TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu ve Cezası
MADDE 216.- (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
- Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
- Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Açıklama
216.maddede birbirinden bağımsız üç ayrı suç düzenlenmiştir. Bunlar; halkı kin ve düşmanlığa tahrik (216/1), halkın bir kesimini aşağılama (216/2) ve dini değerleri aşağılama (216/3) suçlarıdır.
Maddenin 1.fıkrasındaki “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu, 765 sayılı ETCK’nun 312/2.fıkrasından farklı olarak, uygulamada ortaya çıkan tereddütleri gidermek amacıyla ve suçun somut tehlike suçu niteliğini vurgulamak üzere “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” kriteri getirilmiştir.
Maddenin 2.fıkrasındaki “halkın bir kesimini aşağılama” suçu, 765 sayılı ETCK’nun 312.maddesinin 3.fıkrasının karşılığıdır. Yeni düzenlemede eski metinden farklı olarak aşağılama fiilinin “alenen” işlenmesi aranmış, halkın alenen aşağılanmasının hangi hallerde cezalandırılacağı (sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığı) belirtilmiş, buna karşılık eski metinde öngörülen “insan onurunu zedeleme” unsuruna yeni düzenlemede yer verilmemiştir.
Maddenin 3.fıkrasındaki “dini değerleri aşağılama” suçunun karşılığı 765 sayılı Kanunda mevcut değildir.
ETCK’nun 312/4.fıkrasınm 311.maddeye yaptığı yollama nedeniyle cezanın ağırlaştırılmasını gerektiren haller tek tek sayılmış olmasına karşılık, yeni düzenlemede 216.maddedeki suçlar bakımından da ortak hüküm olan 218.maddede daha genel bir ifade (basın ve yayın yoluyla işlenme) kullanılmıştır.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Suçla Korunan Hukuksal Değer
Maddede tanımlanan suçlarla korunmak istenilen hukuksal yarar, kamu barışının korunmasıdır. Bu suretle, halkın çeşitli kesimleri arasında kin ve düşmanlık duygularının doğmasının önlenmesi amaçlanmıştır.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Suçun Faili
Fail açısından bir özellik göstermeyen bu suçların faili herhangi bir kimse olabilir.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Suçun Maddi Unsuru
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçunun Maddi Unsuru
Maddenin 1.fıkrasında tanımlanan bu suçun maddi unsuru; halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı Özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmektir. Suçun oluşması bakımından bu tahrikin “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkarması gerekmektedir.
“Halk” kavramı, aynı ülkede oturan, ortak menfaatleri bulunan büyük bir grup olarak tanımlanabilir. Bunun yanı sıra aydınların ve resmi kişiler dışında kalan ve idare edilenler anlamını da taşımaktadır. Kalabalıktan ayrı olarak asgari müşterekler dışında farklı düşünebilen ve farklı statüde olanlardan meydana gelmektedir192. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunun muhatabı ve mağduru 216/l.fıkradaki özellikleri taşıyan halkın bir kesimidir. Suçun oluşması için halkın tamamının tahrik edilmesi aranmaz. Burada bir kişinin bir gruba karşı tahrik edilmesi değil, toplumda sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklılık arz eden halkın bir kesi- [1] minin (grubun) farklı bir halk kesimine (gruba) karşı kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi söz konusudur. Tahrik fiilinden önce de esasen bu gruplar arasında kin ve düşmanlık duygularının mevcut olup olmaması suçun oluşmasını etkilemez. Fiil, somut tehlike suçu niteliğinde olduğundan, tahrik fiili sonucunda bu farklı halk kesimlerinin birbirlerine karşı şiddet hareketlerine girişmeleri gerekmez. Eğer, fiil sonucunda böyle bir netice meydana gelmişse diğer unsurları da bulunmak koşuluyla 214.maddede tanımlanalı suç oluşur.
