İhaleye fesat karıştırma bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi
….AĞIR CEZA MAHKEMESİ
……..
ESAS NO : ……..
DURUŞMA GÜNÜ : ……..
SANIK : ………
VEKİLİ :
SUÇ : İhaleye fesat karıştırmak,
KONU : Mahkemenizce değerlendirilmek üzere …….. tarihli Tevsii Tahkikat taleplerimizin ve savunmalarımızın sunulması başlığı altında sunulan dilekçemize ek beyanlarımızdır.
AÇIKLAMALAR
Mahkemenizde görülen davaya ilişkin olarak yargılama süreci sonunda, C.Savcısı tarafından verilen esas hakkındaki son mütalaası ile birlikte müvekkillerimiz yönünden beyanlarımızı ve
savunmalarımız yanında, müvekkillerimizin suç işleme kastı ile hareket edip etmediği ve yasada
tanımlanan suç tipine aykırılıkta bulunup bulunmadığına ilişkin düşüncelerimizi Mahkemenizin takdir ve değerlendirmesine arz ediyoruz.
Bu bağlamda;
1-Davaya konu olan ………. C.Başsavcılığının ……….. tarih ve …………. iddianamesinde, soruşturmanın başlaması konusunda: …….. tarihinde yapılan ihbar ile ………Madencilik
İnşaat ve Taşımacılık San. Ltd Şirketi yetkilisi …….. adlı şahsın ……….’de bulunan liseleri gezerek
ve ödenek çıkarttığını belirterek kömür ihalelerinin firmasına verilmesini istediği, aksi takdirde ödeneği ……..’dan iptal ettireceğini söylediği, ayrıca …………. Anadolu Otelcilik Turizm Meslek Lisesi
Müdürü ………..’in ………. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderdiği yazıyla kömür alımlarından
şüphesinin bulunduğunu belirttiği ve alınan ifadesinde; …………….’nın ……….. ve komisyon üyeleri ile yanlarına geldiğini ve kendisini ……….’nın “Müsteşar yardımcısı ile görüştüğünü, yakacak
ödeneklerini kendisinin çıkarttığını ve yakacak ihalesinin firmasına vermelerini aksi takdirde ödenekleri ……….’dan iptal edeceğini” söylediği, bu durum üzerine İzmir C.Başsavcılığınca soruşturmaya başlanıldığı iletişimin tespiti ve teknik takip kararları alındığı, bu işlemler sonucunda dava
dosyasındaki sanıklar hakkında işlendiği iddia edilen fiillerin belirtildiği,
2-İddia makamınca verilen esas hakkındaki mütalaada; Müvekkillerimiz ………………
ve …………… bakımından ise ……….. tarihinde yapılan ihale ile ilgili müvekkilin ihaleye fesat karıştırmak suçunu işlediği ve bu çerçevede ihaleye fesat karıştırma fiilini müvekkiller ve diğer sanıklar ……….., ……….., ……….., …….., ………… ve …………….’in işledikleri ve haklarında 5237
sayılı TCK’nun 235/1 maddesi ve 53/1-2 maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarının istendiği,
3-Müvekkilimiz ………… hakkındaki suç nitelemesine ilişkin olarak iddia makamı mütalaasında müvekkilim ile ilgili olarak belirttiği görüş ve değerlendirmesi ile ilgili olarak;
“……….. tarihinde saat ………. de yapılan ihaleden önce saat …………. sıralarında ………..’ın
………….’ın yetkilisi olduğu …………. Firmasında çalışan ……….. isimli şahsı arayarak ihale
ile ilgili görüşmek istediği, ………… adlı kişinin ihaleye …………. firmasında çalışan …………
adlı şahısın katılacağını beyan ettiği, ihaleden sonra saat ………. sıralarında …………… ile
………… adlı şahıs arasında geçen konuşmada …………’ın “Valla şey ihale iki aşamalı ya
ikinci aşamada ……….. bey aradı, buradan beraber giriyoruz… sen …………..’a söyle girmesin” demiş, yine “nakliyesi bende, bir şey demedim, şimdi bir öbür dağıtım işi filan var ya bir
de dağıtımını yapar demiş… ona bırakacağım” şeklindeki konuşma sözler ve saptamalarla
……….., ………….., ……….. ve …………’in birlikte hareket ettikleri müvekkilimiz …………’ın yanında çalışan, ………….. isimli kişiyle irtibat kurdukları ihale öncesinde aralarında anlaşma sağladıkları ve bu şekilde ihaleye fesat karıştırma suçunu işlendiği belirtilmiş, bu iddiaya uygun olarakta
müvekkillerimizin cezalandırılması talep edilmiştir.
Dosya içinde bulunan mevcut müvekkillerimizin savunması ve diğer şüpheli sanık
beyanları, dinlenen tanık ifadeleri bağlamında, müvekkilimiz ………… ve ………….. yönünden
delillerin değerlendirilmesi;
Konu başlığı ile ilgili olarak Mahkemenizce de bilindiği üzere delillerin değerlendirilmesi
bağlamında, akademik ve Yargıtay uygulamasını içeren görüş ve düşüncelerimizi öncelikle beyan
ve savunmalarımızı açıklamazdan önce müvekkil hakkında isnat edilen iddia değerlendirilirken, delil hukuku açısından bakılması gerektiği hususunu özellikle arz ediyoruz.
Bu bağlamda;
“ Delil, meydana gelen bir suçun aydınlatılmasına ve suç sanıklarının tespit edilmesine yarayan her türlü ispat vasıtasıdır. Hazırlık soruşturmasında yapılan araştırmalar neticesinde elde
edilen ve dosyada yer alan bilgiler birer “hazır” delil olmayıp, duruşma açısından şüphe sebebidir. Delil, asıl olarak son soruşturmada mahkeme açısından geçerli bir terimdir.” (Organize
Suçlarla Mücadelede Gizli ve Örtülü Yaklaşımlar, Aytekin Geleri/ Hakan İleri, Sh: 223, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2003)
Yine mahkemenizce bilineceği üzere; kanuni değil vicdani/serbest ispat sistemi geçerli olduğundan ve maddi gerçek araştırıldığında, sanık ikrar dahi etse, ikrar dahil, tüm delillerin CMK’da delillerin irad ve ikame edilmesi usulünü gösteren hükümler çerçevesinde ortaya konulup tartışılmaları ve tam bir vicdani kanaat için görgü tanıklarının duruşmada dinlenilmeleri ve tüm delillerin bu suretle mahkemece değerlendirilmesi gerekmektedir (Ceza
Muhakemesi Hukukunun olmazsa olmaz bu kuralını Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 29.02.1973
tarih, E. 1972/948, K. 1973/581 sayılı içtihadı da aynı şekilde desteklemektedir.)
