Avukatlık sözleşmesi ile hizmet sözleşmesinin ayrımına ilişkin Yargıtay kararları
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Fatih 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.10.2006 gün ve 2006/196 E- 225 K. Sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 9.4.2008 gün ve 2007/15481-2008/5032 sayılı ilamı ile; (…Davacı, 24.7.1997 tarihinde Belbim A.Ş.’de göreve başladığını, Belbim A. Ş. ile İSKİ arasında yapılan Hukuk Hizmetleri Protokolü gereği, işverenin yaptığı görevlendirme sonucu İSKİ Genel Müdürlüğü bünyesinde, 13.5.2002 tarihine kadar çalıştığını, idareyi vekil sıfatı ile temsil ettiğini, ancak dava ve icra dosyalarından tahsil edilerek emanet hesabında biriktirilen vekalet ücretinden yararlandırılmadığından Anayasanın eşitlik ilkesi gereğince 8.278.310.163 TL’nin faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davacının ÎSKİ personeli olmadığını, bütün haklarının Belbim A.Ş. tarafından ödendiğini, çalıştığı dönemde sigorta bildirimlerinin bu şirket tarafından yapılıp SSK primlerinin bu şirket tarafından yatırıldığını davacının, dava dışı Belbim A.Ş. ile İSKİ arasında yapılan 13.6.1996 tarihli Hukuk Hizmetleri Protokolü çerçevesinde İSKİ namına avukatlık yaptığını, bu protokol hükümleri gereği herhangi bir takipte bulunamayacağını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davacının verilen vekaletnameye müsteniden davalıyı temsilen dava ve takipler yapıp aksine sözleşme olmadığından 7.894.08 YTL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; karar, davalı tarafça temyiz edilmiştir.
Davacının, dava dışı Belbim A.Ş. ile davalı İSKİ arasında Hukuk Hizmetleri satın alınması için yapılan 13.6.2001 tarihli “Hukuk Hizmetleri Protokolü” kapsamında davalının icra takiplerini yapıp davalarını vekil sıfatı ile takip ettiği, maaş ve ücretleri ile her türlü özlük haklarını Belbim AŞ.’den aldığı dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi, bu husus taraflarında kabulündedir. Davacının Belbim A.Ş. bünyesinde çalıştığı için SSK işe giriş bildirgelerinin de dava dışı Belbim A.Ş. Tarafından verilmiştir. Bu durumda davacının, davalı İSKİ Genel Müdürlüğünün kadrolu veya sözleşmeli personeli olmadığı, Belbim A.Ş. ile İSKİ arasında yapılan Hukuk Hizmetleri Protokolü hükümleri doğrultusunda hizmet verdiğinin kabulü gerekir. İSKİ Genel Müdürlüğünün icra takipleri ve davalar için davacıya vekaletname vermesi yasal bir zorunluluk olup, bu durum davacının, dava dışı Belbim A.Ş.’nin çalışanı olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğinden uyuşmazlığın protokol hükümleri doğrultusunda çözümlenmesi gerekir. Hukuk Hizmetleri protokolünün konu başlıklı 2. maddesinde “Bu protokolün konusu İSKİ tarafından ihtiyacı duyulan Avukatlık hizmetlerinin İSKİ’nin ortaklığı bulunan Belbim A.Ş.’da çalışmakta olan avukatlar tarafından BİLA BEDEL verilmesi hakkındadır.” Elemanların özlük hakları ile ilgili 5. maddesinde “…yapılacak avukatlık hizmetlerinin ifası ile ilgili aylık ücret, her türlü ikramiye, tazminat, vekalet ücreti, harcırah vb. ödemeler haklar ve sorumluluklar Belbim’e aittir…” Avukatların sorumlulukları başlığını taşıyan 6.-4. maddesi “Avukatlar ücret dışında vekalet ücreti vb. gibi herhangi bir hak talep etmeyeceklerdir.” Hükmünü getirmiştir. Bu protokol hükümleri gereği davalıya avukatlık hizmeti veren davacının, davalıdan talepte bulunması mümkün olmadığından davanın reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. (Y. HGK. 17.6.2009, 2009/13 – 250 – 2009/270)
Davacı, eldeki davası ile taraflar arasında ardışık olarak yenilenen avukatlık sözleşmesinin 8. maddesi kapsamında kıdem ve ihbar tazminatı istemiştir. Taraflar arasında sonuncusu 1.11.2005 tarihinde imzalanan avukatlık sözleşmesinin 8. maddesinde “sözleşmenin müvekkil tarafından haklı bir sebep olmaksızın feshi halinde avukat, dönem sonuna kadar işleyecek aylık ücretlerin tamamına hak kazanacaktır. Bunun yanı sıra avukatın hizmet süresi baz alınarak hesaplanacak olan kıdem tazminatı (hesaplama yapılırken tavan sınırlaması gözetilmeyecektir.) ile ihbar tazminatı toplamı müvekkil tarafından avukata ödenecektir” hükmü düzenlenmiştir.
