Memurlarda Atama İptali Davası Nedir?

İsim Belirtmeden Hakaret Tazminat Davası

İsim Belirtmeden Hakaret Tazminat Davası

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO:2014/85
KARAR NO:2015/1774
KARAR TARİHİ:16.09.2015
>MANEVİ TAZMİNAT DAVASI–KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI–MATUFİYET UNSURU
TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 24
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 49
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 126
TÜRK BORÇLAR KANUNUNUN YÜRÜRLÜĞÜ VE UYGULAMA ŞEKLİ HAKKINDA KANUN (6101) Madde 1
“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 08.12.2011 gün ve 2010/ 516 E – 2011/581 K. sayılı kararın incelenmesi, davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12.02.2013 gün ve 2012/6005 E 2013/2163 K. sayılı ilamı ile;
(…Dava, kişilik hakkına saldırı nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece dava reddedilmiş, kararı davacı temyiz etmiştir.
Davacı, iktidar partisi milletvekili olduğunu, üyesi bulunduğu partinin Anayasa değişikliği önerisini meclise sunduğunu, teklifin yasalaşma sürecinde ve sonraki “halk oylaması” aşamasında halkı “evet” oyu kullanmaya davet eden çalışmalar yaptığını, halk oylamasında evet oyunun daha fazla çıkması nedeniyle Anayasa değişikliği yapılması sonrasında, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı olan davalının 18/09/2010 tarihinde Hatay’da düzenlenen “Türkiye Nereye Gidiyor” konulu panelde ve buradaki konuşmalarının yinelendiği ve tartışıldığı 20/09/2010 tarihli … Televizyonu’nda yayınlanan “Söz Sende” programındaki sözlerle, kendisi gibi “evet” oyu kullanan kesimi gaflet, delalet, hıyanet ve cahillikle itham ettiğini ve böylelikle kişilik hakkına saldırıldığını belirterek manevi tazminat istemiştir.
Davalı taraf, sözlerin davacıya yönelik olmadığını, genel ifade açıklaması niteliğinde olan sözler nedeniyle “evet” oyu kullanıp kullanmadığını bilemeyeceği davacıya yönelik açıklamada bulunulmadığını, sözlerin tahkir amaçlı olmayıp, bilinçli olarak oy verenler dışında kalan kimselere yönelik olarak kullanıldığını, oyunu bilinçsiz olarak kullananların hatasının vurgulandığını, ortalama bir kişinin sözlerin muhatabının davacı olduğunu anlayamayacağını, sözlerin eleştiri sınırında kaldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkeme, sözlerde davacının ismi geçmediği, sözlerin davacıya yönelik olduğu anlaşılamadığı ve davacıya yönelik bir ifade de bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
Dosyadaki belgelerden davacının, Anayasa değişikliğinin halk oylamasına sunulması teklifini meclise sunan, bu teklifin komisyon ve genel kurul aşamasında yasalaşması için ve halkın “halk oylaması” sırasında “evet” oyu vermesi için çalışmalar yapan, kampanya yürüten, bu bağlamda açık hava konuşmaları, radyo ve televizyon programları ile halkı “evet” oyu kullanmaya çağıran iktidar partisinin milletvekili olduğu anlaşılmaktadır. Davalının konuşmalarında geçen ve “evet” oyu veren %58’lik kesimin içinde davacının yer almadığını iddia etmek davacının üyesi olduğu partinin eylemleri ve davacının sıfatı ile bağdaşmaz. Şu durumda davalının sözlerinin, Anayasa değişikliği teklifini yapan, değişiklik için “evet” oyu kullanılması için kampanyalar düzenleyen partinin milletvekili olan davacıya yönelik olduğunun kabulü, sözlerin davacıya da matuf olduğu gözetilerek işin esasına girilmek gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi usul ve yasaya aykırı olduğundan kararın bozulması gerekmiştir…)
gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı, iktidar partisi milletvekili olduğunu, üyesi bulunduğu partinin Anayasa değişikliği önerisini meclise sunduğunu, teklifin yasalaşma sürecinde ve sonraki halk oylaması aşamasında halkı “evet” oyu kullanmaya davet eden çalışmalar yaptığını, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı olan davalının katıldığı panelde kendisi gibi “evet” oyu kullanan kesimi gaflet, delalet, hıyanet ve cahillikle itham ettiğini ve böylelikle kişilik hakkına saldırıldığını belirterek manevi tazminat istemiştir.
Davalı vekili, davalının ifadelerinin hiçbir yerinde davacının isminin ve sıfatının geçmediğini, açıklamalarda davacının hedef alınmadığını, ortalama bir insanın bu ifadelerden davacının kastedildiğini anlayamayacağını, davacı yönünden matufiyet şartının gerçekleşmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece ,”-TMK’nun 24. ve BK’nun 49. maddelerine göre kişilik haklarına saldırılan kişi manevi tazminat talep edebilir. Davalının her iki konuşmasındaki sözleri yapılan oylama sonucuna ilişkin kişisel düşünceleri olup, davacıyı kastettiğine dair matufiyet unsuru gerçekleşmemiştir. Davacı bundan doğrudan doğruya her hangi bir zarar görmediği gibi davacının hangi yönde oy kullandığının da bilinmediği; davacı dilekçesinde milletvekili olduğunu beyan ettiğine göre siyasetçilerin bu tür eleştirilere katlanmaları gerektiği…” gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine; Özel Dairece yukarıda belirtilen gerekçelerle oyçokluğu ile bozulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilip genişletilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu ifadeler dikkate alındığında, matufiyet unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle işin esası ile ilgili yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ” Saldırıya karşı ” başlıklı 24. maddesi
”… Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir…” şeklindedir
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun konuya ilişkin 49.maddesi ise;
”…(Değişik madde: 04/05/1988 – 3444/8. md.) Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir…” düzenlemesini içermekte olup, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 126. maddesi;
”… Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.” hükmünü haizdir.
Belirtilmelidir ki , manevi tazminat isteme hakkı kural olarak, ancak saldırının kişilik haklarına doğrudan yönelik olduğu kişiye tanınmıştır. (Uygur Turgut, Açıklamalı İçtihatlı Borçlar Kanunu Genel Hükümler Cilt 1. İstanbul 1990, s.689)
Buna göre eldeki uyuşmazlıkta Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu’nun anılan maddelerinde belirtilen “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse” ve “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi” şeklindeki ifadelerin somut olayda davacıyı hukuki koruma altına alıp almadığının açıklığa kavuşturulması gerekir. İşte bu sorun uygulamada matufiyet unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediği yönündeki inceleme ile çözülmektedir.
Matufiyet kelime anlamı olarak; yöneliklik, yönelmiş olmaklık olarak tarif edilmektedir (YILMAZ Ejder, Hukuk Sözlüğü, b.7 Ankara 2002, s.784).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun, 07.07.2010 gün ve 2010/4-377 E ve 2010/365 K sayılı kararında da kabul edilmiştir.
Özellikle kişilik haklarına saldırı nedeniyle tazminat istemini içeren davalarda konu olan matufiyet şartı açıkça kanunda yer almamakla birlikte Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuza girmiştir. Matufiyet şartının içtihatlarda adı, sanı, kimliği belli olmasa da ona yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak şekilde ithamlara, yönelimlere yer veren ifadeler olarak kabul edilmektedir.
Yargısal kararlarda yayım ile şeref ve haysiyetine veya özel yaşamına dolayısıyla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia eden yönünden varlığı aranan önemli bir koşul olarak tarif edilmiş, matufiyetin varlığını kabul için o yayında ya kişinin adından açıkça sözedilmesi veya konumunun sıfatının gösterilmesi yada bunlardan söz edilmese dahi yayın içeriğinden bu kişinin amaçlandığı, yayının ona yönelik olduğunun anlaşılması veya anlaşılabilir olması şartları aranmıştır.
Gerçekten, hukuka aykırı eylemde bulunan kişi mağdurun ismini açıkça belirtmemiş veya isnat ettiği fiili üstü kapalı bir biçimde geçiştirmişse, isnadın mahiyetinde ve mağdurun şahsına matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa, hem isim zikredilmiş, hem de hakaret vaki olmuş sayılır.
Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının Adalet ve Kalkınma Partisi Şanlıurfa Milletvekili, davalının ise Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı olduğu, davalının 12 Eyül 2010 tarihinde Anayasa Değişikliğine İlişkin Halk Oylamasından sonra ADD Hatay şubesi tarafından düzenlenen “Türkiye Nereye Gidiyor” konulu panelde “Çözüm bizlerdedir. Yani sizlerdedir.Yani oylarımızdadır. O oylar bilinçliyse de ala bilinçli olmayan yani % 42 nin dışında olan oylar bana göre gaflet, delalet ve hıyanet içindedir. Hıyaneti hepimiz biliyoruz. Bizi sömürmek üzere kendi menfaatlerine göre buraya gelmiş olanları ben suçlamam. Onlar kendi ülkeleri için çalışıyorlar. Bizimkilerde kendi ülkeleri için çalışırlarsa o emperyalist güçlerin emrinde iş birlikçi olmazlar” şeklindeki ifadeler kullandığı, bu ifadelerin kamuoyunda oluşturduğu tepki üzerine 20 Eylül 2010 tarihinde Habertürk Televizyonunda “Söz Sende” adlı proğrama katıldığı, burada da konu ile ilgili olarak “…Ama açıklarsak şöyle oluyor. Şimdi Türkiye’nin istatistiklerinde Tarhan Erdem’in ifadesine göre dün akşam konuşulduğu için söyleyeyim. %58 evet oylarına karşılık %42 hayır oyları niçin verilmiş diye bir araştırmaların sonuçları analizini koydu nedir? Şu görülüyor orada iyi eğitimliler, eğitim alabilmişler, yüksek eğitimliler yükseldikçe eğitim hayır artıyor ve şey evet artıyor şey cehalet deyim iyi eğitim olmadığı sürece yani eğitimle alakalı kıstasta bakıldığında eğitimli kesim hayır diyor, eğitimsiz kesim evet diyor. Gelir seviyesine bakıldığında…” ifadelerini sarf ettiği anlaşılmaktadır.
Davalının panelde ve canlı yayındaki ifadelerinin tamamı incelendiğinde davacının isminin ve sıfatının belirtilmediği, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 67/2 maddesi uyarınca seçimlerin ve halk oylamasının serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılmasına göre kimin “evet” oyu, kimin “hayır” oyu verdiğinin “gizli oy” ilkesi nedeniyle bilinemeyeceği, ortalama bir okur ya da dinleyicinin davalının sözlerinin muhatabının davacı olduğunu anlayamayacağı, davacının parti politikaları doğrultusunda çalışma yapmasının matufiyet unsurunun gerçekleşmesi için yeterli olmadığı, bu halde davalının ifadelerinin davacıya matuf olmadığının kabulü gerekir.
O halde, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkin davanın matufiyet unsuru gerçekleşmediğinden reddine ilişkin yerel mahkemece verilen direnme kararı yerinde olup onanmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 16.09.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlığa konu dâva, davalı tarafından davacının kişilik haklarına saldırıldığı iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.
Toplumda bilinen bir derneğin Genel Başkanı olan davalının 18 Eylül 2010 tarihinde derneğin Hatay Şubesinde düzenlenen “Türkiye nereye gidiyor” konulu panelde :
” Çözüm bizlerdedir. Yani sizlerdedir.Yani oylarımızdadır. O oylar bilinçliyse de hala bilinçli olmayan yani % 42 nin dışında olan oylar bana göre gaflet, delalet ve hıyanet içindedir. Hıyaneti hepimiz biliyoruz. Bizi sömürmek üzere kendi menfaatlerine göre buraya gelmiş olanları ben suçlamam. Onlar kendi ülkeleri için çalışıyorlar.” Bizimkilerde kendi ülkeleri için çalışırlarsa o emperyalist güçlerin emrinde iş birlikçi olmazlar” ifadelerini kullanmış, bu ifadelerin tepki çekmesi üzerine bu ifadelerini açıklamak/açıklatmak için katıldığı bir televizyon programında da Şimdi Türkiye’nin istatistiklerinde T.. E..’in ifadesine göre dün akşam konuşulduğu için söyleyeyim.. %58 lik evet oylarına karşılık.. %42 hayır oyları niçin verilmiş diye bir araştırmanın sonuçlarını analizini koydu nedir., şu görülüyor orada., iyi eğitimliler.. Yüksek eğitim alabilmiş..Yükseldikçe eğitim hayır artıyor., ve şey artıyor..cehalet., diyeyim.iyi eğitim olmadığı sürece yani eğitim ile bağlantılı kıstasta bakıldığında eğitimli kesim hayır diyor.. Eğitimsiz kesim evet diyor., gelir seviyesine bakıldığında…” ifadelerini kullanmıştır.
Davalının konuşmasında geçen oylar 2010 Anayasa değişiklikleri için yapılan halk oylamasında kullanılan oylar olup, konuşmada da geçtiği gibi seçmenlerin %58’i anayasa değişikliklerine “evet” oyu, %42’si de ” hayır” oyu kullanmıştır.
Davacı, halk oylamasına konu Anayasa değişiklerini ülke gündemine getiren ve hazırlayan ve oylama öncesi “evet” oyu kullanılması yönünde kampanya yürüten partinin üyesi ve milletvekilidir.
Davacı tabii olarak halk oylamasında “evet” oyu kullandığını ve davalının %42 lik dilimin dışında kalan” şeklinde tarif ettiği “Evet” oyu kullanan insanları gaflet,delalet, hıyanet ve cahillikle itham ettiğini, bu nedenle kendisinin de “evet” oyu kullanmış bir kişi olarak şahsiyet haklarının davalı tarafından ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
Yerel mahkeme gerek bozmadan önceki ilk red kararında gerekse bozma sonrası direnme kararında kararı iki gerekçeye dayandırmıştır:
1-Oylamanın gizli olduğu, “davacının mensubu olduğu partinin anayasa oylamasında evet yönünde propaganda yapması sebebiyle davacının aksi yönde (oy) kullanmayacağı düşüncesine iştirak edilemeyeceği” bu nedenle davacının hedef alındığının söylenemeyeceği, yani bir kısım yargı kararları ve doktrindeki kullanımı ile “matufiyet” şartının gerçekleşmediği,
2-Davalının sözlerinin düşünce hürriyeti kapsamında kaldığı, tahammülle karşılanması gerektiği…
Özel Daire ise “Davalının konuşmalarında geçen ve “evet” oyu veren %58’lik kesimin içinde davacının yer almadığını iddia etmek davacının üyesi olduğu partinin eylemleri ve davacının sıfatı ile bağdaşmaz. Şu durumda davalının sözlerinin, Anayasa değişikliği teklifini yapan, değişiklik için “evet” oyu kullanılması için kampanyalar düzenleyen partinin milletvekili olan davacıya yönelik olduğunun kabulü, sözlerin davacıya da matuf olduğu gözetilerek işin esasına girilmesi” gerekçesiyle yerel mahkemenin ilk hükmünü bozmuştur.
Esasen, yerel mahkeme ilk kararında davanın esası hakkında da değerlendirme yapmış ve davalının sözlerinin düşünce hürriyeti kapsamında kaldığı, tahammülle karşılanması gerektiği gerekçesiyle de dâvanın reddi gereğine değinmiştir. Dolayısıyla kanaatimce Özel Dairece yerel mahkemenin işin esası hakkındaki gerekçesinin de tartışılması gerekirdi.
Dâva konusu kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu iddia edilen fiiller (konuşmalar) 818 sayılı mülga Borçlar Kanununun yürürlüğü zamanında gerçekleştiği için 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlülüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 1.maddesi uyarınca 818 sayılı Mülga Borçlar Kanunu hükümleri uygulanacaktır.
Bu kanunun 49.maddesinin 1. fıkrasına göre ” Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.”
Yerel mahkeme ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlığa göre; davalı tarafından söylenen sözlerin kapsamına davacının da girip girmediği, matufiyet şartının gerçekleşip gerçekleşmediği, hususu tartışılmalıdır.
Sözler 2010 halk oylamasında %58 oranında “evet” oyu kullanmış halk kesimi için söylenmiştir. Davacı da -yukarıda da belirttiğim gibi-halk oylamasına konu Anayasa değişiklerini ülke gündemine getiren ve hazırlayan ve oylama öncesi “evet” oyu kullanılması yönünde kampanya yürüten partinin üyesi ve milletvekilidir.
Öncelikle bir sözün doğruluğuna yorulur ve hüküm zahire göre verilir. Zahir olan davacının halk oylaması öncesinde oylamada “evet” oyu verilmesi yönünde kampanya yürüten partinin üyesi bulunması, bizzat kampanyaya da iştirak etmiş olması ve halk oylamasında da “evet” oyu kullandığını açıklamış bulunmasıdır. Artık bunun aksini iddia eden davalının iddiasını ispatlaması gerekir. Kaldı ki davalının da bu yönde açık bir iddiası yoktur. İhtimallere dayalı savunma yapılmıştır. Hukuk kuralları ise ihtimallere göre değil vakıalara dayalı olarak uygulanır.
Bu sebeplerle dava konusu olayda Özel Dairenin bozma ilamında da belirtildiği gibi “matufiyet” şartının gerçekleştiği kanaatindeyim.
Burada akla şu soru gelebilir. Büyük bir kitle için söylenmiş hakaret içerikli sözler, sözlerin yöneldiği kitle içindeki her bir fert yönünden de şahsiyet haklarına tecavüz teşkil eder mi? Mesela (X) grubuna, dinine, mezhebine, ırkına, vatandaşlığına mensup kişiler hakkında ağır hakaret ve/veya ithamlar içeren sözler -hem de bu sözler toplumda bir saygınlığı, ağırlığı ve/veya etkisi bulunan kişi/kişiler tarafından söylenmiş ise- o grubu vs oluşturan her bir ferdin kişiliğini sarsar mı? Ve dolayısıyla şahsiyet haklarına tecavüz oluşturur mu? Kuşkusuz bu soruya verilecek cevap “evet” olmalıdır.
Zira hukuk kuralları toplum ferlerinin barış içinde yaşaması ve barış ortamının daha geniş ifadesi ile kamu düzeninin korunması için doğmuş ve gelişmiştir. Geniş bir kitleye yapılan hakaret, sadece bir kişiye yönelik manevi saldırıya göre toplum nezdinde çok daha büyük bir etki yapar ve sarsıntıya sebep olur. Bu nedenle bu şekil hakaret içerikli sözler sarfeden kişiler eylemleri karşılığında hukuk davaları yönünden tazminat vs ile sorumlu olacaklarını bilmelidirler.
Doktrin de Prof.Dr. Turgut Öz de aynı görüştedir. Öz’e göre; “Bir fiilin birden çok kişinin kişilik haklarına doğrudan doğruya tecavüz teşkil etmesi mümkündür. Bu şahısların her biri tazminat davası açabilir.Bu hâllerde yansıma yolu ile manevi zarar değil doğrudan doğruya uğranılan zarar söz konusudur.Örneğin, (X) ailesinin hırsızlıkla geçindiğinin (A) tarafından söylenmesi veya yazılması halinde (X) ailesinin her ferdinin kişilik haklarına tecavüz vardır.” ( Borçlar Hukuk Genel Hükümler Prof.Dr.M.Kemal Oğuzman, Prof.Dr.M.Turgut Öz-Cilt-2 s.263)
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da 13.05.2009 gün 2009/4-120 Esas -2009/193 sayılı çok yeni bir kararında, tanınmış bir romancının 1914 olayları ile ilgili olarak yaptığı bir değerlendirmede söylemiş olduğu sözlerini, 1914 olaylarının ümmet esasına göre kurulu bir devlet olan ve içinde bir çok farklı etnik kimliğe sahip vatandaşların yaşadığı Osmanlı Devleti zamanında gerçekleşmiş olmasına rağmen bir çok kavmin gelip geçtiği ve birbiri ile kaynaştığı Anadolu coğrafyasında yaşayan bugünkü bir kişinin Türk kimliğine hakaret olarak görmüş ve olayda –Özel Daire’nin bozması doğrultusunda- matufiyet şartının gerçekleştiği sonucuna varmıştır.
Özel Daire; başlangıçta da belirttiğim gibi, yerel mahkemenin sadece dâva konusu sözlerin davalıya yönelik olmadığına (matufiyete) ilişkin gerekçesine yönelik bir bozma yaptığından, mahkemenin işin esasına ilişkin gerekçesi yönünden bir değerlendirmede bulunmadığından ve Genel Kurul tartışmaları sırasında da davalının sarfettiği sözlerin hakaret içerikli olup olmadığı tartışılmadığından, bu aşamada yapacağım bir yorum da bulunmamaktadır.
Yukarıda bahsettiğim gerekçelerle yerel mahkeme kararının Özel Daire kararı doğrultusunda bozulması gerektiği kanaatinde bulunduğumdan Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamıyorum.