ölü olduğuna ilişkin hiçbir kayıt bulunmadığı gibi rücuya esas miktarın davanın açılış değeri ile aym miktarda belirlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu halde, davalının özen yükümlülüğüne aykırı davrandığından bahsedilemez. Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 4.10.2012, 2012/15425 – 2012/22079)

1- Asıl dava, avukat tarafından müvekkile karşı açılan haksız azil nedeniyle vekalet ücreti alacağının tahsili, birleşen dava ise, müvekkilin, “özen yükümlülüğüne aykırı hareket ettiği” iddiasıyla avukata karşı açmış olduğu tazminat davasına ilişkindir.
Avukatın, vekil olarak borçları BK’nun 389 ve devam maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, BK.nun 390 maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özen ile ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır. Vekil, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, vekil edenin vekilini azli haklıdır. Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” Hükmü mevcut olduğundan bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin kökleşmiş içtihatlanna göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Haksız azil halinde ise avukat ücretin tamamına hak kazanır.
Dava konusu olayda, asıl dava yönünden taraflar arasındaki uyuşmazlık, azlin haklı olup olmadığına ilişkin olup davacı, haksız olarak azledildiğini ileri sürerken, davalı ise, davacı avukatın görevini özenle ve gereği gibi yerine getirmediğini, kendisini zarara uğrattığını, ayrıca sadakat borcuna da aykırı davrandığını, azlin haklı olduğunu savunmuştur. Mahkemece alman bilirkişi raporunda, “azlin haklı olup olmadığı husususun takdirinin mahkemeye ait olduğu” belirtilerek, bu konuda herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmamış, dosyalara ilişkin safahat açıklandıktan sonra, sadece vekalet ücreti hesabı yapılmıştır. Mahkemece de, tarafların azil konusundaki iddia ve savunmaları irdelenip değerlendirilmeden, davacının, avukat olarak vekalet görevini yasa ve meslek kurallarına göre özen ve sadakatle yerine getirip getirmediği tartışılmadan soyut bir ifade ile “azlin haksız olduğu” kabul edilerek karar verilmiştir. Bu şekilde esik inceleme ile hüküm kurulamaz. O halde mahkemece, davacı avukatın, Avukatlık Kanunu ve meslek kuralları gereğince vekaleti özenle ve gereği gibi ifa edip etmediği, üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirip getirmediği konusunda, gerektiğinde uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan açıklayıcı ve denetime elverişli rapor alınmak suretiyle, tarafların bu konudaki iddia ve savunmaları üzerinde de durulup tartışılarak, azlin haklı olup olmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre karar verilmelidir. Açıklanan bu husus göz ardı edilerek, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2- Davalı-karşı davacı birleşen davada, davacı avukatın, İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2007/724 esas ve 2005/367 karar sayılı dosyasına ilişkin ilamın icrası için, Şişli 4. Tcra Müdürlüğünün 2005/12356 esas sayılı dosyası ile başlattığı icra takibinde hatalı talepte bulunduğunu, takipte hisse senetlerinin aynen iadesi, bunun mümkün olmaması halinde ise parasal değerinin tahsili için iki ayrı icra emri çıkarılmadığını, ayrıca hisse senetlerinin aynen iadesinin mümkün olmaması halinde belirlenecek parasal değeri üzerinden faiz talebinde de bulunulmadığını ileri sürerek, bu nedenle uğramış olduğu zararın tazminini istemiş, davacı-karşı davalı avukat ise, talebin Avukatlık Kanununun 40. maddesi gereğince zamanaşımına uğradığını savunmuş, mahkemece de birleşen davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Oysa ki davalı-karşı davacı 21.4.2008 tarihinde, Şişli 4. İcra Müdürlüğünün 2005/12356 esas sayılı dosyasında, takip konusu hisse senetleri aynen ödenmediğinden, alacağın talep edilen parasal değeri üzerinden faizinin de hesaplanmasını istemiş, ancak bu talep İcra Müdürlüğü tarafından aynı tarihte reddedilmiş, İcra Müdürlüğünün bu kararının kaldırılması için Şişli 3. İcra Hukuk Mahkemesine 22.4.2008 tarihinde şikayet yoluyla başvuruda bulunmuş, 24.4.2008 tarihinde söz konusu şikayet de reddedilmiştir. Birleşen dava 16.5.2008 tarihinde açıldığına göre, davada zamanaşımına söz konusu olmayıp, birleşen dava yönünden mahkemece işin esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 2.10.2012,2012/3983 – 2012/21778)