Davacı bu kapsamda, davasını ilk olarak İş Mahkemesine açmış olup İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen karar davalı temyizi üzerine Yargıtay 9.Hukuk Dairesi 2010-35135 E 2011 – 45310 K sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamında. Taraflar arasmda vekalet sözleşmesi düzenlendiği sözleşmede hüküm bulunmaması halinde avukatlık yasasının uygulanacağının kararlaştırıldığı, davacının vergi kayıtlarından farklı çok sayıda şirketten gelir elde ettiğinin saptandığı ve bağımsız olarak avukatlık faaliyetine de devam ettiğinin anlaşıldığı bu durumda genel mahkemelerin görevli olduğu ve görevsizlik kararı verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
İş Mahkemesince bozma ilamına uyularak verilen görevsizlik karan sonucu görevli mahkemece dava esastan görülmüş ve sözleşme gereği davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı belirtilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Oysaki taraflar arasındaki uyuşmazlık vekalet sözleşmesinden kaynaklanmakta olup Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin Bozma ilamı ile uyuşmazlığının iş sözleşmesinden değil vekalet sözleşmesinden kaynaklandığı hususu kesinleşmiştir. Bu durumda taraflar arasındaki ilişki İş Kanunu kapsamında hizmet olarak değerlendirilemez. Sözleşmede bağımlılık unsuru olmadığı ve davacının başka pek çok şirketten de gelir elde ettiği ve davacının her müvekkilden ayrı ayrı kıdem ve ihbar tazminatı alamayacağının anlaşılmasına göre davanın reddi gerekirken kabulüne dair yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 31.3.2014, 2013/29996 – 2014/9598)
Özet: taraflar arasındaki uyuşmazlık iş sözleşmesinden değil, vekalet sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı, davalı şirketle münhasıran işçi sıfatıyla çalışmış değildir. Dava dışı birçok şirketinde avukat olarak işlerini yürütmüştür. Taraflar arasındaki sözleşmede bağımlılık unsuru yoktur. Hal böyle olunca davacı avukat aralarındaki sözleşmenin 8. maddesine dayanarak kıdem ve ihbar tazminatı talebinde bulunamaz.
Davacı, eldeki davası ile taraflar arasında ardışık olarak yenilenen avukatlık sözleşmesinin 8. maddesi kapsamında kıdem ve ihbar tazminatı istemiştir. Her ne kadar taraflar arasında sonuncusu 1.11.2005 tarihinde imzalanan avukatlık sözleşmesinin 8. maddesinde “sözleşmenin müvekkil tarafından haklı bir sebep olmaksızın feshi halinde avukat, dönem sonuna kadar işleyecek aylık ücretlerin tamamına hak kazanacaktır. Bunun yanı sıra avukatın hizmet süresi baz alınarak hesaplanacak olan kıdem tazminatı (hesaplama yapılırken tavan sınırlaması gözetilmeyecektir.) ile ihbar tazminatı toplamı müvekkil tarafından avukata ödenecektir.” hükmü bulunmakta ise de Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 23.11.2011 tarih ve 2009/26676 esas ve 2011/45308 karar sayılı bu tür davaların Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiğine ilişkin bozma ilamında da açıkça belirtildiği gibi taraflar arasındaki uyuşmazlık iş sözleşmesinden değil, vekalet sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı, davalı şirketle münhasıran işçi sıfatıyla çalışmış değildir. Dava dışı birçok şirketinde avukat olarak işlerini yürütmüştür. Taraflar arasındaki sözleşmede bağımlılık unsuru yoktur. Hal böyle olunca davacı avukat aralarındaki sözleşmenin 8. maddesine dayanarak kıdem ve ihbar tazminatı talebinde bulunamaz. Mahkemenin bu yönü gözardı ederek yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 17.3.2014, 2013/30014-2014/7563)
Davacı, davalıya verdiği vekaletname ve yetki belgesi ile davalının bir kısım dosyalarda işlemler yaparak, davacı adına veya temsil ettiği müvekkiller adına yatırılan paraların davalı tarafından teslim edilmediğini ileri sürerek, yatırılan paraların tahsili için eldeki davayı açmıştır. Taraflar arasında Borçlar Kanunu hükümlerine tabi bir hizmet ilişkisi bulunduğu sabittir. Bu gibi hizmet sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklarda genel mahkemeler görevlidir. Mahkemece bu yönler göz önünde bulundurularak, işin esasına girilip sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken aksine düşüncelerle yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 29.1.2014,2013/22040 – 2014/2336)
Özet: Davacının davalı Belediye’ye bağımlı olarak çalışıp çalışmadığı, davacı avukatın serbest bürosunun bulunup bulunmadığı, davalı Belediye dışında davaları takip edip etmediği, hususları araştırılarak sonucuna uygun bir karar verilmelidir.
