Memurlarda Atama İptali Davası Nedir?

Avukatın müvekkili adına yaptığı tahsilat – Alacak davası – Yargıtay kararları

Avukatın müvekkili adına yaptığı tahsilat – Alacak davası – Yargıtay kararları

Dava, taraflar arasındaki vekalet sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkin olup, vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap verme borcu gelmektedir. Vekalet sözleşmesinde vekilin hesap verme borcu, vekalet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup; işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde de devam etmektedir. BK’nun 392. maddesi hükmü gereğince vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği her şeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya zorunludur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı, vekilin hesap vermesi ile işlemeye başlar.
Somut olayda davalı avukatın, davacı ve diğer hissedarlara vekaleten Kütahya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/677 esas 2003/106 karar sayılı dosyası üzerinden DSİ aleyhine kamulaştırmasız el atma ve ecrimisil davası açıp sonuçlandırdığı, tahsil etmiş olduğu ilama dayalı alacağın bir kısmını davacı ve diğer hissedarlara ödediği, daha sonra bakiye vekalet ücreti alacağı bulunduğundan bahisle müvekkilleri aleyhine takip başlattığı, davacı ve diğer hissedarların itirazları üzerine itirazın iptali istemi ile açılmış olan Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/101 esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama sonunda ise, davalı avukatın vekalet ücreti alacağının bulunmadığı gibi, hak ettiği vekalet ücretinden daha fazla bir miktarda parayı müvekkillerine ödemeyerek uhdesinde tuttuğunun anlaşıldığı, bunun üzerine davacı tarafından hissesine düşen alacak miktarının tahsili amacıyla da eldeki davanın açıldığı, anlaşılmaktadır.
Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2010/101 esas ve 2010/137 karar sayılı ilamda, davalı vekilin vekalet ücreti adı altında fazla miktarda parayı uhdesinde tuttuğu anlaşılmış olduğundan, dava konusu olayda zamanaşımının, söz konusu kararın kesinleştiği 29.6.2011 tarihinden itibaren başladığının kabulü gerekir. O halde dava tarihi itibariyle alacağm zamanaşımına uğraması söz konusu olmadığından, mahkemece işin esası incelenip, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 28.1.2014,2013/5716 – 2014/2138)

Davacı, davalının kendisini işçilik alacaklarının tahsili için açmış olduğu dava ve icra takibinde vekil olarak temsil ettiğini, icra dosyasından fazla para tahsil ettiği halde kendisine eksik ödeme yaptığını beyanla fazla tahsil edilen miktarın davalıdan alınmasını istemiş, davalı ise dava için ayrı sonraki hukuki işlemler için ayrı ücret talep etme hakkı olduğunu ve ayrıca davacı tarafından imzalanarak kendisine verilen ve ibraname niteliği taşıyan .9.6.2008 tarihli belgeden dolayı davacının kendisinden herhangi bir alacağı olmadığını savunmuştur. Mahkemece alman bilirkişi raporu ile davalının hak ettiği vekalet ücretleri hesaplanarak mahsup edildiğinde icra dosyasından fazladan 2.359,82 TL para tahsil ettiği anlaşılmıştır. Vekil, yaptığı iş sırasında vekil edenin üzerine geçen tüm haklarını ödemek veya yararına yaptığı tüm işlemlerden dolayı hesap verme zorunluluğundadır. Vekil, sadece hakettiği miktarı uhdesinde tutabilir. Tüm bu hususlar gözönüne alınarak mahkemece davalı tarafından fazla tahsil edilen miktar belirlenip, bu meblağa hükmedilmesİ gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 16.9.2013,2013/19281-2013/21341)

