Manevi Tazminat Miktarının Belirlenmesi
YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
Esas Numarası:2001/21-993
Karar Numarası:2001/1019
Karar Tarihi:14.11.2001
TaRaflar arasındakı “manevi tazminat” davasından dolavı yapılan yargılama sonunda; Zonguldak 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen (…) kararın incelenmesi davalı işveren vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 22.5.2001 gün ve 2001/2901-4006 sayılı ilamı ile; (…Dava meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünü % 12 oranında yitiren işcinin duymuş olduğu acı ve üzüntünün karşılığı bulunan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacının, maddi ve manevi tazminattan, fazla haklarına saklı tutmak suretiyle 300.000.0000.-TL.lık manevi tazminat davası açtığı, yargılama sırasında Anayasa Mahkemesince H.U.M.K.nun 87/son maddesinin iptal edildiğinden bahisle 2.2.2001 tarihli dilekçe ile dava dilekçesini ıslah ettiğinden bahisle manevi tazminat talebini 1.000.000.000.-TL.na çıkardığı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık manevi tazminatın bölünüp bölünemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla, üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle manevi tazminatın bölünmesi, bir kısmının dava konusu yapılması, kalanının saklı tutulması olanağı yoktur. Niteliği itibariyle manevi tazminat bölünemez. Bir defada istenilmesi gerekir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.9.1996 gün ve 1996/21-397-637 sayılı kararı ile 13.10.1999 gün ve 1999/21-638-818 sayılı kararı da bu doğrultudadır. Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın ve özellikle manevi tazminatın bölünmezliği nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMİZ EDEN: Davalı işveren vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan (..) sonra gereği görüşüldü:
Davacı, davalı Kurumun işyerindeki çalışması sonucu daimi işgücü kaybına uğradığını belirterek 300.000.000.-TL. manevi tazminat isteminde bulunmuş ve davanın devamı sırasında mahkemeye verdiği 6.2.2001 havale tarihli dilekçe ile de, Anayasa Mahkemesinin H.U.M.K.nun 87. maddesinin son cümlesini iptal etmekle, müddeabihin arttırılabileceği gerekçesi ile 300.000.000.-TL. olan manevi tazminat miktarını 1.000.- 000.000.-TL. yükselterek istemini ıslah (değiştirdiğini) ettiğini bildirmiştir. Mahkemece de, istemdeki gerekçeler yerinde görülerek 850.000.000 TL. manevi tazminata hükmedilmiş, kararın temyizi üzerine özel Dairece yerel mahkeme kararı yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulmuştur.
Manevi tazminat, zarar görenin kişilik değerlerinde, bedensel bütünlüğünün iradesi dışında ihlali hallerinde meydana gelen eksilmenin (manevi zararın) giderilmesi, tazmin ve telafi edilmesidir.
Anayasamız 5, 12, 17, 20 ve 26. maddelerinde kişilik değerlerinin önemini esas alarak bunları ihlal edenlere karşı kişinin korunmasını garanti altına almıştır. Kanunkoyucu, manevi tazminat davası açılacak halleri M.K. 24a/II, 25, 85, 143/II, 126/II, 305; BK. 47 ve 49 uncu maddelerinde ayrı ayrı düzenlenmiştir. BK. 47 nci maddesi ise özel nitelikte bir hüküm olup fizik (maddi) kişilik değerlerinin, yani yaşama hakkı ile vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan hallerde manevi zararların tazminini düzenlemiştir. Zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Amacı ise kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, kişinin duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar vereni bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkoyması gibi olguları karşıladığı bir gerçektir. Manevi tazminat, kişinin çekmiş olduğu fiziksel ve manevi acıları dindirmeyi, hafifletmeyi amaçlar. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığıdır. Bu tazminat türü, kişinin haksız eylem sonucu duyduğu acı ve elemin giderilmesini amaçladığı için, zarar gören kişi, öngördüğü miktarı belirleyerek istemde bulunabilir. Maddi zararda olduğu gibi manevi tazminatta kesin bir hesabın yapılması olanaksızdır. Bunun için miktarı, somut olayın özelliği, tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak M.K.’un 4. maddesi uyarınca hakim tarafından takdir ve tayin edilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını belirlemede geniş bir yetkiye sahiptir. Zarar gören, uğradığı haksız eylemden kaynaklanan maddi tazminatın miktarını tayin edip talep edebilir. Hatta zarar gören, maddi zararını kısmi dava olarak bir defada değil, zamanaşımı süresi içinde, birden fazla talepler halinde isteyebilir. Oysa manevi zarar, haksız eylemin sonucunda, uğranılan kişilik değerlerindeki azalmanın karşılığı olduğu ve zarar gören tarafından da takdir ve tayin edilebilir bulunduğu için birden fazla bölümler halinde istenemez. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığı olduğu için, haksız eylemin meydana geldiği anda gerçekleşir. Acı ve elemin bölünerek bir kısmın açılacak kısmi dava ile, kalanın açılacak başka bir davada talep edilmesi, manevi tazminatın özüne ve işlevine aykırı düşer. Ödetmenin uzaması, para değerindeki düşüşler, enflasyon nedeniyle alım gücünün azalması gibi nedenlerle hükmedilecek miktarın faizi ile birlikte tahsili zararı karşılamaktan uzak olması, manevi tazminatın bölünerek istenmesini haklı göstermez. Şartları varsa faizi aşan zarar isteme olasılığı düşünülebilinir.
