Sanığın Kendisine Görevi Gereği Verilen Kullanıcı Kodu Ve Şifre İle Sorgulama Yapması Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme Veya Ele Geçirme Suçunu Oluşturmaz

İşçilik alacaklarında zamanaşımı ile ilgili Yargıtay kararları

Not: Kararların farklılık arzetmesi, Borçlar Kanunu ve Medeni Usul Kanunu’ndaki değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Gerek eski, gerekse yeni yasal düzenlemelere ilişkin içtihat örnekleri aşağıda mevcut olup, kararları incelerken, karar tarihlerine dikkat edilmesi faydalı olacaktır.

…Dava tarihi 14.5.2003 olup bu tarihten geriye doğru beş yıllık şiire içindeki alacakların hesaplanması gerekirken zamanaşımının fesih tarihinden geriye doğru beş yıllık süre için uygulanmış olması da ayrıcı bozma nedenidir.
9.HD. 2006/10030 E. 2006/14954 K. 22.05.2006

…İş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanmaktadır. Sözlü yargılama usulünde davalı ilk itirazları da dahil olmak üzere bütün savunmasını birinci duruşmada sözlü olarak bildirebilir.
İlk duruşma 12.10.2010 tarihinde yapılmıştır. Davalı vekili mazeret belirterek bu duruşmaya katılamamıştır. Mahkemece davalı vekilinin mazereti kabul edilmiştir.
İkinci duruşma 11.11.2010 tarihinde yapılmış ve davalı tarafça zamanaşımı defimde bulunmuştur.
Davalı vekilinin ilk duruşmada mazeretli olarak kabul edilmesi dikkate alındığında yapılan ikinci duruşma davalı taraf açısından ilk duruşma niteliği taşıdığından zamanaşımı defi süresi içerisindedir.
Davalı tarafın zamanaşımı defi dikkate alınarak davacının işçilik alacağı talepleri hususunda yeniden bir karar verilmesi gerekirken hatalı yorum ile yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
9 HD. 2011/7100 E. 2011/4806 K. 22.02.2011

…Somut olayda, davalı vekili cevap dilekçesinde süresinde usulüne uygun olarak zamanaşımı def’inde bulunmuştur.
Dava tarihi 11.01.2007 olup fazla mesai, hafta tatili ve genel tatil ücreti alacakları yönünden 11.01.2002 tarihinden öncesi için 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolmasına rağmen, bu tarihten öncesi için hesaplanan alacakların hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
9 HD. 2009/32812 E. 2012/198 K. 16.01.2012

…5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Bu nedenle zamanaşımı defi ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi dc ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder.
Somut olayda 27.06.2008 tarihinde açılan bu davada, davalı işveren cevap dilekçesiyle süresinde zamanaşımı definde bulunmuştur. Önceki davada fazla çalışma ve genel tatil alacakları 15.02.2002 tarihinden itibaren hesaplandığından, anılan zamanaşımı defi değerlendirilmeden sonuca gidilmesi hatalıdır.
9.HD. 2009/21836 E. 2011/39171 K. 24.10.2011

…Somut olayda davacı tarafça davaya konu alacak taleplerine ilişkin ıslah dilekçesi verildikten sonra davalı vekilince 24.03.2010 tarihinde zamanaşımı savunmasında bulunmuştur. Bu savunmanın süresinde olmadığı kabul edilse dahi davacı tarafından açıkça karşı çıkılmadığı göz önüne alındığında yukarıdaki ilkeler doğrultusunda zamanaşımı defi yönünden değerlendirme yapılmaksızın karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
9 HD. 2010/26021 E. 2012/34902 K. 17.10.2012

…Davalı vekili bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde zamanaşımı defini ileri sürmüş, söz konusu dilekçe duruşmada okunmuştur. Davacı vekili zamanaşımı definin süresi içinde yapılmadığına dair açıkça itirazda bulunmamıştır.
Öte yandan ıslah dilekçesinin tebliğinin ardından da ıslaha konu olan miktar yönünden zamanaşımı defi ileri sürülmüştür.
Böyle olunca her iki zamanaşımı defi dikkate alınmalı ve gerekirse bilirkişiden ck hesap raporu alınarak sonuca gidilmelidir. Bu husus da fazla çalışma, hafta tatili ile bayram ve genel tatil ücretleri yönünden kabule göre ayrı bir bozma nedenidir.
9 HD. 2006/8686 E. 2006/15786 K. 30.05.2006

…Somut olayda davalı, cevap dilekçesinde zaman aşımı definde bulunmamıştır.
Bilirkişi raporuna itirazlarını içeren 21.01.2008 tarihli dilekçesi ile zaman aşımı definde bulunmuştur.
Takip eden oturumlarda davalının zaman aşımı definin okunduğu hususu zapta geçmediği gibi dilekçenin davacıya tebliğ edildiğine dair dosyada her hangi bir belge de bulunmamaktadır.
Mahkemece davalının zaman aşımı defini içeren dilekçesinin davacıya tebliğ ile davacının diyecekleri tespit edildikten sonra davalının zaman aşımı definin değerlendirilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
9 HD. 2009/32910 E. 2011/48660 K. 19.12.2011

…Davacı vekili 12.05.2008 tarihinde ıslah dilekçesiyle dava konusu miktarları artırmış, davalı vekili yasal süresi içinde zamanaşımı defini ileri sürmemiştir. Ancak süre geçtikten sonra 08.01.2009 tarihli dilekçede ıslaha konu miktarlar yönünden zamanaşımı defi ileri sürülmüş, dilekçe takip eden ilk oturumda 26.03.2009 tarihinde duruşmada okunmuştur.
Davacı vekili hazır bulunduğu halde açıkça zamanaşımı definin süresinde yapılmadığına itiraz etmemiş, genel olarak beyanda bulunmuştur. Davacı vekili daha sonra 30.03.2009 tarihli dilekçe ile zamanaşımı definin süresinde yapılmadığını bildirmiştir.
Zamanaşımı definin süresinde yapılmadığı yönünde ilk oturumda beyanda bulunulmadığı için ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı defi geçerli sayılmalı ve bilirkişi raporunun ilgili seçeneği mahkemece bir değerlendirmeye tabi tutularak karar verilmelidir.
9 HD. 2009/35206 E. 2012/13225 K. 17.04.2012

…Somut olayda, davacı vekili talep sonucunu 04.02.2010 harç tarihli dilekçesi ile ıslah etmiştir.
İslah dilekçesi davalı vekiline 05.02.2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davalı vekili ıslah edilen miktarlara karşı tebliği takip eden ilk duruşmada süresi içerisinde zamanaşımı itirazında bulunduğu halde bu savunma değerlendirilmeden sonuca gidilmesi hatalıdır.
9 HD. 2010/20075 E. 2012/169 K. 16.01.2012

…Davalı vekili, davacının ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
İslah yeni bir talep olduğundan, davalının ıslaha karşı zamanaşımı definde bulunması mümkündür.
Bu nedenle ıslahla talep edilen fazla çalışma ve genel tatil alacakları yönünden ıslah tarihinden geriye doğru son 5 yıl içinde oluşan anılan alacakların bilirkişiden ek rapor alınarak belirlenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
Davalının süresinde ıslah işlemine karşı yaptığı zamanaşımı definin mahkemece nazara alınmaması doğru değildir.
9. HD. 2006/5032 E. 2006/26967 K. 12.10.2006

…Somut olayda davacı vekili davasını 27.11.2012 tarihli dilekçesiyle ıslah etmiştir, davalı vekilinin 11.12.2012 dilekçe ile ıslah dilekçesine zamanaşımı itirazında bulunduğu, mahkemece celse arasında dosyanın zamanaşımı itirazı değerlendirilmek üzere bilirkişiye verildiği, bilirkişiden bu doğrultuda ek rapor alındığı, celse arasında davacı vekilinin 21.12.2012 tarihli dilekçe ile zamanaşımı dikkate alınarak hesaplama yapılan ek rapora itiraz ettiği, davalının zamanaşımı define açıkça muvafakat etmediği anlaşılmaktadır. Mahkemece davacının bu itirazı yerinde bulunmayarak ıslahtan sonraki zamanaşımı itirazına göre hesaplama yapılan bilirkişi raporu doğrultusunda alacak miktarlarına karar verilmiştir. 6100 sayılı Kanun’un 141. maddesi uyarınca süresi geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def’ine karşı davacı açıkça muvafakat etmediğinden zamanaşımı def’inin dikkate alınmaması gereklidir
22. HD. 2013/5652 E. 2014/4092 K. 27.02.2014

…Somut olayda davalı … vekili cevap dilekçesiyle süresinde zamanaşımı definde bulunmuş olup, ıslah üzerine de duruşma sırasında alman beyanlarında da “daha önceki beyanlarımızı tekrar ederiz” demek suretiyle daha önceki beyanlarındaki zamanaşımı definde bulunduğunu kastettiği anlaşıldığından ıslah sonrası süresinde zamanaşımı definde bulunduğu kabul edilerek ulusal bayram-genel tatil ve fazla çalışma alacağı yönünden zamanaşımı definin değerlendirilerek çıkacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, mahkemece zamanaşımı savunması dikkate alınmadan sonuca gidilmiş olması bozmayı gerektirmiştir
7. HD. 2013/6709 E. 2013/15118 K. 20.09.2013

…Somut olayda, dava dilekçesi incelendiğinde davanın belirsiz alacak davası olarak değil, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak kısmi dava olarak açılmış olduğu anlaşılmaktadır. Davacı 25.07.2013 tarihinde ıslah talebinde bulunmuştur. İslah dilekçesi davalı tarafa tebliğ edilmiş olup, davalı taraf ıslah talebine karşı süresi içinde zamanaşımı definde bulunmuştur. Mahkemece, bu hususta ek bilirkişi raporu alınmadan bilirkişi raporu doğrultusunda karar verilmiştir. Ancak, kısmi dava olarak açılmış davada ıslah tarihi itibarıyla hafta tatili ve genel tatil alacakları zamanaşımına uğramış olup, zamanaşımı savunması değerlendirilmek suretiyle hesaplama yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, zamanaşımı savunması dikkate alınmadan hüküm kurulmuş olması isabetli olmayıp bozma nedenidir.
7. HD. 2014/4493 E. 2014/18884 K. 15.10.2014

…Davacı ile davalı arasındaki ilişki iş kanunundan kaynaklanmaktadır. Avans ücreti iadesi isteğinde sebepsiz zenginleşmeye dair Borçlar Kanunu 66. maddesindeki zamanaşımı süresi uygulanamaz. İş kanunu 32. maddesine göre zamanaşımı süresi değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir iken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
9.HD. 2008/5793 E. 2009/19767 K. 03.07.2009

…Somut olayda davacı, mahkemece alınan bilirkişi raporuna göre fazla çalışma ve genel tatil alacağı yönünden davasını ıslah etmiştir.
Davalı işveren, ıslaha karşı süresinde verdiği yazılı itiraz dilekçesinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
Borçlar Kanunun 126/3 maddesine göre işçi ücretlerine ilişkin davalar 5 yıllık zamanaşımına tabidir.
Fazla çalışma ve genel tatil alacakları bu tür alacaklardandır. Bu nedenle ıslahla talep edilen fazla çalışma ve genel tatil alacağının ıslah tarihinden geriye doğru 5 yılın dışında kalan ve dava dilekçesinde talep edilen miktardan fazla olan kısmı zamanaşımına uğramıştır.
Bu nedenle bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle davacının fazla çalışma ve genel tatil alacağı hakkında bir karar verilmesi gerekirken zamanaşımı itirazının dikkate alınmaması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
9. HD. 2009/31216 F. 2011/50037 K. 28.12.2011

…Somut olayda, davalı vekili süresinde verdiği cevap dilekçesiyle zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Karşıyaka 1. İş Mahkemesi 2007/192 E. Sayılı dosyasında davacının 04.03.1977-17.11.2004 tarihleri arasında çalıştığı tespit edilmiştir. Ek dava
18.07.2011 tarihinde açılmıştır. 5 yıllık zamanaşımı süresinin davanın açılması tarihinden önce dolduğu dikkate alınmadan davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
9. HD. 2011/53906 E. 2012/1613 K. 24.01.2012

…Somut olayda, davacı 1997- 2007 yılları arası için sendika aidat kesintisi alacağını istemiştir.
Davalı Belediye Başkanlığı vekili süresinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur. Mahkemece bilirkişi tarafından alacağın genel hükümler uyarınca 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu kabulü ile yapılan hesaplamaya değer verilerek karar verilmiştir.
Ancak yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda anılan alacak tazminat niteliğinde olmadığından genel hükümlere göre 5 yıllık zamanaşımına tabidir. Mahkemece taleplerin 5 yıllık zaman aşımına göre değerlendirilmemesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
9. HD. 2009/25822 E. 2011/43772 K. 17.11.2011

