Sanığın Kendisine Görevi Gereği Verilen Kullanıcı Kodu Ve Şifre İle Sorgulama Yapması Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme Veya Ele Geçirme Suçunu Oluşturmaz

Alacağın temliki halinde vekalet ücretinin akıbetine ilişkin Yargıtay kararları

Alacağın temliki halinde vekalet ücretinin akıbetine ilişkin Yargıtay kararları

Dava, davacı avukatın müvekkili olan dava dışı alacaklı ile davalı arasında yapılan temlik sözleşmesinde taahhüt edilen vekalet ücreti alacağının tahsili amacıyla yapılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı, avukat olarak dava dışı alacaklı Nevzat’ın vekaletini üstlenerek, bu alacaklının dava dışı borçlu Haşan isimli kişiden olan alacağının tahsili amacıyla Muratlı l.İcra Dairesinin 2008/363 esas sayılı kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla 4.6.2008 tarihinde icra takibinde bulunduğu, icra takibinin derdest olduğu aşamada dava dışı alacaklı Nevzat ile davalı arasında yapılan 24.9.2010 tarihli temlik sözleşmesi ile alacaklının söz konusu icra dosyasına konu alacağını davalıya temlik ettiği, temlik işleminin aynı tarihte icra dosyasına bildirildiği ve davalı tarafından 11.10.2010 tarihinde yeni bir avukat atanarak bu icra dosyası alacağınm yeni vekil tarafından takip edildiği anlaşılmaktadır. Davalı ile dava dışı icra dosyası alacaklısı arasında yapılan 24.9.2010 tarihli temliknamede, davalı icra dosyasında alacaklı vekiline ait vekalet ücretini ödemeyi taahhüt etmiş olup, davalının bu taahhüdü kapsamında, temlike konu icra dosyasına ilişkin davacının vekalet ücreti alacağından sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Hal böyle olunca mahkemece davacının vekalet ücreti alacağı miktarı tespit edilerek, belirlenecek bu miktar üzerinden davalının sorumluluğuna gidilmesi gerekirken yazılı şekilde hatalı değerlendirmeye dayalı olarak davanın reddine dair hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13, HD. 26.1.2015, 2014/19542 – 2015/1298)

Davacı, davalı ile imzalamış olduğu 8.3.2004 tarihli vekalet sözleşmesi gereğince, davalının vekili olarak dava ve icra dosyalarını takip ederken, davalının tüm dosyaları dava dışı üçüncü kişiye temlik ettiğini, bu nedenle dosyaları takip olanağı kalmadığını ileri sürerek, Samandağ İcra Müdürlüğünün 1999/240 esas sayılı takip dosyası nedeniyle vekalet ücretinin tahsilini istemiştir. Mahkemece hükme esas alınan 16.7.2012 tarihli bilirkişi raporunda, Dairemize ait benzer uyuşmazlıklarda verilen “dava konusu edilen takip ve dava dosyalarında, vekaletin başladığı tarihten temlikle vekaletin sona erdiği tarihe kadar davacı avukatın davalıya sağladığı hukuki yardım nedeniyle sarf etmiş olduğu emek ve mesaisine karşılık hak ve nesafete göre alması gereken vekalet ücretinin tespit edilmesi gerektiği” yönündeki kararlar doğrultusunda, eldeki davada da, ücret talep edilen takip dosyası nedeniyle vekaletnamenin sunulduğu 17.9.2002 tarihinden temlik sözleşmesi ile alacağın devredildiği 14.2.2006 tarihine kadarki davacının sarf etmiş olduğu emek ve mesaisinin, yapılması gereken tüm işlemlere göre %90 oranında olduğu, bu orana göre tespit edilen vekalet ücretinin de 8.513,98 TL olduğu belirtilmiş, mahkemece de bu miktar üzerinden hüküm kurulmuştur.
