Sanığın Kendisine Görevi Gereği Verilen Kullanıcı Kodu Ve Şifre İle Sorgulama Yapması Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme Veya Ele Geçirme Suçunu Oluşturmaz

Ceza Hukukunda Kusur Ne Demek?

Ceza Hukukunda Kusur Ne Demek?

Kusur ne demek? Hukukta kusur, işlediği haksızlıktan dolayı failin kınanabilmesi demektir. Kusur, ceza sorumluluğunun esasını oluşturan bir müessesedir. Ceza hukuku uygulamasında kusurluluk esastır. Ceza hukukunda “fiil olmadan haksızlık olmaz, haksızlık olmadan kusur olmaz, kusur olmamadan da ceza olmaz” kuralı geçerlidir. Bir kişinin kusurlu olduğunu ileri sürebilmek için onun öncelikle kusur yeteneğine sahip olması gerekir. Kusur yeteneği bulunmayan bir kişi hukukta kusurlu sayılamaz. Kusurun esasını kasten veya taksirle işlenen bir haksızlık oluşturur.

Ceza hukukuna göre kusur, fail hakkındaki kişisel kınama yargısıdır. Kınamanın sebebi ise failin norma uygun davranabilecek, hukuka uygun hareket edebilecek durumda olmasına rağmen, hukuka aykırı davranmasıdır. Kusur, fail ile fiili arasındaki manevi bir bağı ifade eder. Kusur, haksızlığın gerçekleştiriliş biçimi ve unsuru olan kast ve taksirden farklı bir kavramdır.

Hukukta kusurluluk nedir? Kusur ne demek?

Kusur ne demek? Kusur, failin, hukuka uygun davranma olanağı varken, hukuka aykırı haksızlığı seçmesi nedeniyle kınanmasıdır. Hareketin ve neticenin ifade ettiği değersizlik haksızlığın esasını, zihniyetin değersizliği ise kusurun esasını oluşturur.

Temelinde haksızlık yargısı bulunmayan bir kusur yargısından söz edilemez. Bu açıdan, ceza hukukunda cezalandırmanın esasını oluşturan kusurun somut bir fiille bağlantılı olması gerekir. Ceza hukukunun konusu olan kusur ahlaki kusur değil, hukuki kusurdur.

Kusur yeteneği nedir?

Kusurluluktan söz edilebilmek için öncelikle bu kişinin fiili işlediği sırada kusur yeteneğine sahip olması gerekir. Türk Ceza Kanunu‘nda (TCK) kusur yeteneğine ilişkin belirli bir tanım yoktur. Ancak TCK’nın yaş küçüklüğünü (TCK m. 31) ve akıl hastalığını (TCK m. 32) düzenleyen maddelerine göre kusur yeteneği, kişinin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama (algılama yeteneği) ve davranışlarını bu doğrultuda yönlendirme (irade yeteneği) kabiliyetidir. Algılama yeteneği ve irade yeteneği kusurun iki unsurudur.

Hukukta kusurluluğu etkileten haller

Kusur ne demek? Hukukta kusurluluğu etkileyen haller, algılama yeteneğini ortadan kaldıran ve irade yeteneğini önemli ölçüde etkileyen hâllerdir.  Kusur yeteneğinin bu iki unsurundan birini etkileyen ve failin kusurluluğunu ortadan kaldıran veya azaltan nedenlere, kusurluluğu etkileyen hâller denir. TCK’da yer alan kusurluluğu etkileyen haller şunlardır:

  1. Hukuka aykırı bağlayıcı bir emrin yerine getirilmesi (TCK m. 24/2-4),
  2. Zorunluluk hali dolayısıyla kişinin irade yeteneğinin etkilenmesi (TCK m. 25/2, 92, 99, 147),
  3. Hukuka uygunluk nedenlerinden meşru müdafaanın sınırının heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması (TCK m. 27/2),
  4. Cebir ve tehdit dolayısıyla kişinin irade yeteneğinin etkilenmesi (TCK m. 28),
  5. Haksız tahrik (TCK m. 29)
  6. Kusurluluğu etkileyen hata (TCK m. 30/3-4),
  7. Yaş küçüklüğü (TCK m. 31),
  8. Sağır ve dilsizlik (TCK m. 33),
  9. Akıl hastalığı (TCK m. 32),
  • Geçici nedenler, alkol ve uyuşturucu madde etkisinde olma (TCK m. 34).

Bu hallerden bir kısmı kusuru tamamen ortadan kaldırırken bir kısmı ise kusurluluğu sadece azaltmaktadır. Kusurun tamamıyla kalkmayıp azaldığı hâllerde, kusurla orantılı ceza prensibi gereğince faile daha az ceza verilmesi gerekir.