Bu itibarla; her delilin temsil ettiği olgu açısından tek tek ele alınarak ispat gücü testine tabi tutulması değil, diğer delil ve temsil ettikleri olgularla birlikte değerlendirilerek, deliller-
den ispat açısından bir kül halinde vicdani kanıya ulaşılması yani delillerin tümünden bir sonuç çıkartılması gerekir. Yargıtay’ın bir çok içtihadında buna ilişkin olarak “delillerin bir bütün halinde değerlendirilmesi halinde” sonuca gidilmesi şeklindeki yerleşmiş içtihatları bu doğrultudadır.
Yineleyecek olursak; Evrensel Ceza Muhakemesi Hukukunun ve Yeni Ceza Muhakemesi
Kanunumuzun kabul ettiği ana ilke, kişinin işlediği fiilinin, yapılan yargılama süreci sonunda
veya yargılama sürerken fiili işlediğinin veya işlemediğinin sabit olduğu sonucuna, kuşkuya
yer vermeyecek suretle varılmaması durumunda, mahkûmiyet kararı verilmemesi gerekir.
Bunun yanında; Yargıtay’a göre “ceza yargılamasının amacı hiçbir duraksamaya yer
vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırmada, yani gerçeğe ulaşmada mantık
yolunun izlenmesi gerekir. Gerçek; akla uygun ve realist, olayın bütünü veya bir parçasını
temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa bir takım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması, ceza yargılamasının amacına
kesinlikle aykırıdır. Ceza Yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkûmiyet kararından söz
edilemez. Bu ilke evrenseldir.” (Grabenwarter. Christoph, & 24. Yargılama Güvenceleri Adil
Yargılama Hakkı (İHAS md. 6)) Çev. Osman Can) Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku SerisiAdil Yargılanma ve Ceza Hukuku, Ankara 2004 sh. 242 den naklen)
Yüksek Yargıtayımızda bir çok kararında yukarıdaki düşüncelere vurgu yapmış ve
“Sanığın suçlu olup olmadığı kuşkulu kalmış ve mahkûmiyetine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı durumlarda hükümlülük kararı verilemeyeceğini belirtmiştir. (1. CD. 27.3.2003 tarih E.
2003/207, K. 2003/423)
Bu açıklamalardan yola çıkarak netice olarak; olayı ispatlayacak delilin bulunmadığı kabul
edilmeli ve iddianın kuşkulu olduğu kabul edilmelidir. Bu durumda mahkûmiyet kararı verilemez, beraat kararı verilmelidir. (2.CD. 15.9.2003 tarih E.2001/37508, K.2003/9299)
Ceza Muhakemesi Hukuku açısından yukarıda yapılan açıklamalar bağlamında; maddi deliller değerlendirilirken Mahkemenizce bilindiği üzere aşağıdaki hususların gözardı
edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu bağlamda;
●Hazırlık soruşturmasında elde edilen deliller “hazır” delil olmayıp, duruşma açısından her zaman şüphe sebebidir.
●Delil, yargılama sürecini kapsayan son soruşturma sırasında elde edilecek ve tartışma sonucu kabul edilebilecek nitelikte sayılması durumunda, kanıt değeri taşıyabilecek
bir terimdir.
●Deliller değerlendirilirken akla, mantığa, hukuka uygun olarak yorumlanmalı ve değerlendirilmelidir.
●Delil, temsil ettiği olgularla birlikte değerlendirilmelidir.
●Varsayımlara dayanarak yorum yapılması “Ceza Muhakemesi Hukuku”nun ana ilkelerine aykırıdır.
●Kuşkunun giderilmediği durumlarda ceza mahkûmiyetine gidilemez.
●Kanıtlardan yola çıkılıp, faile ulaşıldığında, kanıtların kişinin cezalandırılmasına yeterli, maddi, kesin ve inandırıcı, kuşkudan arınmış olması gerekir.
Ceza adaletinin amacı bilindiği üzere maddi gerçekliğin araştırılmasıdır. Bu itibarla; müvekkilimiz …………. hakkında yapılan yargılama süreci boyunca elde edilen maddi kanıtlar,
müvekkilimizin olayın başından bu yana birbiri ile çelişmeyen ve aksi kanıtlanmayan savunmaları göz önüne alındığında; müvekkilimiz hakkında bir vicdan kanısı oluşturacak nitelikte
maddi, kesin, tutarlı, birbiri ile çelişmeyen bir kanıt bulunmadığından müvekkilimizin beraat etmesi
gerektiğini düşünüyoruz.
Yine Mahkemenizce bilindiği üzere;
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 223 maddesinde de açık ifade edildiği üzere,
hangi hallerde beraat kararı verilmesine dair bir düzenlemedir.
Bu bağlamda;
“(2)Beraat kararı;
a)Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,
b)Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması,
c)Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması,
d)Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk
nedeninin bulunması,
e)Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,
Hallerinde verilir”
Bu itibarla;
Müvekkilimiz …………… hakkında isnat edilen fiillerin bir an için şeklen sabit görülse dahi ilgili yasal düzenlemenin “yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması” hükmü uyarınca ceza tayin edilemeyeceğini düşünmekteyiz.
Müvekkilimiz …………… ile ilgili iddiaya konu olan “ihaleye fesat karıştırmak” suçuna ilişkin açıklamalarımız ve savunmalarımız;
Müvekkilimiz hakkında ihaleye fesat karıştırmak suçundan TCK’nun 235/1, maddesi
gereğince cezalandırılması istemi ile ilgili olarak aşağıdaki açıklamaları zorunlu görmekteyiz.
