Avukatın azlinde, azilnamede gösterilen sebeplerle bağlı olmamaya ilişkin Yargıtay kararları
Davacı, davalıların avukatı olarak Gölbaşı İlçesi Yağlıpınar Köyünde bulunan bir kısım parseller ile Karagedik Köyünde bulunan 170 parsel sayılı taşınmazın tapularının iptali ile davacılar adına tescili için Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/528 esas sayılı dosyası üzerinden tapu iptal ve tescil davası açtığını, ancak yargılama devam etmekte iken 25.10.2010 tarihinde haksız olarak vekaletten azledildiğini, vekalet ücretinin ise ödenmediğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, sözleşmeden ve Yasadan kaynaklanan vekalet ücretlerine karşılık şimdilik 10.000,00 TL’nin, azil tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiş, 18.6.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile de talep miktarını 54.173,95 TL’ye çıkarmıştır.
Davalılar, murislerinden intikal eden taşınmazların miras hisseleri oranındaki tapularının iptali ile adlarına tescili ve ecrimisil davalarının açılması için davacıya vekaletname verdiklerini, ancak davacınm gerekli özeni göstermediğini, tapu iptal ve tescil davasını geç açtığını, davanın bir çok duruşmasına mazeret dilekçesi gönderdiğini, bir duruşmasına da girmediğini, dosyanın işlemden kaldırıldığını, ihtiyati tedbir talep etmemesi nedeniyle bir kısım taşınmazların üçüncü kişilere devredildiğini, sözleşmede belirtilmesine rağmen İkizce Köyündeki taşınmazlarla ilgili dava açmadığını, ayrıca açılması gereken ecrimisil davalarının da açılmadığını, söz konusu bu davalarla ilgili zamanaşımı süreleri geçtiğinden zarara uğradıklarını, tüm bu hususları öğrendikten sonra davacıyı haklı olarak azlettiklerini, davacı ile %17,5 üzerinden herhangi bir ücret anlaşmalarının da bulunmadığını, sözleşmenin geçersiz olduğunu savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.
Davacı avukat, vekaletten haksız olarak azledildiğini ileri sürerek, vekalet ücreti alacağının tahsili için eldeki davayı açmış, davalılar ise azlin haklı olduğunu savunmuşlardır. Bu durumda davada öncelikle çözümlenmesi gereken husus, azlin haklı olup olmadığına ilişkindir. Davalılar, her ne kadar azil ihtarında “gördüğüm lüzum üzerine” açıklamasıyla herhangi bir azil nedenine dayanmamışlarsa da, iş bu davadaki savunmalarında, davacının vekil olarak gerekli özeni göstermediğini, bir çok duruşmaya mazeret dilekçesi gönderdiğini, bir duruşmaya girmediğini, dosyanın işlemden kaldırılmasına, ihtiyati tedbir talep etmemesi nedeniyle de bir kısım taşınmazların üçüncü kişilere devredilmesine sebebiyet verdiğini, sözleşmede belirtilmesine rağmen İkizce Köyündeki taşınmazlarla ilgili davaların ve ayrıca açılması gereken ecrimisil davalarının da açılmadığım, söz konusu bu davalarla ilgili zamanaşımı süreleri geçtiğinden zarara uğradıklarını, gerekli olmadığı halde Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2001/701 esas sayılı dosyasının bekletici mesele yapılmasına ses çıkarmayarak davanın uzamasına neden olduğunu, tüm bu gerekçelerle davacıyı haklı olarak azlettiklerini belirterek, davanın reddini dilemişlerdir.
Hükme esas alınan 2.4.2012 tarihli bilirkişi raporunda, “nedensiz yapılan azlin vekalet ücretine halel getirmeyeceği” gerekçesiyle avukatın ücrete hak kazanacağı belirtilmiş, mahkemece de azlin haklı olup olmadığı tartışılmadan, davalıların savunmalarında bildirmiş oldukları azil nedenleri üzerinde inceleme ve değerlendirme yapılmadan yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Oysa ki, vekalet sözleşmesine ilişkin genel düzenlemeleri içeren Türk Borçlar Kanunu’nun 502. (Mülga Borçlar Kanunu’nun 386.) ve sonraki maddelerinde, müvekkilin azil iradesini bildirirken azil sebeplerini de aynıanda ve bütünüyle bildirmekle yükümlü olduğu yönünde herhangi bir hüküm bulunmadığı gibi, “Özel Kanun” niteliği taşıyan Avukatlık Kanunu’nda da, bu yönde herhangi bir sınırlama bulunmamaktadır.
