Avukatların iddia ve savunma sınırı
Siz edebinizle, kullandığınız her kelimeyi seçerek mahkemeye dilekçenizi sunarsınız. Fakat bazı edepsizler, yazacak bir şey bulamadıklarından mıdır, müvekkillerine yalakalıktan mıdır yoksa meslek ahlakından yoksunluklarından mıdır bilinmez, savunma yapmayı bırakıp, sizin şahsınıza hitaben hakarete varır derecede beyanlarda bulunurlar.
İşte o zaman meslekten mi soğursunuz, içinizden küfür mü edersiniz yoksa altta kalmayıp cevaben ağzınıza geleni mi söylersiniz bilinmez. Bu gibi durumlarda, en mantıklı görünen hareket tarzının, ilgili şahıs/avukat hakkında şikayetçi olmaktan geçtiği ortada.
Saygı sınırlarını aşmadan, iki kelam da ben söyleyeyim de diyebilirsiniz elbet. Ancak karşı taraf ile gerek sözlü, gerekse dilekçelerle girilecek bir tartışmanın, zaten ağır aksak ilerleyen duruşmaların daha da uzamasına, dilekçeleri uzun uzadıya incelemeyen hakimlerin konu dışına çıkmalarına, özetle mevcut davaya, dolayısı ile müvekkilinize zarar vereceği de ortada…
Bir meslektaşımızın, sosyal medya üzerinden, hasım vekilinin üslubuna sitem içeren yazısını okuduk. Hasım vekil, dilekçesinde, ” Anlaşılan odur ki, davacı vekili diplomasını yeni almıştır. Hukuk bilmediği ortadadır. Böyle bir dilekçenin bir avukat tarafından kaleme alındığına inanmak zordur..” gibi ifadeler kullanarak, savunmayı bırakıp, davacı vekiline yakışık almaz bir üslup takınmıştır.
Bize göre, asıl böyle bir cevap dilekçesi yazan kişinin avukat olduğuna (hatta insan olduğuna) inanmak güçtür…
Anayasa’nın 36. maddesine göre, “herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Eski TCK’nın 486’ncı, yeni TCK’nın 128’nci maddesi de, “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez” hükmünü içermektedir.
Bu evrensel kuralların kabulü ile iddia ve savunma dokunulmazlığı anayasal ve yasal teminat altına alınmıştır.
Ancak, her hakta olduğu gibi, iddia ve savunma dokunulmazlığı da sınırsız olmayıp, maddenin devamında, “Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği” bildirilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.10.1998 tarih, E. 1998/225, K. 1998/316 sayılı ilke kararında, “… Görülüyor ki, Anayasa’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak o dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan, hakareti oluşturan yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış ve dolayısıyla haysiyetler korunmamış olur…”
2015-07-02 02.07.07
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 02.05.1975 tarih, E.1974/1160, K. 1975/5782 sayılı kararında da, “Avukat, müvekkillerinin çıkarlarını hasmının zararlarını gözetmeden, sert bir biçimde savunmak zorundadır. Çünkü meslek ödevi bunu gerektirir. Ancak avukatın, temsil ettiği tarafın çıkarlarını korumasının gerektirdiği ölçüyü ve objektif tartışma sınırını aşan, yersiz ve icapsız olarak karşı tarafın kişiliğini hedef tutan, O’nu küçük düşürmeye ve dürüst olmayan bir kişi olarak göstermeye yönelik saldırılar hukuka aykırıdır ve avukatın sorumluluğunu gerektirir. Başka bir deyişle karşı tarafın kişisel ilişkilerini rencide edebilecek savunmasını, davanın amacı haklı gösterdiği, savunma gerçekten esasa yararlı ve etkili olduğu, hatta zaruri bulunduğu takdirde hukuka aykırılıktan söz edilmesi olanaksızdır…” denilmektedir.
Dolayısı ile, avukatın, hakkın ortaya çıkarılmasına yararlı, etkili ve hatta zaruri açıklama” olmayan, “objektiflik, gerçek ve somut vakıalara dayanma”, “uyuşmazlıkla bağlantılılık” ve “hukuki açıklama” esaslarına uygun açıklama olarak kabul edilemeyecek yazılı veya sözlü beyanlarının, savunma sınırları içinde olduğundan bahsedilemeyecektir.
Avukatların bu tür söz, beyan ve davranışları, hem disiplin suçu oluşturmakta, hem de cezai sorumluluklarını doğurmaktadır.
Malesef ki bazı avukatlar, genelde müvekkillerine hoş görünebilmek adına ya da ihtilafı şahsileştirip, karşı tarafı / vekilini düşman gibi görmekte, hal böyle olunca da, gerek hasım vekile, gerekse karşı tarafa hitaben, dilekçe ve söylemlerinde, saygı sınırını aşan, hakarete varan ifadeler kullanmaktadırlar.
Verilen disiplin cezası sadece “uyarma” olduğundan, pratikte pek bir caydırıcılığı olduğundan bahsedilemez.
Keza avukatların, savunma sınırlarını aşan ve hakarete varan üslupları nedeniyle, ceza mahkemelerince haklarında suçun sabit görülmesi durumunda adli para cezası verildiğinden ve çoğu zaman verilen ceza ertelendiğinden, malesef ki huylu huyundan vazgeçmemektedir.
Hak ve özgürlüklerin sınırsız olmadığını bilen biz avukatların, iddia ve savunmalarımızda kullandığımız üsluba daha çok dikkat etmemiz, hem bize yakışan davranış olup, hem de meslek ilkeleri ve en çok da insanlık gereğidir…
İnsan saygı duymayı öğrenmeli ki saygı görebilsin