TCK m 25 Meşru Savunma Ne Anlama Gelmektedir?
MADDE 25.- (1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
25.maddenin birinci fıkrasında bir hukuka uygunluk nedeni olarak “meşru savunma”, ikinci fıkrasında ise, kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak “zorunluluk (zaruret/zorda kalış/çaresizlik/ıztırar) hali” düzenlenmiştir.
Meşru Savunma (25/l.F.)
5237 sayılı TCK.nun 25/1.fıkrasında meşru savunma hakkı bakımından getirilen en önemli yenilik, meşru savunmanın 765 sayılı TCK’da öngörüldüğü üzere sadece nefse ve ırza karşı saldırılar bakımından değil mala karşı saldırıları da içerecek şekilde failin gerek kendisine ve gerekse başkasına ait “herhangi bir hakka” yönelen haksız saldırılarda da kabul edilmiş olmasıdır. Diğer yandan “belirlilik” kuralına uygun biçimde, meşru savunmanın “haksız saldırı” koşulu bakımından “gerçekleşen”, “gerçekleşmesi muhakkak” ve “tekrarı muhakkak” haksız saldırılar aynı sayılmış böylece kişilerin haksız saldırılara karşı kendilerini korumaları olanağı 765 sayılı TCK.nun 49/2.madde ve fıkrasına nazaran daha da genişletilmiş, savunmanın “saldırı ile orantılı biçimde” olması, yani saldırıyı savuşturacak ölçüde olması, meşru savunmanın temel şartlarından birisi olarak kabul edilmiştir. Böylece doktrin ve uygulamada meşru savunmanın koşullan olarak gösterilen hususlara meşru savunmanın kanuni tanımı içerisinde yer verilmiş bulunmaktadır.
Hukuki Niteliği
Meşru savunma bir hukuka uygunluk nedenidir. Hukuka aykırılık unsurunun oluşumuna engel olan nedenlere genel olarak “hukuka uygunluk nedeni” denilmektedir.
Meşru savunmanın hukuki niteliğini açıklayan düşünceler çeşitli bakış açılarına göre doktrinde, sübjektif ve objektif düşünceler olmak üzere tasnif edilmektedir.
“Sübjektif düşünceler” meşru savunmanın cezalandırılmamasının nedenini; “tabii olarak; manevi cebir; saikte meşruluk; kusurlu fakat cezalandırılmayan hareket; kendini koruma içgüdüsü” şeklindeki görüşlerle açıklamaktadırlar.
“Objektif düşünceler” ise, meşru savunmanın hukuki esasını “hakkın doğrulanması (haksızlığın butlanı); hakların çatışması; tali kamu savunması; kötülüğün kötülükle karşılanması, yetki devri;hukuk için mücadele, toplumsal zararın yokluğu” düşüncelerine dayandırmaktadırlar
Şen’e göre, meşru savunmanın temelini, bir kimsenin kendisini veya bir başkasını koruma esası oluşturmaktadır.
Özen’e göre, meşru savunma kurumunu en iyi açıklayan düşünce, esasını toplumsal zararın yokluğunda bulan düşüncedir. Yazara göre, bir fiilin işlenmesinde toplumsal bir zarar yoksa, toplumun çıkarları ile çatışma da sözkonusu olamaz. Toplumun çıkarları ile çatışmayan bir fiil ise hukuka uygundur. Meşru savunma halinde işlenen bir fiil daha işlenmeye başlandığı andan itibaren hukuka uygundur.
Öztürk/Erdem/Özbek, kanunda meşru savunmanın bir hukuka uygunluk nedeni sayılmasının en önemli nedeninin, her canlı tarafından saldırıya gösterilen tabii tepki olduğu düşüncesindedirler. Yazarlara göre, Ceza Hukuku meşru savunmayı hukuka uygunluk nedeni saymakla bu realiteyi tanımış, onu düzenlemeye çalışmıştır. Böyle bir tutum suç siyaseti bilimi esaslarına da uygundur. Zira meşru savunma, suçla mücadelede önemli araçlardan birisidir.
Dönmezer/Erman, meşru savunma halinde işlenen fiilin hukuka uygunluk nedenini, hukuk düzeninin hakkın tecavüze uğramasına izin veremeyeceği esasında aramak gerektiği görüşündedirler. Yazarlara göre, meşru savunmaya ait kanun metinlerini mümkün olduğu kadar geniş yorumlamak gereklidir.
Yargıtay’a göre “yasal savunma; bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak için gösterdiği zorunlu bir tepkidir. Hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan yasal savunma, bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen haksıtz bir saldırıyı uzaklaştırmak için gösterdiği zorunlu bir tepkidir. Hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan yasal savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırıp, eylemi hukukun meşru saydığı bir fiil haline getirmektedir. Çünkü, hukuk düzeni hakkın ve haklının saldırıya uğramasına izin vermez.
Çağdaş ceza hukukunda, meşru savunma durumunda bulunup da, suç işleyen kimsenin cezalandırılamayacağı hususunda tereddüt yoktur. Bu itibarla, hukuki niteliği hangi esasa dayandırılırsa dayandırılsın, meşru savunmanın özünde “bireysel korunma” ve “hukuksal korunma” ilkeleri yatmaktadır. Bu nedenle meşru savunma halinde işlediği fiillerden dolayı faile ceza verilmeyeceği kanunda öngörülmüş ve bu kurum dolaylı da olsa toplumsal savunmaya hizmet ettiğinden, hak sahibi kimse açısından bir hak ve hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir.