Gerçekten de, Türk Borçlar Kanunu’nun 512. (Mülga Borçlar Kanununun 396/1.) maddesinde, vekaletten azlin ve vekillikten istifanın her zaman caiz olduğu belirtilmiş, azil iradesinin bildirimi, gerek azil sebepleri ve gerekse zaman itibariyle hiçbir sınırlandırmaya tabi tutulmamıştır. Söz konusu maddenin 2. fıkrasındaki, azil ve istifanın münasip olmayan bir zamanda gerçekleşmesi halinde, bundan dolayı karşı tarafın uğradığı zararın tazmin yükümlülüğüne ilişkin hüküm ise, azil ve istifayı herhangi bir yönden sınırlandırıp, kısıtlayan değil, tersine, bu hakkın kullanılmasına ilişkin serbestiyi teyit eden ve sadece münasip olmayan bir zamanda gerçekleştiği takdirde bunun olası sonuçlarını düzenleyen bir içeriktedir. Yine Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesi de, vekaletten azil veya istifaya, bunlann haklı nedenlere dayalı olup olmamasına göre değişen farklı sonuçlar bağlamaktadır. Tüm bu nedenlerle somut olayda, davalı tarafın, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebebiyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebeplerini bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa’da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Esasen, bu yorum tarzı, vekalet sözleşmesinin hukuksal niteliğine, özellikle de vekalet ilişkisinin kurulmasının adeta ön koşulunu oluşturan ‘karşılıklı güven’ unsuruna, dahası, bu unsurla yakın bir ilgisi bulunan, kanunda açıkça düzenlenmemekle birlikte öğretide ve yargısal uygulamalarda vekilin borçlarından biri olarak kabul edilen ve vekalet ilişkisinin sona ermesinden sonra dahi varlığını devam ettireceği benimsenen ‘sır saklama yükümlülüğü’ne de uygun bir sonucu ortaya koymaktadır.(Bkz. HGK’nun T. 11.10.2006, E.2006/13 – 610, K.2006/639 sayılı kararı)
O halde mahkemece, taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık konusu olan, “azlin haklı olup olmadığı” hususu ile ilgili, davalıların iş bu davada ileri sürmüş oldukları azil nedenleri incelenip değerlendirilerek, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, boz-mayı gerektirir. (Y. 13. HD. 16.9.2014,2013/26540 – 2014/27109)
Taraflar arasındaki vekalet ilişkisinin, 22.11.2011 tarihli azille sona erdiği anlaşılmaktadır. Davacı avukat, azlin haksız olduğunu ileri sürerken davalı ise, davacının görevini sadakat ve özenle yerine getirmediğini, takip ettiği davada keşif saatinde hazır olmadığını, keşif yerine keşif bittikten sonra geldiğini savunarak azlin haklı olduğunu savunmuştur. O halde taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık, azlin haklı olup olmadığı ile ilgili olup, ancak bunun sonucuna göre davalının vekalet ücreti ödemekle yükümlü olup olmadığına karar verilebilecektir. Mahkemece, davalının yargılama sırasında ileri sürdüğü azil nedenleri üzerinde durulmadığı gibi, hükme esas alınan bilirkişi raporunda da, davalının somut olarak bildirdiği azil nedenleri incelenip değerlendirilmeden, 22.11.2011 tarihli azil ihtannda azil sebeplerinin ortaya konulmadığı, davalı tarafından dava aşamasında bu sebeplerin ileri sürüldüğü” gerekçesiyle de azlin haksız olduğu sonucuna varıldığı belirtilmiştir.