…Davacı, mahkemece alınan bilirkişi raporuna göre fazla çalışma, ikramiye, çocuk, aile, eğitim, yol ve yakacak yardımı alacakları yönünden davasını ıslah etmiştir. Davalı işveren, ıslaha karşı süresinde verdiği yazılı itiraz dilekçesinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
Borçlar Kanunun 126/3 maddesine göre işçi ücretlerine ilişkin davalar 5 yıllık zamanaşımına tabidir. Fazla çalışma, ikramiye, çocuk, aile, eğitim, yol ve yakacak yardımı alacakları bu tür alacaklardandır. Bu nedenle ıslahla talep edilen Fazla çalışma, ikramiye, çocuk, aile, eğitim, yol ve yakacak yardımı alacaklarından, ıslah tarihinden geriye doğru 5 yılın dışında kalan kısmı zamanaşımına uğramıştır.
Mahkemece yapılacak iş, ıslahla talep edilen ve zamanaşımına uğramayan fazla çalışma, ikramiye, çocuk, aile, eğitim, yol ve yakacak yardımı alacağı, gerekirse bilirkişiden ek rapor alınarak belirlenmeli ve oluşacak sonuç doğrultusunda fazla çalışma, ikramiye, çocuk, aile, eğitim, yol ve yakacak yardımı alacakları hakkında bir karar verilmelidir.
9. HD. 2009/26776 E. 2009/36953 K. 24.12.2009

…Borçlar Kanunu’nun 321 .maddesine göre “İşçi, taahhüt ettiği şeyi ihtimam ile ifaya mecburdur. Kasıt veya ihmal ve dikkatsizlik ile iş sahibine iras ettiği zarardan mesuldür.” Davacı şirket ile davalılar arasında zarara neden olay tarihi itibariyle iş ilişkisi mevcut olup, dava sözleşmeye aykırı davranışa dayandığından Borçlar Kanunu’nun 125.maddesinde düzenlenen 10 yıllık zamanaşımı süresinin göz önünde bulundurulması gerekir. Sözü edilen hüküm, “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir” kuralını öngörmüştür.
Davacı şirket tarafında ilgili vergi dairesine ödeme 19.2.2001 tarihinde yapılmıştır. Davacının konuyla ilgili olarak zararı anılan tarih itibarıyla doğmuştur. Bu dava 6.11.2001 tarihinde açılmış olmakla 10 yıllık zamanaşımı süresi geçmemiştir. Dairemizce aynı bir kısım davalılarla ilgili olarak bir başka zarar iddiasına dayanan davada da 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçerli olacağı belirlenmiş yerel Mahkeme kararı bu yönden bozulmuştur (Yargıtay 9.HD. 10.3.2008 gün 2008/1330 E, 2008/4316 K.).
Mahkemece, Ankara 1. İş Mahkemesinde yapılan yargılama sırasında alman bilirkişi raporuna göre de davalıların sorumlu tutulamayacağı kararın gerekçesinde gösterilmiştir. Sözü edilen bilirkişi raporu içeriğine göre, davacı işveren davalılardan Ö.B. ve bir kısım diğer davalılar hakkında başkaca zarar iddialarıyla ilgili olarak dava açmış ve haksız menfaat ve zimmet suçunun söz konusu olmadığı yönünde rapor düzenlenmiştir. Sözü edilen olay ve zarar iddiaları farklı olup, anılan bilirkişi raporundan söz edilerek davanın reddi de doğru olmamıştır.
Davaya konu iddia ve savunmaların değerlendirildiği, delillerin tartışıldığı vc varsa zarar miktarı ile kusur oranlarının belirlendiği bir rapor alınmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Gerekirse, davalılar hakkında açılan ceza davasıyla ilgili dosyada getirtilmeli ve bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Mahkemece eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
9. HD. 2008/43003 E. 2009/21881 K. 21.07.2009

…5411 sayılı Bankalar Kanunu’nun 141. maddesi gereğince, bu kanundan kaynaklanan fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı 20 yıldır. Yine aynı yasanın geçici 16. maddesine göre anılan kanun ile fon alacağının tahsili bakımından zamanaşımı ve diğer konularda fon lehine getirilen hükümler geriye etkilidir (makable şamil olmak). Sözü edilen açık hükmü karşısında yürürlük tarihi yayım tarihi olmakla birlikte, etkisinin yayım tarihinden önceki alacaklar yönünden hüküm doğuracağının kabulü gerekir. Öte yandan buradaki zarar doğurucu eylem temadi etmektedir. Tüm unsurları ile gerçekleşmemiştir. Bankanın ilk zararın doğduğu tarih müşterilerin paralarını çekmek istemeleri üzerine banka tarafından ödemenin yapıldığı 3.6.1998’dir. Kaldı ki 10 yıllık zamanaşımı süresi de dolmamıştır. Banka çalışanının eylemi nedeniyle bankaya verdiği zarar banka alacağıdır. T.bank’ın fona devredilmesiyle aynı alacak fon alacağı olarak değerlendirilir. Bu durumda zamanaşımının geçtiğinden söz edilemez. Zarar, sorumluluk ve kusur hakkında gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra sonuca gidilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
9. HD. 2007/30301 E. 2009/6217 K. 09/03/2009

…Dava 19.11.1999 tarihinde açılmıştır. Yargılama sırasında davacı işveren vekili tarafından verilen 29.06.2011 havale tarihli ıslah dilekçesi ile davaya konu zarar miktarı arttırılmıştır. Dilekçenin davalı vekiline tebliği üzerine yasal süresi içinde zamanaşımı defi ileri sürülmüştür.
Mahkemece Bankalar Kanunu gereği yöneticilerin usulsüz işlemleri sebebiyle uğranılan zararın tazmininin yirmi yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu gerekçesiyle hüküm kurulmuştur.
Islahın yapıldığı tarihte yürürlükte olan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141. maddesinde, “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır” şeklinde kurala yer verilmiştir. İlgili hükme göre on yıllık genel zamanaşımı süresi fon alacakları bakımından yirmi yıl olarak öngörülmüştür. Dairemizin 09.03.2009 gün ve 2007/30301 E, 2009/6217 K. sayılı kararında da fon alacakları bakımından zamanaşımı süresi 20 yıl olarak kabul edilmiştir. Ancak somut olayda davacı işveren borsa aracı kurumu olup, davaya konu tazminat alacağının fon alacağı olup olmadığı noktasında mahkemece bir değerlendirme yapılmamıştır. Davacı kurumun faaliyetleriyle ilgili TMSF tarafından bir işlem yapılıp yapılmadığı belirlenmeli ve davalı yöneticinin eylemlerine dayalı zarara iddialarına konu tazminatın fon alacağı olup olmadığı tespit olunmalı, sonucuna göre zamanaşımı yönünden bir karar verilmelidir.
Öte yandan davaya konu zarar iddiaları bakımından zamanaşımı süresi alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. Mahkemece bu yönlerden gerekli araştırmaya gidilmesi ve zamanaşımı definin bu çerçevede değerlendirilmesi için kararı bozulması gerekmiştir.
9. HD. 2012/11810 E. 2014/12673 K. 15.04.2014