Meşru Savunmanın Koşulları
TCK.nun 25/1 maddesinde yeralan meşru savunma, bireyin gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile yaptığı hareketlerden doğan neticelerin hukuka aykırı olmaması ve failin suçlanıp, cezalandırılması anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinden birisi olan meşru savunma; hukuka aykırılığı ortadan kaldırıp, eylemi hukukun meşru saydığı bir fiil haline getirmektedir. Bunun sebebini hukuk düzeninin hakkın saldırıya uğramasına izin vermeyeceği esası belirlemektedir.
Bir savunmanın meşru sayılabilmesi bazı koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Bu koşullar; doktrinde ve Yargıtay’ın uygulamalarında olduğu gibi saldırıya ve savunmaya ilişkin koşullar olmak üzere iki grupta toplanabilir.
Saldırıya ilişkin koşullar; saldırının varlığı ve haksız olması; saldırının herhangi bir hakka yönelik olması; saldırı ile savunmanın eşzamanlı bulunmuştur.
Savunmaya ilişkin koşullar ise; savunmanın zorunlu bulunması; savunma ile saldırı arasında oran bulunmasıdır.
Saldırıya İlişkin Koşullar
Haksız Bir Saldırının Varlığı Koşulu
TCK.nun 25/1.maddesine göre meşru savunmadan sözedilebilmesi için halen mevcut haksız bir saldırının somut olarak varolması gerekmektedir. Ortada mevcut haksız bir saldırı bulunmadığı takdirde, yapılan savunmanın meşru olduğundan sözedilemez. Muhtemel bir saldırıya savunma meşru sayılamaz.
25/1.maddede, meşru savunmanın “haksız saldırı” koşulu bakımından, “gerçekleşen haksız saldırı” ile “gerçekleşmesi muhakkak haksız saldırı” veya “tekrarı muhakkak haksız saldırı” aynı sayılmış, böylece, kişilerin haksız saldırılara karşı kendilerini korumaları olanağı bu düzenleme ile daha da genişletilmiştir. Esasen 765 sayılı TCK.nun 49/2.maddesi ile ilgili uygulamalara bakıldığında Yargıtay saldırının halen varlığı koşulunu bu şekilde geniş biçimde yorumlamakta ve başlayacağı artık muhakkak olan bir saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan (muhakkak sayılan) bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymaktaydı.
“Saldırı” deyimi, genellikle maddi (icrai) bir fiili gerektirir ve çoğunlukla cebir ve şiddeti içerir. Saldırının insandan kaynaklanması gerekir.
Özen’e göre, kanunumuzdaki “saldırı” deyimi sadece cebir ve şiddeti içeren saldırıları değil, fakat aynı zamanda cebir ve şiddeti içermeyen ve savunmada bulunmayı zorunlu kılan tehlikeleri de içermektedir.
Saldırının “haksız” sayılabilmesi için hukuka aykırı olması yeterli olup suç oluşturması koşulu aranmamaktadır. Saldırının dokunulmazlıktan yararlanan bir kimseden, bir akıl hastası ya da bir küçükten gelmesi, onun haksızlığını ortadan kaldırmaz. Böyle bir saldırıya karşı kendisini savunan kimse meşru savunma durumundadır. Ancak bir hakka dayanmayan savunma haksızdır. Bu duruma göre eğer saldırı olarak nitelenen hareket haklı ise (örneğin, bir kolluk memurunun suçluyu yakalaması kanunun hükmünü yerine getirme mahiyetinde hukuk düzenine uygun davranış olduğu gibi) savunma meşru sayılmaz. Saldırının haksız olup olmadığı, kanunlara ve olayın oluş biçimine göre değerlendirilerek belirlenir. Bu konuda kuşkulu bir halin bulunması ve kesinlikle anlaşılamaması durumunda kuşkunun sanık yararına yorumlanması gerekir.
Nitekim, Yargıtay “sanık Adem yönünden Hakan’a yönelik yaralamasının kavganın hangi aşamasında gerçekleştiğinin anlaşılamaması ve beyanların ortak ağırlığı itibariyle kendisinin yaralanması evresinde olduğunun kabulü ile sanık Adem hakkında meşru savunma hükmünün uygulanması gerektiğine” karar vermiştir.
Yargıtay’ın süreklilik kazanan içtihatlarına göre kişinin kendi haksız hareketiyle meşru savunma durumuna soktuğu hasmının kendisine yönelttiği karşı saldırıyı savuşturmak için o kişiye yönelttiği eylemlerden dolayı meşru savunma hükmünden yararlanması mümkün değildir. Örneğin;
“Sanığın Alaaddin’e tevcihle tabancasını ateşlemesi sonucu araya aniden giren Alaaddin’in babası maktül İbrahim’in ölmesi üzerine, Alaaddin’in nefis savunmasına düşerek sanık Yakup’u tabancasıyla yaptığı atışla ayağından yaralaması sonra da, sanık Yakup’un yenilenen kastla “Alaaddin’e silahını yöneltmesi ve öldürme amacı ile atışlar yapmasına rağmen isabet kaydetmemesi halinin” nefis savunması kapsamında tahlil etmek olanağı bulunmadığı bu itibarla sanık Yakup’un meşru savunma hükmünden yararlanamayacağına” karar verilmiştir.