Dava, vekilin görevini yerine getirmemesi neticesinde doğan zararın tazmini talebine ilişkindir. Davacı, davalının bir kısım taşınmazlar için yetkilendirildiği halde hiç dava açmadığını, bir kısmı için ise açtığı davaları takipsiz bıraktığını beyanla bu nedenle doğan zararının tazminini istemiş, davalı ise bu davaları açmamaktaki amacının müvekkilini korumak olduğunu zira davacıların sözkonusu taşınmazlarda mülkiyet hakkına sahip olmadığını, davanın reddini dilemiştir. Dosya içinde toplanan delillerden davalının üstlendiği görevi iddia olunan ihmali sonucu davacıların zarara uğrayıp uğramadıkları, davalar açılsaydı ve görev ihmal edilmeseydi davacıların elde edecekleri menfaatin tespit edilmeden diğer bir deyişle davacıların bu davaları kazanma şansı bulunup bulunmadığı, davalının ihmali nedeniyle uğranılan zararın tamamı tespit edilmeden sadece davaya konu taşınmazların değerinden hareketle ve bu hususlar gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 4.7.2012,2011/15363-2012/17404)

Dava hukuksal nitelikçe vekilin özen borcunun gereği gibi ifa edilmemesinden kaynaklanan tazminat talebine ilişkindir. Yasal dayanağı BK. 388, 389 ve 390 maddeleridir. Bu madde hükümlerinde, vekaletin, vekilin kabullendiği işin yapılması için, icap eden tasarrufları ifa salahiyetini kapsadığı, vekilin, müvekkilinin sarih olan talimatına aykın hareket edemeyeceği, vekilin mesuliyetinin genel olarak işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabi olduğu, vekilin, vekaleti iyi bir surette ifa zorunda olduğu belirtilmiştir. Vekilin işin başarılı olması için mesleki bilgi ve deneyimleri ile hayat deneyimlerine ve işlerin normal oluşuna göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması, başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınıp, basiretli olarak hareket etmesi, özen borcunun konusunu teşkil eder.
Bir avukatın yasa ile öngörülen süre içinde yapılması gereken işleri yapmaması, süresinde dava açmaması, temyiz süresini ihtiyatsızca hareket ederek kaçırması, özen borcunun gereği gibi ifa edilmediğini ve kusurlu olduğunu gösterir. Avukatın kusurlu bir davranışından dolayı sorumlu tutulabilmesi için kusurunun varlığından ayrı olarak, bu nedenle müvekkilinin bir zararının da meydana gelmesi şarttır. Kusurlu davranışından dolayı müvekkili zarara uğramış ise avukat zararı karşılamak zorundadır.
Somut olayımızda, davalı avukat davacı şirketin vekili olarak Danıştay 10. Dairesinin 2003/2915 esas sayılı dosyasını takip etmiştir. Mahkemece şirket aleyhine verilen kararın temyiz edilmesi üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu temyizin süresinden soma yapıldığı gerekçesiyle temyiz talebini reddetmiştir. Bu nedenle davalının vekil olarak özen borcunu yerine getirmediği, davacının hakkını halele uğrattığı tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Taraflar arasındaki ihtilafın çözümü için, davalı kararı süresinde temyiz etseydi müvekkil yararına bir sonuç alınıp alınamayacağının incelenmesi gerekir. Çünkü tazminat hukukunda sadece eylemin yasaya ve sözleşmeye aykırı olması yetmez, ayrıca bu eylem sonucu bir zararın doğmuş olması ve zararla eylem arasında da uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Davalı avukatın vekillik görevini ihmal ettiği, kusurlu davrandığı anlaşılmakta ise de, bu kusurlu davranışın sonunda ve sırf bu kusurdan dolayı davacının bir zarannın doğmuş olup, olmadığının araştırılması zorunludur. Bu nedenle karann süresinde temyiz edilmesi halinde davacı yararına bir sonuç alınıp alınmayacağının belirlenmesi gerekir. Bu belirlenmenin yapılması hukuki bir mesele olup, mahkemece dosya içerisindeki deliller bu hususta tarafların gösterecekleri diğer deliller toplanarak değerlendirilmeli, gerektiğinde davacın uğradığı zararın miktarı konusunda uzman bilirkişilerden açıklamalı gerekçeli denetime elverişli rapor alınarak belirlenip sonucuna uygun karar verilmesi gerekir. Mahkemece bu hususta bilirkişi raporu alınmış ise de, alınan bilirkişi raporu yeterli inceleme ve araşlınnayı içermemektedir. Danıştay’ın varsa benzer konulardaki uygulamalarından, emsal olabilecek kararlarından da yararlanılması suretiyle, idare hukuku dalında uzman kişilerden oluşacak bilirkişi kurulundan rapor alınması gerekirken, yetersiz bilirkişi raporuna göre eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 12.6.2012, 2012/5625 – 2012/15238)

Davacı, vekili olan davalının icra takip dosyasından tahsil ettiği parayı kendisine iade etmediği, vekaleti kötüye kullandığı iddiası ile doğan zararının tahsili istemi ile eldeki davayı açmıştır. Dava, hukuki nitelikçe vekaletin gereği gibi özen ve sadakatle ifa edilmemesine dayalı tazminat alacağıdır.
Vekil; müvekkile karşı, vekaleti “sadakat ve özen ile” ifa etmekle yükümlüdür (BK. m. 390/2). Vekilin iş görme ile amaç tutulan sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınması özen borcunun kapsamım oluşturur. Vekil iş görürken amaçlanan sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca kavuşmak için yaptığı çalışmaların özenle görülmemesinden sorumludur. İş sadakatle ve özenle görülmüşse yönelinen sonuca erişilmemiş olsa bile gereği gibi ifa vardır. Vekilin gerekli özeni göstermesine rağmen sonucun elde edilmemesinin rizikosu vekile yüklenemez. Bu riziko müvekkilin üzerinde kalır. Burada özen borcunun yerine getirilmediğini ispat külfeti müvekkile aittir. Müvekkil özen ve sadakat borcunun yerine getirilmemesinden dolayı amaçlanan sonucun ortaya çıkmadığını ispat edecek vekil de; borcun yerine getirilmemesinde bir kusuru olmadığmı kanıtlayarak sorumluluktan kurtulabilecektir.
Uyuşmazlığı, bu hukuki çerçeve içinde değerlendinnek gerekir. Davacının düzenlediği 31.7.2003 tarihli vekaletnamede, davalı vekile tanınan yetkiler içinde “….çek veya nakit olarak talep tahsil ve ahzu kabza“ sözlerinden bahsedilmesi ile; görülecek işte paraya ilişkin bir sonucun elde edilmesinin ve müvekkile teslimin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla, davalı vekil, hesap verme borcunu, müvekkili davacıya nakit para vennekle ifa etmiş olacaktır. Davalı vekilin tazminatla sorumlu tutulabilmesi için gösterilmesi gereken özenin ölçüsü, somut olayın özelliği ve delillerle birlikte az yukarıda açıklanan iki ana çizgi içinde değerlendirilerek tesbit edilmelidir.
Gerçekten de, davalı vekil cevap dilekçesinde davacı adına yürüttüğü takip dosyasından tahsil edilen parayı davacıya elden teslim ettiğini beyan ettiğinden ve davalı vekilin hesap verme yükümlülüğü olduğundan tahsil edilen parayı davacıya ödediğini davalı kanıtlamalıdır. Başka bir anlatımla davalı vekilin takip dosyasından tahsil edilen paralarla ilgili davacıya hesap verdiğini ispat etmesi gerekir. İspat külfeti davalıya düşer. Bütün bu hususlar değerlendirilerek ödemeye ilişkin davalının tüm delilleri, davacının da karşı delilleri toplanarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, mahkemenin hukuki değerlendirmede, delilleri takdirde hataya düşerek eksik inceleme ile yazılı şekilde davarım reddine karar vermesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 30.5.2012,2012/6667 – 2012/13924)