…Uyuşmazlığın yasal dayanağı Borçlar Kanunun 321. maddesidir. Anılan hükümde, “İşçi, taahhüt ettiği şeyi ihtimam ile ifaya mecburdur. Kasıt veya ihmal ve dikkatsizlik ile iş sahibine iras ettiği zarardan mesuldür. İşçiye terettüp eden ihtimamın derecesi, akde göre tayin olunur ve işçinin o iş için muktazi olup iş sahibinin malumu olan veya olması icabedcn malumatı derecesi ve mesleki vukufu kezalik istidat vc evsafı gözetebilir” şeklinde kurala yer verilmek suretiyle işçinin özen borcuna yer verilmiştir. İşçinin özen borcu iş sözleşmesinde doğmakta olup, anılan yükümlülüğüne aykırılıktan kaynaklanan zarar Borçlar Kanunun 60. maddesindeki haksız fiiller için öngörülen zamanaşımı süresine tabi değildir. Sözleşmeye aykırılıktan doğan bu tür davalarda Borçlar Kanunun 125. maddesindeki 10 yıllık zamanaşımı uygulanır. Dairemizin kararlılık kazanmış uygulamaları bu yöndedirf Yargıtay 9BD. 2.6.1997 gün 1997/5553 E, 1997/ 10570 K.; Yargıtay 9.HD. 2.6.2003 gün 2002/ 26716 E, 2003/ 9935 K.)
Mahkemece işin esasına girilmeli ve ceza dosyası getirtilmeli, davacı işvereninin iddiaları ve savunmalar karşısında bilirkişi raporu da alınmak suretiyle bir karar verilmelidir. Mahkemece, uyuşmazlığın haksız fiilden doğduğu düşüncesiyle Borçlar Kanununun 60. maddesinde öngörülen zamanaşımının geçtiğinden söz edilerek davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
9. HD. 2008/18667 E. 2009/16193 K. 09/06/2009

…Davacı şirket davalıların sahte ve yanıltıcı fatura tanzim etmek suretiyle şirketi zarara uğrattıklarını ileri sürerek 2 293 387 TL nin davalılardan tahsilini istemiştir.
Davalılar alacağın zamanaşımına uğradığını, herhangi bir yolsuzlukları olmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece ihtilafın niteliği itibariyle Borçlar Kanunu 60.maddesi uyarınca 1 ve 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğunu ve zamanaşımı başlangıcının yetkili makamın zararı en az 8.iş mahkemesinde dava açılması ile öğrendiğinin kabulü gerektiğini ve söz konusu davanın 06.11.2001 tarihinde açıldığını ancak bu davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin zamanaşımını kesen sebeplerden olmadığını belirterek Borçlar Kanunu 60.maddesi uyarınca 1 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı noktasındadır.
Davalıların eylemi haksız fiil değil iş sözleşmesine aykırılıktan doğmaktadır. Böyle hallerde Borçlar Kanunu 125.madde gereğince 10 yıllık genel zamanaşımı uygulanır ve zamanaşımı başlangıcı da cylem(suç) tarihidir. Dolayısıyla 10 yıllık süre geçmemiştir.
Mahkemece davanın esasına girilerek sonuca gidilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
9. HD. 2008/6210 E. 2009/21048 K. 16.07.2009

…Somut olayda davacı, mahkemece alınan bilirkişi raporuna göre sosyal yardım alacağı yönünden davasını ıslah etmiştir.
Davalı işveren, 19.7.2005 tarihli borç ikrar belgesinde davacının 568 TL sosyal yardım alacağı bulunduğunu belirtmiştir.
Borç ikrarı BK 133. maddesi uyarınca zamanaşımını keser. Bu durumda kesilen zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlayacağından ıslah tarihi itibariyle 5 yıllık zamanaşımı süresi dolmadığından davacının 568 TL sosyal yardım alacağının hüküm altına alınması gerekir.
9. HD. 2009/24926 E. 2011/41240 K. 26.10.2011

…Dava tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 133, yargılama sırasında yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK.’un 154. Maddesi uyarınca “Borçlu borcu ikrar etmişse, özellikle faiz ödemiş veya kısmen ifada bulunmuşsa ya da rehin vermiş veya kefil göstermişse” zamanaşımı kesilir.
Dosya içeriğine göre davalı işveren tarafından icra dosyasına konu işçilik alacakları takibinde 26.01.2011 tarihinde düzenlenen belge ekinde davacının işçilik alacakları tarihleri de belirtilmek sureti ile tek tek belirtilmiştir. Bu borç ikrarı belgesi zamanaşımını keseceğinden bu belgedeki alacakların tamamı zamanaşımına uğramadığından ferisi faiz alacağı da zamanaşımına uğramayacağından faiz alacağının hesaplanması gerekirken davalının zamanaşımı itirazı dikkate alınarak, buna göre hesaplanan faiz alacağının hüküm altına alınması hatalıdır.
9. HD. 2014/19506 E. 2014/27412 K. 22.09.2014

…Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı vekilinin yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA.
9. HD. 2013/17488 E. 2013/10849 K. 10.06.2013