Yargıtay, sanığın saldırganı tahrik etmesi sonucu olaya neden olsa bile koşulları bulunduğu takdirde meşru savunma hükmünden yararlanacağına karar vermiştir. Örneğin;
“Dosyada mevcut kanıtlara ve oluşa göre sanık Erdinç’in bıçaklı ve keserli saldırısına uğrayan Serdar’ın sözlü tahrikle olaya neden olsa dahi; nefsini savunma zarureti altında kalarak Erdinç’i yaraladığının anlaşılması ve oluş tarzının mahkemece de bu biçimde kabul edilmesi karşısında müdahil-sanık Serdar’ın meşru savunma koşullarında ve hukuka uygunluk içinde olduğunun kabulü gerektiğine” karar verilmiştir.
Karşılıklı olarak silahların kullanıldığı ve ilk atışı hangi tarafın yaptığının kesinlikle saptanamadığı durumlarda meşru savunmadan sözedilemez. Bu durumda TCK.25/1.maddesi değil, 29.maddesi uygulanmalıdır.
Nitekim Yargıtay bir kararında;
“Dinlenen tanıkların iki farklı grupta oluştuğu ve taraflarca da silahlı çatışmayı karşı tarafın başlattığı iddia edilen olayda; maddi bulgular, olay yeri tutanakları, otopsi raporu ile sanık Tayfun’a ait raporlar nazara alındığında maktül Musa’nın tabancayla, sanık Tayfun’un otomatik av tüfeği ile birbirlerine yönelik ikişer atış yapmış olmaları, maktül Musa’nın göğüs ve kafa tarafından iki, sanık Tayfun’un da karnından bir adet öldürücü nitelikte yaralanmalar dikkate alındığında Ceza Genel Kurulunun ve Dairemizin istikrar kazanmış kararlarında açıkça kabul edildiği üzere; karşılıklı olarak silahların kullanıldığı ve ilk atışı hangi tarafın yaptığının kesinlikle saptanamadığı hallerde yasal savunmadan bahsedilemeyeceği cihetle sanık Tayfun’un ağır tahrik etkisiyle adam öldürdüğünün kabulü ile cezalandırılması gerekirken yazılı şekilde iki isabet alan maktül Musa’nın göğsündeki yaranın varlığı ve bunun ilk atışla olması ihtimali gözardı edilerek önce kafasından yaralandığı ve bu yarayı alan kişinin de daha sonra bilinçli şekilde atış yapamayacağı gerekçesiyle silahlı çatışmada ilk atışı maktülün yaptığı kabul edilerek suçun yasal savunma şartları içinde işlendiğinden bahisle sanığa ceza verilmemesinin isabetsiz olduğuna” karar vermiştir.
Haksız saldırı henüz gerçekleşmeden yapılan savunma TCK 25/1.madde bağlamında meşru savunma sayılamaz. Bu durumda sanık haksız tahrik hükümlerinden yararlanır. Nitekim Yargıtay;
“Olaydan üç hafta kadar önce koyun otlatma meselesinden ölenin sanığı tehdit ettiği ve yaraladığı, olay günü ise mağdurun hayvanlarının barınması için kendisinin yaptığı tahta çitleri söktüğü sırada onu uyaran sanığın annesini darp edip hakarette bulunduğu, bunları gören ve ikaz eden sanıkla ölen arasında tartışma çıktığı ve evinin balkonunda elinde tüfekle bulunan sanığın üzerine balta ile yöneldiği, dış bahçe kapısı önüne geldiğinde elindeki baltayı dış bahçe kapısına ve erik ağacına vurduğunda, sanık henüz kendisine yönelik saldırı başlamadan bahçe kapısı dışında bulunan ölene tüfekle 7 metre mesafeden 2 el ateş ederek öldürdüğü olayda” meşru savunma zorunluluğundan söz edilemeyeceğine, ancak olay öncesi ve sırası tevali eden haksız hareketlerin sanık lehine ağır tahrik oluşturacağına karar vermiştir.
Haksız saldırının halen varlığının kabul edildiği ortamda failin saldırganın saldırısını kırıncaya kadar savunma sadedinde yaptığı eylemler 25/1.madde uyarınca meşru savunma kapsamında sayılır. Örneğin;
“Dosya kapsamı ve mevcut delillere göre olaydan bir süre önce iki arkadaşıyla birlikte sanık Ayşe’yi alıkoyduğu ve ırzına geçtiği iddiasıyla yargılanıp beraat eden maktülün Ayşe’ye yönelik rahatsız edici davranışlarda bulunup olay günü de alkollü olarak gündüz vakti sanıklara ait evin dış kapısını kırıp içeriye girdiği, evde yalnız olan sanık Ayşe’ye saldırdığı, elbiselerini yırttığı, bu esnada Ayşe’nin eşi olan sanık Mehmet’in eve geldiği, maktülün çektiği bıçakla sanık Mehmet’e saldırıya geçtiği olayda; sanıkların aksi sabit olmayan savunmalarına göre sanık Mehmet’in kendisine yönelik bıçaklı saldırı karşısında ve yasal savunma koşulları altında bıçağını çekip bir tanesi öldürücü 6 bıçak darbesi ile maktülü öldürdüğü anlaşılmakla” sanığın meşru savunma koşullarında bulunduğunun kabulü ile ceza tertibine yer olmadığına ve beraatine karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
TCK.nun 25/1.maddesindeki düzenlemeye göre, gerçekleşen haksız saldırı halinde olduğu gibi “gerçekleşmesi muhakkak haksız saldırı” veya “tekrarı muhakkak haksız saldırı” hallerinde de meşru savunmanın “haksız saldırı” koşulunun varlığı kabul edilerek fail bu hukuka uygunluk nedeninden yararlandırılacaktır.