Davacı bu davasında vekil olan davalının icra takibinde bulunurken avans faizi yerine yasal faiz isteminde bulunduğunu beyan etmiş ve itiraza uğrayan alacağın yapılan yargılaması sonucunda alacağnı yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiş, hüküm bu hali ile taleple bağlı kalınarak kesinleşmiştir. Vekil olan davalı, davacı adına takip talebinde bulunurken istenebilecek faiz türünü de açıkça belirlemek durumundadır. Vekil en az kusurundan bile sorumludur. Avans faizi yerine yasal faiz istemekle davacının zararı doğmuştur. Mahkemece fark faiz tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yukarıda yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 23.5.2012, 2012/6235 – 2012/13396)

Denizli İş Mahkemesinin 2002/120 ve 2004/390 sayılı davaları ile ilgili kararların kesinleşme tarihleri dikkate alındığında, (Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin onama kararları gözönünde tutulduğunda 2004/390 E. sayılı dava sonucu verilen karar 22.5.2006 ve 2002/120 sayılı dava sonucu verilen karar ise, 10.5.2005 tarihinde kesinleşmiştir) açılan bu davanın 1 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra açılmış olduğu, her ne kadar Borçlar Kanunun 126. maddesi gereğince zamanaşımı süresi 5 yıl olsa da, özel nitelikteki Avukatlık Yasası 40. maddesi hükmü gözönünde tutulduğunda davanın 1 yıllık zamanaşımı süresine bağlı olduğu mahkemece kabul edilerek, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ve dairemizce usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilen hükmün onanmasına karar verilmiş ise de; davalı avukat Orhan hakkında aynı olay nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan Denizli 3. Ağır Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/81 esas sayılı dosyası ile ceza davası açıldığı anlaşılmıştır.
Borçlar Yasası’nın 60/2. maddesine göre, zarar ve ziyan davası ceza kanunları mucibince daha uzun zamanaşımına tabi olan eylemden kaynaklanmış ise davada ceza zamanaşımı uygulanacaktır. Somut olayda davalı hakkında ceza davası açıldığı ve davada ceza zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle davanın ceza zamanaşımına tabi olduğundan mahkemece işin esasına girilip sonucuna göre karar verilmesi ve dolayısıyla bu gerekçeyle hükmün bozulması gerekirken, Dairemizce zuhulen onandığı anlaşıldığından, davacının bu yöne ilişkin karar düzeltme isteminin kabulüne, Dairemizin 14.6.2011 tarih ve 2011/1399 esas, 2011/9468 karar sayılı onama ilamının kaldırılarak, hükmün az yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulmasına karar vermek gerekmiştir. (Y. 13. HD. 11.4.2012, 2012/1812 – 2012/9890)

Davalı avukatın kendisine tahsil için verilen bono ile ilgili gittiği icra takibinde görevini ihmal ettiği mahkemenin de kabulündedir. Ve bu durumda işin davalının elinden alınarak başka avukata verilmesi ve bu avukat eliyle dosyanın yenilenmesi sebebiyle davacı tarafından avukatlık asgari ücret tarifesine göre yeni tutulan avukata ödenmesi gereken ücretin, buna sebebiyet veren davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde maddi tazminatın tamamen reddi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 31.1.2012, 2011/13581 – 2012/1618)

