Overbooking Hakkında Önemli Bilgiler

Hizmet Tespit Davaları Nasıl Açılır?

Hizmet Tespit Davaları Nasıl Açılır?

Hizmet Tespit Davaları Nedir?

Tespit davası; bir hukuksal çıkarın söz konusu olması koşulu ile açılan ve sonunda bir hükümlülük talebi içermeyip duruma göre her­hangi bir anlamda bir hükümlülüğe de yol açabilen ve konusuna iliş­kin bir hususun bir hükümle tespitini amaçlayan davadır. Bu hüküm kesin hüküm halini aldığında, konusu olan hukuksal durumun varlığı ya da yokluğu yahut tespit konusu belgenin ya da durumun gerçekten olup olmadığı herkese karşı hüküm ifade etmektedir.

5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre;

  • Aylık prim ve hizmet belgesi işveren tarafından verilmeyen ve­ya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar,
  • Çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde,
  • îş mahkemesine başvurarak,
  • Alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse,
  • Bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.

Kısa ve uzun vadeli sigorta kapsamındaki kişilerin sigortalı ve genel sağlık sigortalısı olması, genel sağlık sigortası kapsamındaki ki­şilerin ise genel sağlık sigortalısı olması zorunludur. 5510 sayılı Kanun’da yer alan sigorta hak ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmak, azaltmak, vazgeçmek veya başkasına devretmek için sözleşmelere ko­nulan hükümler geçersizdir (5510 SK. md. 92/1).

Hizmet tespit davası 5510 sayılı Kanun’a göre sigortalı sayılan iş­lerde çalışanların Sosyal Güvenlik Kurumunca tespit edilemediğinde veya eksik bildirilmiş hizmetlerin tescil edilmediğinin sonradan öğre­nildiğinde tespiti amacıyla açılan davadır. Hizmet tespit davaları, Sos­yal Güvenlik Kurumuna verilip de tescillenmiş işe giriş bildirgelerin­deki yanlış yazılan kimlik kayıtlarının ve sigorta sicil numaralarının tashihi, sigortalının kendisine ait olması gerekirken, başkası adına geçirilen, aktarılan veyahut bildirilmiş olan çalışma sürelerinin sahibine kazandırılması, hizmet süresinin sahih başlangıcının tespiti gibi konu­ları ele alır.

Hizmet tespit davalarında sigortalı ile işveren arasındaki ilişkinin eser sözleşmesi veya vekalet sözleşmesi değil de hizmet sözleşmesi ilişkisi olmasına dikkat edilmektedir.

Hizmet Tespit Davalarında Görev ve Yetki

Görev, kanun ile bir mahkemenin bazı davaları incelemeye yetki­li kılınmasıdır. 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin dokuzuncu fıkra­sında yer verilen açık hüküm gereğince hizmet tespit davalarının ince­lenmesinde görevli mahkeme İş Mahkemeleridir. İş mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesine göre; İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddiala­rından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lü­zum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur. Bu mahkemeler, SGK ile sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuş mazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakarlar.

Yetki, bir mahkemenin yargı çevresine aldığı alandaki husumetle ri çözebilme salahiyetidir. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5. maddesine göre; iş mahkemelerinde açılacak her dava, açıldığı tarihte dava olunanın Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgahı sayılan ycı mahkemesinde bakılabileceği gibi, işçinin işini yaptığı işyeri için yet kili mahkemede de bakılabilir. Bunlara aykırı sözleşme muteber sn mahkeme, Sosyal Güvenlik İl Müdürlüklerinin bulunduğu yer iş mah­kemesidir. Dava açılırken işverenle birlikte Sosyal Güvenlik Kurumu- na da husumet yöneltilmelidir. Hizmet tespit davasında davalı sayısı birden fazla olması halinde davalılardan birinin ikametgâh adresindeki mahkemede açılması gerekmektedir.