Bu itibarla, gerçekleşmesi artık muhakkak sayılan haksız saldırıyı gerçekleşmiş saymak gerekmektedir. Nitekim Yargıtay bir kararında;
“Mağdurun, horozunu kaldırarak atışa hazırladığı tabancasıyla kendisine yaklaştığını gören sanığın, husumetli oluşları nedeniyle kuşkuya kapılacağının ve saldırıyı defetmedikçe nefsine hatta canına yönelik bir zarara uğranabileceği kuşkusuyla savunma gereğini duyacağının kabulü gerekeceği, bu itibarla silahını kullanmasının meşru savunma koşullarında olduğuna” karar vererek bu hususa işaret etmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bir kararında da aynı husus vurgulanmıştır;
“…sanık ile maktül arasında geçmişe dayalı husumet bulunduğu, olay günü sanık ve eşinin çalıştığı tarlanın yakınında maktül ve annesinin de çalıştığı, bir el silah sesi duyulması üzerine, sanığın kayınpederi A’nın çalıştığı yere doğru kendi tüfeğini alarak koştuğu, olay yerine geldiğinde kayınpederinin vurulmuş olarak kanlar içinde yerde yattığı, maktül M.Ö.’nün de elinde tüfek olduğu halde sanığın kayınpederinin yanında beklediği, sanık tarafından henüz kayınpederinin öldüğünün bilinmediği, kayınpederine yönelik saldırının tekrarlanması olasılığının bulunduğu, ayrıca maktülün kolaylıkla silah kullanabilecek yapısı nazara alındığında, sanığa karşı saldırısının başlamasının muhakkak ve başladığı taktirde savunmayı olanaksız hale getireceği, bu şekilde saldırıya ilişkin koşulların gerçekleştiği, savunma ile saldırı arasında oran ve savunmada zorunluluk olduğu, bu oluşa göre sanığın öldürme fiilini yasal savunma koşulları altında işlediği anlaşıldığından Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına” oyçokluğu ile karar verilmiştir1316. Bu karara muhalif kalan Kurul Başkanı ve bir kısım üyeler; maktülün tüfeğinin haznesinde dolu bir fişek bulunduğunun, maktülün koşarak yanına 8-10 metre yaklaşan sanığa ateş etme olanağı olduğu halde ateş etmediğinin, saldırının sona erdiğinin anlaşılması karşısında yasal savunmanın saldırıya ilişkin koşulunun gerçekleşmediği, bu nedenle Yerel Mahkeme direnme kararının onanması gerektiği yönünde oy kullanmışlardır.
Başlamış bulunan ve nerede biteceği bilinmeyen haksız saldırı halinde de failin meşru savunma konumunda bulunduğunun kabulü gerekir. Örneğin;
“Sanık Alaettin’in kahvede silah tehdidi altında bulundurulduğu esnada oğlu maktül Necati’nin dışarıdan kafasına silah dayatılarak içeriye sokulması ve müteaddit kişilerce darp edilmesi şeklinde başlayan saldırının nerede biteceğinin bilinemeyeceği ve o esnada sanık Alaettinle aynı masada olan sanık Ehat’ın da silahına davranması ve silah çekmesi şeklinde başlayan olayda sanık Alaettin’in yasal savunma şartları içinde bulunduğunun kabul edilmesi gerekir.”
Saldırının sona ermediği ve tekrarlanmasının da umulur (muhakkak) olduğu bir evrede yapılan savunma, TCK. 25/1.maddesi kapsamında hukuka uygunluk düzeyinde değerlendirilir. Ancak, saldırganın etkisiz hale getirilmesi, saldırının kesilmiş ve yenilenmemiş olması durumlarında artık meşru savunma koşullarının varlığından ve dolayısıyla tekrarlanması muhakkak olan haksız bir saldırıdan sözedilemez. Örneğin;
“…Öldürme olayının yasal savunma şartları içinde işlendiği Yerel Mahkemece de tartışılıp kabul edilmiş, ancak; maktülün tabancasından çıkıp sanığın belinin sağ tarafından giren ve sol tarafından çıkan merminin yumuşak dokuda seyretmesi, sanığın da olay yerinden hemen kaçma imkanı bulunduğu halde böyle yapmayıp tabancasının namlusu içindeki mermi, tetiğe basılmasına rağmen patlamaması nedeniyle, daha fazla atış olanağı kalmayan maktüle ateş etmesi savunmada aşırılık olarak değerlendirilmiş ise de, bu değerlendirme ve gerekçeye katılınmamıştır. Çünkü; maktülün tabancasından çıkan mermilerden birisi ile yukarıda belirtilen şekilde yaralanan sanığın o anda içinde bulunduğu ruh haliyle psikolojik dirimin etkisi ile Yerel Mahkeme kararında belirtilen biçimde mantıklı düşünüp davrana- mayacağı açıktır. Yine sanık, maktülün ateşi kesmesinin, onun tabancasının tutukluk yapmasından kaynaklandığını bilmemekte ve bilebilecek durum ve yerde de bulunmamaktadır. Ve yukarıda açıklandığı gibi, olaya sanığın içinde bulunduğu ruh hali ile bakıldığında “sona eren silahlı saldırının tekrar edilmesi tehlikesi her an mevcuttur.” Açıklanan oluşa göre, sanığın yasal savunma sınırını aşmadığı, öldürme fiilini, yasal savunma koşulları altında işlediği anlaşıldığından, direnme kararının yukarda belirtilen değişik gerekçeyle bozulmasına ve tutuklu sanığın derhal salıverilmesine karar verilmelidir.” Bu kararda tekrarlanması muhakkak olan bir saldırının varlığına işaret edilmiştir.