Davalı Belediye’nin 29.4.2004 tarihli encümen karan ile, davaları takip etmek üzere davacı avukat ile 1580 sayılı yasanın 100/D maddesine göre, özel sözleşme ile çalıştınlmasına, ücretinin aylık net 450 TL. olarak ödenmesinin kararlaştırıldığı, ancak taraflar arasında yazılı bir sözleşmenin bulunmadığı dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
4857 sayılı Kanunun 1. maddesinde kanunun kapsamı belirtilerek, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir. Bu kanun, 4 üncü maddedeki istisnalar dışında kalan bütün işyerlerine, bu işyerlerinin işverenleri ile işveren vekillerine ve işçilerine faaliyet konularına bakılmaksızın uygulanır.” denilmektedir. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 1. maddesinde ise “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi görevinin iş mahkemelerine ait olduğu” belirtilmiştir.
Mahkemece, davacının davalı Belediye’de mesai sarf ederek azil tarihine kadar bizzat Belediye’ye giderek çalıştığını iddia ettiği gerekçesi ile yazılı şekilde karar verilmiştir. Ancak davalı davacının serbest avukat olarak çalıştığını ve kendi bağımsız bürosunda davaları takip ettiğini, Belediyede düzenli bir mesaisinin bulunmadığını açıklamıştır. Taraflar arasında yazılı bir sözleşme bulunmadığına göre, tarafların iddiası üzerinde durularak gerekli araştırma ve incelemenin yapılması gerekir. O halde, davacının davalı Belediye’ye bağımlı olarak çalışıp çalışmadığı, davacı avukatın serbest bürosunun bulunup bulunmadığı, davalı Belediye dışında davaları takip edip etmediği, hususları araştırılarak sonucuna uygun bir karar verilmelidir. Mahkemece, bu hususlarda araştırma yapılmadan davacı beyanına göre karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup boz¬ma nedenidir. (Y. 13. HD. 22.12.2011,2011/8978 – 2011/20147)
Davacının, dava dışı Belbim A.Ş. ile davalı İSKİ arasında, hukuk hizmetleri satın alınması için yapılan “Hukuk Hizmetleri Protokolü” kapsamında davalının taraf olduğu icra takipleri ve davaları vekil sıfatı ile takip ettiği, maaş ve ücretleri ile her türlü özlük haklarını Belbim AŞ.’den aldığı, dosya içeriği ile sabit olduğu gibi bu husus tarafların da kabulündedir. Yine davacının Belbim A.Ş. bünyesinde çalışması nedeniyle, SSK işe giriş bildirgesinin de aynı şirket tarafından düzenlendiği, istihdam edildiği işyeri olarak da bu şirketin gösterildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının, davalı İSKİ Genel Müdürlü¬ğünün kadrolu veya sözleşmeli personeli olmadığının, Belbim A.Ş. ile İSKİ arasında yapı¬lan “Hukuk Hizmetleri Protokolü” hükümleri doğrultusunda hizmet verdiğinin kabulü gerekir. İSKİ Genel Müdürlüğünün icra takipleri ve davalar için davacıya vekaletname vermesi yasal bir zorunluluk olup, bu durum davacının dava dışı Belbim A.Ş.’nin çalışanı olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğinden uyuşmazlığın protokol hükümleri doğrultusunda çözümlenmesi gereklidir. Söz konusu “Hukuk Hizmetleri Protokolü”nün “Konu” başlıklı