Olayın özelliği itibariyle, davacının isteminin, ıslahla ve bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’nin Resmi Gazete’nin 04.11.2000 gün ve 24220 sayısında yayımlanan 20.07.1999 gün, E. 1999/1, K. 1999/33 sayılı kararı ile bir bağlantısı bulunmamaktadır. İstemin değiştirilmesi ve artırılması için, istekte bulunanın daha önceki isteminin dışında ve ondan daha fazla alacağının bulunması gerekir. Manevi zararda, zarar görenin daha önce belirttiği istemi ile zararını açıkladığı ve belirttiği için artık geriye bir alacağı kalmadığı için gerek ayrı bir dava ve gerekse ıslah yoluyla bir istemde bulunamaz.
Öğretide ve kararlılık gösteren yargısal inançlarda da manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamayacağı, ıslah yolu ile de istemin arttırılamayacağı benimsenmektedir. Buna gerekçe olarak da, manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir. Çünkü manevi tazminatın takdirinde hakime çok geniş takdir yetkisi verilmiştir. Hakimin takdir yetkisi bölünemez (Bkz. Prof. Dr. Baki KURU, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt: II, 2001, s. 1528 vd; Prof. Dr. Ejder YILMAZ, Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması (Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi, 11.05.2001 tarihli makale) s. 10 vd; Y. 9. H.D., 12.02.1991 gün ve 10324/2244; Aynı Dairenin 26.12.1989 gün ve 10280/11438, 21. H.D.’nin 06.11.1997 gün ve 7074/7186 sayılı kararı, 4. H.D.’nin 14.05.1998 gün ve 9223/3428 sayılı, Y.H.G.K.’nun 02.07.1980 gün ve E. 3/1477 K. 2113 sayılı; aynı Kurulun 27.03.1981 gün ve E. 9/1481 K. 251 sayılı; Aynı Kurulun 25.09.1996 gün ve 1996/21-397-637 ve 13.10.1999 gün ve E. 1999/21-648 K. 838 sayılı içtihatları).
Bu durumda yukarıda yazılı gerekçelere ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı işveren vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda benimsenen ilkelerden ve özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı (…) BOZULMASINA.
MUHALEFET ŞERHİ
Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık, manevi tazminatın bölünüp bölünmeyeceği, HUMK’nun 87. maddesi son cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle manevi tazminat davalarında günün koşullarına göre müddeabihin ıslah yoluyla değiştirilip değiştirilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Manevi tazminatın bölünüp bölünemeyeceği sorununa öncelikle manevi tazminatın niteliği ve amacı yönüyle yaklaşmak gerekir. Manevi tazminat, manevi zararın bir giderim biçimidir. Herkese karşı korunan kişilik hakkının kapsamına giren değerlerden (maddi-manevi) birinin ihlali halinde doğan mutlak bir haktır. Hareket noktası manevi zarardır. Manevi zarar kişinin iç huzuru ve manevi bütünlüğünün ihlal edilmesinin mecazi bir ifadesidir (HATEMİ, Hüseyin: Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, C. II, 1994, s. 102).
Öğretide manevi tazminatın hukuki niteligi tartışmalıdır. Bu konuda “ceza görüşü”, “tatmin görüşü”, “telafi görüşü” şeklinde üc temel görüş vardır. Baskın görüş telafi gorüsüdur. Deschenaux/Tercier, manevi tazmınatı yardım etmek amacı güden, daha iyisi bulunmadığı için başvurulan ve beşeri adaletin sınır çizgisinde yer alan bir kurum olarak nitelemiştir (Deschenaux. H. and P. TERCIER: Sorumluluk Hukuku, Çev. Salim ÖZDEMİR, 1983, s. 61). Yine bu görüşe göre objektif nitelik taşır. Zarar görenin acı ve elem hissedip hissetmemesine bakılmaksızın ödeme yapılır (EREN, Fikret: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C. I, B 6, 1998, s. 779). Başka bir anlatımla tamir edici bir nitelik vurgulanır (KILIÇOĞLU, Ahmet M: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C 1, 2001, s. 270).
