Overbooking Hakkında Önemli Bilgiler

Avukatın haksız azline ilişkin Yargıtay kararları

Avukatın haksız azline ilişkin Yargıtay kararları

Davacının, vesayet altındaki Fatma’nın vasisi ve oğlu Haşan tarafından verilen vekaletname ile tapu iptal davası açması için görevlendirildiği, davacı ile davalı vasisi arasında 11.5.2009 tarihli avukatlık ücret sözleşmesi yapıldığı, sözleşmeye göre ücret, mahkemece tesbit edilecek taşınmaz değerinin %10’u olarak belirlendiği dava devam ederken davacının 14.4.2010 tarihli vekaletname ile azledildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Davalı taraf azil sebebi olarak davacının 17.11.2009 günlü celseye katılmadığını, 9.2.2010 günlü celse için tanık bulup getirmesini istediğini, güçlükle bulduğu tanıkları davacının bürosuna getirdiği halde, davacının kendilerini beklemeden duruşmaya girip çıktığını bu sebeplerle güveninin sarsıldığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Davacı avukat 17.11.2009 tarihli celseye Yargıtayda murafaası olduğu için mazeret sunduğunu, azil gerekçelerinin doğru olmadığını, davalının bir hak kaybına uğramadığını, azlin karar tarihine yakın olduğunu, azilden sonra davanın kazanıldığını beyan etmiştir. Mahkemece davanın reddine ilişkin kararın gerekçesinde, 17.11.2009 günlü celseye katılmaması yanında, davacının müvekkilini Adli Tıbba şevki için gereğinin yerine getirilmesine ilişkin 9.2.2010 günlü celsede verilen kesin mehle uymaması nedeniyle de davacının azlinin haklı olduğu kanaati ile davanın reddine karar verilmiştir. Oysa ki, davacı avukat, mahkemece de kabul edilen mazeret dilekçesinde mazeretini gerekçelendirdiği gibi davalıda gerek azilnamesinde ve gerekse savunmasında doktora sevk edilmemesini, azil nedeni olarak göstermemiştir. Hakim tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı olduğundan tarafların ileri sürmedikleri bir hususu (resen nazara alınacak hususlar hariç) resen dikkate alamaz. Kaldı ki, davacının vekil olarak görev aldığı dava dosyasında, davalı 30.4.2014 tarihinde Adil Tıbba sevkedilmiş, raporu alınmış ve davanın kabulüne karar verilerek davalı taraf herhangi bir hak kaybına uğramamıştır. Bu durumda, davalı taraf davacı avukatı haklı sebeplerle azlettiğini ispat edememiştir. (Y. 13. HD. 3.7.2014, 2013/22039 – 2014/22716)

Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; davacının 28.4.2008 tarihli vekaletname ile davalının vekillik görevini üstlendiği, davalının eşine karşı boşanma davası açtığı ve hükmedilen tedbir nafakasının tahsili için icra takibi başlattığı ancak 2.10.2009 tarihli azilname ile “görülen lüzum üzerine ve 17.9.2009 tarihli boşanma davası duruşmasına mazeret sunmadan girmeyerek davanın düşmesine neden olduğu” gerekçesiyle azledildiği hususlarında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık, azlin haklı olup olmadığı noktasında olup, ancak bunun sonucuna göre davalının vekalet ücreti ödemekle yükümlü olup olmadığına karar verilebilecektir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi Mehmet’in 25.2.2013 tarihli bilirkişi raporundan davacının Antalya 1. Aile Mahkemesi’nin 2008/1404 sayılı dosyasının 17.9.2009 tarihli duruşmasına katılmadığı ve dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği, ertesi gün davacının davalının vekili sıfatı ile davayı yenilediği, davalının bu durumda bir zararının bulunmadığı ancak vekiline olan güveninin sarsıldığı, azlin haklı olduğu, azile neden olan davranışıyla davalıya zarar vermeyen davacı avukatın azil tarihine kadar sarfettiği emek ve mesaiye karşılık olarak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre adalete uygun bir avukatlık ücretine hak kazanacağı gerekçesiyle vekalet ücreti hesaplanmış ve mahkemece de bu rapor hükme esas alınmıştır. Davacı avukatın Antalya 1. Aile Mahkemesi’nin 2008/1404 Esas sayılı dava dosyasında davalının vekili olarak dava dilekçesini hazırladığı, delil listesi verdiği, 27.2.2009 ve 12.5.2009 tarihli duruşmalara katıldığı, ara karan ile verilen nafaka için icra takibi başlattığı ancak 17.9.2009 tarihli celseye katılmadığından davanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği, 23.9.2009 tarihinde davacı tarafından verilen dilekçe ile yenilendiği, duruşmasının 23.12.2009 tarihine bırakıldığı anlaşılmaktadır. Davanın bir aylık harç ödemeden yenileme müddetinde yenilenmesi nedeniyle davalının herhangi bir hak kaybının ve bu nedenle bir zararının doğmadığı dikkate alındığında davanın bir kez takipsiz bırakılmasının davacı avukat hakkındaki güvenin sarsılmasına neden olacak bir tutum ve davranış olarak kabulü mümkün değildir. Hal böyle olunca davacının haksız olarak azledildiğinin kabulü gerekir. Bu durumda mahkemece, yukarıdaki açıklamalar ışığında davacının haksız azledildiği gözetilerek, gerekirse konusunda uzman bir bilirkişiden de rapor alınarak tarafların talepleri değerlendirilmeli ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Aksi düşüncelerle ve yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 19.6.2014, 2014/4237 – 2014/19658)

Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; taraflar arasındaki vekalet ilişkisinin 20.7.2009 tarihli azille sona erdiği anlaşılmaktadır. Davacı avukat, azlin haksız olduğunu ileri sürerken davalı ise azlin haklı olduğunu savunmaktadır. O halde taraflar arasındaki uyuşmazlık, azlin haklı olup olmadığı ile ilgili olup, ancak bunun sonucuna göre davalının vekalet ücreti ödemekle yükümlü olup olmadığına karar verilebilecektir.
Davalı taraf, davacı avukatın işini gereği gibi takip etmediğini, özenli davranmadığını, güven ilişkisini sona erdirdiğini ve kusurlu olduğunu savunmuş ise de dosyada mevcut bilirkişi raporuyla tespit edildiği üzere davacı avukatın vekillik görevini tam olarak yapmış olduğu, ihmal ve kusuru bulunmadığı, güven sarsıcı davranmadığı ve davalının zarara uğramasına yol açmadığı anlaşılmaktadır. Davacı, 14.5.2009 tarihli celseye katılamamış ise de 15.5.2009 tarihinde dosya yenilenmiş olup bilirkişi raporu beklenildiği için hak kaybına yol açılmamıştır. Yapılan yargılamada bir celse sonra davanın kabulüne karar verilmiş ve bir ay sonra gerekçeli karar yazılmadan davalı hasım tarafla 120.000.00 TL üzerinden sulh olmuş olup davacı avukatın görevini tam olarak yaptığı görülmektedir. Bilirkişi raporunda detaylı olarak açıklandığı üzere azil haksız olup tüm bunlara rağmen azlin haklı olduğunun kabulüne hukuken mümkün değildir. O halde; mahkemece, azlin haksız olduğu kabul edilip davacı avukatın kazandığı vekalet ücretinin hesaplanarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken aksi düşüncelerle yazılı şekilde davanı reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 8.7.2014, 2013/22276 – 2014/23092)