Anayasaya ve Ceza Kanununa göre halkı oluşturan toplum bir bütündür. Nitekim Anayasa’nm 10.maddesinde; herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit oldukları, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınama- yacağı vurgulanmıştır. Keza, Anayasa’nm 14.maddesinde de; “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıyla kullanamazlar. Bu yasaklara aykırı hareket eden veya başkalarını bu yolla teşvik veya tahrik edenler hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir. Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şeklinde yorumlanamaz” hükmü ile, düşünce açıklama özgürlüğünün (Anayasa 25., 26.md.) sınırının Anayasa’nm sözüne ve ruhuna uygun olarak yasayla sınırlanabileceği (Anayasa 13.md.) ifade edilmiştir.
“Sosyal sınıf” kavramı, ekonomik nedenler veya bunun dışında oluşan gruplaşma olgularını ifade eder. Çağdaş toplumlarda sosyal sınıflar; işçi sınıfı, idare edenler (sermaye) sınıfı, orta sınıf ve köylü sınıfıdır. Geniş anlamda sınıf; gelir kaynakları, seviyesi, gelirlerini sağlama tarzı aynı olan, aynı ekonomik şartlar altında bulunan bireyler topluluğudur. Bu sosyal sınıflar arasında barışın egemen olması, ilişkilerin sağlıklı olması, kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması bakımından önem arzetmektedir.
“Irk” kavramı, insan türünün alt bölümü olarak “bir ailenin, bir halkın soyu, kökünü aldığı kendinden önceki nesillerle kendinden çıkan sonraki nesillerin tamamı, zürriyet, sülale” anlamına gelmektedir. Irk; genetik bakımdan şartlandırılmış, nispeten sabit şartlar altında kuşaktan kuşağa geçen, belirli beden karakterlerinin birleşimine sahip olan fertler grubu olarak da tanımlanmaktadır. Bugün tek insan türü ve dört büyük ırk grubu (kara derili, sarı derili, beyaz derili ve ilkel) mevcuttur. Çevre ve hayat şartlarına göre oluşan ve soydan gelme kalıtım yoluyla nesillerden nesillere geçen ırk özellikleri ve insanların ırkça faklılaşması bir sosyal vakıa olup, ırk kavramının, daha çok tarih, kültür ve toplum ile ilgili sosyal gerçekler olan millet, kavim, halk ve dil ailesi kavramları yerine kullanılması tehlikeli ve yanlıştır. Bu itibarla 216.maddede yer alan “ırk” kavramına bilimsel anlamının dışında başka bir anlam yüklenmesi doğru değildir.
“Din”, “bir cemaatin sahip olduğu kutsal kitap, peygamber veya kurucu, Tanrı kavramını da genellikle içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yapılan ibadet, yerine getirilmeye çalışılan ahlaki kurallar bütünü” olarak tanımlanabilir. Din ve vicdan hürriyeti Anayasamızın 24.maddesinde güvence altına alınmıştır. Yeryüzünde mevcut dinler, ilkel kabile dinleri, milli dinler ve evrensel dinler olarak üç başlık altında İncelenmektedir.
“Mezhep”, sözlükte “gidilen yol” anlamına gelir. Terim olarak ise, bir dinin birbirinden farklı görüşlere sahip kollarına verilen addır.
“Bölge” kavramı ise, sınırları idari veya iktisadi birliğe, arazi, iklim ve bitki özelliklerinin benzerliğine veya üzerinde yaşayan insanların aynı soydan gelmiş olmalarına göre belirlenen toprak parçasına verilen addır.
Toplumu oluşturan bireylerin arasında, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge bakımından farklılıklar bulunabilir; ancak bu farklılıkların kin ve düşmanlığa neden olması, buna imkân sağlaması düşünülemez. Bu itibarla, Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere, halkı, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge farklılığına dayanarak birbirine karşı kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkmasına neden olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik etme doğrultusunda açıklamalar düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez.