Yaş küçüklüğü-kusur ne demek

İnsan davranışının, toplumun değer yargılarına uygun olup olmadığını kavrayabilmesi ve davranışlarını buna göre yönlendirebilmesi fiziki gelişimle paralel biçimde ortaya çıkar. Yaşı küçük bireylerin yetişkinler gibi haklıyı haksızdan, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneği bulunmamaktadır. Fiziksel gelişimle beraber kişinin toplumun değer yargılarını kavrama yeteneği de gelişir. Bu nedenle kişinin kusur yeteneği ile yaşı arasında sıkı sıkıya bir bağ vardır.

TCK’nın 6/1 fıkrasına göre, ceza kanunlarının uygulanmasında “çocuk” deyiminden; “henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi” anlaşılır. Keza 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 3. maddesine göre de çocuk, daha erken yaşta ergin olsa dahi onsekiz yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlanmaktadır.

Yaş küçüklüğünün kusur yeteneği üzerine etkisi TCK’nın 31. maddesinde çocuklar üç gruba ayrılarak ve her yaş kategorisi kusur yönünden ayrı bir sistem öngörülerek düzenlenmiştir.

Yaşın kusur yeteneği üzerindeki etkisi onsekiz yaşın tamamlanmasına kadar kabul edilmiştir. Bu yaştan sonra, yaşın ceza sorumluluğu üzerinde bir etkisi yoktur. Yaşlılığın ceza sorumluluğu üzerindeki etkisi, akıl hastalığına ilişkin kurallar çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Sağır ve dilsizlik-kusur ne demek

İşitme yeteneğine doğuştan sahip olmayan ya da küçük yaşta bu yeteneği kaybeden kişilerin konuşma yeteneği de gelişememektedir. Bu bakımdan sağır ve dilsiz olan bireylerin kavrama yeteneği de yeterince gelişmez.

TCK’nın 33. maddesine göre sağır ve dilsizler belli bir yaşa kadar yaş küçüklüğüne ilişkin hükümlere, belli bir yaşın üzerinde ise akıl hastalarına ilişkin hükümlere tabi tutulmuştur. Sağır ve dilsizleri üç grupta incelemek mümkündür.

1- Fiili işlediği sırada henüz on beş yaşını doldurmamış olanlar. TCK’nın 31/1 fıkrasına göre bunlar hakkında on iki yaşını doldurmamış olan çocuklara ilişkin hükümler uygulanır.

2- Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş ancak onsekiz yaşını doldurmamış olanlar. TCK’nın 31/2 fıkrasına göre bunlar hakkında 12-15 yaş arasındaki çocuklara ilişkin hükümler uygulanır.

3- Fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmuş ancak yirmibir yaşını dolduramamış olanlar. TCK’nın 31/2 fıkrasına göre bunlar hakkında 15-18- yaş arasındaki küçüklere ilişkin uygulanır.

Fiil işlendiği sırada 21 yaşını doldurmuş olan sağır ve dilsizler kural olarak tam ceza ehliyetine sahip kabul edilirler.

Akıl Hastalığı

Kusur yeteneğini etkileyen sebeplerden bir diğeri de akıl hastalığıdır. İşlediği fiil nedeniyle kusur isnadında bulunabilmek için kişinin aklen sağlıklı bir insan olması da gerekir. Akıl hastalığına maruz kalan insan davranışlarının hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinden, davranışlarını hukuka göre yönlendirme yeteneğinden yoksun olabilir. Akıl hastalığının etkisinde kalarak suç teşkil eden bir fiili işleyen kişinin kusur yeteneğinin olmadığı kabul edilir.

Akıl hastalıkları, kişinin algılama veya irade yeteneğini etkileyen psikolojik bozukluklardır. Akıl hastalıklarının hangileri olduğu ve bunların kişi davranışları üzerindeki etkileri tıbbın konusunu oluşturur. Bu kapsamda TCK’da akıl hastalıkları tek tek sayılmamış ve sadece akıl hastalığının kusur yeteneğini etkileyen bir sebep olduğu belirtilmiştir (TCK m. 32). Şunlar akıl hastalıklarına örnek olarak verilebilir: Şizofreni, paranoya, melankoli, mani, histeri, sar’a (epilepsi), zekâ geriliği, kleptomani (hırsızlık hastalığı), yaşlılık bunaklığı.