İş mahkemelerince verilen nihaî kararlara karşı Yargıtay’da tem­yiz yoluna başvurulabilir. Temyiz yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür. Kanun yoluna başvurulan kararlar, Yargıtayca iki ay içinde karara bağlanır. Yargıtay’ın kararla­rına karşı karar düzeltme yoluna başvurulamaz.

Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile bu Kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan bağımsız bir yüksek mah­kemedir. 6110 sayılı Kanun ile 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 5. Maddesinde yapılan değişiklik ile Yargıtay da yirmiüç hukuk, onbeş ceza dairesi ve her dairede bir daire başkanı ile yeteri kadar üye bulunmaktadır.

Yargıtay’ın görevleri şunlardır:

  1. Adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümleri ilk ve son merci olarak ince­leyip karara bağlamak,
  2. Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı­sı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve bunların kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer da­valara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak,
  3. Kanunlarla verilen diğer işleri görmek.

Hizmet Tespit Davalarını Açma Süresi Ne Kadar?

5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre, aylık prim ve hizmet belgesi işveren tarafından verilmeyen veya çalış­tıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetle­rinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkeme­sine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mah­keme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır. Kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere hizmet tespit davalarının açılabilmesine ilişkin olarak hizmetlerin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıllık bir süre öngörülmüştür.

Bu beş yıllık süre, zamanaşımı süresi olmayıp hak düşürücü bir süre olduğundan davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi ha­kim tarafından da resen dikkate alınır. Nitekim Yargıtay da bu süreyi hak düşürücü bir süre olarak kabul etmiştir. Sigortalının aynı işyerinde birden fazla işe giriş ve çıkışının olması halinde hak düşürücü süre, her dönem çalışma için ayrı hesap edilmelidir. Örneğin: işçi, bir işye­rinde 05.04.2009 tarihinde sigortasız olarak çalışmaya başlamış ve 11.09.2009 tarihinde işten ayrılmış olsun. İşçinin çalıştığı bu dönem için Hizmet Tespit Davası açma süresi çalışmanın ait olduğu yılı takip eden yılbaşından itibaren, yani 01.01.2010 tarihinde başlar. Aynı iş­çinin aynı işyerinde zamanaşımı süresinin başlangıcından sonraki bir tarihte, örneğin 17.06.2011 tarihinde yeniden çalışmaya başlamış ol­ması 01.01.2010 tarihinde başlamış olan zamanaşımı süresinin durma­sına veya kesilmesine neden olmaz.

Hizmet tespit davalarına ilişkin yukarıda belirtilen hak düşürücü süre mutlak değildir. Yargıtay on ve yirmi birinci Hukuk Dairelerinin süreklilik kazanmış kararlarına göre:

a- Müfettiş durum tespit tutanağı ya da tahkikat raporlarıyla ça lışma tespit edilmişse,

b- Asgari işçilik incelemesi neticesinde işverenden sigortalının primleri Kurumca icra yoluyla tahsil edilmişse,

c- İşveren imzalı ücret tediye bordrosunda sigortalıdan sigorta primi kestiğini açıkça gösterdiği halde sigorta primini Kuruma yalıı mamışsa,

d- Sigortalı durumunda iken memurluğa geçmiş olursa,

e- İşe giriş bildirgesi Kuruma süresinde verilmiş; fakat bordrosu ve primi SGK’ya intikal ettirilmemişse,

f- İşçilik hakları tazminatlarına (ihbar, kıdem tazminatı, ücret ala­cağı vs.) ilişkin aynı döneme ait kesin hüküm niteliğini taşıyan yargı kararları varsa,

Hizmet Tespit Davaları zamanaşımına uğrama.

Söz konusu hak düşürücü süre; yönetmelikle tespit edilen belge­leri işveren tarafından verilmeyen veya çalışmaları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar için geçerlidir. Bir başka anlatımla; sigortalıya ilişkin olarak işe giriş bildirgesi, dönem bordrosu gibi yönetmelikte belirtilen belgelerin Kuruma verilmesi ya da çalışmaların Kurumca tespit edilmesi halinde; Kurumca öğrenilen ve sonrasında kesintisiz biçimde devam eden çalışmalar bakımından hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilemez.