Oysa ki davacının, iş bu davada vekalet ücreti talep ettiği Samandağ İcra Müdürlüğünün 1999/240 esas sayı takip dosyasının, davalı TMSF’nin bir diğer avukatı olan dava dışı Necati T. tarafından başlatıldığı, kıymet takdiri ve bunun tebliği aşamasına kadarki işlemlerin adı geçen avukat tarafından yerine getirildiği, 17.9.2002 tarihinden temlik tarihi olan 14.2.2006 tarihine kadarki işlemlerin davacı avukat, bu tarihten sonraki işlemlerin ise dava ihbar olunan RCT…….A.Ş. avukatları tarafından yerine getirildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda söz konusu icra takip dosyasında, tüm işlemlerin %90 oranında davacı avukat tarafından yapıldığını ve dolayısıyla hak ve nesafete göre verilecek vekalet ücretinin, tüm ücretin %90’ı oranında olması gerektiğini kabul etmek mümkün değildir. O halde mahkemece, davacı tarafından davalıya sağlanan hukuki yardım nedeniyle sarf edilen emek ve mesaiye karşılık hak ve nesafete göre daha makul bir oranda vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Öte yandan taraflar arasındaki 8.3.2004 tarihli sözleşmenin 7/A-II maddesinin son fıkrasında “aynı nedenden kaynaklanan fon alacağının tahsili için teminatların paraya çevrilmesi dahil, birden fazla takip ve/veya dava açılması ile bu davalardan alınacak ilamların icra takibine konulması halinde esas alacak üzerinden bu sözleşmeye dayanılarak tek ücret ödenir.” Hükmü mevcut olup, aynı kredi alacağı nedeniyle biden fazla takip ve dava söz konusu olsa bile esas alacak üzerinden tek ücret ödeneceğinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Davalı tarafından söz konusu takip dosyası ile ilgili dosya borçlusu Ö. Limited şirketi yönünden esas alacak miktarının 90.449,99 TL olduğu savunulmuşsa da, mahkemece davalının bu savunması üzerinde durulup, gerekli inceleme ve değerlendirmenin yapılmamış olması da usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 11.3.2014, 2013/6345 – 2014/6830)

Dava, vekalet ücreti alacağına ilişkin olup, davacının, dava dışı TMSF’nin avukatı olarak icra dosyalarım takip ederken, davalı ile TMSF arasında imzalanan 23.9.2005 tarihli “Hasılat Paylaşımlı Alacak Satış Vaadi Sözleşmesi” gereğince dosyaların TMSF tarafından davalı şirkete temlik edildiği anlaşılmaktadır. Davacı, temlik edilen dosyalara ilişkin vekalet ücretlerinin ödenmediğinden bahisle eldeki davayı açmışsa da, temlik sonrasında davalı şirket tarafından davacıya vekaletname verilmemiş, temlik konusu dosyalar yönünden davacının vekalet görevi sona ermiştir
O halde 23.9.2005 tarihli temlik sonrasında, davacı ile davalı arasında vekalet ilişkisi kurulmadığına göre, davacı, dava dışı TMSF ile imzalamış olduğu sözleşmeden doğan ücret alacaklarını davalıdan talep edemez.
Her ne kadar, davalı ile dava dışı TMSF arasında imzalanan 23.9.2005 tarihli “Hasılat Paylaşımlı Alacak Satış Vaadi Sözleşmesi”nde, temlik konusu dosyalara ilişkin vekalet ücretlerinden davalı şirketin sorumlu olduğu belirtilmişse de, davacı bu sözleşmenin tarafı değildir. Sözleşme, ancak tarafları arasında hak ve borç doğurur. Dolayısıyla davacı, tarafı olmadığı bu sözleşmeye dayanarak, arasında herhangi bir akdi ilişki bulunmayan davalı şirketten ücret talebinde bulunamaz.
Öte yandan davacı Avukatlık Kanununun 165. maddesi gereğince vekalet ücretlerinden davalının da sorumlu olduğunu ileri sürmüşse de, temlik alan davalı şirket, söz konusu takip dosyalarının karşı tarafı değil, üçüncü kişisi durumundadır. Bu nedenle somut olayda, alacaklı ile borçlu arasında yapılmış bir sulh sözleşmesinden söz edilemeyeceğinden, Avukatlık Kanununda, sulh halinde uygulanması öngörülen hükümlerinin uygulanması da mümkün değildir.