Bu bağlamda;
Dosya içindeki mevcut delillerin müvekkilimizin hazırlık soruşturması sırasındaki açıklamaları, kanıtların savunma açısından değerlendirilmesi bağlamında, Mahkemenizce de sunacağımız
açıklamaların, bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Öncelikle “ihaleye fesat karıştırma” suçunun yasa maddesindeki içeriğinden yola çıkarak
hangi hallerde var sayılacağı Mahkemenizce de çok iyi bilindiği üzere aşağıdaki şekildedir.
“a-) Hileli davranışlarla;
1-İhaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye veya ihale sürecindeki işlemlere katılmalarını engellemek,
2-İhaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olmayan kişilerin ihaleye katılmasını
sağlamak,
3-Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olduğu hâlde, sahip olmadığından bahisle değerlendirme dışı bırakmak,
4-Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olmadığı hâlde, sahip olduğundan bahisle değerlendirmeye almak.
b-)Tekliflerle ilgili olup da ihale mevzuatına veya şartnamelere göre gizli tutulması gereken
bilgilere başkalarının ulaşmasını sağlamak.
c-)Cebir veya tehdit kullanmak suretiyle ya da hukuka aykırı diğer davranışlarla, ihaleye katılma yeterliliğine veya koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye, ihale sürecindeki işlemlere katılmalarını engellemek.
d-)İhaleye katılmak isteyen veya katılan kişilerin ihale şartlarını ve özellikle fiyatı etkilemek
için aralarında açık veya gizli anlaşma yapmaları.”
Maddede sayılan söz konusu seçimlik hareketlerden hiçbirinin müvekkilimiz tarafından yapıldığına ilişkin cezalandırılmasına yeterli, maddi, kesin bir kanıtı bulunmamaktadır. Tamamen, fesat karıştırmanın unsurunu oluşturacak nitelikte Sayın İddia Makamınca müvekkillerimiz
hakkındaki iddiayı, iddianın hukuki değerlendirmesini yaparak, hangi fiili nedeniyle suçlandığı, hangi fiili işlediğini açıklayıp somutlaştırmadan konusunda tamamen soyut bir değerlendirme ile mütalaada bulunmuştur.
Gerek maddenin açıklaması ve gerekse maddenin gerekçesinden yola çıkarak suçun
önemli unsurundan sayılan fesat kelimesinin anlamı konusundaki aşağıdaki açıklamayı da Mahkemenizin bilgi ve takdirlerine sunuyoruz.
“ Kelime olarak “fesat”, “ bozukluk, çürüklük, yolsuzluk, karışıklık, nifak”, “ hile” anlamlarına
gelmekle birlikte, kanunda hangi hallerin ihaleye fesat karıştırma olarak kabul edileceği sınırlı olarak sayılmıştır. Bu nedenle söz konusu hallerin haricinde bazı davranışlarla ihaleye fesat ka-
rıştırılmış olsa dahi bu madde kapsamında cezalandırılması düşünülemez. Bunun yanında
her türlü ihale bu madde kapsamında olmayıp, sadece “mal veya hizmet alım veya satımlarına ya
da kiralamalara” ilişkin ihaleler bu suçun konusunu oluşturmaktadır. Önemle belirtelim ki, ihaleye
fesat karıştırma suçunun oluşabilmesi için, yapılan ihalenin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu veya
2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine tabi bir ihale olması şart olmayıp, bu konuda önemli
olan husus yapılan ihalenin- yukarıda da değinildiği üzere- kamu kurum veya kuruluşları adına icra
edilen mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara ilişkin bir ihale olmasıdır.” (Büyük
Türkçe Sözlük ve Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğüne atfen, Dr. Çetin Arslan/ Bahattin Azizağaoğlu, Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi, Asil Yayın Dağıtım, Limited Şirketi, Sh. 979, 1.Baskı, Kasım
2004)
Bu açıklamalara göre özet olarak, suçun oluşması için “taahhüt altına girilen edimin ifasına fesat karıştırılmasıdır.”
Sonuç olarak; “ Hile (Aldatma, dolan, yanıltma, dolap)”, “ bir kimsenin kendi davranış biçimi veya sarf ettiği sözlerle diğer bir kimseyi bir irade beyanında bulunmaya veya bir sözleşme
yapmaya yöneltmek için yanlış bir fikir doğuşuna veya yanlış fikrin devamına bile bile neden olmasıdır.”
Genel değerlendirmeden yola çıkarak;
Müvekkilimiz hakkında uygulanması istenen 5237 sayılı TCK’nun 235. Maddesindeki
İhaleye Fesat Karıştırma başlığı altında düzenlenen 235/2-(d) fıkrası “. İhaleye katılmak isteyen veya katılan kişilerin ihale şartlarını ve özellikle fiyatı etkilemek için aralarında açık veya
gizli anlaşma yapmaları…” şeklinde tanımlanmıştır.
Öncelikle; 5237 sayılı TCK’nun 235.maddesinde yer alan failin, ihaleye katılmak isteyen veya katılan kişilerin, ihale şartlarını ve özellikle fiyatı etkilemek amacıyla bir anlaşma
yapmayı istemesi gerekir.
Bu düşünceden yola çıkarak denilmek gerekirse;
“…Üçüncü bir kişinin bu anlaşmaya katılması durumunda, dikkatli olmak gerekir. Üçüncü
kişi anlaşmaya katılmasına rağmen aslında, kartel yararına bir teklifte bulunma kastı bulunmuyorsa
yalnızca, kendi teklifi bakımından bir iradesi bulunuyorsa, ihale anlaşmasının yapılması konusunda
sorumluluğunun olmadığı kabul edilmelidir. Zira, bu suç bakımından kişi ancak, yapılan gizli veya
açık anlaşmaya katılma kastının bulunması halinde cezalandırılabilecektir. Failde böyle bir kastın bulunduğunu söyleyebilmek için genel itibariyle, onun böyle bir anlaşmanın varlığını bilerek hareket etmesi yeterlidir.