Hükmüne uyulan Dairemize ait bozma ilamında özetle, “…vekaletnamedeki feragat yetkisi, davalı avukata müvekkilinden yazılı onayını almaksızın bu yetkiyi tek başına kullanma hakkı vermez. Davacı bu konuda talimatı olmadığını bildirmekte, davalı ise talimat verildiğini ileri sürmektedir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, bu konudaki ispat yükünün kime düşeceği ile ilgilidir. Feragat için talimat verildiğini ispat yükü yasal olarak davalıya düşmektedir. Davalı, feragat için müvekkilinin onayı olduğunu yazılı delille ispatlayamamıştır. Hal böyle olunca dava konusu 3 parsel yönünden feragat edilmesine ilişkin davacının talimatının bulunduğunun kabulü yasal olarak mümkün değildir. Mahkemece dava konusu parseller açısından feragat edilmemesi durumunda davanın ne şekilde sonuçlanacağı yönünde bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği” belirtilmiş olup, mahkemece bozma ilamına uyulduktan sonra alman, inşaat, ziraat ve kadastro bilirkişilerinden oluşan 17.2.2010 tarihli raporda, “…feragat edilmemesi halinde dosyanın nasıl sonuçlanacağı konusunda bir kanaate varılmadığı”, bildirilmiş, yine ziraat ve inşaat bilirkişilerinden oluşan 29.7.2010 tarihli bilirkişi raporunda da bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılamamış olup, mahkemece, “vekil olan davalı tarafından söz konusu parseller yönünden feragat edilmemiş olsaydı, davacının söz konusu davayı kazanacağı, davacı yönünden davanın kabulüne karar verileceği sonuç ve kanaatine varıldığı” belirtilerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Oysa ki, mahkemece bozmaya uyulmuş olmakla, bozma ilamında belirtildiği şekilde, “feragat edilmemesi durumunda davanın ne şekilde sonuçlanacağı” yönünde kadastro hukukunda uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden açıklayıcı, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli şekilde rapor alınarak, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, bozma gereği yerine getirilmeden, denetime elverişsiz ve soyut bir gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, hükmün yeniden bozulmasını gerektirmiştir. (Y. 13. HD. 6.12.2011, 2011/6303-2011/18149)

Davacı, icra takibi yapılan 27.5000.00.TL alacağın dışında alacaklısı Nejla  borçlusu Emin , cirantası Yusuf olan 30.12.2003 vade tarihli 5.000.00.TL bedelli senedinde tahsili için davalı avukata verdiğini ancak icraya konulmaması ve herhangi bir şekilde tahsilinin de sağlanmaması nedeniyle zarara uğradığını belirterek bono bedeli kadar zararının davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı ise, senedin zamanaşımına uğradığı iddiasının gerçek dışı olduğunu ve bononun aslının davacı tarafından sunulması gerektiğini savunmuştur. Davacı, 5.000.00.TL bedelli senedi tahsil için davalıya verdiğini ileri sürmekte, davalı da vekil olarak bu senedin kendisine tahsil için verilmediği yönünde herhangi bir savunmada bulunmamaktadır. Bu durumda davalı, vekil olarak kendisine tevdi edilen işlemlerle ilgili hesap verme yükümlülüğü nedeniyle bu senetle ilgili olarak neler yaptığım kanıtlamak zorundadır. O halde mahkemece, davacının davalı vekile tahsili için teslim ettiği 5.000.00.TL bedelli senetten dolayı zarara uğradığı iddiası ile ilgili olarak, ispat külfeti davalı da olmak üzere işin esasına girilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve gerekçe ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 30.11.2011,2011/6652 – 2011/17806)

Davacılar, davalı avukatın ihmali neticesinde açtıkları tazminat davalarının reddedildiğinden bahisle maddi ve manevi tazminat istemi ile eldeki davayı açmıştır. Davalı davanın reddini dilemiş, mahkemece, davacının görevsizlik kararından haberdar olduğunu 10 gün içerisinde görevli mahkemeye başvurabileceği halde başvurmadığını, kendi kusuruna dayanarak tazminat talep edemeyeceğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı profesyonel yardım almak üzere davacı avukata başvurmuş, vekalet vererek davanın takip edilmesini istemiştir, davalı avukat ise İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararı için süresi içinde tahrik dilekçesi vermeyerek davanın açılmamış sayılmasına sebebiyet vermiştir. Davalının sorumluluğunda olan işlemler nedeniyle davacıya sorumluluk yükle- nemeyeceği gibi davacının olayda üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmediğinden de bahsedilemez. Öyle olunca davalının görevini layıkıyla yapmadığı anlaşılmaktadır. Ne var ki davalı avukat davaların usulden ve zamanlaşımından reddedilmesine sebebiyet vermiş ise de davacıların doğan zararı ile davalı avukatın ihmalinden kaynaklanan olay arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu nedenle mahkemece avukatın görevi tam olarak yerine ge-tirmesi halinde davacıların ne kadarlık bir tazminata hak kazanacağının tespiti önem arz etmektedir. Mahkemece ihmali davranış olmaması halinde takip edilen davalar neticesinde davacıların dava sonuçlarında tazminata hak kazanıp, kazanamayacakları hususunda uzman bilirkişiler marifetiyle inceleme yaptırılıp sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken aksi düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma gerektirir. (Y. 13. HD. 28.11.2011,2011/9566-2011/17571)