Davacı, davalı avukatların yaptığı tahsilatlar nedeni ile hesap vermediklerini ileri sürerek ödetilmesi isteği ile eldeki davayı açmıştır. Mahkemece, davalı avukatların tazminat bedelini bankadan çektikleri tarihten itibaren zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesi ile yazılı şekilde karar verilmiştir.
Taraflar arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığı açıktır. Vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap venne borcu gelmektedir. BK.nuıı 392. maddesi hükmü gereğince, vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği herşeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya mecburdur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı, vekalet sözleşmesi sürdükçe işlemez. Bir başka deyişle iade borcunda muacceliyet, vekilin hesap vermesi ile veya sözleşme ilişkisinin bitmesi ile başlar. Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 2011 tarih ve 2011/13-173 esas ve 2011/276 karar sayılı ilamı da bu yöndedir. Açıklanan bu nedenle davalı avukatların hesap verme tarihleri araştırılarak bu tarihten itibaren zamanaşımı süresinin hesaplanması ve sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekir. Mahkemece, yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul e yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 6.6.2013, 2013/7632 – 2013/15331)

Dava, davalı vekil tarafından tahsil edilen bedelin tarafına verilmediğinden dolayı alacağın tahsiline ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesine dayanmakta olup, vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap venne borcu gelmektedir. Vekalet sözleşmesinde vekilin hesap verme borcu vekalet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup; işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde de devam etmektedir. BK.nun 392. maddesi hükmü gereğince vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği herşeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya mecburdur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı vekalet sözleşmesi sürdükçe işlemez. Bir başka deyişle iade borcunda muacceliyet vekilin hesap vermesi veya sözleşme ilişkisinin bitmesi ile başlar. Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 2011 tarih ve 2011/13-161 esas ve 2011/276 karar sayılı ilamı da bu yöndedir. Davalının hesap vermediği açık olup azil tarihide 12.10.2006 tarihidir.
Buna göre BK. nun 126. maddesindeki 5 yıllık süre dava tarihi itibariyle henüz dolmamıştır. Somut uyuşmazlık itibariyle mahkemece davalının azledildiği 12.10.2006 tarihinden dava tarihine kadar BK 126. maddesindeki 5 yıllık zamanaşımı süresinin geçmediği gözetilerek, işin esasına girilerek sonucuna uygun şekilde karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 24.12.2012, 2012/2474 – 2012/29335)

ı-(…)
2- Davacı, davalı ile ortak murislerinden kalan taşınmazın kamulaştırma bedelinin tahsili için davalıya vekaletname verildiği ve para çekildiği halde kendisine ödenmediğini bildirerek tahsili için eldeki davayı açmıştır. Davalı davacının fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadığını, ıslaha izni olmadığını, davacının da ortak murislerinden kalan taşınmazları kiraya verdiği ve kira bedelinin tamamını kendisinin aldığını, yine muristen kalan taşınmazların resmi işlemleri için masraf yaptığını, bu yüzden dava konusu alacağın bu masraf ve kira bedeline sayılacağının kararlaştırıldığını savunmuş, 28.10.2009 tarihli dilekçesi ile de bu masraflar ve kira alacağının davacı alacağından takas ve mahsubuna karar verilmesini talep etmiştir. Bilirkişi incelemesinde, bu dilekçe dikkate alınarak davalının 4.332 TL kira alacağı olduğu tesbit edilerek bu miktarın davacı alacağından mahsubu ile davacının 18.291,80 TL alacağı olduğu tesbit edilmiştir. Mahkemece bu bilirkişi raporu esas alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ise de, davalı taraf cevap dilekçesinde karşı alacağının davacı alacağından takas ve mahsup yapılmasına ilişkin bir savunması olmamış, dosya bilirkişiye gitmeden önce dosyaya sunduğu 28.10.2009 tarihli dilekçe ile takas ve mahsup savunmasında bulunmuştur. Davalı tarafın bu dilekçesi ile dosya bilirkişi incelemesine gönderilmesi ile bilirkişi tarafından davalının takas ve mahsuba konu karşı alacağı olduğu tesbit edilmiştir. Davacı taraf davalının 28.10.2009 tarihli dilekçesini bilirkişi raporu ile birlikte 17.12.2009 tarihinde tebliğ alarak incelemek üzere süre verilmiş, 29.12.2009 tarihli dilekçesi ile takas ve mahsup definin süresinde yapılmadığını bildirerek dikkate alınmamasını talep etmiştir. Davalı taraf davacı alacağına karşı takas ve mahsup defini davaya cevap süresi içinde ileri sürmemiş, bu talebin davacıya tebliği ile davacı tarafından süresinde savunmanın genişletilmesi ve süre aşımında bulunulduğu itirazı yapıldığına göre davalının takas ve mahsup savunması esas alınarak bulunan karşı alacağın dava konusu alacaktan mahsubu ile hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
3- Davacının kamulaştırma bedelinin tahsili için davalıya vekaletname verilmiş, bu vekaletname uyarınca dava konusu paranın 6.873,83 TL si 15.5.2003 tarihinde, 18.127,60 TL si 17.6.2003 tarihinde vekaleten çekildiği taraflar arasında ihtilaflı değildir. Davalı vekil parayı çektiği tarihten itibaren bunu davacıya ödemekle yükümlü olup paranın çekildiği tarih itibarıyla temerrüde düştüğünün kabulü gerekir. Buna göre dava konusu alacağın çekilme tarihlerinden itibaren faizi ile tahsiline karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde dava tarihinden itibaren faizi ile tahsiline karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 3.11.2011, 2011/4602-2011/14411)