Yabancı hukukta manevi tazminat çeşitli kalemlerde belirtilir. Örneğin Fransa’da “Prejudice moral” başlığıyla beş kategoride zarar türü vardır. Özellikle acı ve elem parası ve yaşam zevkinin kaybından doğan zararlar önemlidir. Acı ve elem parasında -0-dan -7-ye kadar acının ağırlığı dikkate alınarak bir tablo düzenlenir. Bu değerlendirmeye göre tazminat ödenir. Yaşam zevkinin kaybı ise yaşamın eğlendirici, hoş tutucu özelliğinin kaybı durumlarında uygulanır (Bkz. KILIÇOĞLU, Mustafa: Tazminat Esasları ve Hesap Yöntemleri, 1998, s. 154 ve orada adı geçen Delpoux/TomadInI ve DaIgrement gibi yazarlar ve eserleri) İsviçre-Türk Hukukunda ise manevi tazminat tek şekilde ve global olarak ödenir. Görüleceği üzere hukukumuzda analitik ve hassas bir değerlendirmeden sözedilemez.
Uygulamada manevi tazminatın, zarara uğrayanda bir huzur duygusu doğurmakta olduğu, aynı zamanda ruhi ıstırabın dindirilmesini amaç edindiği vurgulanmakta tazminata benzer bir fonksiyonu olduğu ifade edilmektedir (Yargıtay 4. H.D., 24.1.1990-6049/257; UYGUR, Turgut. Borçlar Kanunu, C. 1, 1990, s. 666).
Yine Yargıtay’ın kökleşmiş içtihatlarına göre manevi tazminat bölünemez. Gerekçe olarak, manevi tazminatın duyulan elem ve acının karşılığı olarak bütünlük arzettiği, sonradan elem ve acının arttığının sözkonusu olamayacağı gösterilmiştir (Yargıtay 9. H.D. 26.11.1991-13498/14738, KILIÇOĞLU, Mustafa. s. 266). Ancak bu ve benzeri kararlarda Yargıtay görüşünün normatif dayanağına rastlanılamamaktadır. Borçlar Kanunu m. 47’de bu düşünceyi doğrulayan bir anlatıma rastlanılamaz. Öte yandan Yargıtay sağ doğmak koşulu ile ana rahmine düşen kişilerin dahi tazminat isteyebileceği yolunda bir uygulamayı sürdürmektedir. Gerekçe olarak da ölen kişiyi layıkı veçhile tanıyamamak ve gereği gibi hatırlayamamak sonucu ileride duyacakları üzüntü belirtilmiştir (Yargıtay 4. H.D., 5.3.1979-9773/2900; KARAHASAN, Mustafa Reşit: Manevi Tazminat, 2001, s. 355). Yargıtay bu görüşünü çeşitli kararlarıyla pekiştirmiştir (Örneğin Yargıtay 4. H.D. 25.6.1984-5455/5969).
Şu durumda Yargıtay’ın benimsediği acı ve elemin karşılığı olan manevi tazminatın (subjektif görüş tercihi) bütünlüğü ilkesi ile temyiz kudretine sahip olmayan çocukta acı ve elem olgusunu arama düşüncesi çelişki oluşturmaktadır.
Uygulamada davaların uzaması, paranın satın alma değerinin düşmesi gibi sorunlar manevi tazminatı moral değerlerinin telafisi olan amacına ulaştırmaktan uzaktır. Yargıtay bir taraftan hükmedilecek tazminatın hakkaniyete uygun olması gerektiğini kararlarında vurgularken (Örneğin Yargıtay 9. H.D., 17.10.1989-6402/8274, Uygur: s. 665) öte yandan hakkaniyete ulaşacak yolları “manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi” ile tıkamaktadır.
İşte Anayasa Mahkemesi’nin 20.7.1999 tarih 1/33 sayılı kararı HUMK. m. 87’nin son cümlesini iptal ederek konumuza indirgendiğinde, manevi tazminatın bölünmezliği ilkesini ortadan kaldıran, dolayısıyla en üst norm olan hakkaniyeti yaşama geçiren muhteşem bir karardır.
Yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulundaki tartışmalar sırasında kısmi olmayan davalarda, dava edilmeyen ya da davacının her ne sebeple olursa olsun sonradan fark ettiği hakkından zımnen feragat etmesi sebebiyle, ıslah yolu ile olsa dahi müddeabihin artırılamayacağı kabul edilmiştir.
Öncelikle kısmi olmayan davada başlangıçta dava dısı kalan bölümden davacının feragat edip etmediğini, zımni feragatin mümkün olup olmayacagını irdelemek gerekir.
“Feragat iki taraftan birinin netice-i talebinden vazgeçmesidir” (HUMK. m. 91). “Feragat… beyanı dilekce ile veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır” (HUMK. m. 93). “Zabıtnamenin… iki tarafın ikrar, sulh ve feragatine teallük eden kısımları bunların huzurunda okunarak, kendilerine imza ettirilir” (HUMK. 151/5). “Feragat… kat’i bir hükmün hukuki neticelerini hasıl eder” (HUMK. m. 95). Bütün bu kurallar, ozellikle Hukuk Usulu Muhakemelerı Kanununun 95. maddesinde yer alan feragatin hüküm sonucu doğuracağı yönündeki amir düzenleme, feragatte de Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 388. maddesinde yer alan “taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların… şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.” hükmünün dikkate alınmasını zorunlu kılar. Başka bir ifade ile feragatin açık olması zorunludur. Zımni feragattan söz etmek bu kurallarla bağdaşmaz. Türk Ceza Kanununun 111. maddesi, Borçlar Kanununun 113. maddesinde gösterildiği gibi, kanunlarımızda bulunan bazı kuralları, zımni feragate delil olarak göstermek de doğru olmaz. Söz konusu kurallar feragati değil, kanunda gösterilen öğelerin oluşması halinde, bazı hakların düşeceğini amirdir.
Tartışmalar sırasında kısmi olmayan davanın kesin hüküm oluşturması sebebiyle sonradan dava açılamayacağı, kısmi olmayan davaya ait dilekçenin (HUMK. 87. maddesinin son cümlesinin iptal edilmesinden sonra da) ıslahı yolu ile müddeabihin artırılamayacağı ifade edilmiştir. Kısmi olmayan dava sonunda, henüz hüküm oluşmamış bulunduğundan bu düşüncenin olaya uygun olmadığını ifade etmekle yetineceğiz.
“İki taraftan her biri usule müteallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir.” (HUMK. m. 83). “Islah, tahkikata tabi olan davalarda, tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir” (HUMK. m. 84). “Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren usule müteallik bilcümle muamelelerin yapılmamış addolunmasını müstelzimdir.” (HUMK. m. 87). “Islah, eden taraf davanın kâmilen ıslah ettiği ve bunun tebliği tarihinden itibaren üç gün zarfında yeni bir dava ikame eylemediği halde davası iptal olunur.” (HUMK. m. 88).
Görüldüğü üzere dava açılmasına müteallik işlemin her yönünü ıslah yolu ile düzeltmek, değiştirmek mümkündür. Bu sebepledir ki öğretide “ıslah, karşı tarafın iznine ve yargıcın onamına bağlı olmaksızın, bir tarafın usule ilişkin olarak yaptığı işlemleri, gerekli giderleri vermek koşuluyla, yasada belirtilen süre içinde usulüne uygun tamamen veya kısmen düzeltilmesini sağlayan bir hukuksal çaredir” biçiminde tarif edilmektedir (YILMAZ, Ejder: Islah, 1982, s. 27).
Davada ıslah edilemeyecek iki öğeden biri Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 87. maddesinin son fıkrasında yer alan “Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” kuralı, diğeri de 4.5.1978 tarihli, 4/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile belirlenen “ıslah yolu ile dahi davanın taraflarının değiştirilemeyeceği” kuralı idi. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 87. maddesinin son cümlesi Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.1999 tarihli, 1/33 sayılı kararı ile iptal edilmiş, karar 4.11.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak hukuk alanında etki yaratmaya başlamıştır. Mer’i hukuk açısından “ıslah yolu ile taraf değiştirilemeyeceği” kuralından başka, dava işlemlerinde düzeltilemeyecek bir yön kalmamıştır. Şu halde her türlü davada (kısmi olmayan dava da dahil) ıslah yolu ile müddeabihin artırılmasını engelleyen bir kural yoktur. “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savuma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” (Anayasa m. 36) “Temel hak ve hürriyetler… kanunla sınırlanabilir” (Anayasa m. 13). Şu halde hak arama temel hürriyetinin bir tezahürü olan dava dilekçesi düzenlenmesi ve bunun düzeltilmesi (ıslahı) hakkında açık kanun hükmü bulunmadan yorum yolu yapılan kısıtlamaları, Anayasanın sözü edilen kuralları ile bağdaştırmak mümkün olmaz. Hele usule ilişkin kuralların kapsamını yorum yolu ile genişletip hak arama özgürlüğü önüne setler koymak, yargılama usulüne dair kanunların oluşturulma amacına da uygun düşmediği gibi, Anayasa Mahkemesi Kararının etkisini yorum yolu ile daraltmak olur. Bu yorumu Anayasanın 138/4. ve 153/6. maddeleri hükümleri ile bağdaştırmak da mümkün değildir.
Davacının 6.2.2001 tarihli harçlı dilekçesi ile manevi tazminat isteğini 300.000.000 TL’den 1.000.000.000 TL’ye çıkarırken bazı gerekçeler göstermiş olması, dilekçenin ıslah dilekçesi olarak vasıflandırılmasına da engel değildir. Zira hakim tarafların tavsifi ile bağlı olmayıp “re’sen Türk Kanunları mucibince hüküm verir.” (HUMK. 76).
Hakim Medeni Kanunun 4 ve Borçlar Kanununun 49. maddesine uygun manevi tazminata hükmetmiştir. Sayın Çoğunluğun bozma kararına bu sebeplerle katılamıyoruz.