2. maddesinde “Bu potokolün konusu İSKİ tarafından ihtiyaç duyulan avukatlık hizmetle¬rinin İSKİ’nin ortaklığı bulunan Belbim A.Ş.’inde çalışmakta olan avukatlar tarafından bila bedel verilmesi hakkındadır.” Elemanların özlük haklan ile ilgili 5. maddesinde, “… yapılacak avukatlık hizmetlerinin ifası ile ilgili aylık ücret, her türlü ikramiye, tazminat, vekalet ücreti, harcırah vb. ödemeler, haklar ve sorumluluklar Belbim’e aittir.“, “Avukatların Sorumlulukları” başlığını taşıyan 6.4. maddesinde ise, “Avukatlar ücret dışında vekalet ücreti vb. gibi herhangi bir hak talep etmeyeceklerdir.” Hükümleri bulunmaktadır. O halde protokolün açıklanan bu hükümleri gereğince, davalıya avukatlık hizmeti veren davacının, dava konusu vekalet ücretleri nedeniyle davalıdan talepte bulunması mümkün değildir. Nitekim aynı şekilde çalışan başka bir avukat tarafından Fatih 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/196 esas sayılı dosyası üzerinden açılmış olan dava yerel mahkemece kabul edilmişse de, davalının temyizi üzerine Dairemizce aynı gerekçeyle bozulmuş, mahkemenin önceki kararında direnmesi üzerine de Hukuk Genel Kurulunca, Dairemize ait “bozma” kararı benimsenmek suretiyle, direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir. (Bkz. Hukuk Genel Kurulunun 17.6.2009 tarihli ve 2009/13 – 250 esas, 2009/270 karar sayılı ilamı) Mahkemece, açıklanan tüm bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın kabul edilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 12.7.2011,2011/7650-2011/11398)
Davacı, hizmet akdinin davalı tarafından haksız yere feshi üzerine eldeki davayı açmıştır. Taraflar arasında 4587 ve 5521 sayılı Kanun hükümlerine tabi bir hizmet ilişkisi bulunduğu sabittir. Bu gibi hizmet sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaların İş Mahkemelerinde görülmesi 4578 ve 5571 sayılı Kanunların 1. maddeleri hükümleri gereğidir. Mahkemece bu yönler gözönünde tutularak ayrı bir iş mahkemesi varsa dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi, tersi durumda davaya İş Mahkemesi niteliği ile bakılması gerekir. Bu yönlerin gözden kaçırılması bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 29.6.2011, 2011/5528-2011/10414)
Özet: Davacının ayrı bürosunun bulunup, bağımsız bir vergi mükellefi olması karşısında dava konusu olayda, hizmet akdinin “bağımsızlık unsuru” gerçekleşmediğinden, davacı ile davalı arasındaki ilişkinin hizmet sözleşmesi değil, vekalet sözleşmesi olduğunun, dolayısıyla da davada görevli mahkemenin de iş mahkemesi değil, genel mahkemeler olduğunun kabulü gerekir.
Davacı, 2002 yılından itibaren davalı şirketi avukat olarak temsil ettiğini, aylık ücretlerinin ödendiğini, ancak dava ve icra vekalet ücretlerinin ödenmediğini ileri sürerek, vekalet ücretlerinin tahsili istemiyle eldeki davayı açmış, davalı ise davacı ile aralarında vekalet sözleşmesi değil, hizmet sözleşmesi bulunduğunu, davada görevli mahkemenin de iş mahkemesi olduğunu savunmuştur.