Faildeki kastın, aynı zamanda anlaşmaya konu olan teklifi yetkili makamlara ulaştırmaya
başka bir deyimle, ihaleye katılmayı da kapsaması zorunludur. Gizli ya da açık anlaşma yapmayı
tasarlayan bir fail, bu kastını bir üçüncü kişiye iletir ve teklifini belirtirse artık, bu kişi hakkında sübjektif olarak bir kanaat oluşacaktır ve fiilin teşebbüs aşamasında mı kaldığı, yoksa tamamlanmış mı
olduğu konusu gündeme gelecektir. Suçun tamamlandığı kabul edilecek olursa, nedensellik bağı
ile ilgili kurallara aykırı davranılmış olur. Önceden tahmin edilebilen genel yaşam deneyimlerine
göre, böyle bir süreç sınırları içinde kalıp kalmadığı ve fiilin başka şekilde değerlendirilebilmesinin
mümkün olup olmadığına bakılarak bu sorun çözümlenebilecektir. Diğer yandan, failin kastının
nedenselliği de içermesi zorunludur. Buna karşılık, bu suç açısından en temel olarak bakılması gereken bir ihalenin bulunması, bir anlaşma yapılmış olması ve bu anlaşmanın hukuka
aykırı olmasıdır. İhale bakımından kastın içerdiği bilginin, en az iki kişi arasında yer alan bir rekabet ortamını ve bunun belirli bir esas altında yapıldığını ve bu sürecin en uygun fiyata ulaşmayı
hedeflediğini kapsaması gereklidir. (İhaleye Fesat Karıştırma ve Edimin İfasına Fesat Karıştırma Suçları, Yrd. Doç. Dr. Behiye Eker Kazancı, Sh. 187-188, Seçkin Yayınevi, Ankara 2007)
Diğer yandan; müvekkilimiz hakkında uygulanması istenen 235. maddenin 2-c bendinde
düzenlenen ve “hukuka aykırı diğer davranışlarla” şeklinde ifade edilen eylemin, ne olduğu konusunda yasa maddesinin içeriğinde doyurucu bir açıklaması bulunmadığı gibi, müvekkilimizin iddia edilen suçlamayla ilgili olarak “hukuka aykırı diğer davranışlarının” ne olduğu konusunda da
Sayın İddia Makamınca hiçbir açıklama ve kanıt gösterilmeksizin, soyut, sadece telefon konuşmasından yola çıkarak mütalaada bulunmuştur.
Bu açıklamamızı, aşağıda sunacağımız öğretiden aktarılmış, bilimsel yaklaşımında,
tam ve eksiksiz bir şekilde desteklediğini düşünmekteyiz;
“ Ceza kanunlarının uygulanabilmesi için bunların, yalnızca kanunda düzenlenmiş olması
da yeterli değildir. Ayrıca bu düzenlemenin, belirli, açık ve net olması gerekmektedir. Hangi fiillerin
suç olarak düzenlendiği ve bunların cezasının ne olduğu açık ve net bir şekilde belirtilmeli; hiçbir
tereddüde yer bırakmamalıdır. (Belirlilik ilkesi). Kanunilik ilkesinin bir gereği olan belirlilik ilkesi,
her şeyden önce yürütmenin keyfi davranışlarını önleme amacını gütmektedir. Bunun yanında, kanunda öngörülmeyen durumlarda cezalandırma imkânını kaldırarak hakimlerin keyfi davranışta
bulunmalarını da engellemektedir. Belirlilik, aynı zamanda kanunlara tabi olanların eşitliğini sağlamakta ve kişilerin yasak olan ve olmayan durumları bilerek, davranışlarını bilinçli bir şekilde ayarlayabilmelerine de yardımcı olmaktadır. Yine bu ilke sayesinde, savunma hakkı da garanti altına
alınmış olacaktır. Zira, bu şekilde belirli olmayan bir takım ibareler nedeniyle isnadın belirlenmesi
de zora girmiş olacaktır. Tüm bu söylenenlerden, kanun koyucunun bir suç tipini düzenlerken “hukuka aykırı diğer davranışlarla” fiilin işlenebileceğini belirtmiş olmasının, belirlilik ilkesine ve
dolayısıyla da kanunililik ilkesine aykırı olduğu kanaati doğmaktadır. Çünkü bu durumda,
hukuka aykırı diğer davranışların neler olduğunu belirlemek, hakime kalacak ve hakim her
olayda farklı bir muamele yapabilecek, kanuna tabi kişiler de davranışlarını ayarlarken, hangi hareketlerin hukuka aykırı olacağını bilemediklerinden çelişkiye düşebileceklerdir.” (İhaleye Fesat Karıştırma ve Edimin ifasına Fesat Karıştırma Suçları, Yrd. Doç. Behiye Eker Kazancı,
Sh. 166, Seçkin Yayınevi Ankara 2007)
Yapılan açıklamaların ışığı altında; kanıtlar toplanıp değerlendirilip, yargı önüne sunulurken, kanıtların eksiksiz bir şekilde toplanması, eksiklerin giderilmesi ve sonuçta delillendirilmesi
ve belgelendirilmesi gerekir. Soyut, varsayıma dayalı, sadece emniyetin alışıla gelen takiple
elde ettiği varsayıma dayalı kanıtlara dayanarak “cezalandırılması” yoluna gidilmesi halinde
müvekkilimizin sonuçta onarılması güç hak mağduriyetine uğrayacağı açıktır.
4-İhaleye fesat karıştırma; 5237 sayılı TCK’nun 235. Maddesi ihaleye fesat karıştırma suçunu ve bu suçun yaptırımını tarif etmiş ve cezasını öngörmüştür. Müvekkilimiz suçu işlediğini kabul etmemekle birlikte bir an için böyle bir suçun işlendiği kabul edilse dahi müvekkilimizin hangi fiilinin bu suçu işlediği konusunda her türlü şüpheden uzak ve hiçbir duraksamaya yer vermeyecek
şekilde kesin bir delil yoktur.
Şöyle ki;
5237 sayılı TCK’nun 235/2 maddesi ihaleye fesat karıştırma suçunun çeşitli hallerini
saymıştır. Bu nedenle; 235 maddenin 1. Fıkrası suçun işleniş biçimini değil, tarifini ve yaptırımını düzenlemiştir. Buradan hareketle müvekkil hakkında 5237 sayıl TCK’nun 235/2.
Maddesine uygun düşen hiçbir fiil yoktur.