Oysa ki vekalet sözleşmesine ilişkin genel düzenlemeleri içeren Borçlar Kanunu’nun 386. ve sonraki maddelerinde, müvekkilin azil iradesini bildirirken azil sebeplerini de aynı anda ve bütünüyle bildirmekle yükümlü olduğu yönünde herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Yine özel kanun niteliği taşıyan Avukatlık Kanununda da, bu yönde herhangi bir sınırlama mevcut değildir. O halde davalı müvekkilin, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebepleriyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebepleri bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa’da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. (Bkz. IIGK’nun T. 11.10.2006, E.2006/13 – 610, K.2006/639 sayılı kararı). O halde mahkemece, davalının savunmasında bildirmiş olduğu azil nedenleri ile ilgili ayrı ayrı inceleme ve değerlendirme yapılmak suretiyle, azlin haklı olup olmadığı irdelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanlış değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 21.4.2014, 2014/986 – 2014/12727)
Taraflar arasındaki vekalet ilişkisinin, 30.4.2010 tarihli azille sona erdiği anlaşılmaktadır. Davacı avukat, azlin haksız olduğunu ileri sürerken davalı ise, davacının görevini sadakat ve özenle yerine getirmediğini, yanlış davalar açıp, mükerrer taleplerde bulunduğunu, kendisini zarara uğrattığını belirterek azlin haklı olduğunu savunmuştur. O halde taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık, azlin haklı olup olmadığı ile ilgili olup, ancak bunun sonucuna göre davalının vekalet ücreti ödemekle yükümlü olup olmadığına karar verilebilecektir.
Mahkemece, davalının yargılama sırasında ileri sürdüğü azil nedenleri üzerinde du- rulmadığı gibi, hükme esas alınan bilirkişi raporunda da, davalının somut olarak bildirdiği azil nedenleri incelenip değerlendirilmeden, genel ve soyut ifadelerle azlin haksız olduğu belirtilmiştir. Öte yandan mahkemece, “azil ihtarında azil sebeplerinin ortaya konulmadığı, davalı tarafından dava aşamasında bu sebeplerin ileri sürüldüğü” gerekçesiyle de azlin haksız olduğu sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Oysa ki vekalet sözleşmesine ilişkin genel düzenlemeleri içeren Borçlar Kanunu’nun 386. ve sonraki maddelerinde, müvekkilin azil iradesini bildirirken azil sebeplerini de aynı anda ve bütünüyle bildirmekle yükümlü olduğu yönünde herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Yine özel kanun niteliği taşıyan Avukatlık Kanununda da, bu yönde herhangi bir sınırlama mevcut değildir. O halde davalı müvekkilin, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebepleriyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebepleri bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa’da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. (Bkz. HGK’nun T. 11.10.2006, E.2006/13-610, K.2006/639 sayılı kararı)
O halde mahkemece, davalının savunmasında bildirmiş olduğu azil nedenleri ile ilgili ayrı ayrı inceleme ve değerlendirme yapılmak suretiyle, azlin haklı olup olmadığı irdelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanlış değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 3. HD. 30.5.2013, 2013/12567-2013/14536)
Davacı avukat, vekaletten haksız olarak azledildiğini ileri sürerek, vekalet ücreti alacağının tahsili için eldeki davayı açmış, davalı ise azlin haklı olduğunu savunmuştur. Bu durumda davada öncelikle çözümlenmesi gereken husus, azlin haklı olup olmadığına ilişkindir. Davalı, her ne kadar azil ihtarında “gördüğüm lüzum üzerine” açıklamasıyla herhangi bir azil nedenine dayanmamışsa da, gerek cevap dilekçesinde, gerekse yargılama sırasında, davacının davayı takip etmediğini, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesi nedeniyle de davacıyı haklı olarak azlettiğini savumnuştur. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, “müvekkilin, azil bildirisinde yer almayan nedenlere dayanarak azlin haklı olduğunu ispat edemeyeceği, bu nedenle azilde hiçbir neden gösterilmemişse, azlin haksız olduğu” belirtilerek, davalının savunmasında bildirmiş olduğu azil nedenleri üzerinde inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. Oysa ki, vekalet sözleşmesine ilişkin genel düzenlemeleri içeren Borçlar Kanunu’nun 386. ve sonraki maddelerinde, müvekkilin azil iradesini bildirirken azil sebeplerini de aynı anda ve bütünüyle bildirmekle yükümlü olduğu yönünde herhangi bir hüküm bulunmadığı gibi, “Özel Kanun” niteliği taşıyan Avukatlık Kanununda da, bu yönde herhangi bir sınırlama bulunmamaktadır.