“Kin”; “öç almayı gerektirecek şiddetli düşmanlık hareketlerinin zeminini oluşturan psikolojik bir hal”, “düşmanlık” ise, “husumet beslenen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar vermeye, onu mağlup etmeye yönelmiş kin duygusu” olarak tanımlanabilir. Şu halde “kin ve düşmanlık”; “husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddetle nefret duymaya yönelik hareketlerin zeminini oluşturan psikolojik bir hal” olarak açıklanabilir. Maddenin l.fıkrasında tanımlanan “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu, hukuk devleti olma standardı yüksek olan birçok ülkenin Ceza Kanunlarında yer almaktadır. Hiçbir devlet, vatandaşları arasında, muayyen özelliklere sahip bir kesiminin diğer kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa, öç almayı gerektirecek şiddetli nefrete yönlendirilmesine seyirci kalamaz. Öte yandan çağdaş dünyada, gelişmenin temel dinamiği olarak düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kabul edilmektedir. Bu bağlamda; kişilerin düşündüklerini hür bir ortamda söyleyebilmeleri, demokratik toplumun varlığı için zaruri sayılan unsurlardandır.
Bu suçun tamamlayıcı unsurunu oluşturan “aleniyet” için aranan temel ölçüt, fiilin gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır. Hareketin yapıldığı yerin aleniyetin belirlenmesinde önemi bulunmamaktadır. Aleniyetin varlığı için, fiilin umumi yerde işlenmesi şart değildir; umumi olmayan yerde işlenmesine karşın bir veya birden fazla kimsenin bu fiili görme ve işitebilme ihtimalinin bulunması yeterli sayılır.
“Tahrik” sözlükte, “(kişileri) sert harekete, isyana, misillemeye veya intikam almaya sürükleme, kışkırtma” anlamına gelmektedir. Hukuk terminolojisinde ise tahrik genel anlamıyla; “bir hususun gerçekleştirilmesi ya da gerçekleştirilmemesi ya da varolan bir durumun kişi veya kişilerin iradesi üzerinde etki yapması, iradenin harekete geçirilmesi, belirli bir yöne itilmesi”ni ifade eder. Suçu oluşturan “tahrik”, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde, bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır. Fail sübjektif olarak da bu amacı gütmeli, halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir red veya saygısızlık ifade bir davranışta bulunma veya bu yönde sözler sarfetme, fıkra metninde belirtilen farklı özellikteki gruplardan birinin kötülenmesi, ağır biçimde tenkit edilmesi suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde, farklı özellikleri olan iki grubun mukayesesi, aradaki zıtlığın ve menfaat çelişkilerinin ortaya konulması, ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin var olması gerekir. Diğer bir anlatımla suçun oluşması için, grupların, gruplara karşı kin ve düşmanlığa bilfiil tahrik edilmiş olmaları gerekir. Bu itibarla, failin fiili, sayı ve kişi olarak muayyen olmayan toplum (halk) kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır. Suçun oluşması için tahrikin belirtilen halk kesimlerini karşı karşıya getirmiş olması aranmaz. Diğer yandan, fıkra metninde sayılan farklı özelliklerin (sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge), ceza hukukundaki kıyas yasağı (YTCK 2/3.md.) nedeniyle genişletilmesi mümkün değildir. Bu bağlamda örneğin, aynı dine mensup halk kitlelerinden çok dindar olanı az dindar olana karşı, farklı düşüncelere veya ideolojilere mensup belirli kimselerin birbirine karşı tahrik eylemleri, 216/l.fıkradaki suçu oluşturmaz.