Davacının, yazılı bir sözleşme olmaksızın, davalı şirketin 2002 yılından itibaren hukuki danışmanlığını yaptığı, bunun için de bazı zamanlarda davalının iş yerinde bulunan ve kendisine tahsis edilen odayı kullandığı, bununla beraber kendisine ait müstakil bir avukatlık bürosu bulunup, serbest avukatlık gelirleri nedeniyle de vergi mükellefi olduğu, davalı şirketi temsilen takip ettiği dosyalara vermiş olduğu dilekçe ve taleplerde de adres olarak kendi büro adresinin yazılı bulunduğu, tarafların beyanları ve tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Mahkemece her ne kadar, davacının davalı şirkete avukatlık hizmeti verirken, bazı zamanlarda davalının kendisine tahsis etmiş olduğu iş yerindeki odayı kullanması, hizmetine karşılık her ay belli miktarda ücret alması ve yapılacak işlerin her hangi bir sayı ile de sınırlandırılmaması nedenleriyle, taraflar arasındaki ilişkin hizmet sözleşmesi olduğu, davada görevli mahkemenin de iş mahkemesi olduğu kabul edilmişse de, az yukarıda da açıklandığı üzere, davacının ayrı bürosunun bulunup, bağımsız bir vergi mükellefi olması karşısında dava konusu olayda, hizmet akdinin “bağımsızlık unsuru” gerçekleşmediğinden, davacı ile davalı arasındaki ilişkinin hizmet sözleşmesi değil, vekalet sözleşmesi olduğunun, dolayısıyla da davada görevli mahkemenin de iş mahkemesi değil, genel mahkemeler olduğunun kabulü gerekir. Kendisine ait ayn bir büroda, vergi mükellefi olarak serbest avukatlık yapan davacının, vekalet görevini zaman zaman davalı şirkete ait yerde ve kendisine tahsis edilen yerde ifa etmiş olması da, sonuca etkili değildir. O halde mahkemece işin esası incelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 9.11.2010, 2010/8571 – 2010/14787)
Özet: Taraflar arasındaki ilişkinin İş Kanunu kapsamında bir hizmet sözleşmesine dayanması halinde, 1475 ve 5521 sayılı kanunların 1. maddeleri hükümleri gereğince hizmet sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaların İş Mahkemelerinde görülmesi gerektiğinden, genel mahkeme niteliğindeki Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış olan bu davada, öncelikle mahkemenin davaya bakmakla görevli olup olmadığının incelenmesi gereklidir. Görev konusu kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi mahkemece resen dikkate alınmalıdır.
Dava, taraflar arasındaki hukuk müşavirliği sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkin olup, davacı, sözleşmenin davalı tarafından feshedilmiş olması nedeniyle ödenmeyen ücret ve masraf alacaklarının tahsili istemiyle eldeki davayı açmıştır. Davacının aynı hukuki ilişki nedeniyle davalı şirkete karşı kıdem tazminatı istemiyle de ayrı bir dava açmış olduğu, dosyada mevcut olan İstanbul 6. İş Mahkemesine ait 2008/473 esas, 2009/329 karar sayılı ilamdan anlaşılmaktadır. Söz konusu ilamda, “taraflar arasında ücret ve bağımlılık yönünden hizmet ilişkisinin olduğu” belirtilerek davanın kabulüne karar verildiği görülmekte ise de, davanın kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamamaktadır. Gerçekten de ilamda belirtildiği gibi taraflar arasındaki ilişkinin İş Kanunu kapsamında bir hizmet sözleşmesine dayanması halinde, 1475 ve 5521 sayılı kanunların 1. maddeleri hükümleri gereğince hizmet sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaların İş Mahkemelerinde görülmesi gerektiğinden, genel mahkeme niteliğindeki Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış olan bu davada, öncelikle mahkemenin davaya bakmakla görevli olup olmadığının incelenmesi gereklidir. Görev konusu kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi mahkemece resen dikkate alınmalıdır. O halde mahkemece, yukarıda adı geçen iş mahkemesine ait dava dosyası da celbedilip incelenmek suretiyle, öncelikle taraflar arasında İş Kanunu kapsamında bir hizmet akdi olup olmadığı araştırılarak sonucuna göre, İş Kanunu kapsamında bir akdin varlığının tespiti halinde; dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi, aksi durumda işin esasının incelenmesi gerekirken, açıklanan husus gözardı edilerek, davada öncelikle dikkate alınması gerekli olan “görev” hususunda gerekli inceleme ve değerlendirme yapılmadan işin esası incelenmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 12.10.2010, 2010/1037-2010/13090)
İş sahibinin yanında, iş sözleşmesine bağlı olarak çalışan avukat ile iş sahibi arasında çıkan ücret uyuşmazlığı iş hukuku kurallarına göre ve iş mahkemesinde çözümlenmelidir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davacı avukatın 25.4.2002 – 27.9.2002 arasında davalı yanında aylık ücretli ve hizmet aktine dayanarak avukat olarak çalıştığı, davalının 13.5.2002 tarihinde verdiği vekaletnameye dayanarak davacı avukatın, davalı adına icra takipleri yaptığı, davacının 30.9.2002 günlü ihtar ile yaptığı takipler nedeni ile aralarındaki şifahi anlaşmaya dayanarak vekalet ücretlerini istediği, davalı işverenin bunun üzerine 1.10.2002 günlü ihtar ile davacıyı vekillikten azlettiği ve aynı gün çektiği diğer bir ihtar ile aralarındaki şifahi anlaşmaya göre dosyalardan doğacak vekalet ücretinin şirkete ait olduğunu belirttiği uyuşmazlık konusu değildir.
