Memurlarda Atama İptali Davası Nedir?

Taşınmazın Üzerinde Bulunan Binanın Muhdesat Tespiti

Taşınmazın Üzerinde Bulunan Binanın Muhdesat Tespiti

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2009/7-217
Karar: 2009/276
Karar Tarihi: 17.06.2009
(4721 S. K. m. 718) (818 S. K. m. 61) (1086 S. K. m. 76) (YİBK 04.06.1958 T. 1958/15 E. 1958/6 K.)
Dava: Taraflar arasındaki <muhdesat tespiti> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 12.12.2007 gün ve 279-424 sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin 10.7.2008 gün, 3268-3142 sayılı ilamı ile;
(… 1- Dava niteliği ve içeriği itibariyle taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatın aidiyetinin tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de, varılan sonuç ve oluşturulan hüküm davanın niteliğine, dosya kapsamında toplanan delillere, yasal düzenlemelere uygun düşmemiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 718. maddesi hükmünde, arazi üzerindeki mülkiyetin, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklandığından, taşınmaz üzerindeki bina, ağaç gibi bütünleyici parça nitelikli muhtesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Bu olgu göz önüne alındığında kural olarak ve aksine bir hüküm bulunmadıkça taşınmaz üzerindeki muhtesatların mülkiyetinin veya aidiyetinin tespiti dava edilemeyeceği gibi, mahkemelerce de muhtesatların taşınmazın arzına malik olanlar dışında başka bir kişiye ait olması sonucunu doğuracak şekilde hüküm de verilemez. Ne var ki, çoğun içinde azın da bulunduğu, muhtesatların mülkiyetinin veya aidiyetinin tespiti isteminin muhtesatların meydana getirildiğinin tespiti istemini de içerdiği göz önüne alındığında, mülkiyet veya aidiyet tespiti istemiyle açılan davalarda, koşullarının varlığı ve davanın kanıtlanması halinde davaya konu muhtesatların davacı tarafça meydana getirildiğinin tespitine, mülkiyet veya aidiyet tespiti isteminin ise reddine karar verilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince dosya içeriğindeki delil ve belgelerden, tapuda davacı ve davalı Maliye Hazinesi adına paylı mülkiyet şeklinde kayıtlı, ortaklığın giderilmesi davasına konu 224 ada 3 parsel sayılı taşınmazın öncesinde dava dışı Mehmet Tarık Yükseler adına kayıtlı olduğu, taşınmazın 18.03.1969 tarihinde sahte vekaletname ile Saim Ayhan Erdem tarafından yine dava dışı Mustafa Özcan’a satıldığı, Mustafa Özcan’ın 14.05.1969 tarihinde İstanbul Belediyesi İmar Müdürlüğünden inşaat ruhsatı alarak taşınmaz üzerindeki eski ahşap binayı yıkıp davaya konu bodrum+4 katlı betonarme karkas binanın yapımına başladığı, 20.05.1969 tarihinde temel teskeresi aldığı, taşınmazın önceki maliki Mehmet Tarık Yükseler mirasçılarının 30.05.1969 tarihinde Kadıköy Asliye 2. Hukuk Mahkemesinde sahte vekaletname ile yapılan satışın iptali için dava açtıkları, davalı Mustafa Özcan vekilinin bu davaya verdiği 16.06.1969 tarihli cevap dilekçesinde müvekkilinin taşınmazı iyiniyetle satın alarak 4 katlı binayı yaptığını savunduğu, mahkemenin bozma üzerine verilen 1973/313 