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu aslında bir “tehlike suçu”dur. Tehlike suçları, ifade özgürlüğünün kullanılması bakımından etrafında duraksamalara, yanlış anlaşılmalara elverişli bir alan yaratırlar. Bu bakımdan demokratik hukuk düzenlerinde, tehlike suçu yaratmaktan olabildiğince sakınılır; ancak, teknolojinin insan yaşamına bu derece egemen olduğu bir dönemde bireyler, tehlikelerle çevrilmiş olarak yaşadıkları için tehlike suçlarına yer vermek zorunlu olmaktadır. Maddeyle düzenlenen suç yönünden ise durum şöyledir: Çağdaş uygar toplum çoğulcudur. Bunun anlamı, toplumun, değişik din, mezhep, ırk, sosyal sınıf, bölge farklılığı, siyasal görüşler, idealler, toplum insanlarına hizmet bakımından farklı yollar, metotlar, değişik zihniyetler taşıyan insanlardan oluştuğudur. Böyle bir toplumun yapısında demokratik ilke, farklılıklar içerisinde bütünleşmeyi sürdürerek birlikte, barış içerisinde yaşamayı zorunlu kılar; sosyal yapıyı oluşturan yapısal unsurlar birbirleriyle ahenkli bir bütün oluşturmakta devam etmelidir. Bütünleşme derecesi ne derecede yüksek olursa, demokratik özgürlükler de toplumda aynı oranda geniş olarak kullanılabilir. Bütünleşmenin temel koşullarının başında, değişik yapıdaki insanların, değişik fikir, kanaat ve inançları tam bir hoşgörü ile karşılamayı benimsemeleri, bu tutumu içlerine geçirmiş bulunmaları gelmektedir. O halde kişilerin, maddenin saydığı farklılıkları esas alarak düşmanlığa, kin beslemeye alenen tahrik edilmelerinin ortaya çıkaracağı tehlikeye karşı hukuk sisteminin savunma araçları getirmesi gerekli ve zorunludur. Hele toplum yapısı, geniş bir mozaik biçimde olan ülkeler yönünden bu zorunluluk daha da önemlidir. Ancak temel sorun, bu zorunluluğu, eleştiri olanağını, ifade özgürlüğünü, siyasal propaganda yapmak hakkını zedelemeden karşılayabilmektedir.
Yasa koyucu, toplumsal korunma ve özgürlükleri aynı zamanda sağlayıp korumak amacıyla, 216/l.fıkra metninde, söz konusu suçun oluşması için işlenen fiil nedeniyle kamu güvenliği açısından “açık ve yakın tehlike”nin ortaya çıkması gerektiğini açık bir şekilde belirterek bu suçu, soyut tehlike suçu olmaktan çıkarmış, “somut tehlike suçu” haline getirmiştir. Böylece, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının bağlayıcılığı da gözetilerek, temel hak ve hürriyetlerin ve özellikle ifade özgürlüğünün kullanım alanı genişletilmiştir. Bu düzenlemeye göre, “kin ve düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında, sadece “şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye edilen tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir. Açık ve yakın tehlikenin belirlenmesinde hâkimin böyle bir durumun ortaya çıktığına dair somut olguların varlığına ilişkin dayanak noktalarını tespit etmesi ve kararında göstermesi zorunludur. Elbette bu takdir yapılırken, AİHM’nin bu konuda sürekli tekrarladığı ölçütleri göz önünde bulundurmak gereklidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin insan haklarına ilişkin kriterleri belirten 10.maddesi aynen şöyledir;
“Madde 10: 1- Herkes anlatım özgürlüğüne (Liberte d’expression) sahiptir. Bu hak, düşünce özgürlüğünden başka, resmi makamlar karışmaksızın ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın, haber ve düşünce almak ya da vermek özgürlüğünü içerir. Bu madde, devletin radyo, sinema ya da televizyon işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmasını engellemez.
2- Kullanılması görev ve sorumluluk gerektiren bu özgürlükler, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün, kamu güvenliğinin, düzeni korumanın, suçun önlenmesinin, sağlığın ya da ahlakın ve başkalarının ünü ya da haklarının korunması için, demokratik bir toplulukta zorunlu önlemler niteliğinde olarak, gizli haberlerin açıklanmasının engellenmesi ya da yargı erkinin üstünlüğünün ve yansızlığının sağlanması bakımından, kanunla belirli işlemlere, koşullara, sınırlamalara ya da yaptırımlara bağlı tutulabilir.”