(…)
Davacının, “ihtarında bildirmemiş olduğu azil nedenlerine, dava sırasında dayanabileceğine” ilişkin yapılan bu tespitten sonra, davalının savunmasında bildirmiş olduğu azil nedenlerinin irdelenmesine ve bunun sonucunda da azlin haklı olup olmadığının ve davacının vekalet ücreti talep edip edemeyeceğinin incelenmesine gelince;
Davalı öncelikle, davacı avukatın iş bu davada vekalet ücreti talep etmiş olduğu Kandıra Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2008/343 esas sayılı davayı takip etmediğini savunmuş olup, söz konusu dosyanın incelenmesinde, davalıya karşı açılan tapu iptal ve tescil davası olduğu, davalı tarafından 17.10.2008 tarihinde davacıya vekaletname verildiği, davacı avukatın, 22.10.2008 tarihli cevap dilekçesini dosyaya sunduğu, ne var ki 23.10.2008 tarihli ve bunu takip eden 20.11.2008 tarihi i duruşmalara katılmadığı, bunun üzerine de 1.12.2012 tarihinde davalı tarafından azledildiği, davalının 23.12.2008 tarihinde başka bir avukata vekalet vermek suretiyle kendisini temsil ettirdiği anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere söz konusu dosyaya sadece cevap dilekçesi sunan, birbirini takip eden iki duruşmaya katılmayan davacı avukatın, “özen borcu” konusundaki yükümlülüğünü yerine getirdiğinden söz edilemeyeceğinden, taraflar arasındaki vekalet akdinin en önemli unsurlarından olan “güven ilişkisi”sinin zedelendiğinin, dolayısıyla da azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azle-dilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” Hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayanması nedeniyle davalı, davacı avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Mahkemece açıklanan hususlar göz ardı edilerek, aksine düşüncelerle davanın kabulüne karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 12.3.2013, 2012/23911 -2013/6083)
Davacı avukat, vekaletten haksız olarak azledildiğini ileri sürerek, vekalet ücreti alacağının tahsili için takip başlatmış, davalının itirazı üzerine de “itirazın iptali” istemiyle eldeki davayı açmış, davalı ise azlin haklı olduğunu savunmuştur. Bu durumda davada öncelikle çözümlenmesi gereken husus, azlin haklı olup olmadığına ilişkindir. Davalı, her ne kadar azil ihtarında herhangi bir azil nedenine dayanmamışsa da, gerek cevap dilekçesinde, gerekse yargılama sırasında, davacı avukatın kendilerine yeterli bilgi vermediğini, ara kararlarını zamanında yerine getirmediğini, takip etmiş olduğu bir davanın bu nedenle işlemden kaldırılmasına neden olduğunu, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesi nedeniyle de davacının haklı olarak azledildiğini savunmuştur. Mahkemece azil ihtarında belirtilmemiş olduğu gerekçesiyle, davalının savunmasında bildirmiş olduğu bu azil nedenleri üzerinde inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. Oysa ki, vekalet sözleşmesine ilişkin genel düzenlemeleri içeren Borçlar Kanunu’nun 386. ve sonraki maddelerinde, müvekkilin azil iradesini bildirirken azil sebeplerini de aynı anda ve bütünüyle bildirmekle yükümlü olduğu yönünde herhangi bir hüküm bulunmadığı gibi, “Özel Kanun” niteliği taşıyan Avukatlık Kanununda da, bu yönde herhangi bir sınırlama bulunmamaktadır.