5-Müvekkil açısından suçun unsurları oluşmamıştır. Her ne kadar iddianamede müvekkilin ………… firmasının yetkilisi olduğu belirtilmişsede; müvekkil bu firmanın yetkilisi
değildir. Diğer yandan müvekkilin şirket yetkilisi olduğunu kabul etmemekle birlikte suçun işleniş biçiminden ………..’ı …………. firmasında çalışan Hamide isimli şahsın aradığı ve bu şahsında ihaleye ……….. firmasında çalışan ……… isimli şahsın katılacağını beyan ettiği belirtilmiştir.
Bu iddiaya göre müvekkilimizin ………… ile bu görüşme öncesinde herhangi bir görüşmesinin olmadığı çok açık bir şekilde ortadadır.
Ayrıca, ………. C.Başsavcılığı tarafından ……….. hakkında da (………….) dava dosyasının
soruşturma numarası olan ……………. soruşturma sayılı dosyada “Ek Kovuşturmaya Yer Olmadığına” dair karar vermiştir.
Eğer ortada bir suç var ise ………….’nın da sanık olması gerekir idi. İddia makamının müvekkilin hiçbir fiilini tespit edemediği halde ve üstelik ………….. hakkında ek kovuşturmaya
yer olmadığına karar verdiği halde, müvekkilin sorumlu tutulması doğru değildir. Ayrıca
……………’ın firmayı arayarak …………..’ye ihaleye kimin katılacağını söylemesi, olayın saat
………… itibariyle olduğu da ve bu saatinde ihale saatinden 4 dakika önce olmasına göre
müvekkilin diğer sanıklarla herhangi bir şekilde hareket etmediğini göstermektedir.
Diğer yandan Mahkemenizce de bilineceği üzere, suçun en önemli unsuru olan illiyet bağı;
müvekkilin yetkili ………… şirketinin yetkilisi olmaması sebebiyle illiyet bağı kurulamayacağı açıktır.
Diğer yandan ihaleye katılma suçunun maddi unsurunun da açıklanan sebeplerden dolayı
olmadığı açıktır. İddia Makamının gerek iddianamesinde ve gerekse mütalaasında müvekkil hakkında suçun işleniş biçimi hakkında hukuki bir gerekçe gösterememesi karşısında suçun müvekkil açısından kanuni unsuru yönünden de oluşmamıştır.
Yine suçun manevi unsuru olan kasıt unsuru yönünden yukarıda sayılan ve müvekkil hakkında oluşmayan suçun kasıtlı olarakta işlendiği iddia edilemez. Özet olarak söylemek gerekirse
müvekkilin herhangi bir suç işleme kastı ile hareketi söz konusu olamayacağından, iddia makamınca verilen mütalaaya katılmamız mümkün olmamaktadır.
Mahkemenizce bilindiği üzere;
“5237 sayılı TCK’nun 20. maddesinin 1. fıkrasında, Anayasamızın 38/7. madde ve fıkrasında öngörülen “ceza sorumluluğu şahsidir” kuralı yani failden başka kişilerin bir suç sebebiyle
cezalandırılamayacağı ve herkesin kendi kusurlu eyleminden sorumlu tutulması ilke olarak
kabul edilmiş, böylece Anayasamızın açıkça benimsenmiş olduğu bu ilke yeni TCK’da kendisine somut bir yer bulmuştur.
Bu bağlamda, ceza sorumluluğunun şahsiliği, bireyin ancak iradi davranışı ile gerçekleştirdiği, kusurunun bulunduğu ve yasanın açıkça suç saydığı fiillerden sorumlu olmasını
zorunlu kılar, kişi başkası tarafından gerçekleştirilen ve kusurlu bir davranışının bulunmadığı davranışlardan sorumlu tutulamaz.
…
Nitekim 5237 sayılı TCK’nun getirdiği yeniliklerde benimsediği suç siyasetinin ana ilkeleri,
kusur ilkesi, hukuk devleti ilkesi ve hümanizm ilkesi olarak belirlenmiş ve “kusur ilkesi”, “ceza yaptırımının, ancak işlediği fiilden dolayı kişinin kınanabilmesi durumunda uygulanabilmesini ifade
eder. Bu ilke, bir yandan işlediği fiili dolayısıyla kusurlu olmayan bir kimseye ceza verilemeyeceğini ifade ettiği gibi; diğer yandan faile kusurundan daha ağır bir cezanın uygulanmasını yasaklar. Getirilen bu yeni düzenlemeler, Anayasada öngörülen kusur ilkesinin zorunlu bir sonucu ve çağdaş ceza hukuku anlaşışının da bir gereğidir.” (Açıklamalı Gerekçeli 5237 Sayılı Türk
Ceza Kanununun Getirdiği Yenilikler Bağlamında, Kast ve Taksir, Ali Parlar/Muzaffer Hatipoğlu, sh.
314-315, Kazancı Yayınevi, İstanbul 2005)
Bu açıklamamızın yanında;
Ceza Muhakemesi Hukukunun, evrensel ilkelerinden biri de maddi gerçekliğin araştırılarak sonucuna göre hüküm kurulmasıdır. Maddi gerçeklik araştırılıp değerlendirilirken de araştırmanın akla, mantığa, hukuka uygun olarak yapılması gerekir. Yüksek Mahkemenizin istikrar
kazanmış içtihatları çerçevesinde; “maddi gerçekliğin araştırılması ilkesi konusunda”, “kanıtlardan yola çıkıldığında, kanıtların kişinin cezalandırılması için vicdani kanının yanında,
maddi, kesin, inandırıcı kanıtlarla desteklenmesi gerekir. Kuşkunun bulunduğu yerde ceza
mahkûmiyetine gidilemez.” şeklindeki yerleşik içtihadı da bu düşünce ve görüşümüzü tam ve eksiksiz bir şekilde desteklemektedir.
Sayın Mahkemenizce çok iyi bilindiği üzere, Bir an için bir şüphenin varlığından bahis
edilse dahi; maddi kanıtlardan yola çıkarak faile ulaşıldığında tüm delillerin vicdan kanısı oluşturacak nitelikte, kesin ve inandırıcı olması gerekir. Bunun yanında, failin kastının hiçbir şüpheye yer verilmeyecek derecede saptanamaması durumunda, ‘şüpheden sanık yararlanır’ evrensel
kuralını uygulamak gerekir.