Dava hukuksal nitelikçe, BK.’nun 390. maddesine dayalı avukat olan vekilin sorumluluğuna ilişkindir. BK.’nun 390. maddesi vekilin vekaleti icrada özen ve sadakat göstermesi borcunu düzenlemiş bulunmaktadır. Vekalet sözleşmesi, sonucu itibariyle bir güven ilişkisi olduğundan vekalet konusunun yerine getirilmesinde vekile düşen başlıca yüküm onu özen ve sadakatle ifa etmesidir. BK.’nun 390/1. maddesi ifa borcunun sınır ve kapsamını çizmiştir. Anılan madde hükmüne göre, vekilin sorumluluğu genel olarak hizmet sözleşmesinde işçinin sorumlu olduğu hükümlere tabidir. Vekilin özenle ifası, hizmet sözleşmesinde olduğu gibi, sözleşmenin hükümlerine BK.’nun 321. maddesinde açıklanan işçinin özen ve sadakat borcuna ilişkin unsurlara göre belirlenecektir. BK.’nun 390/2. maddesine göre vekil, müvekkile karşı vekaleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir. Vekilin özenle ifada bulunduğunun kabulü için tedbirli ve basiretli şekilde hareket etmesi gereklidir. BK.’nun 32. ve 98. madde hükümleri her türlü kusuru kapsar. O nedenle vekilin kusuru pek hafif olsa dahi sorumluluktan kurtulamayacaktır. Yine sadakatle ifa, müvekkilin yararına ve onun arzularına uygun olarak hareket etme borcunu kapsar. Sadakatle ifa genel bir anlatımla, objektif iyiniyet kurallarına uygun olarak ifa şeklinde tanımlanmaktadır. (Bkz. Hatemi/Şerozanl Arpacı, Borçlar Hukuku Özel Bölüm İst. 1992 sh.319, 320)Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya baktığımızda, davacının alacaklısı olduğu çekin tahsili için davalı avukat Ömer Savaş’a vekaletname verilmiş, davalı tarafından da çekin tahsili için icra takibine girişilmiş, ayrıca 3167 sayılı yasa gereğince karşılıksız çek keşide etmek suçundan dava dışı şirket yetkilisi hakkında şikayette bulunulması üzerine cezalandırılmasına karar verildiği ve verilen kararın kesinleştiği akabinde de davalı avukat Ömer’in verdiği yetki belgesine istinaden Av. Ramazan tarafından ceza mahkemesine verilen şikayetten vazgeçme dilekçesi üzerine dava dışı şirket yetkilisi aleyhine verilen cezanın bütün neticeleri ile birlikte ortadan kaldırıldığı dosya kapsamı itibariyle sabittir. Davacı, şikayetten vazgeçilmesi talimatı vermedikleri halde davalıların dava dışı şirket yetkilisi hakkında şikayetten vaz-geçmeleri nedeniyle alacaklarını tahsil edemediklerini ve zarara uğradıklarını iddia etmektedir. Davalılar ise, davacı şirket yetkilisinin faks yoluyla gönderdiği yazılı şikayetten vazgeçme talimatı ve telefonla sözlü beyanı üzerine şikayetten vazgeçtiklerini ayrıca davacının dava dışı şirketten çek bedelini haricen tahsil ettiğini, borcun bittiğini, yine şikayetten vazgeçme ile alacağın tahsil edilememesi arasında uygun illiyet bağınm bulunmadığını savunmaktadırlar. Mahkemece, davalıların bu savunmaları üzerinde yeterince durulmamış, bu yönlerde araştırma ve inceleme yapılmamıştır. O halde, mahkemece, dosyaya delil olarak sunulan şikayetten vazgeçme talimatını içerir faks yazısının davacı şirkete ait fakstan gönderilip gönderilmediği bu faksın kim tarafından hangi tarihte kime gönderildiği yönünde deliller toplanarak alanında uzman bilirkişi marifetiyle inceleme yapılması, bunun sonucunda faks yazısının davacıya ait olduğunun tespiti halinde de, davacı ile dava dışı şirket arasında 4.000.00.TL’lık başka bir çeke istinaden davalılar tarafından takip edilen şikayet veya icra takibi olup olmadığı ile ayrıca dava dışı şirket tarafından 14.000.00.TL’lık çek borcunun haricen davacıya ödenip ödenmediği yönünde davacı ile dava dışı şirkete ait ticari defterler üzerinde uzman bilirkişi incelemesi yapılması ve yapılacak inceleme sonucunda herhangi bir ödemenin bulunma-dığının belirlenmesi halinde de davalılar tarafından mahkemeye verilen şikayetten vazgeçme dilekçesi ile çek bedelinin tahsil edilememesi arasında nedensellik bağı bulunup bulunmadığı hususları saptanarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 14.9.2011, 2011/3847 – 2011/12222)