2- Dava, 27.5.2003 tarihli ücret sözleşmesi gereğince vekalet ücreti alacağının tahsili istemine ilişkin olup, davacı avukatın, Menemen Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/514 esas sayılı dosyası üzerinden men’i müdahale davası açıp sonuçlandırdığı,
9.2.2005 tarihi itibariyle kesinleşen ilamın icra müdürlüğünce infazının sağlandığı, davacının, dava konusu ücret alacağının tahsili için 29.8.2006 tarihinde başlatmış olduğu icra takibinden sonra 12.10.2006 tarihinde azledildiği anlaşılmaktadır. Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere davacı bu durumda bakiye ücret alacağını talep etmekte haklıdır. Ne var ki davalı, ilamın kısmen infazı aşamasında, davacının icra dosyasından kendisine vekaleten para tahsil etmiş olduğunu belirterek, davacıya borçlu olmadığını savunmuştur. Gerçekten de, sözleşme konusu olan Menemen Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/514 esas sayılı dosyası üzerinden açılan davada, 9.11.2004 tarihinde verilen “men’i müdahale” kararı üzerine davacı avukatın Şişli 6. İcra Müdürlüğüne ait 2005/158 esas sayılı dosyası ile, söz konusu ilamda yazılı yargılama giderleri ve vekalet ücretinin tahsili istemiyle ilam borçlusuna karşı 11.1.2005 tarihinde takip başlattığı, 27.1.2005 tarihinde de 59.500,00 TL tahsilat yaptığı dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmakta olup davacı, vekaleten tahsil etmiş olduğu miktarı davalı müvekkiline iade ettiğini iddia ve ispat edememiştir. Her ne kadar yapılan tahsilatın içinde, aksi kararlaş- tırılmadığı için avukata ait olan “22.402,00 TL karşı taraf vekalet ücreti alacağı” da bulunmakta ise de, bunun dışındaki davalı müvekkile ait olan “yargılama harç ve giderleri ile işlemiş faize ilişkin miktarların” ise davalıya iade edilmesi gerektiği kuşkusuzdur. O halde davacı avukat tarafından tahsil edilip de davalıya iade edilmesi gerekirken alıkonulan miktarların, iş bu dava konusu alacaktan mahsup edilerek, davacının bakiye ücret alacağı bulunup bulunmadığı belirlenip, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, mahkemece açılanan husus gözardı edilmek suretiyle, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykın olup, bozmayı gerektirir.
3- Dava, “itirazın iptali” davası olup, 12.5.2009 tarihli ek bilirkişi raporunda belirtildiği üzere, ücret sözleşmesinde bakiye vekalet ücreti miktarı olarak ödenmesi kararlaştırılan 10.000 Doların, takip tarihi olan 29.8.2006 tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası karşılığı 14.672 TL, dava tarihi olan 8.10.2007 tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası karşılığı ise 1 1.785 TL olup, 10.000 Doların takip tarihindeki Türk Lirası karşılığı olan 14.672 TL üzerinden hüküm kurulması gerekirken, mahkemece de, “yabancı para alacağının takip tarihindeki TL karşılığı üzerinden hüküm kurulması gerektiği” belirtilmesine rağmen, yanılgıya düşülerek, 10.000 Doların dava tarihindeki karşılığı olan
11. 785 TL üzerinden hüküm kurulmuş olması da, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 1.11.2011,2011/5334-2011/15759)