Şüphe konusunda yinelemek gerekirse şu hususa vurgu yapmak gerekir;
Ceza Muhakemesi Hukukunun temel prensiplerinden birisi de şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesidir. Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi olan bu ilkeye göre, yapılan ceza muhakemesi sonunda fiilin sanık tarafından işlendiği % 100 belliliğe ulaşmadığı takdirde beraat kararı verilecektir. “ Bir ülkede tek bir masum kişi cezalandırılmış
ise, o ülkede herkes suçludur” sözü ünlü Ceza Hukukçusu Faruk Erem’indir. Bu sözün temelinde yatan ilkede “masumluk karinesi” dir.
Böyle bir ilkenin kabul edilmesinin sebebi, bir suçlunun cezasız kalmasının, bir masumun mahkûm olmasına tercih edilmesidir; başka bir ifade ile masumluk karinesidir.
Müvekkilimiz ………….. hakkında teknik takip nedeniyle elde edilen, ihaleden birkaç dakika önceki konuşmaya ilişkin teknik kanıtların değerlendirilmesine ilişkin açıklamalarımızdır.
Mahkemenizce bilindiği üzere Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları bağlamında “ceza adaletinin kanıtlar değerlendirilirken maddi gerçekliğin ortaya çıkartılması üzerine” kurulu görüşüne göre “Kuşkunun bulunduğu yerde hiç kimseye ceza verilemez. Kanıtlardan yola çıkılıp faile ulaşıldığında kanıtların her türlü şüpheden uzak maddi, kesin, inandırıcı olması gerekir. Kuşkunun bulunduğu yerde asla ceza mahkûmiyetine gidilemez, derhal beraat kararı
verilmesi gerekir.” diyen içtihadı çerçevesinde; gerek ihaleye fesat karıştırmak suçları açısından ve gerekse 5271 sayılı CMK’nun 135/6 maddesinde yer alan suçlar kapsamında telefon konuşmalarının delil sistemi içerisinde ne şekilde değerlendirileceğine ilişkin aşağıdaki görüş ve düşüncelerimizi yine Mahkemenize arz ediyoruz.
Bu bağlamda;
“Haberleşmenin denetimi veya diğer gizli ve örtülü izleme tedbirleri sonucunda elde
edilen kasetlerin hangi biçimde davaya dahil edileceği konusunda usul kanununda bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak mahkeme içtihatları yoluyla, söz konusu kasetlerin keşif konusu nesne olarak değerlendirileceği biçiminde bir uygulama kabul edilmektedir. İngiltere’de
ise, telefon konuşmalarının kaydedildiği bantlar veya bu bantların daha sonra yazılı hale getirildiği evrakın Ceza Muhakemesinde doğrudan delil olarak değerlendirilmesi mutlak olarak
yasaktır. Bu nedenle, telefon dinleme yoluyla elde edilen bilgiler sadece, soruşturma makamlarının
bunlara dayanarak başkaca delillere ulaşması için kullanılabilir. Bu şekilde elde edilen deliller
ceza mahkemesinde değerlendirilebilmektedir. Avusturya ve İsviçre’de de ses ve görüntü kasetleri
keşif konusu nesne olarak kabul edilebilmektedir. Fransa ‘da ise gizli denetim sonucunda elde edilen kasetler, tedbirin özel hayata ağır bir müdahale niteliği taşıması ve bunların üzerinde değişiklik
yapılması ihtimali nedeniyle, mahkemeler tarafından bir belirti olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, sadece bu kayıtlara dayanarak sanığın mahkûm edilmesi kabul edilmemektedir.
Yurtcan, yazılı olmaması ve dolayısıyla da okunma kabiliyeti bulunmaması nedeniyle, bant
kayıtlarının doğrudan doğruya belge olarak kabul edilmemesi gerektiği görüşündedir. Şahin de,
ses ve video kasetleri tanık beyanının yanı sıra sadece yardımcı olarak, yani daha çok uyarıcı
amaçlı kullanılabilir, demek suretiyle ses ve video bant kayıtlarının tek başına delil olamayacağına işaret etmektedir. Bu görüşler çerçevesinde, keşif konusu nesne olarak kabul edilen bu kasetler mahkemeye, içerikleri ile birlikte doğrudan doğruya ispat konusu olay hakkında bilgi verebilecek nitelikte olmadıklarından, tek başlarına bir şey ifade etmezler. Bu nedenle, ispat edilecek olayı temsil edici nitelikte olup olmadıkları araştırılmalı, başka delillerle de desteklendikleri
takdirde kabul edilmelidirler.” (Aytekin Geleri/ Hakan İleri, Aynı eser, Sh: 227-228)
Aynı şekilde ihaleye katılma suçlarındaki telefon kayıtlarının delil sistemi içerisindeki
değerlendirilmesi bağlamında akademik bir görüş yanında Yargıtay’ın bu konuya ışık tutan
içtihadını da Mahkemenizin takdir ve değerlendirmesine sunuyoruz.