Gerçekten de, Borçlar Kanununun 396/1. maddesinde, vekaletten azlin ve vekillikten istifanın her zaman caiz olduğu belirtilmiş, azil iradesinin bildirimi, gerek azil sebepleri ve gerekse zaman itibariyle hiçbir sınırlandırmaya tabi tutulmamıştır. Söz konusu maddenin 2. fıkrasındaki, azil ve istifanın münasip olmayan bir zamanda gerçekleşmesi halinde, bundan dolayı karşı tarafın uğradığı zararın tazmin yükümlülüğüne ilişkin hüküm ise, azil ve istifayı herhangi bir yönden sınırlandırıp, kısıtlayan değil, tersine, bu hakkın kullanılmasına ilişkin serbestiyi teyit eden ve sadece münasip olmayan bir zamanda gerçekleştiği takdirde bunun olası sonuçlarını düzenleyen bir içeriktedir. Yine Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesi de, vekaletten azil veya istifaya, bunların haklı nedenlere dayalı olup olmamasına göre değişen farklı sonuçlar bağlamaktadır. Tüm bu nedenlerle somut olayda, davalı tarafın, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebebiyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebeplerini bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa’da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Esasen, bu yorum tarzı, vekalet sözleşmesinin hukuksal niteliğine, özellikle de, vekalet ilişkisinin kurulmasının adeta ön koşulunu oluşturan ‘karşılıklı güven’ unsuruna, dahası, bu unsurla yakın bir ilgisi bulunan, kanunda açıkça düzenlenmemekle birlikte öğretide ve yargısal uygulamalarda vekilin borçlarından biri olarak kabul edilen ve vekalet ilişkisinin sona ermesinden sonra dahi varlığını devam ettireceği benimsenen ‘sır saklama yü- kümlülüğü’ne de uygun bir sonucu ortaya koymaktadır. (Bkz. HGK’nun T. 11.10.2006, E.2006/13-610, K.2006/639 sayılı kararı)
O halde mahkemece, davalının savunmasında bildirmiş olduğu azil nedenleri ile ilgili inceleme ve değerlendirme yapılmak suretiyle, azlin haklı olup olmadığı belirlenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanlış değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 15.5.2012, 2012/6715-2012/12438)
Mahkemenin kararma dayanak yaptığı bilirkişi raporunda, Mersin 2. Asliye hukuk Mahkemesinin 1984-918 esas sayılı dava dosyası için davacı tarafından ücret alacağı talebinde bulunulmadığı azilnamede bir sebep gösterilmemiş olması nedenleriyle ücret istenen dava dosyaları yönünden azlin haksız olduğu kabul edilmiştir. Davalı azilnamede bir sebep göstermemiş ise de, yargılama sırasında azlin sebeplerini açıklamıştır. Davacının Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1984/918 esas sayılı dosyasında davayı takip etmediğini, davanın müracaata bırakıldığını ve açılmamış sayılmasına karar verildiğini, davacıyı azil sebebi olarak ileri sürmüştür. Cevap lahiyasında ileri sürülen bu hususun mahkemece azlin haklı olup olmadığının belirlenebilmesi için incelenmesi gerekir. Öte yandan davacının, Mersin’deki bu dosya için ücret talebinde bulunmamış olması, diğer dosyalar yönünden azlin haksızlığına dayanak yapılması doğru olmaz. Vekalet ilişkisi güvene dayanmaktadır. Müvekkilinin güveninin sarsılmasını gerektiren bir olayın vukuunda azlin haklı olarak yapıldığı kabul edilmelidir. Mersin’deki dosyanın davacının hatası sonucu müracaata bırakıldığı ve davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği sonucuna varılırsa, davalının haklı olarak davacıyı takip etmekte olduğu davalardaki vekaletinden azlettiği kabul edilmelidir. Artık bu dosyalar için ücret talebine hakkı yoktur. Bu nedenle mahkemece, Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1984/918 esas sayılı dosyasının ne sebeple müracaata bırakıldığı davacıya açıklattırılmalı, davanın haklı bir sebeple takip edilmediği kanıtlanmadığı takdirde azlin haklılığı kabul edilerek uyuşmazlık çözümlenmelidir. Bu yönler gözetilerek davalının karar düzeltme isteği kabul edilmeli, dairemizin onama kararı kaldırılarak temyiz edilen yerel mahkeme kararı açıklanan nedenlerle davalı yararına bozulmalıdır. (Y. 13. HD. 28.3.1989,1687-2109)