…4857 sayılı İş Kanunu’ndan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Kanun’da ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı Kanun’un 32/8. maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacaklar, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulanan mülga 818 sayılı Kanun’un 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.
Mahkemece davacının dava konusu ettiği ücret alacaklarının daval ı belediye tarafından davacı vekilinin 10.12.2010 tarihli yazılı talebi üzerine düzenlenen
27.12.2010 tarihli belgede zamanaşımı süresi dolan dava konusu 2005 yılına ait ücret alacaklarını miktar olarak gösterildiği, borcun ikrar edildiği kabul edilen belge mali hizmetler müdür vekili tarafından düzenlenmiştir.
Davacı belediye işyerindeki çalışmaları karşılığı ücret alacaklarını talep etmiş olup 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 37. maddesi gereğince belediye tüzel kişiliğinin temsilcisi belediye başkamdir. Yine aynı Kanun’un 38. maddesinde belediye başkanlarının görevleri sayılmış; buna göre belediyeyi davacı veya davalı olarak da yargı yerlerinde temsil etmek veya vekil tayin etmek belediye başkamnın görevleri arasında sayılmıştır. Mahkemece borç ikrarı kabul edilen belediye mali hizmetler müdür vekili tarafından düzenlenen
27.12.2010 tarihli belge davalı belediyeyi temsile yetkili kişi tarafından düzenlenmediğinden davalı belediye yönünden zamanaşımını kesen borç ikrarı niteliği taşımaz. Mahkemece zamanaşımı davalı belediyenin def’i dikkate alınarak gerekirse hesap bilirkişisinden ek rapor alınmalı, alınacak rapor dosyadaki diğer delillerle birlikte yeniden değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre karar verilmelidir.
Mahkemece eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
22. HD. 2012/12739 E. 2013/2602 K. 12.02.2013

…Somut olayda, davacı ücret alacakları için icra takibinde bulunmuş, davalının itirazı üzerine takip durmuştur. Mahkemece icra takibinin zamanaşımını kestiği kabul edilerek ücret alacağına hükmcdilmiştir. Ancak icra takibi sadece anılan takibe yapılan itirazın iptali davasında zamanaşımını keser.
Davacı tarafından alacak davası açıldığından zamanaşımının dava tarihinden itibaren işlemeye başlayacağının kabulü gerekirken icra takip tarihinden itibaren işlemeye başladığının kabulü isabetsizdir.
9. HD. 2010/26399 E. 2012/36911 K. 08.11.2012

…İcra ve İflas Kanunumun 194. maddesinde yeralan “davanın durması ve zamanaşımının işlememesi” hususu acele hallerden olan iş davalarına uygulanamayacağından, süresinde yapıldığı anlaşılan ıslaha karşı zamanaşımı itirazına binaen ücret alacağında ve fazla çalışma ücretinde zamanaşımına uğrayan kısım var ise bunun reddi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir.
9. HD. 2014/14085 E. 2014/16555 K. 22.05.2014

…Davacı iş sözleşmesinin 09.06.2004 tarihinde feshinden sonra alt işverene karşı dava açmış, karar kesinleşmiş, icra takibinde bulunulmuş ve takibin semeresiz kalması üzerine, önceki dosya ile hükmolunan tüm alacakların
faizleri ile birlikte tahsili için asıl işverene karşı 27.11.2008 tarihinde dava açılmıştır.
Davalı asıl işveren zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
Mahkemece davalının zamanaşımı itirazı fazla çalışma ve genel tatil alacakları yönünden alt işverene açılan dava ile zamanaşımının kesildiği belirtilerek dikkate alınmamıştır.
Dairemizce 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde, davalıların sorumluluğu kanunun 51. Maddesine göre eksik teselsül kapsamında değerlendirilmiştir. Eksik teselsül halinde ise müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açılan dava diğer sorumlu olan için zamanaşımını kesmez. Alt işveren iş sözleşmesinin tarafı işveren olmakla, işçi ile aralarındaki hukukî ilişki sözleşmeye dayanmaktadır ve işçiye karşı sözleşme nedeniyle sorumludur. Bir borçtan birden çok kişi, farklı nedenlerden dolayı sorumlu iseler borçlular arasındaki teselsül ilişkisi eksik teselsül niteliği taşımaktadır. Eksik teselsülde borçlulardan birine karşı kesilen zamanaşımının doğrudan doğruya diğerine karşı da kesildiği kabul edilmediğinden alt işverene karşı kesilen zamanaşımı, bunun asıl işverene karşı da kesildiği sonucunu doğurmamaktadır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 09.10.2013 gün ve 2013/9-1559 E, 2013/1461 K sayılı kararı ile Dairemizin bu görüşünü benimsemiştir.
Bu nedenle, davalı asıl işverenin zamanaşımı itirazı üzerinde durulmalı, 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi fazla çalışma ve genei tatil alacağı yönünden bu konuda bir değerlendirme yapılmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Yazılı gerekçe ile bu alacakların tamamının kabulüne karar verilmesi hatalıdır.
9. HD. 2012/4924 E. 2014/8636 K. 17.03.2014

…Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davalı Bakanlığa ait işyerlerinde “hazır yemek hizmeti” yürütümü işini üstlenen dava dışı A. Ltd. Şirketinin işçisi iken iş akdinin feshedildiğini, ödenmeyen alacaklarının tahsili talebi ile dava dışı şirket aleyhine açılan davada hükmedilen alacakların tahsili için yaptıkları takibin de sonuçsuz kaldığını, İş Kanunu’nun 2/6. maddesi uyarınca davalı Bakanlık ile dava dışı şirket arasında İş Kanunu’nun 2. maddesi anlamında asıl-alt işveren ilişkisi bulunduğu ve alt işveren şirket ile birlikte davalının sorumluluğunun kanundan doğan bir müteselsil sorumluluk olduğunu belirterek, dava dışı şirket aleyhine hükmedilen ve takibe konu işçilik alacaklarından dolayı, davalının müteselsil sorumlu olduğunun tespiti ile takip konusu alacakların faizi ile tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı Milli Savunma Bakanlığı vekili cevap dilekçesinde özetle; hiçbir aşamasına katılmadıkları ve savunma haklarını kullanmadıkları bir ilamdan müteselsil sorumlu tutulmalarının hiçbir hukuk ilkesi ile bağdaşmadığını, dava konusu alacakların bir kısmının zamanaşımına uğradığını, ihale makamı olduklarından kendilerine husumet yöneltilmesinin doğru olmadığını ve davacının işe alınması veya sözleşmesinin feshinde Bakanlığın bir etkisi olmadığını belirterek, davanın husumetten reddi gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkemece, davalı Bakanlığın asıl işveren olarak alt işverenin borçlarından müteselsil sorumluluğu bulunduğu ve müteselsil borçluların biri hakkında açılan dava ile zamanaşımı kesildiğinde diğeri hakkında da zamanaşımının kesileceği gerekçesiyle, bilirkişi raporunda belirlenen miktarlar uyarınca davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş; mahkemece aynı konuda verilen bir çok kabul kararının daha önce onandığı, bozma ilamına uyulması halinde çalışanlar arasında eşitsizlik doğacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme hükmü davalı vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Uyuşmazlık, asıl ve alt işveren arasındaki ilişkinin ve işçilik alacaklarına karşı sorumluluklarının tam mı, yoksa eksik teselsüle mi dayalı olduğu, varılacak sonuca göre de, alt işverene karşı zamanaşımı süresi geçmeden açılan davanın, fazla çalışma ve genel tatil alacağı talebine ilişkin olarak asıl işveren yönünden de zamanaşımını kesip kesmediği noktalarında toplanmaktadır.
Bu konuda, öncelikle mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun teselsülü düzenleyen hükümlerinin ve sonrasında bu düzenlemelerin zamanaşımı ile ilişkisinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, müteselsil borçluluk, alacaklının, borcun tamamının ifasını birden çok borçludan ve dilediğinden isteyebildiği, borcun tamamı ifa edilinceye kadar borçluların hepsinin sorumlu olduğu bir borç ilişkisidir.
Müteselsil borçluluğun kaynağı BK’nuıı 141. maddesinde belirtilmiştir.
Maddeye göre, “Alacaklıya karşı, her biri borcun mecmuundan mesul olmağı iltizam ettiklerini beyan eden müteaddit borçlular arasında teselsül vardır.
Böyle bir beyanın fiktanı halinde teselsül ancak kanunun tayin ettiği hallerde olur.”
Madde hükmünden anlaşıldığı gibi, müteselsil borçluluk, ya bir hukuki işlemden ya da kanundan doğmaktadır. Maddenin 2. fıkrasında yer verilen kanuni teselsül, müteselsil borçluluğun doğrudan doğruya bir kanun hükmüne dayandığı, bizzat kanun koyucunun öngördüğü borçluluk halidir.
Haksız fiil halinde müteselsil sorumluluk hali ise 818 sayılı Kanun’un 50. maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
“Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer’an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar. Hakim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuıın şümulünün derecesini tayin eyler.
Yataklık eden kimse, vaki olan kardan hisse almadıkça yahut iştirakiyle bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz.”
Aynı Kanun’un “Muhtelif Sebeplerin İçtimai Halinde, Müteselsil Mesuliyet” başlıklı 51. maddesinde de:
“Müteaddit kimseler muhtelif sebeplere (haksız muamele, akit, kanun) binaen mes’ul oldukları takdirde haklarında birlikte bir zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur.
Kural olarak haksız bir fiili ile zarara sebebiyet vermiş olan kimse, en evvel, tarafından hata vaki olmamış vc üzerine borç alınmamış olduğu halde kanunen mes’ul olan kimse en sonra, zaman ile mükellef olur.” şeklinde düzenleme getirilmiştir.
Bu durumda; birden çok kişi, gerek haksız eylem, gerek sözleşme ve gerekse kanun kuralı gibi sebeplerden ve aynı zarar için zarara uğrayana karşı sorumlu iseler, bunlar arasında, bir zarara ortaklaşa sebep olanlar hakkındaki dönmeye (rücu) ilişkin kurallar uygulanır.
Kural olarak; en başta, haksız eylemiyle zarara yol açan sorumlu tutulur; en son olarak da kusuru olmaksızın ve sözleşme gereği sorumluluğu olmadığı halde kanun kuralı gereğince sorumlu tutulan kişiye başvurulur.
Birinci halde; birden fazla kişiler, müşterek kusurları ile zarara sebep olmuşlardır. Bu durumda zarara sebep olmuş olanlar arasında tam teselsül bulunduğundan söz edilir (BK. mad. 50). Aralarında tam teselsül olanlar, suçu işleyenle bu suça iştirak etmiş olanlar arasında fark gözetilmeksizin zarar görene karşı müteselsilen sorumlu durumundadırlar.
İkinci halde ise; birden fazla kişinin, müşterek kusurları ile sebep olmadıkları ancak zarardan çeşitli hukuki sebeplerle sorumlu tutuldukları durumda eksik teselsül (BK. mad. 51) söz konusudur.
Görülüyor ki. Borçlar Kanunu’nun 51. maddesinde, aynı Kanun’un 50. maddesine atıf yapılarak birden çok kimseler, değişik nedenlerle (haksız eylem, akit, kanun) sorumlu oldukları taktirde zarar gören tam teselsülde (dayanışmada) olduğu gibi (BK. mad.50/1) giderim isteğinin bir bölümünü veya tamamını, bu sorumlulardan birinden ya da bir kaçından dava açarak isteyebilecektir. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada ayrık düşünce olmaksızın bu kural kabul edilmekledir. Daha açık bir ifadeyle, zarar gören eksik teselsülde de; tam teselsülde olduğu gibi tazminat borçlularından herhangi birine müracaat edebilir ve tazminatın tamamının ödenmesini isteyebilir. Bundan başka borçlulardan birinin yaptığı ödeme, ödenen miktar oranında diğerini de borçtan kurtarır ve daha sonra ödeyenin onlara karşı rücu (dönme) hakkı doğabilir.
Bu bağlamda ardıllık (Halefiyct-Subrogation) ile dönme (Rücu-Rcgress) arasında hukuki farklılıkları belirtmekte yarar vardır.
Başkasına ait bir borç nedeniyle alacaklıyı tatmin eden kişinin, onun haklarını kanunda belirtilen durumda ve tatmin ettiği oranda kendiliğinden elde etmesine ardıllık (halcfiyct) denir. Dönme (rücu) hakkı ise başkasına ait borcu yerine getiren kişinin malvarlığında vücut bulan kaybı gidermeyi amaçlayan tazminat niteliğinde bir istem hakkıdır.
Gerçekte dc; halefiyet ve rücu, aynı amaca, zarar görenin (alacaklının) tatmin edilmesine yönelik birbiri ile, çok yakından ilgili iki hukuksal kurum olarak görülmektedir. Nitekim; her ikisinde de, başkalarına ait borcu yerine getiren kişinin, asıl borçluya karşı bir alacak elde etmesi ve bu hakka dayanarak borçludan bir istemde bulunması bu sonucu doğrulamaktadır.
Bir borcu yerine getiren kimsenin alacaklının haklarına halef olabilmesi için halefiydin kanunda açıkça öngörülmüş bulunması gerekir. Kanunda açıkça öngörülmediği sürece bir halefiydin doğması mümkün değildir. Halefiyet kanununda belirtilmiş belirli durumlarda doğar. Diğer bir anlatımla, halefiyet halleri sınırlı sayıda olma (numerııs clausus) kuralına bağlıdır. Kanunda açıkça öngörülmediği sürece bir halefiydin doğması mümkün değildir.
Halefiyette, rücu hakkını kullanan kişi alacaklının yerine geçer, aynen alacaklının konumuna sahip olur. Bunun sonucu olarak örneğin alacaklının elinde, alacağı garanti eden ipotek gibi bir garanti varsa, zararı tazmin eden borçlu alacaklının haklarına halef olduğundan, bundan böyle bu teminat rücu alacağını garanti eder. Örneğin 818 sayılı Kanun’un 496. maddesinde kefil lehine tanınan halefiyette durum budur.
818 sayılı Kanun’un 50 ile 51. maddeleri arasında her iki müteselsil sorumluluğu birbirinden ayırmak için öğreti ve yargı kararlarında BK’nun 50. maddesine dayanan müteselsil sorumluluğun “tam teselsül”, anılan Kanun’un 51. maddesine dayanan müteselsil sorumluluğun ise “eksik teselsül” olduğu kabul edilmektedir.
Bu aşamada tam teselsül (BK. mad. 50’c dayanan müteselsil sorumluluk) ile eksik teselsül (BK. mad.51’e dayanan müteselsil sorumluluk) arasında yapılan ayrımın ve farkların önemini de vurgulamak yerinde olacaktır.