“Bu açıdan ihaleye fesat karıştırma suçu, her ne kadar 5271 sayılı Ceza Muhakemesi kanunu 135/6 ‘da yer verilen katalog suçlar kapsamında yer alsa da, sadece telefon konuşmalarından hareket ederek ihaleye fesat karıştırıldığından bahisle suçun oluştuğuna kanaat getirmenin
kabulü mümkün değildir. Suçun işlendiğinin kabulü için öncelikle ortada somut deliller olmalı
ve bu somut deliller ile hukuka uygun yoldan elden edilen telefon görüşme kayıtları veya iletişim tespitleri eşleştirilmelidir. Bu eşleşme ve örtüşme olmadığı müddetçe, zan ve tahminden
hareketle ya da sadece telefon görüşme kayıtlarında veya ortam konuşmalarında insanların
ifade hürriyeti kapsamında kullandığı sözlerden hareketle suçun yüzde yüz ispatlandığı kabul edilemez ve faile ceza verilemez.”(Prof Dr. Ersan Şen, Av. Ertekin Aksüt, Uygulamada İhaleyle Fesat Karıştırma Suçları, Sh, 133- 134 Seçkin Yayıncılık,)
Benzer yönde karar veren Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2010/8-134 esas 2010/217 karar
numaralı 09.11.2010 tarihli kararında da, “oluşa ve tüm dosya içeriğine göre; sanığın, suçsuz
olduğuna ilişkin savunmasının aksine, dava konusu ticaretini aynı suçtan mahkum olan diğer sanıkla birlikte yaptığına ilişkin, içeriği maddi bulgularla desteklenemediğinden, bu suça
katılımını gösterir kanıt niteliğinde sayılamayan cep telefonu görüşme kayıtları dışında, her
türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı kanıt elde edilemediği, sanığın üzerinde ve evinde
yapılan aramalarda başkaca herhangi bir suç unsuruna da rastlanmadığı gözetilmeden, beraatı yerine yazılı biçimde mahkumiyetine karar verilmesi” sonucu, somut maddi bulgularla desteklenmeyen telefon görüşme kayıtlarına dayalı olarak sanık hakkında mahkumiyet kararı kurulamayacağı olgusunu pekiştirmektedir. Yine aynı kararda, ‘şüpheli ve aydınlatılmış olaylar karşısında
iddiaların sanığın aleyhine yorumlanmayacağı’ ve ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesi ceza
yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkeleridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılması,
suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Şüpheli ve aydınlatılmamış
olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkûmiyeti
bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, teorik de olsa hiçbir kuşku
ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı
cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir”
ifadesi ile yer verilmiştir.
Daha önceki yazılı savunmalarımızda da belirttiğimiz üzere;
“Tüm bu düşünceler ışığı altında soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporuna katılmıyoruz ve müvekkilimiz …………’ın gerek ihaleye katılan firma yetkilisi olmadığı, ihalenin diğer
aşamalarında dahi etkin rolünün bulunmadığı nedenleriyle ihaleye fesat karıştırma suçunun
faili olamayacağı nedeniyle beraatine karar verilmesini talep ediyoruz.
Müvekkillerimizden …………. açısından; her ne kadar ………. adlı bayan ile …………..’ın
görüşme yapması ve daha sonra da ………….. ile müvekkilimiz ………..’ün 250 tonluk ihale alındıktan sonra ………….. kömür şirketinin ……..’daki kömür ocağından 250 ton kömürü belirli günlerde özel idareye teslim etmek üzere ………….’ın sahibi olduğu ……….. Maden Şirketine teslimi
konusunda bilgi aldığı ve bu çerçevede ……….. adındaki şahıs ile görüşmeler yaptığı anlaşılmış
ise de; ihalenin sonuçlanmasından sonra müvekkilimizin nakliye işi yapan ………….’la bu görüşmesinde bir suç unsuru yoktur.
Öte yandan firma nakliye işi en ucuz kim verir ise ona yaptırmakla olup ……….
………..’ın ……………..’e talimatı da bu doğrultuda olup ………………. bu konuyu ………….’a aktarmış ve ……………’da ‘en ucuz kim verir ise ona nakliyeyi verin’ demesi üzerine en ucuz taşıma işi ………….. tarafından verildiği nedeniyle taşıma işi …………’a verilmiştir. Bu taşıma işinin
…………….’a verilmesinin yanlış bir iş olabileceği müvekkilimiz tarafından değerlendirilmemiştir.
İhalenin kesinleştiği tarihte Özel İdarenin kömürünün olmadığı için ricacı olunduğu ve Özel
İdare müdürü ………….’un bu olaya tanık olduğu, …………… tarihinde kesinleştiği ihalenin açıldığı
…………. tarihinde ve ………… tarihli ihale komisyonu kararı ile ihalenin ………… kömür Madencilikte kaldığı itirazın söz konusu olmadığı bir an için aksi düşünülse dahi özel idarenin kış vakti soğukta kalmaması ve gönderilen kömürün aylık cirosu 5 trilyondan aşağı olmayan ……………. nezdinde herhangi bir değerinin de bulunmadığının gözetilmesi gerektiği, nitekim bu konuda
………….’in talebinin derhal …………… tarafından yerine getirildiği hususlarının nazara alınması
ile müvekkillerimizden ……………………’in de atılı suçtan beraatine karar verilmesini talep ediyoruz”
“Müvekkil ………… ise ………….. ……. ………. Madencilik Ltd Şti. de …………… ile ortak
olup ………. Kömür Madencilik şirketi ile bir bağı olmayıp ……….ve ………… adlı şahıslara aittir.
Bu firmada müvekkilimiz ………’ın ………..Madencilik Ltd. Şti olarak ihale ile ilgili bir girişimi
asla olmamıştır.
Tüm bu beyanlar ve dosyaya yansıyan diğer yazılı belgeler, akademik görüşler yanında
Yargıtay uygulamasını da içeren içtihatların ışığı altında sonuç olarak ………… tarihli dilekçemizde de belirttiğimiz üzere;
“1-Müvekkilimiz ………..’ın İl Özel İdaresi Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı’nın 250 tonluk
kömür ihale işine katılan firma olmadığının gözetilmesini ve ihaleye katılan firmanın müvekkil
………’ın oğullarına ait bir diğer firma olan ………… Kömür Madencilik Nakliyat firması olduğu,
2-Müvekkilimiz ………..’ın oğulları ve …….. Madencilik firması yetkililerinden gelen ihbar
doğrultusunda 250 ton kömürün taşıyıcı firma ……… Madencilik tarafından İl Özel İdaresine götürülmeyip bir depoya indirildiği nedeniyle şikayetçi olduğunun gözetilmesini,
3-250 ton kömür alım ihalesine çıkılmadan önce 3 firmanın ihaleye girmek için şartname aldıkları ancak ihalenin ………Kömür Ltd Şti’de kalmaması konusunda ihaleye katılan ………. ve
……….’nın yetkililerinin kendi aralarında yaptıkları (……… firmasının ihaleye sokulmaması onun
yerine ………. firmasının ihaleye sokulması yönünde konuşmalar yaptıkları)
4-Gerçekleştirilen ihale sonucunda ………… Kömür Madenciliğin 54.875.00 TL teklifine
karşın …………. Maden’in 61.000 TL teklifte bulunduğu şartname alan ……..Madencilik’in kömür
temin edemeyeceğini belirtip mektup gönderdiği ……….. madenin teklif mektubu ekinde sunduğu
yetkili satıcılık belgesinin ……… tarihine kadar geçerli olduğu nedeniyle teklifin değerlendirme dışı
bırakıldığı ve yaklaşık maliyetin de 65.583.33 TL olduğu açıklanıp ihalenin ……….. Kömür Madencilik adlı firma üzerinde kaldığı ……….. tarihli ihale komisyonu kararından anlaşılmaktadır.