esas, 1982/401 karar sayılı 22.09.1982 günlü kesinleşmiş ilamı ile Mustafa Özcan adına yapılan satışın ve oluşturulan tapu kaydının iptaline karar verildiği ve taşınmazın bu karar üzerine yeniden Mehmet Tarık Yükseler adına kaydedildiği ve ölümü nedeniyle de verasette iştirak olarak mirasçıları olan dava dışı Kadriye Gül ile Suudi Arabistan uyruklu Gazi, Saad ve Muhammed adına intikal ettiği, mirasçıların 26.10.1988 tarihinde iştirak halinde mülkiyeti müşterek mülkiyete çevirdikleri, Mustafa Özcan’ın henüz tapu kaydı iptal edilmeden önce noterde düzenlenen 08.12.1969 tarih ve 45191 yevmiye sayılı satış vaadi sözleşmesi ile halen inşaatı devam eden binanın zemin kattaki 2 numaralı dairesini davacı İsa Arabacı’ya satmayı vaad ettiği, bu arada paydaşlardan Kadriye Güloğlu’nun taşınmazdaki 3/6 payını 26.10.1988 tarihinde davacı İsa Arabacı’ya satarak taşınmazda paydaş olduğu, daha sonra Mustafa Özcan’ın taşınmazdaki 3 numaralı daireyi de 27.12.1988 tarihli adiyen düzenlenmiş harici senetle İsa Arabacı’ya sattığı, İsa Arabacı’nın bu sözleşme ile yabancı uyruklu paydaşların payını 20.000.000 TL bedelle satın almayı, kat mülkiyeti kurulduktan sonra 2 ve 3 numaralı bağımsız bölümlerin arsa payını kendi üzerinde bırakarak kalan daireleri Mustafa Özcan’a devretmeyi üstlendiği, davalı hazinenin bu olaylardan sonra Kadıköy Asliye 6. Hukuk Mahkemesinin 1999/967 esas, 2001/113 karar sayılı dosyasında hasımsız olarak açtığı davada yabancı uyruklu paydaşların gaip olduklarının kabulü ile bu paydaşlara ait 3/6 payın iptali ile hazine adına tesciline karar verilmesi üzerine taşınmazda paydaş olduğu anlaşılmaktadır.
Az yukarıda açıklanan hukuksal olgu göz önüne alındığında tapu kaydının iptaline karar verilmekle Mustafa Özcan’ın taşınmazdaki ve taşınmaz üzerinde bulunan davaya konu binadaki mülkiyet hakkının sona erdiği, adı geçenin taşınmazda ve taşınmaz üzerinde bulunan binada hiçbir hakkının kalmadığı, ancak koşullarının varlığı halinde Borçlar Kanunu’nun 61 ve devam eden maddeleri hükmüne göre sebepsiz zenginleşme kurallarına göre alacak davası açarak yaptığı giderleri isteyebileceği, bu hakkın varlığının ise davacıya binanın kendisine ait olduğunu öne sürme hakkı vermediği kuşkusuzdur. Kaldı ki, mahkeme kararının kesinleşmesi ile 2 numaralı dairenin davacı İsa Arabacı’ya satış vaadi imkansız hale geldiği gibi, daha sonra harici senetle 3 numaralı dairenin satışına ilişkin yapılan sözleşme dahi şekil şartına uyulmamış olması nedeniyle geçersizdir. Davacı İsa Arabacı 26.10.1988 tarihinde taşınmazda pay satın almakla ancak taşınmazın mülkiyet payı ile birlikte aynı oranda olmak üzere taşınmaz üzerinde bulunan binanın mülkiyet payını da satın almıştır. Davaya konu binanın davacı tarafından meydana getirilmediği, Mustafa Özcan’ın da mahkeme kararı ile taşınmaz üzerinde bulunan binadaki tüm haklarını kaybettiği gözetildiğinde davacının sonradan taşınmazda pay satın alması, Mustafa Özcan’ın kaybettiği hakları geri getirmeyeceği gibi binanın davacıya ait olması sonucunu da doğurmaz.