818 sayılı Kanun’un gerek 50, gerekse 51. maddelerinde müteselsil sorumluluk öngörülmüş bulunmakla birlikte, anılan iki madde arasındaki diğer hukuki farklılıkların şöyle anlatılması mümkündür.
BK’nun 50. maddesi; aynı zarardan dolayı birden fazla kişinin birlikte müteselsilen sorumlu tutulmalarını, birden fazla kişinin ortak kusurlarıyla zarara birlikte sebebiyet vermiş olmaları koşuluna bağlamıştır. Buna göre, birden fazla kişi aynı zarara ortak kusurlarıyla sebebiyet vermiş olmalıdırlar. BK’nun 51. maddesi ise bundan farklı olarak, aynı zarardan dolayı birden fazla kişinin birlikte müteselsilen sorumlu tutulmalarım birden fazla kişinin bu zarardan dolayı ortak kusurları nedeniyle değil; hukuksal nedenlerle sorumlu olmalarına bağlamıştır. Burada müteselsilen sorumlu tuttuğumuz kişilerin, sorumluluklarının sebepleri farklı hukuksal nedenlere dayanmaktadır. Bu açıklamalar karşısında BK’nun 51. maddesine dayanan müteselsilen sorumluluğun sebebi haksız fiil, kanun veya sözleşme nedeniyle birden fazla kişinin sorumlu tutulmasıdır.
Anılan Kanunun 51. madde hükmü; müteselsil sorumlu olan kişilerden birinin zararı tazmin etmesi halinde, diğerlerine rücu hakkını belli bir sıraya bağlamıştır. Buna göre, kanundan dolayı sorumlu tutulan kişi, sözleşme nedeniyle sorumlu kişi, haksız fiil nedeniyle sorumlu kişi sıralaması vardır. Haksız fiil nedeniyle sorumlu kişi zararı tazmin etmişse kimseye rücu edemeyecektir, sözleşme nedeniyle sorumlu kişi zararı tazmin etmişse, haksız fiil failine rücu edebilecek; kanundan dolayı sorumlu kişiye rücu edemeyecektir. Kanundan dolayı sorumlu kişi zararı tazmin etmişse, sözleşme nedeniyle sorumlu kişiyle haksız fiil failine rücu edebilecektir.
Uyuşmazlığın çözümü için bu aşamada, teselsül hükümlerinin zamanaşımı hükümleri ile birlikte değerlendirilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Bilindiği üzere zamanaşımı, en basit anlatımla, yasanın öngördüğü belli bir sürenin geçmesiyle, bir hakkın kazanılmasına veya bir borçtan kurtulunmasına olanak veren bir hukuki müessesedir. Borçtan kurtulma olanağı tanıyan y önüyle zamanaşımı, maddi hukuka ilişkin bir müessese değildir; borçluya borçtan kurtulmasını sağlayacak savunma vasıtalarını sunarsa da, gerçekte bizatihi kendisi borcu ortadan kaldırmaz; sadece, alacağın istenebilmesi hakkını zaman itibariyle sınırlar. Borç varlığını sürdürdüğü halde, borçlu, zamanaşımı müessesesine dayanarak, artık o borcun kendisinden istenilemeyeceğini savunabilir; yargılama usulüne ilişkin kurallar borçluya böyle bir def ide (zamanaşımı definde) bulunma olanağı tanır. Zamanaşımına uğrayan borç, eksik bir borçtur. Zamanaşımı müessesesinin bu yapısının (borcu değil, sadece onun alacaklı tarafından talep edilmesi olanağını ortadan kaldırmasının ve yine sadece borçlu tarafından ileri sürülebilecek bir olgu olmasının) doğal sonucu olarak, borçlu tarafından yasal süre içerisinde böyle birdef’ide bulunulmadığı takdirde, hakim tarafından kendiliğinden gözetilemez.
818 sayılı Kanun’un konuya ilişkin 134. maddesi, “Müruruzaman müteselsilen borçlu olanlardan veya taksimi kabil olmayan bir borcun müşterek borçlularından birine karşı kaledilmiş olunca diğerlerine karşı da katedilmiş olur” kuralını içermektedir.
Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser.
Ancak, yukarıda da açıklandığı üzere halefiyette, rücu hakkını kullanan kişi alacaklının yerine geçerek, aynen alacaklının konumuna sahip olduğundan; alacaklının alacak hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresinden yararlanır. Diğer bir ifade ile halefîyetten yararlanan rücu hakkı sahibinin, diğer borçlulara rücu hakkı alacaklının sahip olduğu zamanaşımı süresinden yararlanır.
Bunun sonucu olarak 818 sayılı Kanun’un 134. maddesi hükmünün haksız fiillerden doğan müteselsil sorumlulukta sadece tam teselsülde yani BK’nun 50. maddesine dayanan müteselsil sorumlulukta uygulama bulacağı; buna karşın eksik teselsülde yani BK’nun 51. maddesine dayanan müteselsil sorumlulukta uygulama bulmayacağı kabul edilmelidir.
Buna göre tam teselsülde, zararı tazmin eden müteselsil borçlu, diğer borçlulara alacaklının sahip olduğu zamanaşımı süresinden yararlandığı halde, eksik teselsülde rücu hakkını kullanan kişinin zamanaşımı süresi haksız fiillerdeki genel hükümlere tabidir.
Bu sonuç, teselsülün, Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51. maddelerinde ayrı ayrı vc değişik koşullarla düzenlenmiş olmasına, ayırım fikrine ve adalet düşüncesine uygun düşmektedir. Zira, yalnız başına olsaydı, zamanaşımından yararlanabilecek iken, sırf öteki kişilerin kusurlu eylemlerine iradesi dışında katılması yüzünden, zamanaşımından faydalanmaması, öteki kişilere karşı zamanaşımı süresi içinde açılan davanın, bunun içinde zamanaşımını keseceğinin kabulü, hak ve adalet ilkelerine ters düşerdi. Nitekim, doktrinde eksik teselsülde sorumlulardan bir kısmına karşı zamanaşımının kesilmesinin öteki müteselsil sorumlulara sirayet etmeyeceği çoğunlukla kabul edilmektedir (Bkz. Oğuzman, Borçlar Hukuku, Sh. 219; Tekinay, Borçlar Hukuku, Sh. 434, 1425-1426; Tandoğan, Mesuliyet Hukuku, Sh. 383; Çenberci, S.S. Kanunu Şerhi, Sh. 301, 192).
Hukuk Genel Kurulu’nun 11.05.1977 gün 3068 E. 468 K.; 29.04.1983 gün 2264 E. 444 K.; 07.03.1986 gün 1984/10-250 E. 1986/205 K.; 23.02.2000 gün 2000/4-103 E. 2000/124 K. ve 03.02.2010 gün 2010/10-20 E. 2010/58 K. sayılı kararlarında da açıklanan hususlar benimsenmiştir.
Somut olayda; davacı iş sözleşmesinin 09.06.2004 tarihinde feshinden sonra alt işverene dava açmış, bu dava temyiz edilmeden kesinleşmiş, 2006 yılında icra takibinde bulunmuş ve takibin semeresiz kalması üzerine, önceki dosya ile hükmolunan tüm alacakların faizleri ile birlikte tahsili için bu davayı asıl işverene karşı 05.12.2008 tarihinde açmış, davalı asıl işveren süresinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin 6. fıkrası,
“…Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.” düzenlemesini içermektedir.
Bu hüküm, mali açıdan güçsüz olan alt işverenlerin işçilerini ücret ve diğer hakları yönünden korumaya yönelik bir hükümdür.
Anılan madde uyarınca asıl işveren alt işverenin işçilerinin çalıştıkları işyeri ile ilgili İş Kanunumdan ve hizmet sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işverenle beraber birlikte sorumlu olur. Kanunda geçen “birlikte” kavramının sorumluluk hukukunda düzenlenen kanundan doğan müteselsil sorumluluk olduğu doktrinde kabul edilmektedir (Çenberci, Mustafa: İş Kanunu Şerhi, s. 120-121, Esener, Turhan: İş Hukuku, s.79, Uygur, Turgut: Temel Kavramlar, s.269. Çelik, Nuri: İş Hukuku, s. 46, Narmanlıoğlu, Ünal: Ferdi İş İlişkileri, s. 118, Tunçomağ/Centel, İş Hukukunun Esasları, s. 58, Süzek, Sarper: İş Hukuku, s. 42, Güzel, Ali: Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisi, s. 45, Aktaran: Aydınlı, İbrahim: Türk İş Hukukunda Alt İşveren İlişkisi ve Muvazaa Sorunu, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2008, s. 190-191).
Buna göre, somut uyuşmazlıkta müteselsil sorumlu olanlardan; dava dışı alt işveren ile davacı arasındaki hukuki ilişki hizmet akdine dayanmakta iken davalı asıl işveren arasındaki hukuki ilişki 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesinde düzenlenen “birlikte (müteselsil) sorumluluktan” kaynaklanmaktadır.
Davacıya karşı müteselsil sorumlu olanlardan, dava dışı alt işverenin sorumluluğu akitten, davalı asıl işverenin sorumluluğu kanundan kaynaklandığından; diğer bir ifade ile, asıl vc alt işveren işçilik alacakları yönünden işçiye karşı farklı hukuki sebepler nedeniyle sorumlu olduklarından; davacı ile davalılar arasındaki ilişki, dava açıldığı tarihte yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 51. maddesi uyarınca, eksik teselsül ilişkisine dayanmaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, 818 sayılı Kanun’un 134. maddesi hükmünün eksik teselsülde yani BK’nun 51. maddesine dayanan müteselsil sorumlulukta uygulama olanağı bulunmaması nedeniyle alt işverene karşı açılan davanın, davalı asıl işveren yönünden zamanaşımını kesmesi mümkün değildir.
O halde, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle dava konusu ve beş yıllık zamanaşımı süresine tabi alacaklar yönünden zamanaşımına uğrayan fazla çalışma ve genel tatil alacağı yönünden bu konuda bir değerlendirme yapılarak varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile alt işverene karşı açılan davanın zamanaşımını kestiği gerekçesiyle davanın kabulüne ilişkin kararda direnilmesi isabetsiz bulunmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
9. HD. 2013/9-1559 E. 2013/1461 K. 09.10.2013