Tahir ALP Mustafa KILIÇOĞLU
2. Hukuk Dairesi Başkanı 9. Hukuk Dairesi Üyesi
Esas Numarası:2001/21-993
Karar Numarası:2001/1019
Karar Tarihi:14.11.2001
TaRaflar arasındakı “manevi tazminat” davasından dolavı yapılan yargılama sonunda; Zonguldak 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen (…) kararın incelenmesi davalı işveren vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 22.5.2001 gün ve 2001/2901-4006 sayılı ilamı ile; (…Dava meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünü % 12 oranında yitiren işcinin duymuş olduğu acı ve üzüntünün karşılığı bulunan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacının, maddi ve manevi tazminattan, fazla haklarına saklı tutmak suretiyle 300.000.0000.-TL.lık manevi tazminat davası açtığı, yargılama sırasında Anayasa Mahkemesince H.U.M.K.nun 87/son maddesinin iptal edildiğinden bahisle 2.2.2001 tarihli dilekçe ile dava dilekçesini ıslah ettiğinden bahisle manevi tazminat talebini 1.000.000.000.-TL.na çıkardığı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık manevi tazminatın bölünüp bölünemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla, üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle manevi tazminatın bölünmesi, bir kısmının dava konusu yapılması, kalanının saklı tutulması olanağı yoktur. Niteliği itibariyle manevi tazminat bölünemez. Bir defada istenilmesi gerekir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.9.1996 gün ve 1996/21-397-637 sayılı kararı ile 13.10.1999 gün ve 1999/21-638-818 sayılı kararı da bu doğrultudadır. Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın ve özellikle manevi tazminatın bölünmezliği nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMİZ EDEN: Davalı işveren vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan (..) sonra gereği görüşüldü:
Davacı, davalı Kurumun işyerindeki çalışması sonucu daimi işgücü kaybına uğradığını belirterek 300.000.000.-TL. manevi tazminat isteminde bulunmuş ve davanın devamı sırasında mahkemeye verdiği 6.2.2001 havale tarihli dilekçe ile de, Anayasa Mahkemesinin H.U.M.K.nun 87. maddesinin son cümlesini iptal etmekle, müddeabihin arttırılabileceği gerekçesi ile 300.000.000.-TL. olan manevi tazminat miktarını 1.000.- 000.000.-TL. yükselterek istemini ıslah (değiştirdiğini) ettiğini bildirmiştir. Mahkemece de, istemdeki gerekçeler yerinde görülerek 850.000.000 TL. manevi tazminata hükmedilmiş, kararın temyizi üzerine özel Dairece yerel mahkeme kararı yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulmuştur.
Manevi tazminat, zarar görenin kişilik değerlerinde, bedensel bütünlüğünün iradesi dışında ihlali hallerinde meydana gelen eksilmenin (manevi zararın) giderilmesi, tazmin ve telafi edilmesidir.
Anayasamız 5, 12, 17, 20 ve 26. maddelerinde kişilik değerlerinin önemini esas alarak bunları ihlal edenlere karşı kişinin korunmasını garanti altına almıştır. Kanunkoyucu, manevi tazminat davası açılacak halleri M.K. 24a/II, 25, 85, 143/II, 126/II, 305; BK. 47 ve 49 uncu maddelerinde ayrı ayrı düzenlenmiştir. BK. 47 nci maddesi ise özel nitelikte bir hüküm olup fizik (maddi) kişilik değerlerinin, yani yaşama hakkı ile vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan hallerde manevi zararların tazminini düzenlemiştir. Zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Amacı ise kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, kişinin duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar vereni bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkoyması gibi olguları karşıladığı bir gerçektir. Manevi tazminat, kişinin çekmiş olduğu fiziksel ve manevi acıları dindirmeyi, hafifletmeyi amaçlar. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığıdır. Bu tazminat türü, kişinin haksız eylem sonucu duyduğu acı ve elemin giderilmesini amaçladığı için, zarar gören kişi, öngördüğü miktarı belirleyerek istemde bulunabilir. Maddi zararda olduğu gibi manevi tazminatta kesin bir hesabın yapılması olanaksızdır. Bunun için miktarı, somut olayın özelliği, tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak M.K.’un 4. maddesi uyarınca hakim tarafından takdir ve tayin edilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını belirlemede geniş bir yetkiye sahiptir. Zarar gören, uğradığı haksız eylemden kaynaklanan maddi tazminatın miktarını tayin edip talep edebilir. Hatta zarar gören, maddi zararını kısmi dava olarak bir defada değil, zamanaşımı süresi içinde, birden fazla talepler halinde isteyebilir. Oysa manevi zarar, haksız eylemin sonucunda, uğranılan kişilik değerlerindeki azalmanın karşılığı olduğu ve zarar gören tarafından da takdir ve tayin edilebilir bulunduğu için birden fazla bölümler halinde istenemez. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığı olduğu için, haksız eylemin meydana geldiği anda gerçekleşir. Acı ve elemin bölünerek bir kısmın açılacak kısmi dava ile, kalanın açılacak başka bir davada talep edilmesi, manevi tazminatın özüne ve işlevine aykırı düşer. Ödetmenin uzaması, para değerindeki düşüşler, enflasyon nedeniyle alım gücünün azalması gibi nedenlerle hükmedilecek miktarın faizi ile birlikte tahsili zararı karşılamaktan uzak olması, manevi tazminatın bölünerek istenmesini haklı göstermez. Şartları varsa faizi aşan zarar isteme olasılığı düşünülebilinir.
Olayın özelliği itibariyle, davacının isteminin, ıslahla ve bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’nin Resmi Gazete’nin 04.11.2000 gün ve 24220 sayısında yayımlanan 20.07.1999 gün, E. 1999/1, K. 1999/33 sayılı kararı ile bir bağlantısı bulunmamaktadır. İstemin değiştirilmesi ve artırılması için, istekte bulunanın daha önceki isteminin dışında ve ondan daha fazla alacağının bulunması gerekir. Manevi zararda, zarar görenin daha önce belirttiği istemi ile zararını açıkladığı ve belirttiği için artık geriye bir alacağı kalmadığı için gerek ayrı bir dava ve gerekse ıslah yoluyla bir istemde bulunamaz.
Öğretide ve kararlılık gösteren yargısal inançlarda da manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamayacağı, ıslah yolu ile de istemin arttırılamayacağı benimsenmektedir. Buna gerekçe olarak da, manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir. Çünkü manevi tazminatın takdirinde hakime çok geniş takdir yetkisi verilmiştir. Hakimin takdir yetkisi bölünemez (Bkz. Prof. Dr. Baki KURU, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt: II, 2001, s. 1528 vd; Prof. Dr. Ejder YILMAZ, Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması (Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi, 11.05.2001 tarihli makale) s. 10 vd; Y. 9. H.D., 12.02.1991 gün ve 10324/2244; Aynı Dairenin 26.12.1989 gün ve 10280/11438, 21. H.D.’nin 06.11.1997 gün ve 7074/7186 sayılı kararı, 4. H.D.’nin 14.05.1998 gün ve 9223/3428 sayılı, Y.H.G.K.’nun 02.07.1980 gün ve E. 3/1477 K. 2113 sayılı; aynı Kurulun 27.03.1981 gün ve E. 9/1481 K. 251 sayılı; Aynı Kurulun 25.09.1996 gün ve 1996/21-397-637 ve 13.10.1999 gün ve E. 1999/21-648 K. 838 sayılı içtihatları).
Bu durumda yukarıda yazılı gerekçelere ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı işveren vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda benimsenen ilkelerden ve özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı (…) BOZULMASINA.
MUHALEFET ŞERHİ
Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık, manevi tazminatın bölünüp bölünmeyeceği, HUMK’nun 87. maddesi son cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle manevi tazminat davalarında günün koşullarına göre müddeabihin ıslah yoluyla değiştirilip değiştirilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Manevi tazminatın bölünüp bölünemeyeceği sorununa öncelikle manevi tazminatın niteliği ve amacı yönüyle yaklaşmak gerekir. Manevi tazminat, manevi zararın bir giderim biçimidir. Herkese karşı korunan kişilik hakkının kapsamına giren değerlerden (maddi-manevi) birinin ihlali halinde doğan mutlak bir haktır. Hareket noktası manevi zarardır. Manevi zarar kişinin iç huzuru ve manevi bütünlüğünün ihlal edilmesinin mecazi bir ifadesidir (HATEMİ, Hüseyin: Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, C. II, 1994, s. 102).
Öğretide manevi tazminatın hukuki niteligi tartışmalıdır. Bu konuda “ceza görüşü”, “tatmin görüşü”, “telafi görüşü” şeklinde üc temel görüş vardır. Baskın görüş telafi gorüsüdur. Deschenaux/Tercier, manevi tazmınatı yardım etmek amacı güden, daha iyisi bulunmadığı için başvurulan ve beşeri adaletin sınır çizgisinde yer alan bir kurum olarak nitelemiştir (Deschenaux. H. and P. TERCIER: Sorumluluk Hukuku, Çev. Salim ÖZDEMİR, 1983, s. 61). Yine bu görüşe göre objektif nitelik taşır. Zarar görenin acı ve elem hissedip hissetmemesine bakılmaksızın ödeme yapılır (EREN, Fikret: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C. I, B 6, 1998, s. 779). Başka bir anlatımla tamir edici bir nitelik vurgulanır (KILIÇOĞLU, Ahmet M: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C 1, 2001, s. 270).