Kartal 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2001/438 Esas, 2003/878 Karar sayılı dosyasının temyiz edilmemesi nedeniyle dosya münderecatmdaki bilirkişi raporunun yeterli olup olmadığı ve toplanan deliller neticesinde kararın temyiz sonucunda değişip değişmeyeceği ve maddi zararın oluşup oluşmayacağı hususunun açıklığı kavuşması için konusunda uzman üç kişilik bilirkişiden rapor alınarak sonucuna uygun karar verilmesi gerekir, Mahkemece bu husus gözetilmeyip yetersiz bilirkişi raporu ile davacının maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma gerektirir.
3- BK 49. maddesi gereği manevi tazminat istenebilmesi için kişilik haklarının tecavüze uğraması gerekir. Mahkemece, BK.nun 49. maddesinde öngörülen manevi tazminat koşullan oluşmadığı halde manevi tazminat talebinin bu nedenlerle reddi gerekirken yazılı şekilde manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 4.7.2011, 2011/3767 – 2011/10946)

Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. (BK. 386-390) Vekil, vekâlet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. (BK. 321/1 md.) Öyle olunca davalı avukat, davacının tahsilinden mahrum kaldığı alacağın tamamından sorumlu olup. Mahkemece her iki vekilin eşit oranda kusurlu olduğu kabul edilip davacı alacağından %50 oranında indirim yapılmış olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
3- Davacısı münfesih Turban A.Ş olan Aydın 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/286 esas sayılı dosyasında 4.4.2003 tarih ve 2003/403 karar sayılı karar ile 1.978.422.390 TL’nin(eski) 15.11.1994 tarihinden itibaren reeskont faizi ve KDV’si ile birlikte davalı Rektörlükten tahsiline karar verilmiş olup, bu karar Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 24.3.2004 tarihli bozma ilamı ile, davalıya gönderilen 27.9.1996 günlü yazı ile borcun ödenmesinin istenildiği, bu yazının davalıya tebliğ tarihi araştırılarak bu tarihten, temerrüd kanıtlanmadığı takdirde dava tarihinden reeskont faiziyle alacağın tahsiline karar verilmesi gerektiği yönünden bozulmuştur. Ne var ki. Mahkemece davacının bu dosyada mahrum kaldığı alacağı hesap edilirken dava tarihinden itibaren asıl alacağa reeskont faizi uygulanmış, yukarıda bahsi geçen Daire bozma ilamında da belirtildiği üzere 27.9.1996 tarihli yazının tebliğine ilişkin araştırma yapılmamıştır. Öyle olunca Mahkemece, Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 24.3.2004 günlü bozma ilamında bahsedilen 27.9.1996 günlü yazının Rektörlüğe tebliğ edilip edilmediği araştırılmalı, edilmişse davacının mahrum kaldığı faiz alacağından da davalı avukatın sorumlu tutulması gerekirken bu yönde inceleme ve araştırma yapılmaksızın hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 5.7.2011, 2011/369 – 2011/11058)