Beş yıllık sürenin hizmetin geçtiği yılın sonundan başlamasında amaç, sigortalının çalıştığı süre içerisinde işverene karşı böyle bir da­vayı açmakta karşılaştığı güçlükler ve işverenle karşı karşıya gelmesi­ni önlemektir

Hizmet tespit davasını kişinin kendisi veya ölmüşse hak sahipleri açabilir. Sigortalının kendisinin açması durumunda hizmet tespitine konu işyerinde hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurabilir. Sigortalı ölmüşse murisin hak sa­hiplerinin hizmet tespit davasına dair hak düşürücü süresi murisin ölüm tarihinden başlar.

Ancak burada çok önemli bir noktaya değinmekte lüzum vardır. O da murisin hayattayken hizmet tespit davasını açma süresini geçir­memiş, bu hakkını düşürmemiş olması gerekmektedir. Bir başka de­yişle muris hizmet tespitine konu olabilecek tescil edilmemiş hizmet­lerinin geçtiği tarihin içinde bulunduğu yıl sonundan itibaren 5 yıl ya­şamış ve dava açmamışsa bu dava açma hakkı hak sahiplerine intikal etmeyecektir.

Sigortalının hizmet tespit davasına konu işyerinde dava konusu süreden sonra tekrar işbaşı yapmış olmasının hak düşürücü süreyi durdurmayacağı unutulmamalıdır.

Ayrıca ilgili kişinin 5 yıllık süre içinde hizmet tespit davası aç­mamış olması Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan, çalışmamızın önceki bölümlerinde belirtmiş olduğumuz yöntemler kullanılarak, denetim elemanlarınca hizmetlerinin tespiti talebinde bulunmasını engellemez.

Hizmet Tespit Davası Açılabilmesi İçin Gerekli Olan Şartlar

Kişilerin iddiaları üzerine fiilen yapılan tespitlerde; tutanakta bir yıldan fazla öncesine ait bir tarih düzenlenmiş olsa bile, en fazla tespit tarihinden bir yıl önceki süreler dikkate alınmaktadır. Bir yıldan daha fazla sürelere ait tespitler hizmet olarak değerlendirmeye alınmayaca­ğından, söz konusu süreler için yetkili mahkemeye hizmet tespit dava­sı açılması gerekmektedir.

Hizmet Tespit davalarında SGK ile beraber işverenin de hasını gösterilmesi gerekmektedir. Dava konusu hizmetin geçtiği sürede iş­yeri el değiştirmişse eski işveren yanında işyerini devralan yeni işve­renin de SGK ile birlikte hasım gösterilerek davaya dahil edilmeleri gerekmektedir. Aksi halde hizmet tespit edilse dahi Yargıtayca hüküm bozulmaktadır.

Yerleşmiş Yargıtay görüşlerine göre, Kurum’a husumet yöneltil meyen hizmet tespit davalarına ilişkin verilen kararların uygulanması zorunluluğu bulunmamaktadır. Bunun için açılan davalarda Kurumun hasım olarak gösterilmesi gerekir. Nitekim, Kurum uygulaması da bu yönde olup açılan hizmet tespit davalarında Kurumun hasım gösteril mediği davalar işleme alınmamaktadır. Böylelikle mahkeme kararında belirtilen gün ve kazançlara ilişkin prim belgeleri Kurum’ca işveren­den talep edilir. Yapılacak tebligata rağmen bir aylık süre içinde ve­rilmemesi halinde bu belgeler Kurum’ca resen düzenlenerek muhtevi­yatı primler tespit edilerek işverene bildirilir.