Davacılar, davalı ile aralarında düzenlenen vekalet sözleşmesi uyarınca davalının uhdesinde kalan alacaklarının ödenmesini istemişlerdir. Vekalet sözleşmesinde zaman aşımı süresi 5 yıldır. Bu süre vekilin hesap verme yükümlülüğünün yerine getirdiği tarihten başlar.
Davacıların şikayet ettikleri tarihten itibaren mahkemeninde kabulünde olduğu gibi 5 yıllık süre dolmamıştır. Mahkemece, işin esası incelenerek sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendinne sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 4.10.2012,2012/14912 – 2012/22033)

Her ne kadar Mahkemece, Avukatlık Kanununun 40. maddesinde belirtilen 1 yıllık zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de; Davacı, avukatlığını üstlenen davalının Ankara 10. İcra Müdürlüğünün 2005/ 463 Esas sayılı dosyasında yaptığı tahsilatları kendisine ödemediğini iddia etmiştir. İleri sürülüş şekli ve dayanılan olgular çerçevesinde, davacının bu davadaki alacak isteminin, vekilin hesap verme yükümlülüğüne aykırı davra- nılması hukuksal nedenine dayandırıldığı çok açıktır. Gerçekten de vekil, vekaleti iyi bir surette ifa ile yükümlüdür. (B.K. md. 390/2) Eş söyleyişle, müvekkilin kendisine verdiği görevi özen ve sadakatle ifa etmek yükümlülüğü altındadır. Öte yandan, müvekkilin talebi üzerine, yapmış olduğu işin hesabını vermekle, her ne nam ile olursa olsun, almış olduğu şeyi müvekkile tediye etmekle yükümlüdür. (B.K.md. 392/1) Vekilin hesap verme yükümlülüğüne, üçüncü kişilerden aldığı değerler evleviyetle dahildir. Belirtilen yükümlülüklere aykırı davranılması halinde tahsil ettiği tarihten itibaren sorumlu olan vekilin, müvekkile karşı, onun bu yüzden uğradığı zararı tazmin yükümlülüğünün ortaya çıkacağı da çok açıktır. O halde mahkemece, bu husustaki taleplerle ilgili olarak BK.’nun 126/4. maddesi gereğince 5 yıllık zamanaşımı süresi uygulanması gerekirken yanlış gerekçe ile Avukatlık Kanununun 40. maddesi gereğince 1 yıllık zamanaşımı süresi uygulanarak davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 26.9.2012,2012/2767 – 2012/21248)

Davalının, davacıdan aldığı vekalete binaen davacı adına gönderilen parayı bankadan tahsil ettiği dosya kapsamı ile sabittir. Davalının, vekil olarak davacıya karşı hesap verme yükümlülüğü vardır ve tahsil ettiği tarihten itibaren davacıya karşı sorumludur. O halde, davalının tahsil ettiği paranın, tahsil edildiği tarihten itibaren takip tarihine kadar geçen süre yönünden işlemiş faiz miktarı gerekirse alanında uzman bilirkişi marifetiyle hesaplanarak davalının işlemiş faiz yönünden de taleple bağlılık ilkesi göz önünde bulundurularak sorumluluğuna hükınedilmesi gerekirken mahkemece, yazılı şekilde bu yöndeki talebin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 12.9.2011,2011/4045-2011/13202)