O Halde davalı RCT …….. A.Ş’ne davada husumet yöneltilemeyeceğin- den, davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı (Y. 13. HD. 28.1.2014, 2013/19184-2014/2143)

Davacı, davalı ile imzalamış olduğu 8.3.2004 tarihli vekalet sözleşmesi gereğince, Adana İcra Müdürlüğünün 2006/6121 esas sayılı icra dosyasında borçlu aleyhine takip işlemleri sürmekte iken, dosya alacağının temlik edilmesi nedeniyle vekillik sıfatının kalmadığım, bu nedenle 27.513,00 TL icra vekalet ücreti ile 27.513,00 TL karşı taraf vekalet ücretinin ödenmesi gerektiğini ileri sürerek, alacağının tahsili için başlatmış olduğu icra takibine vaki itirazın iptalini istemiş, davalı ise, davacının ancak sarf etmiş olduğu emek ve mesaisi ölçüsünde, hak ve nesafete göre vekalet ücreti talep edebileceğini savunmuştur.
Davalı TMSF’nin özel yapısı itibariyle, daha önce dava dışı EGS Bank, İnterbank A.Ş., Kentbank A.Ş. ve Demirbank A.Ş., Türk Ticaret Bankası A.Ş. tarafından başlatılan takiplere ilişkin bir kısım alacakların, (bu arada iş bu davanın konusu olan Türk Ticaret Bankası A.Ş. tarafından, Adana 5. asliye Hukuk Mahkemesine ait 2000/507 esas ve 2003/940 karar sayılı dosyası üzerinden açılan davada verilen tasarrufun iptali kararından sonra, İcra Müdürlüğünün 2006/6121 sayılı dosyası üzerinden başlatılan takibin), söz konusu Bankaların Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kararı ile fona devredilmesi üzerine davalıya geçmiş olduğu, daha sonra da davalı tarafından söz konusu takiplerin RCT …….. A.Ş.’ne temlik edilmesi üzerine de, dosyalarda alacaklı sıfatının da bu şirkete geçtiği, dolayısıyla davalının, yukarıda sözü edilen Bankalardan, bu konuda yapılan yasal düzenleme gereğince devir ve temlik aldığı alacakları, kendisinin de “hasılat paylaşımlı alacak satış vaadi sözleşmesi” çerçevesinde, RCT …. A.Ş.’ne devir ve temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Takip konusu alacakların, üçüncü kişiye temlik edilmesi nedeniyle, davacının vekalet görevi, temlik tarihi itibariyle fiilen ve hukuken sona ermiş olup, davacının talep edebileceği vekalet ücretinin tespiti için öncelikle, taraflar arasındaki 8.3.2004 tarihli sözleşme hükümleri incelenecek olursa; Sözleşmenin, “Ücret” başlıklı bölümünde, davacıya, tahsilat rakamı üzerinden kademeli olarak ücret ödeneceği belirtildiği gibi, takip ettiği dava ve takiplerdeki karşı tarafa yükletilecek vekalet ücretlerinin de ödeneceği, 8. maddesinde, Fon’un gerekli gördüğü takdirde dava ve icra takibinin her safhasında başka bir avukata vekalet vermeye yetkili olduğu, avukatın buna peşinen muvafakat etmiş sayıldığı, 9. maddesinde de, sözleşmenin geçerlilik süresinin bir yıl olduğu, fesih bildiriminde bulunulmadığı takdirde sözleşmenin aynı şartlarla bir yıl uzayacağı, tarafların sözleşmeyi bir ay önceden diğer tarafa ihbar etmek suretiyle her zaman feshedebilecekleri, sözleşmenin bu hükme istinaden fon tarafından feshedilmesi halinde avukata o güne kadar yürüttüğü dava ve icra takipleri ile ilgili olarak yapmış olduğu tahsilata göre ve bu sözleşmede belirlenen esaslar dahilinde ücret ödeneceği açıklanmıştır.