…Davacı işçi ile davalı asıl işveren ve dava dışı alt işveren arasındaki hukuki ilişkide, davacı ilk olarak alt işveren aleyhine işçilik alacağı nedeniyle dava açmıştır. Dava işçi lehine sonuçlanmıştır. Ancak, hükmolunan alacaklar işçi tarafından tahsil edilemeyince bu defa asıl işveren aleyhine dava yöneltilmiştir.
Asıl işveren ile alt işveren arasındaki borçluluk ilişkisi teselsül esaslarına tabidir.
4857 Sayılı Kanunun ikinci maddesindeki sözü edilen hukuki ilişki işçiyi koruyucu amacıyla ortaya konduğu için normun amacını (ratio legis) gözönünde tutan klasik teselsül anlayışından farklı kendine özgü (sui generis ) bir teselsül söz konusudur. Normatif dayanağı Borçlar Kanunu madde 141 dir. Böyle hallerde müteselsil borçlulardan biri aleyhine açılan dava B.K. madde 134’e göre zamanaşımını keser. Yeni açılacak dava yeniden başlayan zamanaşımı süresi içinde açılabilir. Yasanın bu açık hükmü karşısında mahkemece davanın kabulü isabetlidir.
Anılan davanın bu gerekçe ile ONANMASINA, 15.06.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
9. HD. 2010/5639 E. 2010/18768 K. 15.06.2010