AİHS’nin yukarıda belirtilen lO.maddesinde yer alan ifade özgürlüğü bakımından AİHM’nin yerleşmiş içtihatlarına göre, bir beyanın lO.maddenin 2.fıkrası çerçevesinde cezalandırılabilir telakki edilebilmesi için, sürekli olarak aranan ve tekrarlanan ölçütler şunlardır;
- İfade hürriyeti demokratik bir toplumun asıl temel unsurlarından birisidir ve kişileri sarsan, rahatsız eden fikir ve düşüncelerin ifade edilebilmesi de 10. maddenin güvencesi altındadır.
- Her özgürlük için olduğu gibi, ifade hürriyetinin kullanımı da lO.maddenin 2.fıkrasmda belirtilen istisnalara girdiğinde kısıtlanabilir ve ihlaller cezalandırılabilir. Ancak 2.fıkradaki istisnaların da yorumlanması zorunludur.
- maddenin 2.fıkrasındaki kısıtlamanın meşru sayılabilmesi için demokratik bir toplumda kabul edilebilecek zorunlu, mülzem, hemen tatmini gereken bir sosyal ihtiyacı karşılar nitelikte olması lazımdır. Acil ihtiyacı tayin bakımından devletlerin bir takdir payı olduğu kuşkusuzsa da, bu takdiri ve değerlendirmeyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi denetlemekte ve kararlar bağımsız milli mahkemelerce verilse bile arz olunan esaslar geçerli sayılmaktadır.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına göre, düşünceyi ifade eden konuşma veya yazı bütünüyle ele alınmalı, yazı veya sözlerin olaylarla doğrudan doğruya ilgili ve müeyyidelendirmek bakımından yeterli bulunup-bulunmadığı tespit edilmelidir.
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunun oluşması için, kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Bu hususta önemli olan, tahrikin kamu güvenliği açısından “açık ve yakın tehlike”yi ortaya çıkarmış olmasıdır. Tahrikin kamu güvenliği için açık ve yakın tehlike ortaya çıkarması, işlenen tahrik fiil ve hareketlerinin ülkenin kamu düzenini ve kamu güvenliğini bozabilecek mahiyette bulunması anlamına gelmektedir. Tahrik neticesinde, kamunun güvenliğinin tehlikeye düşmüş veya bozulmuş olması gerekmez. Bu tehlikenin meydana gelebilmesi ihtimalinin bulunması yeterlidir. Failin kin ve düşmanlığa tahrik ettiği toplum kesimi, tahrike maruz kalan halk kesimi üzerinde fiili hareketlere geçeceği konusunda korku ve endişe meydana getirmiş ise, diğer bir ifade ile tahrikin mağduru olan bu kitlede hukuka olan güven sarsılmışsa suç gerçekleşir. Yapılan konuşma ve öne sürülen düşüncelerin toplum açısından tespit edilememesi halinde söz konusu suçtan dolayı cezalandırma yoluna gidilemez. Dolaylı etkilemeler tahrik kavramı için yeterli sayılamaz. Suçun gerçekleşebilmesi için, hareketin, halkı birbirine karşı düşmanlığa veya kin beslemeye itici, etkili ve inandırıcı bir çağrıyı kapsaması, yöneldiği kişilerin suç işlemelerini isteyici, sağlayıcı bir özelliği ve kapsamının bulunması, bunun için tahriki ortaya çıkaran sözlerde, yayın araçlarında, tahriklere ulaşılmak istenen amacın açıklıkla belirtilmesi, güdülen amaç ile tahrik hareketi arasında yakın bağların varolması gerekir.
Eylemin kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike oluşturabilecek boyutta olup olmadığı bakımından, her somut olayın özelliklerine göre suça konu olan konuşma metni, yazı (tiyatro, şarkı, şiir vs.) bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmeli, failin konumu, yaşantısı, eylemin işlendiği koşullar ve etkenlerinin neler olduğu üzerinde durularak mahkemece takdir edilmelidir. Örneğin, bir konuşma metninden bir cümlenin alınarak, anılan suç oluşmuştur, denilemez. Konuşma metninin tamamen ele alınarak, şu soruların cevabı aranmalıdır; bu sözü kim söylemiş?, kime söylemiş?, hangi koşullarda söylemiş?, ne anlamda söylemiş?, ancak bu soruların cevabı alındıktan sonra eylemin Anayasa’nın 25.maddesinde yer alan “düşünce ve kanaat hürriyeti” ve 26.maddesini aşıp aşmadığı takdir edilerek sonuca varılmalıdır.