Saldırının Bir Hakka Yönelik Olması Koşulu
765 sayılı TCK.nun 49/2.maddesinde meşru savunma ancak belirli haklara (nefse ve ırza) yönelik saldırılar bakımından kabul edilmekteydi. 5237 sayılı TCK.nun 25/1.maddesinde ise meşru savunma haklar arasında bir fark gözetilmeksizin tüm hakları kapsar biçimde kabul edilmiştir.
25.madde gerekçesinde bu hususla ilgili olarak;
“Her türlü hakka yönelik haksız bir saldırıya karşı meşru savunmanın söz konusu olduğu belirtilmiş ve böylece kurumun, bazen anlamsız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne geçilmesi istenilmiştir.
Esasen, kanunlarımızda mala karşı saldırılarda meşru savunmayı kabul eden hükümlere yer verilmiş olması kurumun bu şekilde düzenlenmesini gerekli kılmaktadır.
Ayrıca, şu husus da belirtilmelidir ki, kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi, suç işlediklerinde karşılık görebilecekleri endişesi olduğundan, meşru savunma hakkının böylece genişletilmesi, kriminolojik yönden caydırıcı etki de yapabilecektir.” görüşlerine yer verilmiştir. Böylece meşru savunma, haklar arasında bir derecelendirme yapılmaksızın hukukça korunan tüm hakları kapsayan bir meşruiyet nedeni sayılmıştır. Burada hukukça korunan bir hakkın, saldırıya uğramış olması esas alınacaktır. Zira, haksız bir saldırıya uğramış olan her hak korunmaya değerdir. Bu itibarla, hakkı saldırıya uğrayan kişinin, bu hakkın türü ve niteliğine bakılmaksızın onu saldırıya karşı korumasını meşru savunma kapsamına alan TCK.nun 25/1.maddedeki yeni düzenlemeyi isabetli buluyoruz.
Ceza hukukunun bugünkü gelişimi ve meşru savunma kuruntunun günümüze kadar geçirdiği evrime bakıldığında, kapsadığı haklar alanının zaman içinde genişlediği ve bugün çağdaş ceza kanunlarının çoğunda meşru savunmanın, haklar arasında bir ayrım yapılmaksızın tüm haklara yönelik saldırılarda kabul edildi görülmektedir. Nitekim, Alman, İtalyan, İsviçre, Hollanda, Finlandiya vb. Ceza kanunlarında meşru savunma tüm hakları kapsar biçimde düzenlenmiştir. Buna karşılık Fransız ve Belçika Ceza Kanunları meşru savunmayı sadece adam öldürme ve kasten yaralama fiilleri için öngörmektedir.
Kanunun 25/1.maddesindeki “hak” deyimi hukukça korunan sübjektif hak şeklindeki bütün hukuki değerleri ifade etmektedir. Buna göre, meşru savunma durumunda savunulacak olan hak herhangi bir hak olabilir; yani maddi veya manevi bir hak olabileceği gibi kişiliğe ilişkin veya malvarlığına ait bir hak da olabilir. Diğer bir deyişle, meşru savunma sadece hayata ve vücut bütünlüğüne, cinsel özgürlüğe karşı yapılan saldırılarda değil, sağlığa ve hürriyete karşı yapılan saldırılarda da mümkün olacaktır. Örneğin zorla kaçırılıp bir yere kapatılan kimse kendini o yerde tutan kişiye karşı şiddet kullanarak hürriyetinin sınırlandırılmasına son verecek olursa bu kişinin fiili meşru savunma oluşturur.
Yargıtay; konut dokunulmazlığını geceleyin bozan ve bunda direnen yakınıcı ve yanındakilere tabanca çekerek evini terk etmelerini sağlayan sanığın eyleminin meşru savunma sınırları içinde kaldığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, konut dokunulmazlığını kişi hürriyetleri arasında kabul etmek zorunluluğu karşısında, konut dokunulmazlığı saldırıya uğrayan sanığın bunu koruma ve sağlamaya yönelik hareketlerinin meşru savunma çerçevesinde kaldığı belirtilmiştir.
25/1.madde ile getirilen yeni düzenlemeye göre, mal varlığına yönelik haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde savuşturmak zorunluluğu ile işlenen fiiller, örneğin, yağma suçunun mağdurunun saldırgana karşı şiddet kullanarak malını geri almasında olduğu gibi, meşru savunma sınırları içinde sayılacaktır.
Haksız saldırının bir hakka yönelik olduğunun kabul edilebilmesi için saldırganın davranışlarının meşru savunmayı gerektirecek boyuta ulaşması gerekir.