Yabancı hukukta manevi tazminat çeşitli kalemlerde belirtilir. Örneğin Fransa’da “Prejudice moral” başlığıyla beş kategoride zarar türü vardır. Özellikle acı ve elem parası ve yaşam zevkinin kaybından doğan zararlar önemlidir. Acı ve elem parasında -0-dan -7-ye kadar acının ağırlığı dikkate alınarak bir tablo düzenlenir. Bu değerlendirmeye göre tazminat ödenir. Yaşam zevkinin kaybı ise yaşamın eğlendirici, hoş tutucu özelliğinin kaybı durumlarında uygulanır (Bkz. KILIÇOĞLU, Mustafa: Tazminat Esasları ve Hesap Yöntemleri, 1998, s. 154 ve orada adı geçen Delpoux/TomadInI ve DaIgrement gibi yazarlar ve eserleri) İsviçre-Türk Hukukunda ise manevi tazminat tek şekilde ve global olarak ödenir. Görüleceği üzere hukukumuzda analitik ve hassas bir değerlendirmeden sözedilemez.
Uygulamada manevi tazminatın, zarara uğrayanda bir huzur duygusu doğurmakta olduğu, aynı zamanda ruhi ıstırabın dindirilmesini amaç edindiği vurgulanmakta tazminata benzer bir fonksiyonu olduğu ifade edilmektedir (Yargıtay 4. H.D., 24.1.1990-6049/257; UYGUR, Turgut. Borçlar Kanunu, C. 1, 1990, s. 666).
Yine Yargıtay’ın kökleşmiş içtihatlarına göre manevi tazminat bölünemez. Gerekçe olarak, manevi tazminatın duyulan elem ve acının karşılığı olarak bütünlük arzettiği, sonradan elem ve acının arttığının sözkonusu olamayacağı gösterilmiştir (Yargıtay 9. H.D. 26.11.1991-13498/14738, KILIÇOĞLU, Mustafa. s. 266). Ancak bu ve benzeri kararlarda Yargıtay görüşünün normatif dayanağına rastlanılamamaktadır. Borçlar Kanunu m. 47’de bu düşünceyi doğrulayan bir anlatıma rastlanılamaz. Öte yandan Yargıtay sağ doğmak koşulu ile ana rahmine düşen kişilerin dahi tazminat isteyebileceği yolunda bir uygulamayı sürdürmektedir. Gerekçe olarak da ölen kişiyi layıkı veçhile tanıyamamak ve gereği gibi hatırlayamamak sonucu ileride duyacakları üzüntü belirtilmiştir (Yargıtay 4. H.D., 5.3.1979-9773/2900; KARAHASAN, Mustafa Reşit: Manevi Tazminat, 2001, s. 355). Yargıtay bu görüşünü çeşitli kararlarıyla pekiştirmiştir (Örneğin Yargıtay 4. H.D. 25.6.1984-5455/5969).
Şu durumda Yargıtay’ın benimsediği acı ve elemin karşılığı olan manevi tazminatın (subjektif görüş tercihi) bütünlüğü ilkesi ile temyiz kudretine sahip olmayan çocukta acı ve elem olgusunu arama düşüncesi çelişki oluşturmaktadır.
Uygulamada davaların uzaması, paranın satın alma değerinin düşmesi gibi sorunlar manevi tazminatı moral değerlerinin telafisi olan amacına ulaştırmaktan uzaktır. Yargıtay bir taraftan hükmedilecek tazminatın hakkaniyete uygun olması gerektiğini kararlarında vurgularken (Örneğin Yargıtay 9. H.D., 17.10.1989-6402/8274, Uygur: s. 665) öte yandan hakkaniyete ulaşacak yolları “manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi” ile tıkamaktadır.
İşte Anayasa Mahkemesi’nin 20.7.1999 tarih 1/33 sayılı kararı HUMK. m. 87’nin son cümlesini iptal ederek konumuza indirgendiğinde, manevi tazminatın bölünmezliği ilkesini ortadan kaldıran, dolayısıyla en üst norm olan hakkaniyeti yaşama geçiren muhteşem bir karardır.
Yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulundaki tartışmalar sırasında kısmi olmayan davalarda, dava edilmeyen ya da davacının her ne sebeple olursa olsun sonradan fark ettiği hakkından zımnen feragat etmesi sebebiyle, ıslah yolu ile olsa dahi müddeabihin artırılamayacağı kabul edilmiştir.
Öncelikle kısmi olmayan davada başlangıçta dava dısı kalan bölümden davacının feragat edip etmediğini, zımni feragatin mümkün olup olmayacagını irdelemek gerekir.
“Feragat iki taraftan birinin netice-i talebinden vazgeçmesidir” (HUMK. m. 91). “Feragat… beyanı dilekce ile veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır” (HUMK. m. 93). “Zabıtnamenin… iki tarafın ikrar, sulh ve feragatine teallük eden kısımları bunların huzurunda okunarak, kendilerine imza ettirilir” (HUMK. 151/5). “Feragat… kat’i bir hükmün hukuki neticelerini hasıl eder” (HUMK. m. 95). Bütün bu kurallar, ozellikle Hukuk Usulu Muhakemelerı Kanununun 95. maddesinde yer alan feragatin hüküm sonucu doğuracağı yönündeki amir düzenleme, feragatte de Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 388. maddesinde yer alan “taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların… şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.” hükmünün dikkate alınmasını zorunlu kılar. Başka bir ifade ile feragatin açık olması zorunludur. Zımni feragattan söz etmek bu kurallarla bağdaşmaz. Türk Ceza Kanununun 111. maddesi, Borçlar Kanununun 113. maddesinde gösterildiği gibi, kanunlarımızda bulunan bazı kuralları, zımni feragate delil olarak göstermek de doğru olmaz. Söz konusu kurallar feragati değil, kanunda gösterilen öğelerin oluşması halinde, bazı hakların düşeceğini amirdir.