Halkın Bir Kesimini Aşağılama Suçunun Maddi Unsuru
Maddenin ikinci fıkrasında tanımlanan bu suçun maddi unsuru; halkın bir kesimini sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılıklarına dayanarak alenen aşağılamaktır. Kendisine özgü özellik taşıyan bir “hareket” suçu olan, bu suçun oluşması için fıkrada belirtilen özelliklere sahip ve halkın bir kesimini oluşturan gayrimuayyen sayıdaki kişilerin aşağılanması, tahkir edilmesi gerekir. Belirli bir kişi veya kişileri aşağılamak bu suçu oluşturmaz.
Bilindiği üzere, genel olarak hakaret suçunun oluşması için, mağdurun belli ve belirlenmesi olanaklı bulunması gerekir. Ancak yabancı hukuklarda, İngilizce de (group libel) denilen, grupların tahriki de suç olarak saptanmıştır. Bu fıkrada, kamu barışını korumak amacıyla bir tür grup tahkiri suçu düzenlenmiş, halk kesimlerinin alenen aşağılanması, suç olarak tanımlanmıştır. Burada da somut tehlikeye işaret etmek amacıyla hakaretin halkın bir kesimini “aşağılayıcı” biçimde olması gerektiği vurgulanmıştır. Suçun oluşması için aşağılama fiilinin “alenen” işlenmesi gerekir.
Bu suç, sözle, yazıyla, basın yoluyla veya diğer herhangi bir araçla işlenebilir.
Dini Değerleri Aşağılama Suçunun Maddi Unsuru
Maddenin üçüncü fıkrasında tanımlanan bu suçun maddi unsuru, halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamaktır.
Bir kesimin benimsediği dini değerlerden maksat; inanç sistemi, dini büyükler, ibadet ve yer şekilleri gibi o inanışı temsil eden ve inanardarca dini kıymet atfedilen her türlü şeydir. Örneğin, Müslümanlar için oruç tutma, hac farizası, kurban bayramında kurban kesme dince kutsal sayılan değerlerdir. Aynı şekilde örneğin bir Katolik Hıristiyan veya Musevi için neler dince değerli sayılıyorsa, bunların tahkiri de suç oluşturacaktır.
Suçun oluşması için bir halk kesiminin benimsediği dini değerlerin alenen aşağılanması ve fiilin cezalandırılabilmesi için “kamu barışını bozmaya elverişli” olması gerekir.
Dini değerler olarak, inanışlarla birlikte o dine ait yapılar, ibadethaneler de bu suçun konusunu oluşturabilir, “kamu barışını bozmaya elverişli” olmaktan maksat, aşağılama fiilinin, bireylerin taşıdıkları, barış esasına dayalı bir hukuk toplumunda yaşadıklarına dair duyguyu zedelemesi veya zedeleme ihtimalini somut bir biçimde ortaya koymasıdır. Tahkir fiili halkın bir kesimini oluşturan gayrimuayyen kişiler hedef alınarak değil de belirli kişi veya kişilerin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi durumunda bu suç değil, YTCK’nun 125/2-c bendinde tanımlanan hakaret suçu oluşur.