Uygulamada bildirim ve prim ödeme yükümlülüğünü zamanında yerine getirmeyen alt işveren idari veya mahkeme kararlarıyla sonra­dan yerine getirilmesi istenen dönemde kendisine ulaşılamaması, prim ödeyemeyecek ekonomik zorluk çekmesi gibi nedenlerle sigortalılar mağdur edilebilmektedir. Bu gibi hallerde alt işveren ile birlikte asıl işverene hizmet tespit davası açılabilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun Kararı’nda; “506 sayılı Kanun’un 87. maddesinde, tali iş­verenin ödevine uymamasının sonuçlarından asıl işverenin de sorumlu olacağı kuralını koymuştur. Zira, tali işverenler hayat deneyimleriyle ortadadır ki ekonomik bakımdan asıl işverenlere göre güçsüz kişiler­dir. Bunların kişisel olarak sorumlu tutulmaları gerek sigortalıların ge­rek sigortalılara verilecek sosyal güvenlik haklarını uygulayan Sosyal Sigortalar Kurumu’nun hak ve alacaklarını güvenceye almakta yeter­siz olabilir. Bu nedenle, yasa koyucu ortak yükümlerde madde 86 ile tali işverenlerin ödevlerine uymamalarının yaptırımlarından güçlü asıl işverenleri de müteselsil sorumlu tutan, sosyal güvenlik hukukunun is­teklerine uygun düşen bir düzenleme yapmıştır.”

Sosyal Güvenlik Kurumu da bir genelgesinde; Yargıtay’ın asıl iş­verenin sorumluluğu ile ilgili muhtelif kararlarında da “birlikte sorum­luluk” deyiminden tam teselsülün, dolayısıyla müşterek ve müteselsil sorumluluğun anlaşılması gerektiği belirtilmiştir.Amlan Genelge’ye esas Yargıtay Kararları 506 sayılı Kanun hükümleri için alınmış ol­makla birlikte 5510 sayılı Kanun için de geçerliliği sürmektedir.nı

Ayrıca, dava yoluyla alt işveren adına hizmetlerini tespit ettiren çalışan, sosyal sigorta uygulamaları bakımından prim alacaklarını 2010-71 sayılı Genelge gereği asıl işverenden alınmasını isteyebileceğinden, alt işverenle birlikte asıl işverene dava açılmasında çalışan adına hukuki menfaat bulunmayabilir.

Hizmet tespit davasının açılabilmesi için sigortasız bir çalışmanın veya eksik sigorta primine esas kazanç ya da eksik günle çalışmanın söz konusu olması gerekmektedir. Ayrıca hizmet tespit davasının açı­labilmesi için daha önceden açılmış aynı nitelikte kesinleşmiş bir da­vanın olmaması gerekmektedir.

Hizmet Tespit Davalarında Deliller

Hizmet tespit davalarında iddia sahipleri tarafından sunulabilecek muhtelif deliller bulunmaktadır. Bu deliller yazılı olabileceği gibi ta­nık beyanları da olabilmektedir. Mahkemece sözü edilen yazılı delille­rin yanında tanıklar da dinlenerek durum açıklığa kavuşturulmaktadıı Delil olarak gösterilen tanık ifadeleri arasında çelişki olmamalı, be yanlar inandırıcı olmalıdır. Mahkemeye sunulacak olan tanıkların iddia sahibinin çalıştığı iddia edilen dönemde çalışmış ve SGK’ya bildirimi yapılmış sigortalılardan olması önem arzetmektedir. Ayrıca tanık beyanlarından çok eski tarihlere ilişkin olanları genellikle mahkeme lerce dikkate alınmamaktadır. Ayrıca davalı işyerine komşu nitelikte sayılabilecek diğer işyerlerinin sahipleri ve/veya çalışanları tarafindan yapılacak tanık ifadeleri de mahkemeler tarafından dikkate alınabilinektedir.

Tanık beyanlarının dışında işyeri ile alakalı bulunan veya işveren/işveren vekili tarafından işin yürütülmesine esas teşkil eden ya da iddia sahibinin söz konusu işyerinde çalıştığını gösteren her türlü yazılı belge ve evrak da mahkemeye delil olarak sunulabilecektir. Söz konusu belgelerin sonradan düzenlenebilir nitelikte olmaması mahkum kararlarında önem arzetmektedir. Mahkemeler tarafından en fazla ılı bar edilen yazılı belgelere çalışmamızın “Kayden Tespit” başlığı al tında yer verilmiştir. Ayrıca noter veya kamu kurulularınca onaylanmış veya düzenlenmiş olan her türlü belge de mahkemelerce önemli delil olarak kabul edilmektedir.

Hizmet tespit davalarında dikkate alınan önemli belgelerden birisi de denetim elemanlarına ait tutanak ve raporlardır. Nitekim özellikle fiili tespitler neticesinde düzenlenen raporlarda geriye dönük en la/ la bir yıllık çalışmaların tespiti yapılabildiğinden hareketle bir yıldan fazlasına yönelik iddialar için hizmet tespit davası açılması halinde denetim elemanlarına ait tutanak ve raporlar mahkeme tarafından dik­kate alınabilmekte ve delil ve tanık ifadeleri değişmemesine rağmen denetim elemanı tarafından verilemeyen hizmetler hakim tarafından verilebilmektedir.

Hizmet Tespit Davalarının Sonuçları

Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 18. Maddesine göre; Kanun kapsamında sigortalı olması gerektiği halde;

a- Kurum’un denetim ve kontrolle görevli memurlarınca fiilen yapılan denetimler veya işyeri kayıtlarından yapılan tespitler ya da kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatları gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemeler veya kamu kurum ve kuruluşları ile 5411 sayılı Kanun kapsamındaki kuruluşlar tarafından düzenlenen belge veya alman bilgiler sonucu,

b- Kanun’un 8. maddesinin yedinci fıkrasına göre kamu idareleri ile Kanun’un 100. maddesine göre 5411 sayılı Kanun kapsamındaki kuruluşlar, döner sermayeli kuruluşlar, diğer gerçek ve tüzel kişilerden doğrudan kamu idareleri ile kanunla kurulan kurum ve kuruluşlarla yapılan protokoller çerçevesinde alınan bilgiler sonucu,

c- Hizmet tespitine ilişkin kesinleşen yargı kararlarına göre,

Kurum’a bildirilmediği tespit edilenlerin tescil işlemleri Sosyal Güvenlik Kurumunca resen yapılır.

Yapılan resen tescil neticesinde mahkeme kararında belirtilen ay­lık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından dikkate alınır. Ayrıca söz konusu sürelere ilişkin sigorta primine esas kazanç tutarları üzerinden hesaplanacak prim tu- ı.ıılan ile 5510 sayılı Kanun’un 89. maddesi uyarınca hesaplanacak gecikme zammı işverenden istenir.

5510 sayılı Kanun’un 89. maddesinin ikinci fıkrasına göre; Kurumun prim ve diğer alacakları süresi içerisinde ve tam ödenmezse ödenmeyen kısmı sürenin bittiği tarihten itibaren ilk üç aylık sürede her bir ay için % 3 oranında gecikme cezası uygulanarak artırılır. Ay­rıca, her ay için bulunan tutarlara ödeme süresinin bittiği tarihten baş­lamak üzere borç ödeninceye kadar her ay için ayrı ayrı Hazine Müs­teşarlığınca açıklanacak bir önceki aya ait Yeni Türk Lirası cinsinden iskontolu ihraç edilen Devlet iç borçlanma senetlerinin aylık ortalama faizi bileşik bazda uygulanarak gecikme zammı hesaplanır. Ancak, ödemenin yapıldığı ay için gecikme zammı günlük hesaplanır. Bakan­lar Kurulu, ilk üç ay için uygulanan gecikme cezası oranını iki katma kadar artırmaya veya bu oranı % 1 oranına kadar indirmeye, yeniden kanunî oranına getirmeye ve uygulama tarihini belirlemeye yetkilidir. Dava ve icra takibi açılmış olsa bile, prim ve diğer Kurum alacakları­nın ödenmemiş kısmı için gecikme cezası ve gecikme zammı tahsil edilir.

5510 sayılı Kanun ile prim ödeme yükümlülüğü tamamen işvere­ne verilmiş, sigortalıya ise bu konuda herhangi bir görev verilmemiş­tir. 5510 sayılı Kanunun 88. maddesine göre; 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sigortalıları çalıştıran işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak sigortalı hissesi prim tutarlarını ücretlerinden keserek ve kendisine ait prim tutarlarını da bu tutara ekleyerek en geç Kurumca belirlenecek günün sonuna ka­dar Kuruma öder.

Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin, bir kararına konu olayda; Gazi antep îş Mahkemesi’nin Yargıtay tarafından onanan kararıyla, işçinin 15.04.1989-30.9.1997 tarihleri arasındaki 5 yıl 5 ay 15 günlük (toplanı 1.965 gün) sigortalı çalışmalarının tespitine karar verildiği, davacının 22.04.2003 tarihli dilekçe ve mahkeme kararı ile tespiti yapılan şiire nin sigortalılık süresine eklenmesini talep ettiği, kurumun işverenden primlerin tahsili için gerekli işlemleri yaptığı, ancak tahsilini sağlaya madiğim belirtip, mahkeme kararı ile tespit edilen süreye ait primin işverence ödenmediğinden emeklilik için gereken süreye dahil edil meyeceğini, işveren primlerini işçi tarafından ödenmesi gerektiğini bildirmiştir. İşçi de bunun üzerine yeniden İş Mahkemesine gitmiştir. Davacı işçi, yaşlılık aylığına hak kazandığının tespitini istemiş, mah­keme ise sigortalı çalışmalarından bir kısmının hizmet tespiti davası yoluyla elde edildiğini ve bu hizmetlere ilişkin primlerin işveren tara­fından Kurum’a yatırılmadığını, primleri tahsil edilemeyen sürenin si­gortalılık süresine eklenemeyeceğini, dolayısıyla prim ödeme gün sa­yısı koşulunun oluşmadığı gerekçesiyle istemi reddetmiştir. Mahke­menin reddetmesi üzerine işçinin talebiyle temyize gidilmiştir.

Yargıtay 21. Hukuk Dairesi “506 sayılı Yasa’nm 79/10. madde­sinde “yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilme­yen veya çalıştıkları Kurum’ca tespit edilmeyen sigortalıların çalışma­larını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisin­de mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bun­ların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayılarının nazara alınacağı” belirtilmiştir. Yasa’da başka bir koşul öngörülmemiş olup, prim borçlarının ödenmesinden işveren­ler sorumlu olduğuna, ödenmeyen primlerin tahsil ve takibinden de kurum yetkili ve görevli bulunduğuna göre, Yasa’nm öngördüğü şe­kilde çalışmaları bildirmeyen işveren ve çalışmayı tespit etmeyen ku­rumun bu davranışlarının sonucu sigortalıya yüklenmemelidir. Aksi bir düşünce sigortalının hiçbir zaman yaşlılık aylığına ulaşamaması gibi bir sonucu da doğurabilir, bu da sosyal güvenlik ilkeleri ile bağ­daşmaz.” diyerek mahkemenin verdiği kararı bozmuştur.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanu- nu’nun “prim ödeme yükümlüsü” başlıklı 87. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde;bu Kanun’un uygulanmasında kısa ve uzun vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası ve isteğe bağlı sigorta bakımından 4. maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerine ve 5. maddenin (a) bendine tabi olanlar için bunların işverenlerinin prim ödeme yükümlüsü olduğu hüküm atma alınarak mevcut hükümler ay­nen korunmuştur. Yani, hizmet akdine tabi olanlar ile kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan işçilerin primlerinin ödenmesi konusunda mev­cut uygulamada olduğu gibi sigortalılara bir yükümlülük getirilmemiş, bu yükümlülük tamamen işverene verilmiştir.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun alacaklarının takip ve tahsiline ilişkin düzenlemeler, genel itibariyle 5510 sayılı Kanun’un 88. mad­desinde ve söz konusu maddeye istinaden çıkartılmış olan Sosyal Gü­venlik Kurumunca 6183 Sayılı Kanuna Göre Kullanılacak Yetkilere İlişkin Yönetmelikte yer almaktadır. Ayrıca 4447 sayılı Kanun uya­rınca işsizlik sigortasına ilişkin ödenmesi gereken primlerin tahsili Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından aynı doğrultuda yapılmaktadır.

5510 sayılı Kanun’un 88. maddesinin 15. fıkrası gereğince, Ku­rumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Kanunun 51, 102 ve 106. maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Dolayısıyla 6183 sayılı Kanun’da yer alan;

  1. Gecikme zammı, nispet ve hesabı (Md.51),
  2. Tahsil zamanaşımı (Md.102),
  3. Tahsil imkansızlığı nedeniyle terkin (Md.106).

Hükümleri haricindeki tüm hükümler sosyal güvenlik hukuku­muz, dolayısıyla sosyal parafıskal gelirlerin takip ve tahsili açısından da geçerlidir.

6183 sayılı Kanun’da yetkiler açısından Maliye Bakanlığı ve di­ğer kamu kuruluşlarına atıfta bulunulmuştur. 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesi uyarınca; Sosyal Güvenlik Kurumu, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşla rı ve mercilere verilen yetkileri kullanır.

Kurumun 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen prim ve di ğer alacakları amme alacağı niteliğinde olup, imtiyazlı alacaktır. Kıı rumun taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya tamamen aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kamı nunda yazılı tazminat ve cezalar Kurum hakkında uygulanmaz.(55 10 SK-md.88/18)

6183 sayılı Kanun’da yer alan kamu alacaklarını koruma yöntem leri Sosyal Güvenlik Kurumu’nun alacaklarının korunması açışından da kullanılmaktadır. Ancak. 6183 savdı Kanun’da belirtilen yetki ve usule yönelik bir takım düzenlemeler için yönetmelik ve bir takım uyarlamalar yapılması yoluna gidilmiştir. Bu doğrultuda 6183 sayılı Kanun’da bahsedilen koruma yöntemlerinin sosyal güvenliğe yansımaları aşağıdaki şekilde sıralanabilir.

Teminat İstenmesi

Teminat istenmesi hususu ile alakalı olarak, 6183 sayılı Kn nun’un 9 ila 12. maddelerinin yanı sıra Yönetmelikte bir takım düzen lemelere yer verilmiştir. Yönetmeliğin 5. maddesine göre; tahsil dairesi , Türkiye’de ikametgâhı bulunmayan borçlunun durumu, Kurum alacağının tahsilinin tehlikede olduğunu gösteriyor ise borçludan mevzuatta belirtilen teminatı isteyebilir.

Ayrıca Yönetmeliğin aynı maddesine göre; Kurum alacağını ta­hakkuk ettirecek gerekli işlemlere başlanmış olması hâlinde, Kurumun denetim ve kontrolle görevlendirilmiş memurlarınca yapılan tespitler sonucunda bulunan tutar üzerinden tahsil dairesince teminat istenebi­lir. Görüldüğü üzere her iki halde de teminat istenmesi idarenin inisi­yatifine bırakılmış olup, zorunlu bir uygulama değildir.