Avukatlık yasası vekil-müvekkil arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir yasadır. Somut olayda ise taraflar arasında işçi-işveren ilişkisi bulunduğundan uyuşmazlığın İş Yasası hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir. Hizmet ilişkisinde ücreti dışında ek bir alacağı olduğunu iddia eden davacının bu alacağın varlığını kendisinin kanıtlaması gerekir. Taraflar arasında bu konuda yazılı bir akit olmadığına ve davacı da bu konuda başkaca bir delil sunmadığına göre sözkonusu alacağın varlığı kanıtlayamamıştır. Kaldı ki sözkonusu icra takipleri henüz derdest olup sonuçlanmadığından tahakkuk etmiş ve davalı tarafından tahsil edilmiş bir vekalet ücreti de mevcut değildir.
Bu durumda davacının isteklerinin reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir. (Y. 9. HD. 30.6.2005,33336-23372)
Avukat sadece iş sahibinin işini yapmadığına, başka işler de alabildiğine göre, iş sahibi ile avukat arasındaki sözleşme iş akdi değildir. Ücret uyuşmazlığının genel mahkemelerde çözümlenmesi gerekir.
Dosyadaki delillerden ve özellikle davacılardan (…) ile davalı arasmda düzenlenen 12.11.1999 tarihli sözleşme kapsamından davacılar münhasıran davalı kuram ait değil¬lerdir. Aksine sözleşmenin birinci maddesinde açıkça avukatın dışarıdan iş alıp yürütebileceği öngörülmüştür. Mahkemenin kabulünde olduğu gibi taraflar arasmdaki ilişki hizmet akdinden kaynaklanmamaktadır. Uyuşmazlık vekil ile müvekkil arasındaki ücret alacağından doğmaktadır ve bu tür uyuşmazlıklar özel mahkeme niteliğindeki iş mahkemesinde değil, değere göre genel mahkemelerde çözüme kavuşturulur. Hal böyle olunca mahkemece işin esası incelenip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. (Y. 13.11D. 9.5.2006,4223 – 7343)
Avukat sadece iş sahibinin işini yapmadığına, başka işler de alabildiğine göre, iş sahibi ile avukat arasındaki sözleşme iş akdi değildir. Ücret uyuşmazlığının genel mahkemelerde çözümlenmesi gerekir.
Taraflar arasında düzenlenen 11.12.2002 tarihli sözleşmenin birinci maddesinde davacı avukatın, davalı bankanın leh ve aleyhine açılmış ve açılacak davaları, icra takiplerini takip etmek, ayrıca bankaca kendisine verilecek her türlü hukuki işleri yapıp, yazılı veya sözlü görüş bildirmesi hüküm altına alınmış, devamı maddelerinde de sair hususlar düzenlenmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki mahkemenin hükmüne dayanak olan sözleşmenin birinci maddesi İş Kanununda düzenlenen iş sözleşmesi niteliğinde olmayıp davacı avukatın vekalet sözleşmesi kapsamında yapması gereken edimleri düzenlemektedir. Öte yandan davacı avukatın tüm emek ve mesaisini davalı banka için harcayacağına dair sözleşmede bir hüküm bulunmadığı gibi bu husus davalı tarafça da iddia ve ispat edilmiş değildir. Hal böyle olunca taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümünde genel mahkemelerin görevli olduğunun kabulü gerekir. Mahkemece değinilen bu yön göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykın olup bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 17.4.2006, 695-6043)