Taraflar arasındaki sözleşme, davacı veya davalı tarafından feshedilmediği gibi, davacının vekaletten azledilmediği de sabittir. Bu nedenle sözleşmenin feshi halinde uygulanacak olan hükümlerin, dava konusu olayda uygulanması mümkün olmadığı gibi, davacı avukatın azli de söz konusu olmadığından, azil halinde Avukatlık Kanununda öngörülen hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Her ne kadar davacı, vekaleten takip etmiş olduğu icra dosyasının üçüncü kişiye temliki suretiyle dosyayı takip olanağı kalmadığından, bu durumun “haksız azil” sayılması gerektiğini ve bu nedenle de takip etmekte olduğu işle ilgili tüm vekalet ücretinin ödenmesi gerektiğini ileri sürmüşse de, dosya alacaklarının temlik edilmiş olması, haksız azil olarak değerlendirilemeyeceğinden, temlikin, haksız azille aynı hukuki sonuçlan doğurması da kabul edilemez. Temlik alan, takip konusu dosyaların karşı tarafı değil, üçüncü kişisi durumunda olduğundan somut olayda, alacaklı ile borçlu arasında yapılmış bir sulh sözleşmesinden de söz edilemeyeceğinden, gerek sözleşmede, gerekse Avukatlık Kanununda, sulh halinde uygulanması öngörülen hükümler de uygulanamaz.
Sonuç olarak, dava konusu olayda, sözleşmenin feshi, avukatın azli, ya da sulh bulunmadığından, sözleşme ve Avukatlık Kanununda ayrıca düzenlenmiş olan bu durumlarda ödenmesi öngörülen vekalet ücretlerinin talep edilmesi mümkün değilse de, dava konusu dosya alacağının, RCT Varlık A.Ş.’ne temlik edilmiş olması nedeniyle, temlik tarihi itibariyle vekalet görevi fiilen sona eren, ancak bu tarihe kadar görevini yerine getiren davacı avukatın, belli bir miktar vekalet ücretine hak kazandığı da tartışmasızdır. Ne var ki davacının üzerine aldığı işleri sonuçlandırmasına engel olan ve gerek taraflar arasındaki sözleşmede, gerekse Avukatlık Kanununda ayrıca düzenlenmeyen ve az yukarda da değinildiği gibi, davalının, Türk Ticaret Bankası A.Ş.’den, fona devredilen Bankalarla ilgili yapılan yasal düzenleme gereğince devir ve temlik aldığı alacakları, kendisinin de “hasılat paylaşımlı alacak satış vaadi sözleşmesi” çerçevesinde, RCT …. A.Ş.’ne devir ve temlik etmiş olduğu bu özel durum nedeniyle, sözleşme ve yasadan kaynaklanan tüm vekalet ücretlerinin talep edilebileceği de kabul edilemez. O halde, açıklanan tüm bu nedenlerle, davacı avukatın, takip konusu dosyalarla ilgili vekaletin başladığı tarihten, temlikle vekaletin sona erdiği tarihe kadar, davalıya sağladığı hukuki yardım nedeniyle sarf etmiş olduğu emek ve mesaisine karşılık hak ve nesafete göre alması gereken, gerek sözleşmeden kaynaklanan, gerekse karşı taraf vekalet ücreti tespit edilip, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, davalının, sözleşmeden kaynaklanan vekalet ücretinden tümüyle sorumlu tutulup, karşı taraf vekalet ücretine ilişkin talebin ise tümüyle reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 5.2.2013, 2012/5279 – 2013/2305)

Dava, vekalet ücreti alacağının tahsili istemine ilişkin olup, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 18.6.2002 tarihli kararı ile Pamukbank A.Ş.nin temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin feri müdahil TMSF’ye devredildiği, akabinde de Pamukbank’ın iştiraki olan davalı şirketin yönetim ve denetiminin de 26.2.3003 tarihinde TMSF’ye devredildiği, tüzel kişiliği devam eden davalı Pamuk Finansal Kiralama A.Ş. ile davacı avukatlar arasında, şirket eski yöneticileri hakkında mali sorumluluk davası açılması konusunda 4.7.2006 tarihli sözleşme imzalandığı, davanın 29.11.2006 tarihinde açıldığı, bu arada TMSF tarafından, davalı şirketin çoğunluk hisse-lerine sahip olan Pamuk Factoring A.Ş. hisselerinin, Karadeniz Holding A.Ş.’ne satışı ve devri ile ilgili olarak TMSF ve Karadeniz Holding A.Ş. arasında 26.12.2006 tarihli hisse devir sözleşmesi ve bu sözleşmeye ek 6.4.2007 tarihli ek sözleşmenin imzalandığı, buna göre davalı şirketin davacısı olduğu İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2006/777 esas sayılı dosyası ile açılan davaya konu mali sorumluluk ve haksız fiillerden kaynaklanan her türlü talep haklarının davalı Pamuk Finansal Kiralama A.Ş. tarafından bila bedelle TMSF’ye temlik edildiği, bundan sonra söz konusu dosyanın TMSF’nin kadrolu avukatlarınca takip edilmeye başlandığı, bu durumun TMSF tarafından 22.10.2007 tarihli yazı ile davacılara bildirilmesi üzerine, davacıların da 27.11.2007 tarihinde davadan çekildiklerini mahkemeye bildirdikleri anlaşılmaktadır.
Dava konusu 4.7.2006 tarihli sözleşme, taraflarca feshedilmediği gibi, davacıların vekaletten azledilmedikleri de sabittir. Bu nedenle sözleşmenin feshi halinde uygulanacak olan hükümlerin, dava konusu olayda uygulanması mümkün olmadığı gibi, davacı avukatların azli de söz konusu olmadığından, azil halinde Avukatlık Kanununda öngörülen hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Her ne kadar davacılar, vekaleten takip etmiş oldukları dosyanın temliki suretiyle takip olanakları kalmadığından, tüm vekalet ücretlerinin ödenmesi gerektiğini ileri sürmüşlerse de, dosya alacaklarının temlik edilmiş olması, haksız azil ya da haklı istifa olarak değerlendirilemeyeceğinden, temlikin, bunlarla aynı hukuki sonuçlan doğurması da kabul edilemez. Öte yandan temlik alan, ücret konusu dosyanın karşı tarafı değil, üçüncü kişisi durumunda olduğundan, alacaklı ile borçlu arasında yapılmış bir sulh sözleşmesinden de söz edilemeyeceğinden, gerek sözleşmede, gerekse Avukatlık Kanununda, sulh halinde uygulanması öngörülen hükümler de uygulanamaz.
Sonuç olarak, dava konusu olayda, sözleşmenin feshi, avukatın azli ya da sulh bulunmadığından, sözleşme ve Avukatlık Kanununda düzenlenmiş olan bu durumlarda ödenmesi öngörülen vekalet ücretlerinin talep edilmesi mümkün değilse de, dava konusu dosya alacağının, TMSF’ye temlik edilmiş olması ve bu durumun TMSF tarafından 22.10.2007 tarihli yazı ile davacılara bildirilmesi üzerine, vekalet görevi fiilen sona eren, ancak bu tarihe kadar görevlerini yerine getiren davacı avukatların, vekaletin başladığı tarihten, temlikle vekaletin sona erdiği tarihe kadar, davalıya sağladıkları hukuki yardım nedeniyle sarf etmiş oldukları emek ve mesaiye karşılık hak ve nesafete göre bir ücret almaları gerektiği de kabul edilmelidir. Nitekim mahkemenin kabulü de bu yöndedir. Ne var ki davacıların, dava konusu sözleşme nedeniyle daha önce 42.500 TL maktu vekalet ücreti almış oldukları göz önüne alındığında, bu miktarın vekaletin süresi ve sarfedilen emek ve mesaiye göre hak ve nesafete uygun olduğunun kabulü gerekir. O halde mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 18.9.2012, 2012/17874 – 2012/20121)

Dava, davacılar ile davalılardan E. ….A.Ş. arasındaki vekalet ücret sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkidir.
5411 sayılı Bankalar Kanununun 111. maddesinde belirtildiği üzere, söz konusu kanun ve ilgili diğer mevzuat ile verilen yetkiler çerçevesinde, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması amacıyla, Fon alacaklarının takip ve tahsili işlemlerinin yürütülmesi ve sonuçlandırılması, Fon varlık ve kaynaklarının idare edilmesi ve kanunla verilen diğer görevlerin ifası amacıyla, kamu tüzel kişiliğine haiz, idari ve mali özerkliğe sahip olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) kurulmuş olup, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 9.7.2001 tarihli kararı ile, E.. A.Ş.’nin temettü hariç ortaklık haklan ile yönetim ve denetimi, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14. maddesinin 3. ve 4. fıkraları gereğince TMSF’ye devredilmiş, TMSF Yönetim Kurulunun almış olduğu 24.6.2002 tarihli kararıyla da, amme alacağının tahsili bakımından yarar görüldüğünden, E.A.Ş.’nin doğrudan veya dolaylı hakim ortakları ve/veya yöneticileri adına hareket eden ve Fon’un amme alacağının tahsil etmesini engelleyecek biçimde malvarlığını kaçırma fiillerini gerçekleştiren E A.Ş.nin, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15/7 a maddesine istinaden temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi TMSF’ye devredilmiştir.
4389 sayılı Bankalar kanununun 15/7a maddesi gereğince, TMSF tarafından alınan 24.6.2002 tarihli Yönetim Kurulu kararı ile, temettü hariç, ortaklık hakları ile yönetimi ve denetimi TMSF’ye geçen davalı şirketin tüzel kişiliği sona ermemiş olup, TMSF’den ayrı ve bağımsız olarak devam etmektedir. Gerçekten de Türk Ticaret Kanununun 434. maddesinde, anonim şirketlerin tüzel kişiliklerinin nasıl sona ereceği belirtilmiş olup, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15/7a maddesinin uygulanması da, davalı şirketin tüzel kişiliğinde herhangi bir değişikliğe neden olmamıştır. Şirketin tüzel kişiliği ve organları varlığını koruduğu için taraf ve dava ehliyetinin de devam ettiği, dolayısıyla davacılarla imzalanan avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan alacak nedeniyle, davalı şirketin davada taraf sıfatı ve sorumluluğu bulunduğu kuşkusuzdur. Ancak az yukarıda belirtilen yasa gereğince, davalı şirketin temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin devredilmiş olduğu TMSF’nin de, davada taraf olarak gösterilmesi gerekli olup, Dairemize ait bozma ilamında da bu husus belirtilmiştir.
Ne var ki, davalı şirketin yönetim ve denetiminin devralınması işlemi, TMSF’ye alacaklarının tahsiline ilişkin olarak verilmiş bir yetki olup TMSF’nin, bu yetki devri nedeniyle davalı şirketin borçları ve yükümlülüklerinden de sorumlu olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Gerçekten de, TMSF’nin buradaki sorumluluğu, yönetim ve denetimden kaynaklanan idari konularla sınırlıdır. Dolayısıyla ayrı bir tüzel kişi olan davalı şirketin, üçüncü kişilere olan borç ve yükümlülükleri nedeniyle herhangi bir mali sorumluluğu söz konusu değildir. Nitekim Bankalar Kanununun 15/7a maddesinde öngörülen işlemin amacı, mali durumu bozuk olan bankaların devlete ve kamuya mal ol-muş zararlarının, gerektiğinde bankanın bağlı olduğu şirketlerinden tahsil edilebilmesine olanak sağlamak olup, aksinin kabulü, az yukarda belirtilen 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 111. ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15/7 a maddesi hükümlerine ve söz konusu maddelerin konuluş amacına da aykırıdır.
Yargıtay 9. ve 11. Hukuk Dairelerince verilen kararlarda da aynı şekilde, temettü hariç, ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi TMSF’ye devredilen şirketlere ait borçlar nedeniyle TMSF’nin mali yönden sorumlu tutulamayacağı benimscnmiştir.(Bkz 9. HD’nin 2006/10390 esas 2006/14039 karar; 2006/19164 esas, 2006/28676 karar; 2007/5416 esas, 2007/32072 karar; 2007/20778 esas, 2007/29321 karar; 2006/27060 esas, 2006/13767 karar sayılı kararları; 11.HD’nin 2005/2210 esas, 2006/2442 karar sayılı karan)
O halde eldeki davada, dava konusu ücret alacakları, tamamıyla davacılar ile davalı E.A.Ş. ile yapılmış olan avukatlık sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, söz konusu bu borcun TMSF’ye nakli de söz konusu olmadığından, davalı şirketin davacılara olan avukatlık ücretine ilişkin borcu nedeniyle, bir başka tüzel kişilik olan TMSF’nin mali yönden sorumlu tutulamayacağı göz ardı edilerek, “davada taraf sıfatı ve temsile” ilişkin usuli nitelikteki bozma ilamına farklı anlam yüklenmek suretiyle, dava konusu vekalet ücreti alacaklarının TMSF’den tahsiline karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 24.1.2012, 2011/3849 – 2012/879)