Tartışmalar sırasında kısmi olmayan davanın kesin hüküm oluşturması sebebiyle sonradan dava açılamayacağı, kısmi olmayan davaya ait dilekçenin (HUMK. 87. maddesinin son cümlesinin iptal edilmesinden sonra da) ıslahı yolu ile müddeabihin artırılamayacağı ifade edilmiştir. Kısmi olmayan dava sonunda, henüz hüküm oluşmamış bulunduğundan bu düşüncenin olaya uygun olmadığını ifade etmekle yetineceğiz.
“İki taraftan her biri usule müteallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir.” (HUMK. m. 83). “Islah, tahkikata tabi olan davalarda, tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir” (HUMK. m. 84). “Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren usule müteallik bilcümle muamelelerin yapılmamış addolunmasını müstelzimdir.” (HUMK. m. 87). “Islah, eden taraf davanın kâmilen ıslah ettiği ve bunun tebliği tarihinden itibaren üç gün zarfında yeni bir dava ikame eylemediği halde davası iptal olunur.” (HUMK. m. 88).
Görüldüğü üzere dava açılmasına müteallik işlemin her yönünü ıslah yolu ile düzeltmek, değiştirmek mümkündür. Bu sebepledir ki öğretide “ıslah, karşı tarafın iznine ve yargıcın onamına bağlı olmaksızın, bir tarafın usule ilişkin olarak yaptığı işlemleri, gerekli giderleri vermek koşuluyla, yasada belirtilen süre içinde usulüne uygun tamamen veya kısmen düzeltilmesini sağlayan bir hukuksal çaredir” biçiminde tarif edilmektedir (YILMAZ, Ejder: Islah, 1982, s. 27).
Davada ıslah edilemeyecek iki öğeden biri Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 87. maddesinin son fıkrasında yer alan “Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” kuralı, diğeri de 4.5.1978 tarihli, 4/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile belirlenen “ıslah yolu ile dahi davanın taraflarının değiştirilemeyeceği” kuralı idi. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 87. maddesinin son cümlesi Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.1999 tarihli, 1/33 sayılı kararı ile iptal edilmiş, karar 4.11.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak hukuk alanında etki yaratmaya başlamıştır. Mer’i hukuk açısından “ıslah yolu ile taraf değiştirilemeyeceği” kuralından başka, dava işlemlerinde düzeltilemeyecek bir yön kalmamıştır. Şu halde her türlü davada (kısmi olmayan dava da dahil) ıslah yolu ile müddeabihin artırılmasını engelleyen bir kural yoktur. “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savuma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” (Anayasa m. 36) “Temel hak ve hürriyetler… kanunla sınırlanabilir” (Anayasa m. 13). Şu halde hak arama temel hürriyetinin bir tezahürü olan dava dilekçesi düzenlenmesi ve bunun düzeltilmesi (ıslahı) hakkında açık kanun hükmü bulunmadan yorum yolu yapılan kısıtlamaları, Anayasanın sözü edilen kuralları ile bağdaştırmak mümkün olmaz. Hele usule ilişkin kuralların kapsamını yorum yolu ile genişletip hak arama özgürlüğü önüne setler koymak, yargılama usulüne dair kanunların oluşturulma amacına da uygun düşmediği gibi, Anayasa Mahkemesi Kararının etkisini yorum yolu ile daraltmak olur. Bu yorumu Anayasanın 138/4. ve 153/6. maddeleri hükümleri ile bağdaştırmak da mümkün değildir.
Davacının 6.2.2001 tarihli harçlı dilekçesi ile manevi tazminat isteğini 300.000.000 TL’den 1.000.000.000 TL’ye çıkarırken bazı gerekçeler göstermiş olması, dilekçenin ıslah dilekçesi olarak vasıflandırılmasına da engel değildir. Zira hakim tarafların tavsifi ile bağlı olmayıp “re’sen Türk Kanunları mucibince hüküm verir.” (HUMK. 76).
Hakim Medeni Kanunun 4 ve Borçlar Kanununun 49. maddesine uygun manevi tazminata hükmetmiştir. Sayın Çoğunluğun bozma kararına bu sebeplerle katılamıyoruz.
Tahir ALP Mustafa KILIÇOĞLU
2. Hukuk Dairesi Başkanı 9. Hukuk Dairesi Üyesi