“Aşağılamak”, değer vermemek, önemsiz, anlamsız, gereksiz ve yararsızlığını belirterek kişilerdeki saygı ve güven duygularını sarsmaktır.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Suçun Manevi Unsuru
Bu suçun manevi unsuru kast olup, taksirle işlenmeleri mümkün değildir. Kanaatimizce, suçların tanımlarında, failde bu suçları gerçekleştirirken herhangi bir saikin bulunması aranmadığı için, bu suçlarda özel kastın bulunmasına gerek yoktur, genel kastın bulunması bu suçların oluşması için yeterlidir. Esasen, 5237 sayılı YTCK’nun sisteminde, amaç ve saik, kastla özdeş veya kastın bir türü değildir. Bu bakımdan, artık “genel kast” – “özel kast” ayırımı terkedilmiştir. Amaç veya saik, bazı suçlar açısından, suçun temel şekline ilişkin bir manevi unsuru oluşturmaktadır. Örneğin, göçmen kaçakçılığı suçu açısından “maddi menfaat elde etmek mak- sadı”nın (79/1.md.) güdülmesi; tefecilik suçu açısından, kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verilmesi (21.md.) hallerinde olduğu gibi. YTCK’nun 216.maddesindeki suçlar bakımından failin özel kastına (amaç veya saikine) işaret eden bir ibareye ise yer verilmemiştir.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Suça Etki Eden Nedenler
“Kamu Barışma Karşı Suçlar” bakımından ortak hüküm olan 218.madde uyarınca, bu suçların basın veya yayın yoluyla işlenmesi halinde temel ceza yarı oranında artırılır. Bu suçlarla ilgili olarak başkaca cezanın artırılmasını veya daha az ceza verilmesini gerektiren özel bir hüküm öngörülmemiştir.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Teşebbüs
Bu suçların, basın yoluyla işlendiğinde neşriyatın gerçekleşmesi, diğer şekillerde ise tahrik veya aşağılananların bu hareketi algıladıkları anda oluştuğundan, ancak icra hareketlerinin kısımlara bölünmesinin mümkün olduğu durumlarda, örneğin bu suçların basılmış eserler yoluyla işlenmesi ve suç oluşturan yazının basılmasına rağmen henüz dağıtılmadan bir ihbar üzerine yakalanması halinde suçun teşebbüs derecesinde kaldığından söz edilebilir.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu İştirak
Bu suçlar iştirak bakımından farklı bir özellik göstermediğinden, bu suçlara iştirakin her hali (37-39.md.) olanaklıdır.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu İçtima
Özel bir içtima kuralı getirilmediğinden, suçların içtimaına ilişkin sorunların genel hükümler (42-44.md.) çerçevesinde çözümlenmesi gerekir. Fail, bu suçlarla birlikte ayrıca başka bir suç işlerse, bu durumda gerçek içtima kuralları uygulanır. Bu suçların, şartları mevcut olmak kaydıyla zincirleme suç (43.md.) biçiminde işlenmesi mümkündür. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik içeren sözlerin, suç işlemeye doğrudan tahrik (YTCK 214.md.) oluşturacak ifadeler sarfetmek suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda failin fikri içtima (44.md.) kurallarına göre en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılması gerekir.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Kovuşturma
Bu suçların soruşturma ve kovuşturmaları re’sen yapılır.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Görevli Mahkeme
5235 sayılı Kanunun 10. ve ll.maddeleri gereğince bu suçlar dolayısıyla açılan davalarda görevli mahkemeler, 1.fıkradaki suçta asliye ceza, 2. ve 3.fıkradaki suçlarda ise sulh ceza mahkemesidir. Ancak, suçun basılmış eserler yoluyla işlenmesi durumunda, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 27.maddesi uyarınca 2. ve 3.fıkralardaki suçlara da asliye ceza mahkemesinde bakılır. Bu durumda, aynı yerde asliye ceza mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması halinde bu davalar iki numaralı mahkemede görülür ve bu davalar acele işlerden sayılır.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Suçun Yaptırımı
1.fıkrada bir yıldan üç yıla kadar, 2. ve 3.fıkralarda ise altı aydan bir yıla kadar hapis cezasıdır.
TCK m 216 Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu Dava Zamanaşımı
YTCK’nun 66/1-e bendi uyarınca, bu suçların dava zamanaşımı süresi sekiz yıldır.