Davacı banka birleşen dava dosyası ile, bildirmiş olduğu icra takip dosyalarından davalı vekillerce tahsil edilip de ödenmeyen toplam 28.053,73 TL’nin her bir tahsil tarihinden itibaren işleyecek faiziyle tahsilini istemiştir. B.K.’nun 392/2. maddesinde vekilin zimmetinde kalan paranın faizini de venneye mecbur olduğu hükme bağlanmıştır. Değinilen bu yasa hükmü uyarınca davalı vekilin hükmedilen bedeli işlemiş faiziyle birlikte iade etmesi gerekir. Bu yasa hükmü karşısında faizin başlangıç tarihinin, paranın davalı vekil uhdesine geçtiği tarih olduğu hususunda duraksama olmamalıdır. Davalı, yasa hükmü uyarınca faizi vermeye mecbur olduğu içinde ayrıca temürrüde düşürülmesine gerek bulunmamaktadır. Açıklanan bu olgular karşısında faizin başlangıç tarihinin icra dosyalarmdan tahsil edilen paraların her bir tahsil tarihi olduğunun kabulü zorunludur. Öyle olunca Mahkemece, birleşen dava dosyasında talep edilen bedele her bir tahsil tarihinden itibaren ayrı ayrı faize hükmetmek gerekli ise de 1.4.2002 tarihli sözleşmede “tahsil edilen paraların 48 saat içinde bankaya ödeneceği” hususu kararlaştırılmış olmakla sözleşmenin bu hükmü de nazara alınarak hükmedilen bedele ortaya çıkacak bu tarihlerden itibaren ayrı ayrı yasal faiz yürütülmesi gerekirken, aksine düşünce ile dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 7.6.2011, 2010/18190 – 2011/18930)

Davacı, davalı avukatın kendisine vekaleten yaptığı icra takibinde, borçludan tahsil etmiş olduğu takip alacağının kendisine iadesi için davalı hakkında takip başlatmış, takibe vaki itiraz üzerine de “itirazın iptali” istemiyle eldeki davayı açmıştır. Davalı avukatın, davacıya vekaleten 90.000.000.000 TL’lik bonodan kaynaklanan alacağm tahsili için, dava dışı borçlu Namık aleyhine takip başlattığı, 12.6.2003 tarihinde yapılan haciz sonrasında alacaklı ve borçlunun, “borç aslının daire tapusu verilmesi suretiyle, fer’ilerinin de nakden ödenmesi” konusunda anlaşmaya vardıkları, takip borçlusu dava dışı Namık  tarafından davacıya karşı, aynı takiple ilgili Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2003/668 esas 2005/295 karar sayılı dosyası üzerinden açılan “menfi tespit” davası sonunda, “borç aslının daire tapusu verilmek suretiyle ödendiği, takip alacağının ferileriyle sınırlandırıldığı” belirtilerek, “davanın reddine, takip tarihi 25.4.2003 tarihinden, tapu devir tarihi olan 9.9.2003 tarihine kadar takip konusu alacağa %85 oranını geçmemek üzere reeskont faizi yürütülmesine” şeklinde karar verildiği, davalı avukatın da, borç aslı karşılığında 9.9.2003 tarihinde yapılan tapu devrinden sonra, takibin devam ettiği borcun ferileri nedeniyle, 16.9.2003 tarihinden 28.2.2006 tarihine kadar olmak üzere davacıya vekaleten icra dosyasından değişik tarih ve miktarlarda tahsilatlar yaptığı anlaşılmaktadır. O halde davalı avukatın, takip konusu alacağın aslına sayılan tapu devir işleminden sonra, icra dosyasında alacağm ferileriyle ilgili davacıya vekaleten tahsilatlar yaptığı sabit olduğuna göre, mahkemece vekaleten yapılan toplam tahsilat miktarı belirlenerek, belirlenecek bu miktar üzerinden takibe yapılan itirazın iptaline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 8.3.2011, 2010/19011 – 2011/3491)