Kusur yeteneği üzerinde etki eden akıl hastalığının fiilin işlendiği sırada mevcut olması gerekir. Fiilin icrasından sonra ortaya çıkacak bir akıl hastalığının ceza sorumluluğuna bir etkisi olmayacaktır.

Bu konuda ilk belirlenecek husus, kişinin suç teşkil eden fiili işlediği sırada akıl hastası olup olmadığıdır. Şayet akıl hastası ise ikinci olarak belirlenecek husus, bu hastalığın genel olarak kişinin davranışları üzerinde ne tür etkilerinin olabileceğidir. Son olarak ise bu hastalığın somut olayda kişinin algılama ve irade yeteneği üzerinde hangi oranda etki ettiği tespit edilecektir.

İlk iki araştırma ve tespit tıp biliminin konusu olup, psikiyatri biliminin verileri çerçevesinde uzman hekimler tarafından yapılacaktır. Ancak akıl hastalığının somut olay açısından kişinin algılama ve irade yeteneği üzerindeki etkisini belirlemek hâkime ait bir görevdir.

Akıl hastalığının, kişinin tüm fiilleri üzerinde algılama veya irade yeteneği üzerinde etkisi olmayabilir. Maruz kalınan akıl hastalığının kişinin işlemiş bulunduğu somut fiil açısından algılama veya irade yeteneğini etkilemesi gerekmektedir. Örneğin kleptomani hastası birinin değeri az olan şeylere yönelik işlediği hırsızlık suçunda irade yeteneğinin olmadığı söylenebilir ancak kasten yaralama veya öldürme suçlarını işlemesi halinde irade yeteneğinin olmadığı söylenemez.

Bir insan eğer akıl hastasıysa hukuksal olarak önemli olan husus, akıl hastalığının kişinin algılama ve irade yeteneği üzerindeki etkisinin nasıl gerçekleştiğinin tespit edilmesidir. Bu açıdan akıl hastalığının kusur yeteneği üzerindeki etkileri bir derecelendirmeye tabi tutulur. Akıl hastalığının kusur yeteneğini tümüyle ortadan kaldırdığı ya da azalttığı söylenebilir.

TCK’nın 32. maddesinde akıl hastalığının kusur yeteneği üzerindeki etkisi şöyle gruplandırılmıştır.

1- Bu fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğini ortadan kaldırır,

2- Bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldırır veya önemli ölçüde azaltır,

3- Bu fiille ilgili olarak algılama yeteneğini etkilememekle beraber, davranışlarını yönlendirme yeteneğini azaltmış olabilir.

Geçici nedenler

Bazı geçici nedenler de aynen akıl hastalığı gibi devamlılık göstermemesine ve geçici olarak kişinin algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği üzerinde etki eder. Geçici nedenlerin mutlaka patolojik bir nedenden kaynaklanması şart değildir. Bu nedenle geçici nedenlerin hangi hâllerden oluştuğunun önceden tespiti mümkün değildir. Geçici nedenler bakımından önemli olan kişinin akıl hastalığı olmaksızın içinde bulun­duğu durumun geçici olarak algılama veya davranışlarını yönlendirme yeteneği­ni ortadan kaldırması ya da önemli derecede azaltmasıdır. Geçici nedenlere şunlar örnek verilebilir: İstemeden alkol veya uyuşturucu madde alma, ateşli hastalık, zehirlenme, uyku hâli, gebelik sonrası ortaya çıkan psikozlar, diyabet.

Hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emrin yerine getirilmesi

Hukuka aykırı bağlayıcı emrin yerine getirilmesi TCK’nın 24. maddesinde kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak düzenlenmiştir. Kamusal hizmetlerin yürütülebilmesi, kamu görevlileri arasında bel­li bir hiyerarşik yapılanmayı gerektirir.

Hiyerarşik yapı gereğince ast, üstün emrine itaate mecburdur. Astlar, üstün emirlerini geciktiril­meden yerine getirmekle yükümlüdür. Hiyerarşik yapı içinde amirin memura verdiği emir hukuka uygunsa böyle bir emrin yerine getirilmesi de hukuka uygun olacaktır. TCK’nın 24/1 fıkrasına göre emri yerine getiren bakımından görevin ifası hukuka uygunluk nedeni söz konusu olacaktır. Hukuka uygun emrin yerine getirilmesi, kanun hükmünün yerine getirilmesi gibi değerlendirilebilir.