Yargıtay; adiyen darptan ileri gitmeyen ve sanığın hayatının bütünlüğünü yok etmeye matuf olmayan müşteki hareketlerinin sanığı meşru savunma durumuna sokmayacağına, “mağdurun önce sanığa yumrukla vurması ve üzerine yürümesi ile çıkan olayda sanığın da onu kürekle yaralaması şeklinde oluşan eylemde meşru savunmanın yasal unsurlarının oluşmayacağına” karar vermiştir. Bu husus Yargıtay’ın süregelen içtihatlarında vurgulanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bir kararında;
“Şehirden 2,5 km. uzakta meskun olmayan bir yerde, yaşlı annesi ve küçük çocuğu ile oturmakta bulunan sanığın evinin kapısına, gündüzleyin bir mektup bırakan ölen, geceleyin 24.00 sıralarında evin önüne gelerek kapı ve penceresine taş atmak suretiyle, sanığın kapıya çıkmasını sağlayarak onunla sevişmek isteğini belirtmiş, bu hususta ısrarlı olduğunu vurgulamıştır. Bunun üzerine av tüfeği ile dışarı çıkan sanık, ölenin üzerine doğru yürümeye başlayınca ölen geri geri çekilerek bir ağacı kendisine siper etmek isterken sanık ateş edip onu öldürmüştür.
Bu oluşta, ölenden gelen bir saldırı bulunmamaktadır. Ölen, konuta girme teşebbüsünde bulunmadığı gibi, sanığın ırzına yönelik fiili bir saldırısı da söz konusu değildir. Kaldı ki, üzerinde herhangi bir saldırı veya savunma silahı bulunmayan ölen, sanığın tüfekle dışarı çıkması üzerine geri çekilerek kaçmaya çalışmıştır. O halde, başlayacağı muhakkak ola bir saldırı olasılığı da görülmemektedir. Ölenin, evli ve mazbut bir yaşam süren sanığa sevişme önerisinde bulunmasının, ağır tahrik oluşturan haksız bir fiil olarak kabulü gerektiğine” karar vermiştir. Bu itibarla, herhangi bir hakka yönelik haksız saldırı olasılığının varlığı meşru savunma için tekrarlanması muhakkak sayılacak derecede olması aranacaktır.
Nitekim, “bir kişiyi öldürmek diğer kişiyi öldürmeye kalkışmak fiilinde kullanılan ve halen elde tutulan tabancayı, vaki saldırıların devamını engellemek niyetiyle, sanık Necip’den almak için onu tokatlayan ve ancak bu şekilde silahı elde edebilmeyi sağlayan sanık Yakup’un tokatlama fiilindeki hukuki durumunun meşru savunma sınırları içinde olduğuna” karar verilmiştir.
Saldırı ile Savunmanın Eşzamanlı Olması Koşulu
Meşru savunma koşullarının gerçekleştiğinden sözedilebilmesi için saldırı ile savunmanın eşzamanlı (hemzaman) olması gerekir. Diğer bir deyişle, saldırının son bulması, saldırganın tamamen etkisiz hale getirilmesi veya kendi iradesiyle saldırısını sona erdirmesi durumunda sanığın bu koşullardaki savunması, TCK.nun 25/1.maddesinde öngörülen meşru savunma hükmünün uygulanmasını gerektirmez. Koşulları varsa, bu durumda haksız tahrik (TCK. 29.md.) hükmü uygulanır. Saldırı başlamadan önce savunmaya geçilmesi haklı sayılmayacağı gibi, saldırı bittikten sonra savunmada bulunulması da meşru sayılamaz. Saldırı ile eşzamanlı olmayan savunma, örneğin saldırı olup bittikten sonra yapılacak hareketler savunma değil, fakat öç alma olur. Gelecekteki bir saldırı söz konusu olduğunda ise, bundan kamu mercilerine başvurmak suretiyle yada başka şekilde kaçınmak imkanı bulunduğundan, savunma zorunlu değildir.
Yargıtay, meşru savunma hükmünün uygulanabilmesi için diğer koşulların yanı sıra saldırı ile savunmanın eşzamanlı olması koşulunun da gerçekleşmesi gerektiğini kararlarında vurgulamaktadır. Şöyleki;
“Sanık Mustafa’nın oğlu Efayil ve torunu Ali’yi sanık Harun’un bıçakladığı ve torun Ali’ye bıçakla 2.defa vurmak için hamle yaptığı esnada sanık Mustafa’nın bu saldırıyı defetmek için taşla Harun’un başına vurmasında meşru savunma koşulları bulunduğunun kabulü ile ceza tertibine yer olmadığına ve beraatine karar verilmesi gerekir.”
“Sanık Zehra’nın evde yalnızken maktülden gelen ırzına yönelik ve derhal durdurulması gereken saldırıyı önlemek için ona ateş ettiğinin kabulü ile meşru savunma hükmünün uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi yasaya aykırıdır.”1320 Bu olaylarda, saldırı ile savunmanın eşzamanlı olması koşulu gerçekleşmiştir.
Buna karşılık aşağıdaki kararlara konu olan olaylarda ise saldırı ile savunmanın eşzamanlı olması (saldırının halen varolması) koşulu gerçekleşmemiştir.
“Maktülün, daha önceden Çiftçi Mallarını Koruma Başkanlığına şikayet edilmesi nedeniyle olay günü sanık ve babasının evine doğru gelirken 60-70 metre mesafeden av tüfeği ile havaya ateş ederek “sizi vuracağım” diyerek bağırdığı, sanığın bulunduğu eve 20-25 metre, sanığın babası Osman’a 10-15 metre mesafede durarak Osman ile yaklaşık 5 dakika süreyle tartıştığı, küfür ve tehdit ettiği, bu sırada elinde bulunan tüfeği gerek sanığa gerekse babasına yöneltmediği, namlusunu havaya doğru tuttuğu, üst katta duran sanığın maktülün geldiği sırada evden aldığı ve elinde bulunan av tüfeğiyle maktüle peşpeşe iki el ateş ederek yaraladığı ve maktülün hastaneye kaldırılırken öldüğü, tanık Mehmet Ali’nin hazırlık beyanı ve ateş edilme sürelerdin belirlenmesi açısından bu tanığın anlatımlarını doğrulayan tanık Hatice Canıtez’in beyanları ile anlaşılmaktadır.