Kurumca teminat olarak istenebilecek değerler ise 6183 sayılı Kanun’un 9. maddesinde yer alan kıymetlerdir. Teminat sonradan tamamen veya kısmen değerini kaybeder veya borç miktarı artarsa, teminatın tamamlanması veya yerine başka teminat gösterilmesi iste­nir. Borçlu verdiği teminatı kısmen veya tamamen aynı değerde baş­kalarıyla değiştirebilir.

Ayrıca Yönetmeliğin 6. maddesine göre; Kurum alacaklarının tahsili ile ilgili olarak 6183 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde belir­tilen teminatı sağlayamayan borçluların, borç ödemede hüsnüniyetli ve malî gücü yüksek olan muteber bir şahsı müteselsil kefil ve müşte­rek müteselsil borçlu olarak göstermesi hâlinde, şahsi kefaleti ve gös­terilen şahsı kabul edip etmeme konusunda tahsil dairesi yetkilidir.

İhtiyati Haciz

İhtiyati haciz müessesesi amme alacağının korunması bakımından en etkili yöntemlerinden biridir. Bağımsız Vergi Daireleri Yönerge­si’nde, ihtiyati haciz şu şekilde tanımlanmaktadır: “İlerde tahakkuk edecek olan veya henüz vadesi gelmemiş bulunan ya da vadesi geçtiği halde ödeme emri tebliğ edilmemiş bulunan amme alacağının tahsil güvenliğini sağlamak üzere yapılan hacze, ihtiyati haciz denir.”

Yönetmeliğe göre, ihtiyati haciz, Kurum alacakları ile ilgili ola­rak 6183 sayılı Kanunun 13. maddesinde belirtilen sebeplerin bulun­ması hâlinde, hiçbir süreye bağlı kalmaksızın ünite müdürünün kara­rıyla derhâl uygulanır.

Haklarında ihtiyati haciz uygulanan borçlular, haczin yapıldığı ta­rihten, gıyapta yapılan hacizlerde ise haczin tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde yetkili iş mahkemesinde dava açabilir. Borçlu tarafından, ihtiyati hacze karşı 7 gün içinde ihtiyati haczin iptali için dava açılmış olsa bile, hüküm kesinleşinceye kadar ihtiyati haciz devam eder. İhtiyati hacze karşı 7 günlük dava açma süresinin geçmesinden sonra alacaklı tahsil dairesince ödeme emrinin tebliği ile ihtiyati haciz kesin hacze çevrilir.

6183 sayılı Kanun’un 16. maddesine göre; Borçlu, 10. maddenin 5. bendinde yazılı menkul mallar hariç olmak üzere, mezkûr maddeye göre teminat gösterdiği takdirde ihtiyati haciz, haczi koyan merci tarafından kaldırılır.

İhtiyati Tahakkuk

İhtiyati tahakkuk uygulaması da kamu alacaklarını güvence altına almaya yönelik etkin bir müessesedir. İhtiyati tahakkuk, kamu alaca­ğının, yetkili birimin emriyle amme alacağını güvenceye almak için geçici olarak tahakkuk ettirilmesidir.

Yönetmeliğin 8. maddesine göre; Ünite müdürü, 6183 sayılı Kanunun 17. maddesinde belirtilen sebeplerin bulunması hâlinde, il­gili servisin yazılı talebi üzerine borçlunun henüz tahakkuk etmemiş borçlarından Kurumca tespit ve ilan edilecek olanlarla bunların ge­cikme cezası, gecikme zammı ve idari para cezalarının derhâl tahak­kuk ettirilmesi hususunda yazılı emir verebilir. Ünitenin ilgili birimle­ri bu emri derhâl tatbik etmek zorundadır.

Haklarında ihtiyati tahakkuk üzerine ihtiyati haciz uygulanan borçlular, ihtiyati tahakkuk sebeplerine ve miktarına haczin yapıldığı tarihten, gıyapta yapılan hacizlerde ise haczin tebliğ tarihinden itiba­ren 7 gün içinde yetkili iş mahkemesinde dava açabilir.