Davacının, Gürsu Noterliğinde düzenlenen 2.3.2001 tarihli vekaletname ile münhasıran Gürsu ilçesi, Gürsu köyü, 35 pafta, 136 ada 15 parsel sayılı 459 m2 yüzölçümlü arsa ile 35 pafta, 136 ada 16 parsel sayılı 446 m2 yüzölçümlü 2 adet arsadaki hisselerinin satışı için davalıyı vekil tayin ettiği, davalının 14.4.2001 tarihinde her bir taşınmazı 1.000.000.000 TL olmak üzere toplam 2.000.000.000 TL’ye Mevlüt Boz’a satıp, satış bedelini aldığı ancak davacıya ödemediği dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi bu hususlar mahkemenin de kabulündedir.
Davacının satış bedelinin kendisine ödenmediği gerekçesiyle davalı vekil aleyhine 19.10.2007 tarihinde açtığı davada, davalı zamanaşımı definde bulunmuş, mahkemece, davacının satış işlemini 2007 yılında öğrendiği, dava tarihi itibariyle BK. 126. maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle zamanaşımı defi reddedilmiştir.
BK. 126. maddesi gereğince vekalet sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda zaman aşımı süresi 5 yıldır, BK. 128. maddesi müruru zaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar. Alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuna tabi ise mururu zaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder” düzenlemesini getirmiştir. Bu yasal düzenlemenin açıklığı karşısında BK. 101 maddesi gereğince temerrüt için muaccel bir alacak ve ihtar gerekse de zamanaşımının başlaması için temerrüde düşürülmek zorunlu değildir. Borcun muaccel olması yeterlidir.
Muacceiiyet, alacaklının borçludan, borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir. (Prof. Dr. Fikret Eren. Borçlar Hukuku Genel Hükümler 1999 Baskı Cilt 2 sayfa I08I-) Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan söz edilemez. Borcun yerine getirilmesi vadeye bağlı değilse borcun doğması ile birlikte borç muaccel olur. (BK.74)
Borçlar Kanunu, haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede 10 yıllık ve 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir. Haksız fiilde 10 yıllık süre haksız fiilin vuku bulmasıyla sebepsiz zenginleşmede hakkın doğduğu tarihte başlar. BK. 66. maddesi gereğince sebepsiz zenginleşmede 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın verdiğini, istirdada hakkı olduğuna ıttıla kesbetmesi gerekir. Haksız fiilde zamanaşımı düzenleyen BK. 60. maddesi gereğince 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın zarar ve fiile ıttıla kesbetmesi gerekir. Oysa sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda zamanaşımının başlaması için BK. 60 ve 66. maddelerindeki ilkelerden ayrılmış zamanaşımının başlaması için muacceiiyet yeterli görülmüş, alacaklının muacceliyetten haberdar olmasına dahi gerek görülmemiştir. Bilgi sahibi olup olmama zamanaşımının başlangıcı bakımından öneın taşımaz. (Turgut Uygur. Borçlar Kanunu 2.cilt 1990 Sayfa 655)
Doktrinde de; Prof. Dr. Fikret Eren Borçlar Flukuku Genel Hükümler adlı eserinin 1273.ncü sayfasında; zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlayacağı, süresinin işlemeye başlaması için alacaklının alacağından haberdar olmasına veya haberdar olmak zorunda bulunması şart değildir. Ancak haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme davalarında 1 yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için davacının alacağından haberdar olması gerekir. Sözleşmeden doğan ifa taleplerinde zamanaşımı temerrüden gerçekleştiği anda değil, muacceliyetin gerçekleştiği anda işlemeye başlayacağını kabul etmiştir.
