Avukatın hesap verme borcuna ilişkin Yargıtay kararları
Avukatlık Kanunu’nun 40. maddesinde, “iş sahibi tarafından sözleşmeye dayanılarak avukata karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer.” hükmü bulunmakta olup, bu hükümle müvekkilin, avukata karşı tazminat isteminin bir ve beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu belirtilmiştir. Mahkemece, dava tarihine göre, dava konusu edilen zararın öğrenilmesinden itibaren beş ve bir yıllık sürenin geçtiğinden bahisle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmişse de, Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/88 2008/406 esas ve karar sayılı davanın, Yargıtay 5.Hukuk Dairesi tarafından 2.4.2009 tarihinde onanarak kesinleştiği anlaşılmaktadır. Dava tarihi itibariyle henüz beş yıllık zamanaşımı süresi dolmamıştır. O halde olayda zamanaşımı söz konusu olmadığından, mahkemece işin esası incelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 11.12.2013,2013/18207-2013/31087)
Davacı, davalı avukatın edimini yerine getirmemesi nedeniyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle eldeki davayı açmıştır. Davacı tarafından yapılan suç duyurusu üzerine, İskenderun Ağır Ceza Mahkemesinde ait 2010/29 esas ve 2010/460 karar sayılı dava dosyası üzerinden “görevi kötüye kullanmak” suçundan açılan ceza davasında, suçun sabit görülerek davalı avukatın cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, karara ilişkin itirazın da 25.1.2011 tarihinde reddedildiği anlaşılmaktadır.
Davalı avukatın, iş bu davanın dayanağı olan eyleminin, Türk Ceza Kanununa göre “görevin kötüye kullanılması” niteliğinde olup, suç teşkil ettiği görülmektedir. Borçlar Kanununun 60/11. maddesinde “….şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruruzaman tatbik olunur….” denilmek suretiyle zamanaşımı süresi için Ceza Kanununa atıfta bulunulmuş olup, anılan hükme göre tazminat davasının, ceza kanunları gereğince süresi daha uzun zamanaşımı süresine tabi cezayı gerektiren bir eylemden doğmuş olması halinde, ceza zamanaşımı süresinin uygulanacağı açıktır. Kaldı ki bu maddenin uygulanması için, ceza davasında tazminat istenmesi gerekmediği gibi, eylemi işleyen hakkında ceza davası açılmış olması ya da mahkumiyet karan verilmiş olması da gerekli değildir. Sadece eylemin suç niteliğini taşıması yeterlidir. O halde olayda ceza zamanaşımı süresi dolmamış olduğundan mahkemece, işin esası incelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğundan bahisle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 18.11.2013, 2013/18453 – 2013/31601)
Davacı (karşı davalı) avukatlarının tahsil ettikleri paralan kendisine ödemediklerini ve azil edilmelerine rağmen tahsilat yaptıklarını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Davalı, (karşı davacı) zamanaşımı süresinin dolduğunu savunarak davanın reddini dilemiş ve alacaklı olduğu iddiasıyla karşı dava açmıştır. Mahkemece, davacının 29/05/2009 tarihli azilname ile durumu öğrenmesine rağmen 16.10.2010 tarihinde dava açtığı ve Avukatlık Kanunun 40. maddesi gereğince zamanaşımı süresinin 1 yıl olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesine dayanmakta olup, vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap verme borcu gelmektedir. Vekalet sözleşmesinde vekilin hesap verme borcu vekalet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup; işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde de devam etmektedir. BK.nun 392. Maddesi hükmü gereğince vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği herşeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya mecburdur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı vekalet sözleşmesi sürdükçe işlemez. Bir başka deyişle iade borcunda muacceliyet vekilin hesap vermesi veya sözleşme ilişkisinin bitmesi ile başlar. Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 2011 tarih ve 2011/13-161 esas ve 2011/276 karar sayılı ilamı da bu yöndedir. Vekalet ilişkisi azil tarihi olan 29.5.2009 tarihinde sona erdiğine göre beş yıllık zamanaşımı süresi dava tarihi itibariyle henüz dolmamıştır. O halde mahkemece, işin esasına girilerek sonucuna uygun şekilde karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde asıl davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 15.4.2013,2012/24227-2013/9556)
Davacı, oğlunun iş kazasında vefatı nedeniyle davalı avukat taralından maddi ve manevi tazminat talepli olarak Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/858 esasmda kayıtlı olarak açılan davayı vekil sıfatı ile yürütüp sonuçlandırdığını, hükmedilen tazminatı tahsil ettiği halde kendisine ödeme yapılmadığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Davalı avukat, taraflar arasında ücret sözleşmesi bulunduğunu, bu davanın yanında diğer açılan davaları da takip ettiğini, sözleşmeye göre kendisinin alacaklı olup, buna rağmen davacıya 8.7.1997 tarihinde para havalesi yaptığını, 12.9.1997 tarihli ihtarı ile de hesap vermek üzere davet ettiğini, davacının davete icabet etmediği gibi kalan ücretini de ödemediğini, kaldı ki 1136 sayılı yasanın 40. maddesi gereğince hesap verme yükümünün ortadan kalktığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Dosya içindeki belgelere göre davalı avukatın, 12.9.1997 tarihli ihtarla davacıyı hesap görmeye davet ettiği, 26.9.1997 tarihinde de ihtarın davacıya tebliğ edildiği, yine davacıya 8.7.1997 tarihli havale ile de kısmi ödeme yapıldığı anlaşılmaktadır. 1136 sayılı Avukatlık yasasının 40. maddesi hükmüne göre, “iş sahibi tarafından sözleşmeye dayanılarak avukata karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl geçmekle düşer.” Davacıya hesap görme için çekilen ihtarın tebliğ tarihinden itibaren 1 yıllık süre dolmuş olup davacı davalıdan talepte bulunamaz. Öyle olunca Mahkemece, davanın reddi gerekirken aksine düşünce ile yazılı şekilde kabule karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 5.4.2012, 2011/18146-2012/9170