Oıayın akışı ve işlenmesindeki özellikler ile maktülün olay sırasındaki durumu ve özellikle maktul tarafindan ilk atışın yapılmasından sonra tarafların yaklaşık 5 dakika tartıştıklarının belirlenmesi karşısında maktülden kaynaklanan eşzamanlı bir saldırının varlığını kabul etmek mümkün olmadığından, savunmada zorunluluk bulunmadığı açıkça anlaşılmaktadır.”
“Sanık Ali’nin elinden tüfek alınıp kırılarak yere atıldıktan ve tehlike ortadan kalktıktan sonra sanık Osman’ın teessürün tesiri altında sanık Ali’yi öldürmeğe teşebbüs etmesinde” meşru savunmanın saldırı ile savunmanın eşzamanlı olması koşulunun gerçekleşmediği vurgulanmıştır.
“Eski sözlüsü Derya’yı zorla kaçırmak amacıyla bir oto ile beraberinde sanıklar Hakan ve İzzettin ile birlikte olay yerine gelen maktülün kendilerine engel olmak isteyen Deıya’nın yakınlarını av tüfeği ile ateş ederek yaraladıktan ve eline kürekle vurulup yere düşen tüfeğinin sanık Öner’in eline geçirmesinden sonra otoya binip kaçmaya başladığı ve bir süre uzaklaştığı elinde tüfek olan sanık Ömer’in elinde kürek olan sanık Önder’in de onu kovalamaya başladıkları sırada otomobilin stop etmesi sebebiyle durmak zorunda kalan maktülü Ömer’in av tüfeği ile, Önder’in de kürekle başına vurup öldürdüklerinin, olay yeri zaptı, keşif zabtı ve krokilerin tetkiki ile bu maddi belgelerle de doğrulanan mağdure Derya’nın C.Savcılığındaki mufassal beyanından anlaşılmasına ve mahkemece oluşun bu şekilde gerçekleştiğinin kabul edilmesine göre öldürüldüğü sırada maktülün elinde silah bulunmadığı ve saldırı durumunda olmadığı gözetilerek sanıkların birlikte ağır tahrik altında adam öldürmekten cezalandırılmaları gerekirken meşru savunma halinde bulunduklarından bahisle yazılı şekilde uygulama yapılması” yasaya aykırı bulunmuştur.
Savunmaya İlişkin Koşullar
Savunmada Zorunluluk Bulunması Koşulu
TCK.nun 25/1.maddesi bağlamında meşru savunmanın kabulü için, diğer koşullarla birlikte “saldırıya karşı savunmada zorunluluk bulunması”, diğer bir deyişle, failin haksız bir saldırıyı defetmek (savuşturmak) zorunluluğu ile savunma konumuna geçmiş bulunması gerekir. Yani saldırıdan başka türlü kaçınmak imkanı bulunmamalıdır. Bu zorunluluk, her olayın somut özelliklerine göre hakim tarafından objektif ve sübjektif açıdan değerlendirilmelidir. Savunma zorunluluğu bulunan kimsenin kaçması olanaklı iken kaçmadığı ve savunma zorunluluğunun gereğini yaptığı için meşru savunmadan yararlandırılmaması düşünülemez. Bir başkci anlatımla saldırıya uğrayan faile kaçma yükümlülüğü yüklenemez. Bununla birlikte, bir kimse güvenlik güçlerine haber vererek saldırıyı önleyebilecek durumdayken bunu yapmaz yada yolunu değiştirmesi yada bir kenara çekilmesiyle saldırıdan kurtulması mümkün olduğu halde savunmaya kalkışırsa, meşru savunmada bulunmuş sayılmaz.
Nitekim Yargıtay savunmada zorunluluk bulunması koşulu ile ilgili olarak;
“Maktülün tabancayı sanığa tevcih ettiği ve tetiğe bastığı, silahın patlamadığı, sanığın evine koşmasına rağmen maktul tarafından takip edilerek eve girip tekrar tetiğe basması silahın patlamamasına rağmen şahsın hayatına yönelik tehlikenin devamı anında sanık Ahmet Efe Baş’ın eline geçirdiği bıçakla maktüle vurmasında sanığın tamamen yasal savunma koşulu içinde suç işlediğinin kabulü gerekir”.
“Sanık İ.’nin akıl hastalığı nedeniyle fiile mukavemet edemeyecek durumda bulunan yeğeni A.’nın ırzına vuku bulan haksız taarruza filhal defi zarureti altında M.’a etkili eylemde bulunduğu anlaşılmasına göre hakkında meşru savunma hükmünün uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir.”