Ancak hukuka aykırı olmakla beraber bağlayıcı bir emir söz konusu olduğunda böyle bir emrin yerine getirilmesi, emri yerine getiren için bir hukuka uygunluk nedeni oluşturmaz. Hukuka aykırı bağlayıcı bir emri veren sorumlu kalmaya devam eder. Fiil de hukuka aykırı olma vasfını korur. Verilen emir hukuka aykırı olduğu taktirde yerine getirilmesi durumunda yerine getirenin sorumlu tutulamaması bir hukuka uygunluk nedeninin bulunmasından kaynaklanmaz. Yerine getirenin sorumlu tutulmaması emri yerine getirenin içinde bulunduğu hiyerarşik ilişki nedeniyle kusurluluğunun etkilenme­sinden kaynaklanır. Hukuk devletinde “kanunsuz emrin” bir hukuka uy­gunluk nedeni olarak kabulü mümkün değildir.

Zorunluluk Hâli

Kusurluluk üzerinde etki oluşturan durumlardan biri de TCK’nın 25/2 fıkrasında düzenlenmiş olan zorunluluk hâlidir. TCK’nın 25. maddesine göre kendisine ya da başkasına ait olan bir hakka yönelik olan, isteyerek sebep olmadığı ve başka bir biçimde de korunma imkânı olmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulma ya da başka birini kurtarma zorunluluğuyla ve tehlikenin ağırlığı ile konusu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak şartı ile işlenen fiillerden dolayı fail cezalandırılamaz.

Zorunluluk hâlinde, kişinin gerek kendisine gerekse üçüncü bir şahsa ait bir hakka yönelik tehlikeyi bertaraf etmek için konuyla ilgisi olmayan bir kişiye karşı bir suç işle­mektedir. Zorunluluk hâli çerçevesinde işlenen bu fiil meşru sayılmaz. Ancak belli koşullar altında mazur görülebilir. Zorunluluk hâlinde kalan kişi, ağır ve muhakkak bir tehlike karşısında hukukun gerektirdiği şekilde davranamaz, hukukun istediği şekilde irade oluş­turması kendisinden beklenemez. Bu kişinin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle haksızlığı tercih etmesi, yani üçüncü bir kişinin hakkını ihlal etmesi nedeniyle kınanabilirliğini tamamen ortadan kaldırmakta veya azaltmaktadır.

TCK’daki zorunluluk hâline ilişkin düzenleme genel hüküm niteliğindedir ve kural olarak bütün suçlar açısından geçerlidir. Bununla birlikte TCK’da yer alan bazı suçlar bakımından ayrı bir zorunluluk hâline yer verildiği görülmektedir. TCK’nın ayrı bir zorunluluk hâline yer verilen suçlar bakımından, 25/2 fıkrası yerine ilgili suça ilişkin özel dü­zenleme göz önünde bulundurulmalıdır. TCK’nın 91. maddesinde düzenlenen organ veya dokunun maddi menfaat karşılığında satılması, satın alınması suçu açısından böyle bir düzenleme mevcuttur.

Zorunluluk halinin var olduğunun kabulü için belli şartlar gerekmektedir. Bu şartlar kısaca şöyledir:

1- Zorunluluk hâli bir tehlikenin mevcut olduğu hâller bakımından söz konusu olabilir.

2- Tehlike ağır ve muhakkak olmalıdır.

3- Tehlike kişinin kendisine ya da başkasına ait bir hakka yönelik olmalıdır.

4- Tehlikeye bilerek sebebiyet verilmemiş olmalıdır.

5- Tehlikeden başka suretle korunmak mümkün olmamalıdır.

6- Tehlike ile korunma arasında bir orantı bulunmalıdır.

Meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması

CMK’nın 223/3-c bendine göre hukuka uygunluk nedeni olan meşru savunmada (TCK 27/2) sınırın heyecan, korku ve telaş ne­deniyle aşılması da kusurluluğu etkileyen diğer bir durumdur. Meşru müdafaa hâlinde fiilin hukuka uygun kabul edilebilmesi için saldırı ile savunma arasında bir orantının bulunması gerekir. Bu orantıda sını­rın aşılması durumunda, aşan bölümün oluşturduğu fiil açısından artık hukuka uygunluktan söz edilemez.

Bazı durumlarda, meşru savunmada saldırı ile savunma arasındaki orantı, meşru müdafaa çerçevesinde hareket eden kişinin heyecan, korku ve telaşa kapılmasından dolayı aşılabilir. Meşru savunmanın sınırının fail tarafından heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması durumunda bu kişi mazur görülür ve cezalandırılmaz. Failin saldırıyı tek bir yumrukla savuşturması mümkün olduğu bir olayda, olayın gerçekleştiriliş biçiminden kaynaklanan korkuya kapılarak silahını kullanması ve ateş etmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir.