İnfaz Hukukunun Temel İlkeleri
Hukuk Devleti İlkesi
Hukuk devleti, amacı hukukun üstünlüğünü sağlamak olan devlet demektir. Hukukun üstünlüğü ise iki ana fikir üstüne kurulmuştur:
- Devletin sahip olduğu iktidar, hukuktan gelir ve ona uygun kullanılır.
- Hukuk, insan kişiliğine saygıya dayanır.
Anayasa Mahkemesi de hukuk devleti kavramını verdiği bir kararında şöyle tanımlamıştır: “Hukuk Devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan ve faaliyetlerinde hukuka ve anayasaya uygun, bütün işlemleri yargı denetimine bağlı olan, yasaların üstünde yasa koyucunun bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen Devlettir (Anayasa Mahkemesi, 11.06.2003, E: 2001/375–K: 2003/ 61).”
Özgürlük ve insan kişiliği, hukuk devletinin esasıdır. Hukuk devleti, insan haklarına saygılı devlettir. O hâlde hukukun üstünlüğü anlayışında temel değer insan kişiliğinin haysiyetidir. Hukukun üstünlüğü, insan haysiyetinin en üstün değer olduğunun benimsenmesi veya kabulü demektir.
Bu bağlamda hukuk devleti, insan haklarını gerçekleştirecek, adaleti sağlayacak ve hukuki güvenliği temin edecek olan devlettir. Görüldüğü üzere hukuk devleti ilkesi infaz hukukunun da temel ilkesi olma özelliği göstermektedir. İnfaz hukuku kuralları insan haklarına uygun ve adil olmalıdır. Burada hukuk devleti ilkesinin alt ilkelerini ifade eden oranlılık, amaca uygunluk ve gereklilik ilkelerinden de söz edilmelidir. Gerçekten bir infaz işlemine başvurulması ile elde edilmek istenen menfaat ve verilmesi imkân dâhilinde bulunan zarar arasında makul bir oranın bulunmasını, oran bulunmaması durumunda bu işleme başvurulmamasını ifade eden ilkeye oranlılık ilkesi denir. Yine infaz hukuku kuralları amaca uygun olmalıdır. Nihayet söz konusu kurallar iyi bir infaz rejiminin sağlanması bakımından gerekli de bulunmalıdır.
İnsan Onurunun Dokunulmazlığı İlkesi
İnsan bir nesne hâline getirilemez. O, hakları ve yükümlülükleri olan bir hukuk öznesidir. ‘İnsan devlet içindir’ şeklindeki totaliter bir düşünce şekli insanı ruhsuz, içi boş bir şey, sanki bir yaratık hâline getirir. Ancak belli hak ve özgürlüklere sahip olan kişi çevresini şekillendirebilir; bir kişilik kazanabilir. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam özellikle bir ruh ve düşünce özgürlüğünü zorunlu kılar. İşte bu nedenle insan onuru, özgürlükçü demokrasilerin, hukuk devletinin işlevini sağlayabilmesi için vazgeçilmez bir koşuldur. Fakat bu bağlamda insan onurundan da ancak bir hukuk devletinde söz edilebileceği unutulmamalıdır.
Bu nedenle hukuk devletinin insan onurunun koruyucusu olduğu söylenmektedir. İnsanın hem maddi hem de manevi açıdan kendine özgü bir değer taşıması ve taşıdığı bu değerden vazgeçmenin mümkün olmaması, her türlü toplumsal, hukuksal ve siyasal müdahaleye karşı mutlak olarak öne sürülebilmesi insan onurunun temel özelliklerini oluşturmaktadır. Onur kavramı sadece insanın özgürlüğünü ve eşitliğini değil bağımsız kişiliğini de ifade eder. Hukuk düzeninde bireye sadece kendisinin egemen olacağı, dışar dan müdahalelerde bulunulamayacak özgür bir alan sağlanmadıkça insan onurunun gerçekleştirilemeyeceği söylenebilir.
Anayasa Mahkemesi de hukuk devleti kavramını verdiği bir kararında şöyle tanımlamıştır: “Hukuk Devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan ve faaliyetlerinde hukuka ve anayasaya uygun, bütün işlemleri yargı denetimine bağlı olan, yasaların üstünde yasa koyucunun bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen Devlettir (Anayasa Mahkemesi, 11.06.2003, E: 2001/375–K: 2003/ 61).”
“Her tutuklu, alınan tedbirlerin infaz edilme usul ve yöntemlerinin kendisini, tutukluluğun doğasında varolan kaçınılmaz ıstırap düzeyini aşacak şiddette bir sıkıntı veya zorluğa maruz bırakmamasını temin edecek şekilde, insan onuruyla bağdaşır tutukluluk koşullarına tabi olma hakkına sahip olduğundan, hapsetmenin uygulamaya ilişkin gereklilikleri gözönünde bulundurulduğunda, tutuklunun sağlığının yanı sıra esenliği de yeterli bir şekilde sağlanmalıdır (Gencay/Türkiye Kararı, AİHM)”.
Bu yönüyle devlet insan onuruna dokunmamak biçiminde sadece pasif bir davranışla yetinemez; onu aktif bir şekilde korumalıdır. Devlet, insan onuruna yönelik tehditleri hemen orada önlemeli, bunun için gerekli olan tedbirleri almalıdır. Bu önleme, güncel tehditler yanında, geleceğe yönelik potansiyel tehditleri de içerir. 1982 Anayasası, Başlangıç bölümünün 6. paragrafında, “her Türk vatandaşının (…) onurlu bir hayat sürdürme hak ve yetkisinin bulunduğunu” belirtmiştir. Yine Anayasa devletin temel amaç ve görevleri arasında, kişinin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmayı da saymıştır (Anayasa m.5). Öte yandan, kimsenin insan onuruyla bağdaşmayan bir ceza ve muameleye de tabi tutulamayacağını (Anayasa m.17/3) belirterek, bir yandan insan onuruna verdiği önemi ifade etmiş, diğer yandan onun hukuk devleti ile olan ilişkisini de ortaya koymuştur. Yine CMK m.148/3’te insan onuruna aykırı bir işleme ve böylece elde edilecek delillerin muhakemede kullanılmasına gösterilecek rıza kabul edilmemekte; TCK’da de insan onurunu ihlal eden işkence (m.94) ve hakaret (m.125) bir suç olarak düzenlenmektedir.
Bu nedenle ilk bakışta ahlaki bir değer gibi görünen insan haysiyetinin hukuki bir değere de sahip olduğu söylenmelidir. İnsan onuru sınırsız değildir; bu sınır hukuk devletidir. Hukuk devletinde yaşayan birey kanunla getirilmiş yükümlülüklere uyacaktır. CGTİHK m.2/2’de “ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz” denmek suretiyle ilke ifade edilmiştir.
Böylece infaz hukukunun amaçlarından, hükümlünün yeniden topluma kazandırılması da sağlanmış olacaktır. Gerçekten diğer hükümlüler tarafından şiddete maruz bırakılma, cinsel sömürü ve saldırıya uğrama, sağlık durumunun giderek kötüleşmesi, personel tarafından uygulanan keyfi ya da insanlık dışı davranışlar hapsetme işleminden kaynaklanan ve insan haysiyetinin dokunulmazlığı ilkesi bakımından da önem taşıyan risklerdendir. Bu yönüyle infaz kurumu içinde hükümlü ve infaz personeli arasında düzenli ve güvenli bir birlikte yaşam ile hükümlülerin fiziksel ve psikolojik rahatlığı temin edilmeli; adil muamele yapılarak, keyfi davranışlar önlenmeli, etkin şikâyet olanakları verilerek, personel tarafından verilen ve uygulanan kararların gerekçelendirilmesi sağlanmalıdır.
Eşitlik İlkesi
Ceza hukuku çerçevesinde özgürlüğü kısıtlanan hiç kimse bundan dolayı ayrımcılığa tabi tutulamaz. Eşitliğin sağlanması adaletin bir gereğidir. Gerçekten ceza adaleti değişik türdeki adalet kavramlarının bir bileşkesi şeklinde ortaya çıkmalıdır. Herkese eşit olanın verilmesi denkleştirici adaleti ifade etmektedir ki burada hiçbir ayrım gözetilmeksizin herkes eşit işleme tabi tutulur. Buna göre genç-yaşlı, zengin-fakir, zenci-beyaz, Türk-Alman herkes aynı ceza hukuku kuralına tabidir; bu objektif adalettir.
Anayasa m.10’da “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir… Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” denmek suretiyle bu husus dile getirilmiştir.
CGTİHK m.2/1’de eşitlik ilkesi, “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır” şeklinde ifade edilmiştir.
Bununla birlikte hükme esas suç tipine dayalı bir infaz rejiminin benimsenmiş olmasının eşitlik ilkesiyle bağdaşabilirliği tartışmalıdır. Getirilen farklılık yaratan hükümler geçici olmalı, ceza ile iç içe olan üzüntü ve kederin etkisini artırmamalıdır.
Öte yandan CGTİHK m.110’un bazı özel infaz şekillerini yetişkin olmakla birlikte sadece kadın ve yaşlı hükümlüler bakımından kabul etmiş bulunmasının eşitlik ilkesine uygun olup olmadığı tartışılabilir.
Sosyal Devlet İlkesi
1982 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin “sosyal bir devlet” olduğunu ifade etmektedir. Sosyal devlet olmak, devlete görev ve ödevler verir. Bu da sosyal adalet ve sosyal güvenliğin sağlanması olarak karşımıza çıkar. Sosyal adalet, kişiler arasında sosyal eşitliğin sağlanması iken sosyal güvenlik, herkesi sosyal ve ekonomik baskılardan korumak ve/veya kurtarmak şeklinde karşımıza çıkar. Nitekim Anayasa Mahkemesine göre; sosyal adalet, “insanlık haysiyetine yaraşır bir hayat seviyesi”, “insanca yaşama”dır. Bu bağlamda, sosyal devlet özgürlüklerin gerçekleşmesi için maddi ve manevi olanakları kendi güvencesine alan devlettir. Anayasa’ nın deyimiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin “temel amaç ve görevleri… kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” (Anayasa m.5).
Öte yandan, yine Anayasa, sosyal devlet olmanın diğer bir gereğini düzenlemektedir:
“Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak tedbirleri alır…” (Anayasa m.60).
Toplumsal düzenin sağlanması için devlet otoritesinin (gücünün) kullanımı, sosyal adalet anlamında mümkün olabilir. Sosyal adalet, toplumun tüm bireyleri için ihtilaf halindeki menfaatlerin ortadan kaldırılması ve katlanılır yaşam koşullarının sağlanması vasıtasıyla gerçekleştirilir. Bu ise, sosyal hukuk devleti içinde devletin alacağı tedbirlerle özelikle yasa koyucu, yani aynı zamanda ceza kanun koyucusu tarafından gerçekleştirilmelidir.
Bu bağlamda, devlete ait ceza vermek yetkisinin kullanılması nedeniyle hükümlünün infaz sırasında yasal taleplerinin yerine getirilmesi esnasında karşılaşabileceği olası engelleri kaldırmak, hiçbir engelle karşılaşmaması için gereken hukuksal koşulları yaratmak ve garanti altına almak yasa koyucuya ait bir görev olmalıdır. Yine bu anlamda, eşitlik ilkesi, hükümlünün talepleri bakımından da geçerlidir.
Ceza hukukunun amaçlarının, devletin yönetim şekline de paralel olduğu unutulmamalıdır. Bir hukuk devletinde, öç alma amacından söz edilemez. Devlet anlayışı, otoriter olmaktan ne denli uzaklaşmışsa devletin cezalandırma anlayışı da o derece insancıl olmuştur.
Anayasamızda da belirtildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti sadece bir hukuk devleti, sadece sosyal hukuk devleti değil demokratik sosyal hukuk devletidir. İşte demokrasi, devletleşme kademesindeki son aşamayı belirtir. Bu demokrasi, özgürlükçü demokrasidir.
Böyle bir devlette, devlet otorite ve ağırlık merkezi olma özelliğini yitirmiş, özgürlük ve güvenlik arasında arabulucu olmuştur. Bu devletin infaz hukuku için de böyledir.
Nihayet sosyal devlet, cezaevindeki hükümlüye kendi özel bakımını mümkün kılacak yardımı, sosyal bakım ve özeni garanti etmelidir. Bu anlamda sosyal hukuk devleti gücü ölçüsünde hükümlüye insan onuruna yaraşır olanakları sağlamalıdır.
İnfaza İlişkin İlkeler
İnfaza ilişkin ilkeler; infazın yasallığı ilkesi, infazın kesintisizliği ilkesi, gizlilikten kaçınma ilkesi, insanca infaz ilkesi ve infazın bireyselleştirilmesi ilkesi şeklinde sıralanabilir.
İnfazın Kanuniliği İlkesi
Anayasa m.38/1’e göre “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez”. Görüldüğü üzere hüküm kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini düzenlemektedir.
Anayasa m.38/2’de yer alan “… ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.” hükmü karşısında suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ve söz konusu ilkenin sonuçlarının infaz hukuku bakımından da geçerli olduğu ifade edilmelidir. Zira infaz, kesinleşmiş mahkûmiyet kararının yerine getirilmesi olarak tanımlandığına göre infaz işleminin de ceza mahkûmiyetinin bir sonucu olduğu söylenebilir. O hâlde kanunsuz infaz olmaz. Bu durumda infaza ilişkin hususların da kanunda düzenlenmesi zorunludur.
Diğer bir deyişle infaza ilişkin düzenlemeler temel hak ve özgürlüklere yönelik bulunduğuna göre idarenin düzenleyici işlemleriyle düzenlenmesi mümkün olmamalıdır. İfade edilmelidir ki infaza ilişkin yasal hükümlerin kısmen veya tamamen değişmesi ya da farklı yorumlanması sonucunu doğuracak hiçbir düzenleyici işlem yapılmamalıdır.
5275 sayılı CGTİHK m.4 “Mahkumiyet hükümleri kesinleşmedikçe infaz olunamaz” düzenlemesini getirmek suretiyle infazın kanuniliğini de ifade etmiş olmaktadır. Gerçekten mahkûmiyet hükümleri kesinleşmedikçe infaz edilemez; infaz edilirse bu yasal olmaz.
Böylece kanun yolu sonucunda hükmün bozulması, hükümlünün beraat etmesi ya da daha az ceza alması olasılıkları karşısında telafisi imkânsız sonuçların ortaya çıkması önlenmektedir. İnfazın kanuniliği ilkesinin diğer bir sonucu da hükümlüye hükümde yazılı olandan başka bir cezanın çektirilememesidir. Örneğin, kasten yaralama suçundan mahkûm olan kişiye kasten öldürme suçunun cezası çektirilemez. Zira her iki suça ilişkin cezaların infazının şekil ve sonuçları birbirinden farklıdır.
İnfazın Kesintisizliği İlkesi
5275 sayılı CGTİHK m.5’e göre “Mahkeme, kesinleşen ve yerine getirilmesini onayladığı cezaya ilişkin hükmü Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Bu hükme göre cezanın infazı Cumhuriyet savcısı tarafından izlenir ve denetlenir.” Söz konusu düzenleme esasen infazın derhâl yapılmasını ve kesintisizliği ilkesini de dile getirmiş olmaktadır. Kesinleşmiş mahkûmiyet hükmünde yer alan cezanın infazına başlandıktan sonra, kanunlardaki düzenlemeler uyarınca ceza çekilinceye kadar infaza ara verilmemesi zorunludur.
Ancak ilkenin istisnaları da bulunmaktadır. Erteleme, gece ve hafta sonu infaz buna örnek verilebilir. Konuya ilişkin olarak “Cezanın İnfazına Ara Verilmesi” başlığı altındaki açıklamalara bakılmalıdır.
Gizlilikten Kaçınma İlkesi
Bu ilkenin anlamı cezanın infazının bilinmeyen bir yerde ve bilinmeyen bir yöntemle yapılamamasıdır.
Cezanın infazına ilişkin kurallar örneğin, infaz yeri, zamanı, şekli, yöntemi gibi açıkça düzenlenmeli ve herkes tarafından bilinebilir olmalıdır. Cezaların infazına ilişkin hükümler 5275 sayılı CGTİHK’da düzenlenmektedir.
Belirtilmelidir ki ilke hiçbir şekilde cezanın alenen infaz edilebileceği anlamına gelmemelidir.
İnsanca İnfaz İlkesi
Cezanın infaz edilmesi bazı hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılmayı gerektiriyor ise de hükümlünün hiçbir hakkı bulunmadığı anlamına gelmez. Gerçekten hükümlü de bir insandır ve mahkûm olduğu süre içinde insanca ve adil bir muamele görmelidir. Nitekim Anayasa m.17’de düzenlenen yaşam hakkı, işkence ve eziyet yasağı esasen bu ilkeyi ifade etmektedir. Bu, haysiyetli yaşam hakkının da bir uzantısıdır. Hükümlü ile özgür bir insan arasında insanlık haysiyetini rencide eden farklar yaratılamaz. Hükümlü tüm haklarından yoksun bırakılmış bir kişi sayılamaz. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.3’e göre de hiç kimse işkenceye, insanlık dışı veya onur kırıcı ceza ya da işleme tabi tutulamaz. O hâlde infazın her aşamasında istisnasız insanca infaz ilkesine uyulmalıdır.
Elbette hükümlüye infaz sırasında cezasıyla bağdaşacak şekilde bazı hak ve özgürlüklerden yararlanmasına yönelik olarak kısıtlamalar getirilebilir. Ancak hiçbir zaman eziyet ve işkence yapılamaz ya da söz konusu kısıtlamalar eziyet veya işkence boyutuna ulaşamaz. Disiplin ile ilgili konularda bile insan haysiyetiyle bağdaşmayan işlemler uygulanamaz.
Hükümlünün hak ve özgürlüklerine getirilecek kısıtlamalar cezanın amaçları ile orantılı olmalıdır.
Cezaların insanca infazı ile ilgili olarak ortaya konulan ana ilkeler şu şekilde sıralanmaktadır:
- Tutuklu ve hükümlüye, sahip oldukları haklar yazılı olarak derhâl bildirilmelidir.
- Bu kişiler okur-yazar olmasa dahi söz konusu haklar sözlü olarak bildirilmelidir.
- Hakların kullanımında işlenen suçun niteliği ve türü dikkate alınmaz. Tutuklu veya hükümlü olmak yeterlidir.
- Eşitlik ilkesinin bir sonucu olarak hakların kullanımında ırk, dil, din, cinsiyet, siyasal veya diğer görüşler, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statüler ayrım nedeni olamaz.
- Hakların çiğnenmesi durumunda yargı yolu açık olmalıdır (Anayasa m.125/1).
İnfazın Bireyselleştirilmesi İlkesi
Söz konusu ilke hükümlüyle birlikte, hakkında cezasının infazına ilişkin bir iyileştirme planı hazırlanmasını ifade eder. Bu planda meslek eğitimi, infazın hafifletilme yöntemi, salıverilme koşulları gibi konular yer alır. Yine hükümlüye hakları ve yükümlülükleri bildirilmeli, anlamıyorsa yazılı olarak açıklanmalıdır. Öte yandan, söz konusu açıklamaların hükümlünün anladığı dilden yapılması da gerekmektedir.
İnfazın bireyselleştirilmesine ilişkin bir başka düzenleme yine aynı kanunun “gözlem ve sınıflandırma” başlığını taşıyan m.23’te yer almaktadır. Konuya ilişkin olarak aşağıdaki açıklamalara bakılmalıdır.
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna Göre Hapis Cezalarının İnfazında Gözetilecek İlkeler
CGTİHK m.6 ve 7 “Hapis Cezaları ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazında Gözetilecek İlkeler” başlığını taşımaktadır. Bununla birlikte her iki hüküm de yakından incelendiğinde sadece hapis cezalarına yönelik bir düzenleme getirildiği ve fakat güvenlik tedbirlerinin ele alınmadığı görülmektedir. Bu yönüyle bölüm başlığı ile içeriğinin birbiriyle uyumlu olmadığı söylenmelidir.
Hapis cezalarının infaz rejimi şu temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir (CGTİHK m.6):
- Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.
- Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır.
- Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddi ve manevi koşullar altında çektirilir.
- Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.
- Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış hak-larının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunilik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.
- İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir.
- Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla ceza infaz kurumları kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir.
- Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.
- Hükümlünün infazın amacına uygun olarak kanun, tüzük ve yönetmeliklerin belirttiği hükümlere uyması zorunludur.
- Kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini ihlal edenler hakkında Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Cezalara, Kanunda belirtilen merciler, sürelerine uygun olarak hükmederler. Cezalara karşı savunma ve itirazlar da Kanunun gösterdiği mercilere yapılır.
Görüldüğü üzere yasa hapis cezalarının infazında;
- düzeni,
- güvenliği,
- disiplini
- adaleti
esas almıştır. Bunlar aynı zamanda infazın görevleri olarak da nitelenebilir. Bu dört görev arasında makul bir denge yaratılmalıdır.
Bu anlamda hükümlüler infaz kurumunda güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak tutulur. Kurum içinde hükümlü ve personel arasında güvenli ve düzenli bir yaşam garanti edilmeli; hükümlülerin fiziki ve psikolojik sağlıkları sağlanmalıdır.
Nihayet dürüst işlem ilkesine uygun, keyfilikten uzak bir tutum sergilenmeli ve etkin şikâyet olanağı sağlanmalıdır.
Öte yandan hükümlü infaz kurumunda belli yükümlülüklere tabi tutulmuştur. Bunlara aykırı davranması hâlinde disiplin yaptırımı ile cezalandırılır. Ancak hükümlü olmak hiçbir hakkı bulunmamak anlamına gelmez. İnsan onuruna saygı, hükümlü için de geçerlidir.