Andren Van Tuhr Borçlar Hukuku (çeviren Cevat Edeçe) 1983 başl. Adlı eserinin 693.ncü sayfasında sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda “müruru zaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar.” Yani alacaklının alacağını teçhiz eden mütalebe hakkını kullanabileceği ve edayı isteyebileceği andan itibaren işlemeye başlar. İfası derhal talep edilebilen alacaklarda müruruzaman alacağın doğması ile beraber işlemeye başlar dedikten sonra müruruzamanın cereyana başlaması için alacaklının mütalebe hakkına veya bunun muacceliyetine vakıf olması zaruri değildir. Kanun vazıın BK. 60 ve 66. maddelerde olduğu gibi durumlarda alacaklının hadiselere vakıf olma keyfiyetini kabul etmiş bu istisnalar dışında borçlunun borcuna vakıf olup olmadığını aramaya lüzum yoktur. Borçlu suiniyet sahibi olsa dahi müruru zamana istinad edebilir düşüncesindedir.
Avukatlık Kanunu 40. maddesi, vekalet sözleşmesindeki 5 yıllık zaman aşımı süresinden ayrı bir yıllık zamanaşımı süresi getirmiştir. Buna göre “İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanarak vekalete karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve herhalde zaran doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer” demiştir. Yasanın bu hükmü ile avukatlık kanununda avukata karşı açılan tazminat istekleri için BK. 60 ve 66. maddesi hükümlerine paralel olarak öğrenme tarihinden itibaren 1 yıllık zaman aşımı süresini kabul etmiştir.
Şayet yasa koyucunun amacı vekalet sözleşmelerde öğrenme tarihini zamanaşımının başlangıcı olarak kabul etmek olsa idi bu hususu yasaya açıkça koyardı. Bu nedenle vekalet aktinde zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterlidir.
BK. 392/2 maddesinde “vekil zimmetinde kalan paranın faizini de vermeye mecburdur” demiştir. Vekilin, müvekkil adına tahsil ettiği para için temerrüde düşmesine gerek olmadan tahsil tarihinden itibaren faiz ödemek zorunda kalması paranın tahsil tarihi itibariyle alacağın muaccel olduğunun kabulünü gerektirir.
Dairemizin uygulamasını da bu yöndedir. (13.HD. 16.11.1982 Tarih 6260-6864- 13HD.29.9.1994 tarih 1994/7367-8067-13.HD.21.3.1996 tarih 1996/1968-2753 sayılı kararları)
Öte yandan somut olayda tapu sicilinin aleni olması nedeniyle davacı her zaman adına kayıtlı taşınmazın satılıp satılmadığını, satılmışsa hangi tarihte satıldığını öğrenebilecek durumda olduğu gibi müvekkil vekilden her zaman hesap isteyebilir. Hesap verilmezse azledebilir, vekalet akdinin münhasıran iki adet taşınmaz satışı için yapıldığı gözetildiğinde, satışla birlikte davacı, satış bedelini davalıdan isteyebilir.
Kaldı ki mahkeme vekil tarafından satılan taşınmazların bedeli ile ilgili olarak dava veya temerrüt tarihindeki değerini değil satış tarihindeki değerini esas almıştır. Bu değerlendirme ilke olarak doğrudur. Çünkü satış tarihi itibariyle alacak muaccel olacaktır. Bu nedenle de zamanaşımının başlangıcı satış tarihi olmalıdır.
Yapılan bu açıklamalar gözetildiğinde taşınmazların satış tarihi 19.4.2001 de alacak muaccel hale gelmiş bu davanın açıldığı 19.10.2007 tarihi arasında 5 yıllık zamanaşımı süresi geçtiğinden davanın reddi yerine yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 8.3.2010, 2009/9785 – 2010/2745)