Hal böyle olunca davanın reddine karar verilmesi gerekirken yersiz gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi isabetsiz olduğu gibi, kabule göre de davanın binanın davacı ait olduğunun tespitiyle açıldığı, bu istemin mülkiyet tespiti anlamına geldiği, az yukarıda açıklanan hukuksal olgular dikkate alındığında aidiyet tespitine karar verilemeyeceği gözetilerek davanın kısmen kabulü ile davaya konu binanın davacının bayi tarafından meydana getirildiğinin tespitine, davacının fazla istemlerinin reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne ilişkin hüküm oluşturulması dahi isabetsiz, davalı hazinenin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde değildir…),
Gerekçesi ile bozularak, dosya yerel mahkemesine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: İlkin belirtilmelidir ki, taşınmaz mülkiyetinin kapsamını düzenleyen, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 718. maddesinde yer alan <Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer.> hükmü karşısında, taşınmaz üzerindeki bina, ağaç gibi bütünleyici parça nitelikli muhtesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyete konu olması olanaklı değildir.
Durum bu olunca aksine bir hüküm bulunmadıkça kural olarak; taşınmaz üzerindeki muhtesatların mülkiyetinin veya aidiyetinin tespiti dava edilemeyeceği gibi, mahkemelerce de muhtesatların taşınmazı arzına malik olanlar dışında başka bir kişiye ait olması sonucunu doğuracak şekilde hüküm kurulması da olanaklı değildir.
Diğer taraftan, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76. maddesi ve 4.6.1958 tarih ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince, olayları izah davacıya, hukuki tavsif mahkemeye aittir.
Mahkeme, önüne gelen uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, hukuki nitelendirmeyi yaptıktan sonra, davaya konu edilen talebin dinlenilirliğini ve yasal koşullarını irdeleyecek, ortaya konulan deliller çerçevesinde yargılama yaparak; hukuka uygun olmak üzere, nihai kararını verecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Davacı, dava dilekçesinde sonuç talebini <taşınmaz üzerindeki binanın kendisine ait olduğunun tespiti> şeklinde açıklamış ise de, dilekçenin bütünü ele alındığında, davacının taşınmazın paydaşlarından olması ve paydaşlar arasında görülmekte olan paydaşlığın giderilmesi davasının varlığı karşısında; gerçek amacının <taşınmaz üzerindeki binanın kendisi tarafından inşa edildiğinin tespiti ve bu yolla paydaşı bulunduğu taşınmazın satışına karar verilmesi halinde muhdesatın bedelini talep edebilme olanağını elde etmek> olduğu anlaşılmaktadır.
Zira, davaya konu edilen muhdesatın (binanın) üzerinde bulunduğu taşınmazın mülkiyeti, 1/2 payla hükmen Hazine, 1/2 payla da satın alma yoluyla, davacıya aittir. Taraflar arasında görülmekte olan paydaşlığın giderilmesi davası sonucunda arza tabi olan muhdesatın arzla birlikte satışı söz konusu olabileceğinden, muhdesatın kendisince inşa edildiğini ileri süren davacının eldeki tespit davasını açmakta hukuki yararının olduğu açıktır.
Öyle ise, eldeki davanın, taşınmaz üzerindeki muhdesatın mülkiyetinin tespiti değil, bu muhdesatın (binanın) davacı tarafından inşa edildiğinin tespiti istemine ilişkin olduğunun kabulü gerekir.
Şu durumda mahkemece yapılacak iş; davanın bu niteliği, davacının açıklanan gerçek iradesi ve ortaya konulan tüm olgular gözönünde bulundurularak, taraf delilleri toplanmak suretiyle, paylı mülkiyete konu taşınmaz üzerindeki davaya konu binanın tamamının davacı tarafından inşa edilip edilmediği, önceki maliklerin binanın inşaatına katkılarının olup olmadığı ve varsa bunun oranının ne olduğunun tespiti ile varılacak sonuç çerçevesinde bir karar vermek olmalıdır.
Sonuç itibariyle; yerel mahkemenin mülkiyetinin tespitine ilişkin direnme kararı usul ve yasaya aykırı olup, kararın yukarıda açıklanan değişik gerekçeyle bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı H.U.M.K. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 17.06.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.