Bu kararlara konu olan olaylarda savunmada zorunluluk bulunduğu belirtilmiştir. Buna karşılık aşağıda belirtilen olayda ise;
“Sanığın ödemekten imtina eylediği 265 milyonluk alacağını istemek amacıyla gelen maktül Kemal’in sanığı çağırdığı, evinden çıkan sanığın parasının yokluğundan bahisle ödeyemeyeceğini söylediğinde sinirlenen maktülün sanığa küfrettiği, evine koşan sanığın tüfeğini kapıp kapalı olan kapıya doğru bir el ateş eylediği, sanığın bu tepkiyle yetinmeyip kapıyı açarak maktül Kemal’e ikinci el ateş etmek suretiyle karın nahiyesinde isabetle öldürdüğü, sanığın evi kapısına saldırıda bulunma gibi bir halin olmadığı gibi sonradan geliştirilen savunmalarda açıklanan tarzda, maktülün silahla ateş etmesi halinin de gerçekleşmediği, dosya içeriğiyle anlaşılmakla,
Sanığın veya aile yakınlarından birinin nefsini tehlikeye düşüren ve filhal def’i zarureti doğan bir saldırı bulunmadığı, bu itibarla yasal savunma hükmünün tatbikini gerekli kılan bir oluşumun gerçekleşmediğine” karar verilmiştir.
Savunma ile Saldın Arasında Oran Bulması Koşulu
TCK.nun 25/1.madde metninde “haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu” olarak ifade edilen bu koşul savunma ile saldırı arasında bir oran bulunmasını gerektirir. Zira meşru savunmada, haksız saldırıda bulunan kimseye yönelik savunmayı meşru sayabilmek için, savunmanın zorunlu olmasının yanı sıra bu zorunluluğun gerektirdiği ölçüde saldırgana zarar verilmiş olması gerekmektedir. Bu koşul, meşru savunma ile hukuka aykırı ve ölçüsüz bireysel mücadele arasındaki sınırı oluşturmaktadır. Zorunluluk olmakla birlikte, daha değersiz bir hakka zarar verilerek saldırıdan kurtulmak mümkün iken, böyle yapılmayıp daha üstün bir hakka zarar verilirse, artık meşru savunmadan söz edilemez. Kendisini sopa ile döven kimseyi öldüren kişinin hareketinde bu anlamda bir oranın var olduğu söylenemez. Buna karşılık ırzına geçmeye çalışan bir kimseyi, saldırıyı önlemek için öldüren kimse meşru savunma halinde sayılmalıdır. Göreceli bir kavram olan orantıhlığın takdirinde saldırının objektif vehameti öncelikle gözetilmekle birlikte saldırıya maruz kalan kimsenin kişisel durumu da nazara alınmalıdır.
Bu oran, saldırıya uğrayan hakkın konusu ve kullanılan araçlara göre somut olayın tüm özellikleri göz önünde bulundurularak hakim tarafından belirlenecektir. Haklar ve araçlar arasında oranın varlığına veya yokluğuna karar verilirken somut olaya bakılarak saldırıda bulunan ile saldırıya uğrayanın kişisel durumları da dikkate alınarak saldırıya uğrayanın sahip olduğu silahı (aracı) ölçülü olarak kullanmak suretiyle saldırıyı savuşturma imkanı varken bunu yapıp yapmadığı ve haklar arasında bulunması gereken oranın bariz bir biçimde ihlal edilip edilmediği ölçütü esas alınarak karışlaştırma yapılmak suretiyle sonuca varılacaktır. Malvarlığı haklarına yönelik saldırılarda bu oran daha büyük önem taşımaktadır.
Araçlar arasında oran bulunması, araçların özdeşliği anlamına gelmemektedir. Saldırıda kullanılan araç ile savunmada kullanılan araç farklı olmakla birlikte (örneğin saldırganda bıçak saldırıya uğrayanda tabanca bulunması durumunda) saldırganın kullandığından daha etkili bir aracı, saldırıyı önleyecek biçimde kullanmış olan kimsenin orantılılık koşuluna aykırı davrandığı söylenemez.
Yargıtay bir kararında orantılılık koşulu ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır;
“Para isteğine sanığın olumlu cevap vermemesinin meydana getirdiği infialle maktülün cebinde çıkardığı bıçağı sanığa doğru birkaç kez sallayarak onu sırtından ve yüzünden yaralaması üzerine, sanığın nefsine ve vücut bütünlüğünü yönelik bu saldırıyı filhal def’i zaruretinin bais olduğu mecburiyetle sofradaki bıçağı alıp maktüie vurarak bir adedi öldürücü mahiyette toplam 3 adet yara meydana getirerek ölüm sonucunu husule getirdiğinin delillerden anlaşılmasına, mahkemece de oluşun bu şekilde vuku bulduğunun kabul edilmesine, saldırı ile savunma arasında bir dengesizlik bulunmamasına, savunmada ifrada gidildiğinden de söz edilemeyeceğine göre eylemin meşru savunma ortamı dahilinde ika edildiğinin kabulü gerekir.”
Üçüncü Kişi Lehine Meşru Savunma
TCK.nun 25/1.maddesinde meşru savunma failin gerek kendisine ve gerekse başkasına ait bir hakka yönelmiş haksız bir saldırının savuşturulması bakımından kabul edilmiş, böylece hukukun temellerinden birini oluşturan toplumsal dayanışma duygusuna da kanunda yer verilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, bir kimsenin bir başkası tarafından dövüldüğünü gören kimse, saldırganı zor kullanarak etkisiz kılacak olursa, meşru savunma konumunda olduğu kabul edilir. Saldırıya uğrayan üçüncü kişinin savunmada bulunanın akrabası olup olmamasının bir önemi yoktur.