5-Soruşturma aşamasında düzenlenen bilirkişi raporunda her ne kadar ………. Kömür Madencilik Ltd Şti ile ……… Madencilik Ltd. Şirketinin aralarında anlaştığı ve bu hususun ………..’ın
……….. tarihli emniyet beyanı ve yine ……….. Kömür Madencilik Ltd Şti’nin avukatı ……….in
………. Karakolu’na verdiği ……….. tarihli beyanı ve yine aynı firmanın satış temsilcisi ………’in
………. tarihli beyanı ile ortaya çıktığı belirtilmiş ise de ihalenin onaylandığı ……….. tarihinden sonra 250 ton kömürün ………. tarihinde nakliyeci firma olan ……….. Madencilik Ltd Şirketine taşınması konusunda ihale yapıldıktan ve ihale kesinleştikten sonra anlaşma yapılmasında mevzuata aykırı bir husus olmayıp suçun yasal unsurları oluşmamıştır.
6-Öte yandan iddianamede 2. Olay olarak belirtilen ve …………. İl Özel İdaresinin açtığı
kömür ihalesini kazanan ………. Kömür Madencilik Ltd Şti’nin nakliye işinin …………ve
…………’ya verilmesinden sonra da kömürün eksik teslimi nedeniyle yapılan şikayetle ilgili olup bu
husus da haklılığımızı ortaya koymaktadır. Nitekim bu doğrultudaki ……… Kömür Madencilik Ltd
Şti.’nin avukatı ………’in ……… Karakolu’na verdiği ………… tarihli beyanı ve yine aynı firmanın
satış temsilcisi ……….’in ………….. tarihli beyanı ve bu konuyla ilgili diğer beyanlar gözden
ırak tutulmamalıdır. (bilirkişi raporu sayfa 7,8,9)
7-İhale komisyonu tarafından yapılan işlemlerde kanunun emrettiği tarzda eksiklikler
söz konusu ise bu husustan müvekkilimiz ……….. asla sorumlu değildir.
8-İl Özel İdareye 250 ton kömür ……………….. tarihi itibariyle teslim edildiği, firmadan 250
ton kömürün çıktığı ancak bu kömürlerden 2 kamyonun başka yere kömür döktüğünün müvekkilimiz ……….. ve yetkililerince belirlenmesinden sonra 55 ton kömürün eksik teslim edildiği ortaya çıkınca 55 ton kömür de yine özel idareye teslim edilmiş ancak müvekkil ………….. avukatları marifetiyle taşıyıcı …………. Madencilik firması hakkında yasal girişimlerde bulunmuştur.
9-……….. tarihli satıcı- üretici firma ……………. Kömür İşletmeleri Paz. San. Ltd. Şti ile alıcı
firma …………. Kömür Madencilik İth. İhr. Paz. İnş. Tur. Nak. San. Tic. Ltd. Şti arasındaki satış
yetki belgesi gözden ırak tutulmamalıdır.
10-Müvekkilimizin ihale aşamasında ………. Madencilik Ltd Şti ile yine aynı ihaleye katılan
………… Madencilik Şirketi yetkilileri ile arasında açık-gizli bir anlaşma asla yoktur.
11-Müvekkilimiz …………’ın aynı sektörde faaliyet gösteren şirketlerle ihale tekliflerini önceden belirlemeye ya da ihale ile ilgili anlaşma yapmaya yönelik olarak da hiçbir telefon görüşmesi ve hiçbir fiziki takip bulunmamaktadır.
12- ………… Kömür Madencilik Ltd Şti’nin söz konusu ihaleye verdiği teklif miktarı piyasa
gerçeklerine uygun olup, sorumlu gösterilen ………….’ın yetkilisi ………….. Ltd. Şti olarak da bu
firma hiç kimseye ihaleden çıkma parası vermemiş ve almamıştır ve buna ilişkin hiçbir telefon görüşmesi ve faaliyeti de olmamıştır.
13-Müvekkilimiz …………..’ın rekabetin kaldırılmasına yönelik olarak da hiçbir faaliyeti olmamıştır. İhaleye katılma yeterliliğine ve koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye ve ihaleye
ilişkin işlemlere katılmalarını engelleyici bir eylemi de bulunmamaktadır.
14-………… İl Özel İdaresi’nin açtığı 250 tonluk kömür ihalesinden sonra kömür üreticisi
olarak ihale evraklarına sunulan oğullarının yetkili olduğu ……….. Kömür San. Ltd. Şti ile de ilgili
belge içeriğinden de anlaşıldığı üzere söz konusu kömürler ocaktan çıkmış ve ………. Kömür San.
Ltd.Şti aracılığıyla idareye teslim edilmiş olmakla beraber bu kömürlerin bir bölümünün sevkiyat sırasında idare yerine bir başka depoya indirildiğinin tespiti ile 55 ton kömürün teslim edilmediği halde teslim edilmiş gibi gösterilmesinde de ………… Maden Yetkilisi ……………. ile bir anlaşması da yoktur, bilakis bu şahsı, bu eylemi nedeniyle şikayet etmiştir.”
Sonuç olarak;
Hazırlık aşamasında düzenlenen …………. tarihli rapor içeriği, müvekkilimiz …………ve
…………….’i sorumlu gösterdiği nedeniyle ve yukarıdaki açıklamalarımız ışığı altında asla kabul
etmediğimizi bildirir ve bu nedenle gösterdiğimiz gerekçeler ışığında konusunda uzman bilirkişi
heyetinden yeniden rapor alınarak müvekkillerimizin sorumsuzluğunun bilirkişi raporuyla
da ortaya konması talebimiz kabul edilmeyecek ise savunmalarımızın esas alınmak suretiyle
her iki müvekkilin de atılı suçlardan beraatlerine karar verilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla, .
Sanıklar
Vekilleri