Somut uyuşmazlık itibariyle, taraflar arasındaki temsil ilişkisine konu davalı aleyhine açılan boşanma davasının 30.9.2011 tarihinde açıldığı, boşanma davasına ilişkin dava dilekçesinin davalıya 17.10.2011 tarihinde tebliğ edildiği, davacı avukatın kendisine verilen vekaletnameyi dosyaya ibraz etmek suretiyle 24.10.2011 tarihinde dosyadan örnek aldığı ve yasal cevap süresi içinde olmak üzere 28.10.2011 tarihinde cevap dilekçesi sunduğu, davalı tarafından yapılan azil işleminin ise 1.11.2011 tarihinde davacıya tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Davacı avukatın vekalet ilişkisi kapsamında takip ettiği dava dosyasına süresinde cevap dilekçesi verdiği, bu itibarla davacının dosyayı takibe ilişkin bir ihmal ve kusurunun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Azlin haklı olduğuna ilişkin davalı savunması dosya kapsamı itibariyle yasal delillerle ispat edilememiştir. Hal böyle olunca mahkemece azlin haklı sebebe dayanmadığı ve davacı avukatın verdiği hizmet nedeniyle Avukatlık kanunun 174. maddesine göre ücret talep edebileceği gözetilerek bu yönde yapılacak inceleme sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde delillerin takdirinde hataya düşülerek davanın reddine dair hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HB. 14.4.2014, 2013/31659-2014/11499)

Davacının 3.4.2009 tarihli vekaletname ile davalı vekili olarak atandığı, taraflar arasında 20.4.2008 tarihli avukatlık ücret sözleşmesi imzalandığı ve davacının 13.7.2010 tarihli azilname ile azledildiği hususları ihtilafsızdır. Mahkemece, davacının davalı müvekkilinin haklarını korumak yerine vekalet ücretini korumak yoluna tevessül ederek sadakat ve özen yükümlülüğünü ihlal ettiği, duruşmaya girmekte gösterdiği mahareti anlaşma görüşmelerine gitmek ve müvekkilinin faydasına olacak şekilde sonuca bağlamak hususunda da göstermesi gerektiği, azlin haklı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacının Kdz. Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/651 esas sayılı dosyasında davalı vekili sıfatıyla maddi ve manevi tazminat davası açtığı, yargılama esnasında davalının davanın karşı tarafı ile anlaşma görüşmelerine giriştiği, davacının davalı ve çocuklarının kendisine hakaret ve tehdit ettiği gerekçesiyle C.Savcılığına şikayette bulunduğu, bu sırada Asliye Hukuk mahkemesindeki yargılamanın devam ettiği, davacının 13.7.2010 tarihinde görülen lüzum üzerine azledildiği anlaşılmaktadır. Burada öncelikle tartışılması gereken husus davacı avukatın azlinin haklı olup olmadığı noktasındadır. Dava dosyasında avukatın bir özensizlik ya da ihmaline rastlanmamıştır. Davalının Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın karşı tarafı ile her zaman sulh olma hakkı vardır. Ancak serbest iradesi ile davacı avukatla imzaladığı sözleşme hükümleriyle bağlı olduğu hususu da unutulmamalıdır. Davalının çocukları, hazırlık soruşturmasında verdikleri beyanlarında 8.000 TL ye karşı tarafla anlaştıklarını, davacıya bu meblağ üzerinden vekalet ücreti vermek istediklerini ancak davacının kabul etmediğini bildirmişlerdir. Taraflar arasındaki asıl ihtilafın vekalet ücretinin miktarı konusunda olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca mahkemece, azlin haksız olduğu gözetilerek taraflar arasında düzenlenen sözleşme hükümleri çerçevesinde davacının hak ettiği vekalet ücreti alacağının hesaplanarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ve yanlış değerlendirme ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 16.5.2013,2012/28627-2013/12806)

Davacı, vekilini haklı nedenlerle azlettiğini ileri sürerek ücret, masraf ve vekalet ücreti adı altında kendisinden alınan paranın tahsili için eldeki davayı açmıştır. Antalya 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2003/190 Esas sayılı davasının ilk duruşmasına Av. Mustafa tarafından girildiği, 2. duruşmaya sanık ve vekilinin birlikte katılarak, davacının sanık olarak savunmasını verdiği, sonraki duruşma duruşma gününün 22.12.2003’e verilmesine rağmen davacının 22.11.2003’te davalıyı vekillikten azlettiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar 15.4.2004 tarihli Antalya Barosu Disiplin Kurulu kararında davalı avukatın duruşmaya girmemesi nedeniyle Avukatlık Kanunu’nun 135/3. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmiş ise de. Baro Disiplin Kurulu tarafından verilen bu kararın Barolar Birliği tarafından bozulduğu, bunun üzerine Baro Disiplin Kurulu’nun 24.3.2005 tarihli kararı ile şikayetli avukat hakkında isnat edilen eylem sabit olmadığından hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verdiği, verilen karara karşı itiraz sonucunda Barolar Birliği tarafından itirazın reddine karar verilerek, bu kararın Adalet Bakanlığının 13.10.2005 tarihli kararı ile onandığı anlaşılmaktadır. Davalı avukat Barolar Birliği kararıyla aklandığına göre, davacı davalıyı haklı olarak azlettiğini kanıtlayamamıştır. Nitekim bilirkişi raporunda da davalının haklı nedenlerle azledildiği hususunun dosya kapsamından anlaşılamadığı belirtilmiştir. Hal böyle olunca mahkemece, davalı avukatın hak ettiği ücretin belirlenerek, yapılan masrafların da dikkate alınmak suretiyle davacının bakiye alacağı olup olmadığı hesaplanarak, davacının bakiye alacağı bulunduğu takdirde davacıya iadesine karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 13.2.2013, 2012/29569-2013/3321)

Davacının, davalıya vekaleten “işçilik haklarından kaynaklanan alacak davası” ile hukuki yardımlarda bulunduğu, ancak 28.1.2010 tarihinde davalı müvekkili tarafından azledildiği anlaşılmaktadır. Davacı, vekaletten azlinin haksız olduğunu ileri sürerken, davalı ise azlin haklı olduğunu savunmuştur. O halde taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık, azlin haklı olup olmadığı ile ilgili olup, ancak bunun sonucuna göre davalının vekalet ücreti ödemekle yükümlü olup olmadığı, yükümlü ise ödenmesi gereken ücretin miktarı belirlenebilecektir.
Davalı tarafından öncelikli azil nedeni olarak, “davacının dosya numaralarını bildirmediğini” ihtarnamede belirtip, “alacağın 6 ay ya da 1 yıl içerisinde alabiliriz beyanının bulunduğu” gibi hususlar da azil nedeni olarak belirtilmiştir. Mahkemece alınan bilirkişi raporunda özetle, davacının davalıdan Beyoğlu l.İş Mahkemesi’nin 2010/63 sayılı dosyasının takibinden dolayı vekalet sözleşmesinden kaynaklanan vekalet alacağının bulunduğunun kabulü halinde, davalının tediyesinin tenzilinden sonra davacının, davalıdan 4.508, 50 TL ücret alacağının bulunduğu bildirmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekirse bilirkişi raporunda, avukatın davalının vekili olarak takip ettiği dava ve icra takip dosyasının da azil sebeplerine ilişkin somut tespitler bulunmamaktadır. Ayrıca İstanbul 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/41 esas ve 2011/322 karar sayılı dosyasında dinlenen davalı tanığı Salih, davacının kendisinin vekilliğini gerektiği gibi takip ettiğini, daha az ücret ödemek için icra aşamasında bazı arkadaşlarının başka avukat tutmak istediklerini beyan etmiştir. Dosyalar aynı hukuki ilişkiden kaynaklandığına göre her iki dosya bir bütün olarak değerlendirildiğinde mahkemenin, kararın infazı aşamasında taraflar arasındaki güvenin kaybolduğu ve davalının infaz işleminin geciktiğini görünce davacıyı azlettiğine ilişkin tespiti de somut tespit ve delillere dayanmamaktadır. Hal böyle olunca azlin haksız olduğu kabul edilmek suretiyle işin esası incelenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 10.1(1.2012, 2011/18536 – 2012/22615)

Davacı tarafından Elmalı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/230 esas sayılı dosyasında fiili ayrılık nedenine dayalı olarak davacılar tarafından davalının vekili olarak, davalının eşine karşı boşanma davası açılmış, üç yıllık sürenin dolmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacıların süre geçmeden boşanma davası açmaları nedeniyle davanın reddine karar verilmesi davalı açısından haklı azil sebebi olabilecek iken, davalı vekalet ilişkisini devam ettirmiş. Mahkemenin 2006/26 esas sayılı dosyasında davacılar tarafından davalının vekili olarak, eşine karşı boşanma davası açılmıştır. Bu boşanma davasına karşı davalının eşi tarafından 200.000 TL maddi, 50.000 TL ma-nevi, aylık 300 TL nafaka ve 5000 TL. tutarında ziynet eşyasının aynen iadesi olmadığı takdirde bedelinin tahsili için karşı dava açılmıştır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, 2006/23 esas sayılı dosyada açılan karşı dava dilekçesi yönünden davacıların vekillik sıfatının bulunup bulunmadığı, 2005/230 esas sayılı dosyasının süresinde açılmamasının azil sebebi olup olmayacağı, azlin haksız olduğunun tespiti halinde talep edilebilecek vekalet ücretinin miktarı hususundadır. Avukatlık kanununun 174. maddesi hükmüne göre azil haklı ise avukatlık ücretinin ödenmesi gerekmez, haksız azil halinde ise ücretin tamamına avukat hak kazanır. Elmalı Asliye Hukuk mahkemesinin 2005/230 esas sayılı dosyasında, davacılar tarafından fiili ayrılık nedeniyle boşanma davasının süre dolmadan açılması nedeniyle davanın reddine sebebiyet verilmesi haklı azil sebebi olabilecek iken, davalı tarafından davacılar azledilmemiş, aksine 2006/23 esas sayılı dosyada davacılar tarafından davalının vekili sıfatı ile eşine karşı boşanma davası açılmış ve davanın kabulüne karar verilmiştir. Bu nedenle, 2006/40 esas sayılı dosyasında önceki dava dosyasındaki sebebe dayalı olarak azlin haklı olduğu ileri sürülemez. Bu durumda 2006/40 esas sayılı dosya için taraflar arasında vekalet ilişkisinin kurulup kurulmadığı ve azlin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
07.3.2006 tarihli duruşmada, davacı Zühtü Ömer ve vekili hazır bulunmuş, davacı vekili karşı dava dilekçesine karşı beyanda bulunmuş, karşı davanın tefrikine karar verilmesini istemiş, davacı da avukatının beyanlarına katıldığını beyan etmiş, aynı tarihli duruşmada karşı davanın tefrikine karar verilerek mahkemenin 2006/40 esasına kaydedilmesine karar verilmiştir.
2006/40 esas saylı dosyada verilen duruşma günü davalı Zühtü Ömer vekili olarak davacılara tebliğ edilmiş, 18.4.2006 tarihli duruşmada davacı Gül Akıncı davalı vekili olarak duruşmaya katılmıştır. Davalı Elmalı Noterliğinin 22.5.2006 tarih ve 003929 yevmiye numaralı azilname ile davacıları azletmiş, 23.5.2006 tarihli duruşmada azilname okunmuş, duruşmada davacılar azilnameden haberdar olmuştur. 2006/23 esas sayılı dosyada davacıların davalının vekili olmaları nedeniyle boşanma davasına karşı verilen cevap dilekçesi ile aynı delikçede yer alan karşı dava dilekçesinin davacılara tebliğ edilmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Karşı dava dilekçesinin okunduğu ilk duruşmada davacılar davalı vekili olarak karşı davaya karşı beyanda bulunmuşlar, davalı da avukatının beyanlarına katıldığını beyan etmiştir. Bu duruşmada davacıların karşı davayı takip etmemeleri yönünde bir irade beyanında bulunmamışlardır. Dolayısıyla tefrik edilen ve 2006/40 esasa kaydedilen karşı davada taraflar arasında vekalet ilişkisi kurulmuştur. Bu dosyada davacıların sebep bildirilmeksizin vekaletten azledilmeleri haksız azil niteliğindedir. Bu nedenle davacılar 2006/40 esas sayılı dava dosyası için haksız azil nedeniyle vekalet ücretine hak kazanmışlardır.
Davalının eşi karşı dava dilekçesinde ziynet eşyalarını da talep etmiştir. Ziynet eşyaları ile ilgili istek boşanmanın eki niteliğinde olmayıp nispi harca tabidir. Bu nedenle bu istek yönünden davacılar lehine vekalet ücretine hükmedilmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Ancak, boşanma davası içerisinde Türk Medeni Kanununun 174. maddesine dayanılarak istenilen maddi ve manevi tazminat ile nafakalar boşanmanın eki niteliğinde olup ayrı bir harca tabi olmadığı gibi, bu taleplerin reddi veya kabulü halinde taraflar yararına vekalet ücretine de hükmedilemez..Bu nedenle bu talepler yönünden vekalet ücretine hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 6.3.2012, 2011/20846 – 2012/5494)

Dava, haksız azil nedeniyle vekalet ücreti alacağının tahsili istemine ilişkin olup, taraflar arasında imzalanan 4.8.2004 tarihli sözleşmede II no’lu başlık altında “Sözleşmenin Konusu”nun, davalıya miras yolu ile intikal edecek mal varlıklarından ötürü yapılacak hukuki işlemler olduğu, III no’lu 1-“Yapılacak İşler” başlıklı bölümünde, avu-katın, esaslı veya iş sahibinin çok önem verdiği dava duruşmalarına bizzat katılmak zorunda olduğu, rutin dava veya tarafların mutabık olduğu davalarla ilgili duruşmalara, avukatın tevkil edeceği avukatların girebileceği belirtilmiş, ücretin düzenlendiği aynı bölümün (2) no’lu maddesinde de, sözleşme konusu işten dolayı avukata 600.000,00 TL ücret ödeneceği, sözleşmenin imzalanması ile birlikte 50.000 Dolar avans verileceği, ücretin, sözleşmede belirtilen işlerin en geç 2 yıl içerisinde tamamlanmasını takiben ödeneceği, sözleşme konusu işlerin 2 yıl içinde tamamlanmaması durumunda müvekkilin avukatı azletme hakkının doğacağı kararlaştırılmıştır.
Dava konusu avukatlık sözleşmesi kapsamında açılması gereken davaların açılıp takip edildiği tarafların kabulündedir. Her ne kadar söz konusu dava dosyalan eldeki dosyada mevcut değilse de, gerek taraf beyanları, gerekse alman bilirkişi raporu gereğince, bir kısım davaların sonuçlandığı, diğer bir kısım davaların ise derdest bulunduğu bir aşamada, davacı avukatın 18.6.2008 tarihli azilname ile davalı tarafından azledildiği anlaşılmaktadır. Sözleşme, 4.8.2004 tarihli olup, davalı tarafından öncelikli azil nedeni olarak, söz konusu dava ve işlerin iki yıl için tamamlanamaması gösterilmektedir. Gerçekten de az yukarıda hükümleri açıklanan sözleşmenin 2 no’lu maddesinde, söz konusu işlerin en geç 2 yıl içerisinde tamamlanmasını takiben ücretin ödeneceği, sözleşme konusu işlerin 2 yıl içinde tamamlanamaması durumunda müvekkilin avukatı azletme hakkının doğacağı belirtilmekte olup, davalı sözleşmede tanınan bu yetkiye dayanarak davacı avukatını azlettiğini savunmaktadır.
Oysa ki açılmış olan davaların tamamlanma süresi, davacı avukatın inisiyatifinde olmadığı gibi, yargılama sürecinin, vekilin iradesi dışında çok değişik nedenlerle uzayabileceği, davalı müvekkil tarafmdan da bilinmesi gereken bir husustur. Bu itibarla, sözleşme konusu işlerin 2 yıl içinde tamamlanamaması nedenine dayanılarak ve sadece bu nedenle azil hakkının doğduğundan söz etmek mümkün değildir. Ne var ki Borçlar Kanununun 390. ve Avukatlık kanununun 34. maddeleri gereğince avukat, vekalet görevini sadakat ve özenle ifa etmekte yükümlü olduğundan davacının, “objektif sorumluluk” olduğu kabul edilen “özen borcu”nun gereğini yerine getirmemiş olması, davaların 2 yıl içinde tamamlanamamasına, kendi kusur ve ihmalkar davranışlarıyla sebebiyet vermiş olması halinde ise, davalı müvekkilin davacı avukatını azletme hakkının doğduğu kabul edilmelidir. Mahkemece bu yönde bir inceleme ve değerlendirme yapılmadan, sözleşmede öngörülen sürenin dolduğundan bahisle azlin haklı olduğunun kabul edilmiş olması ise isabetsizdir.
Davalı tarafından ileri sürülen, sözleşmede öngörülmesine rağmen, “davacının davaları bizzat takip etmediği” konusundaki azil nedeninin incelenmesine gelince;
Sözleşmede avukatın, esaslı veya iş sahibinin çok önem verdiği dava duruşmalarına bizzat katılmak zorunda olduğu, rutin dava veya tarafların mutabık olduğu davalarla ilgili duruşmalara, avukatın tevkil edeceği avukatların girebileceği belirtilmiş olup davalı, duruşmalara davacının değil, yanında çalışan avukatların girdiğini, sözleşmeye aykırılık teşkil eden bu durumun da bir azil nedeni olduğunu savunmuş, davacı ise, davalının önem verdiği davaları bildirmediğini, bu hususta taraflar arasında tanzim edilmiş önemli davalar listesinin mevcut olmadığını, 4 yıllık süre boyunca taraflar arasında böyle bir nizanın oluşmadığını, müvekkil tarafından bu konuda hiçbir şekilde ihbar, ihtar, uyarı v.b bir istem gelmediğini, avukatlık hizmetinin, sadece duruşmalara katılmak olmadığını, kaldı ki davalının, her davanın duruşmasına avukatlarla birlikte katıldığını, baştan beri bildiği bu duruma icazet verdiğini ileri sürmüştür.
Gerçekten de davalının vekalet görevini yanında çalışan avukatlarla birlikte yerine getirdiği, bu dunımun davalı tarafından da bilindiği, nitekim sözleşmede de, rutin dava veya tarafların mutabık olduğu davalarla ilgili duruşmalara, avukatın tevkil edeceği avukatların girebileceği belirtilmiştir. Mahkemece, davacının ileri sürdüğü gibi, tevkil edilen avukatlarla birlikte davalı asilin de bizzat duruşmalara girip girmediği ise araştırılmadığı gibi, uzun bir süre, hatta vekaletin başından beri, davalı asilin duruşmalara tevkil edilen avukatlarla birlikte girmiş olması halinde, bu duruma icazet vermiş sayılıp sayılmayacağı, yine uzun bir süre bu duruma sessiz kalınıp, davacının ileri sürdüğü gibi davaların sonlandırılma aşamasına gelindiğinde ve karşı tarafla sulh görüşmelerinin başladığı bir dönemde bu hususun azil nedeni olarak ileri sürülmesinin, hakkın kötüye kullanılması ve objektif dürüstlük kurallarına aykırılık sayılıp sayılmayacağı da tartışılmamıştır. Nitekim her hakkın kullanılmasında olduğu gibi, sözleşmede tanınan fesih ve azil hakkının da iyiniyet kurallarına uygun olarak kullanılması, Medeni Kanunun 2. maddesi hükmü gereğidir. Değinilen hususlar irdelenmeden eksik inceleme ile hüküm kurulamaz.
O halde mahkemece, yukarıda açıklanan tüm bu hususlar konusunda gerektiğinde bilirkişiden rapor alınıp, azlin haklı olup olmadığı yönünden yapılacak inceleme ve değerlendirme sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Y. 13. HD. 24.1.2012, 2011/5003-2012/880)

Davacı, avukat olduğunu, davalı ile vekalet sözleşmesi imzaladığını, davalıya hukuki yardımda bulunduğunu, davalı tarafından haksız olarak azledildiğini, vekalet ücretinin tahsili için başlattığı icra takibine itiraz edildiğini ileri sürerek haksız yapılan itirazın iptali istemi ile eldeki davayı açmış, Davalı, azlin haklı olduğunu savunmuş, Mahkemece, davacı avukatın dava dışı arkadaşı Mehmet’in bankadan kredi kullanmasını teminen bu arkadaşına kefil olmasını sağladığı, devreye mafya sokmak suretiyle hukuk dışı yollara tevessül ettiği, bu nedenle vekalet ücreti dışında davalıdan 50.000 YTL daha istediği, bu eylemlerinin davalının güvenini sarstığı ve azlin haklı olduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiş ise de, dosya kapsamından davalının, dava dışı Mehmet’e kefaletinin kendi rızasıyla gerçekleştiği anlaşıldığı gibi, davacının Avukatlık Kanununa aykırı davrandığına ilişkin olarak dinlenen tanık Bülent’in de davalının vekili olduğu ve aralarında menfaat ilişkisi bulunduğu, yine anılan tanığın beyanı kapsamında anlaşıldığından beyanına itibar edilemez. Hal böyle olunca yapılan azlin haksız olduğunun kabulü gerekir. Mahkemece bu husus gözönüne alınarak taraf delilleri değerlendirilerek sonuca uygun karar verilmesi gerekirken, aksi düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma gerektirir. (Y. 13. HD. 22.3.2010,2009/12618 – 2010/3615)

Avukatına vekalet veren müvekkilin, vekalet verdikten sonra, ücret konusunda kesin anlaşmaya varmadıklarından bahisle avukatını azletmesi haksız azildir.
Davacı, avukat olduğunu, davalının Denizli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/195 esas sayılı davasında vekillik görevini ifa ederken haksız olarak avukatlık görevinden azledildiğini, haksız azil nedeni ile ücretin tamamına hak kazandığım, bu alacağının tahsili için icra takibine giriştiğini, davalının itirazı nedeni ile takibin durduğunu ileri sürerek, 7.800 TL vekalet ücreti alacağının azil tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, vekalet ücretinin taksitler halinde ödemek istenmesine karşın davacının peşin istediğini, bu durum karşısında anlaşamadıklarını, anlaşma sağlanmadan davacının vekaletnameyi dosyaya ibraz ettiğini, azlin haklı olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davacının vekaletnameyi sunduktan sonra ücretin ödeme şekli konusunda anlaşamadıkları gerekçesi ile azledildiği 27.1.2009 tarihine kadar vekil olarak herhangi bir işlem gerçekleştirmediği, duruşmaya katılmadığı ve dilekçe sunmadığı avukatlık ücretine hak kazanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı avukat ile davalı arasında Denizli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/195 esas sayılı davasında vekillik görevi için 1.12.2008 tarihli vekaletname düzenlendiği ve dava dosyasına sunulduğu ve davalının da davacı avukatı “baştan yan ücret konusunda anlaşıldı, sonra tamamını istedi” gerekçesiyle azlettiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar davalı ücret konusunda anlaşmadan davacının vekaletnameyi mahkemeye sunduğunu savunmuş ise de, akdin esaslı unsurlarında tam anlaşma sağlamadan vekaletname verdiği ve dolayısıyla sonucuna da kendisinin katlanması icap eder. Bu bağlamda az yukarıda açıklanan nedenle davalının azil gerekçesi haklı sayılamaz.
Avukatlık Kanunu’nun 174/2 maddesi gereğince avukatın azli halinde ücretin tamamı avukata verilir. Böyle olunca haksız azil ile ücretin muaccel hale geldiği kabul edilerek, davacı avukatın talebe haklı olduğu ücret belirlenerek sonucuna uygun bir karar verilmelidir. Mahkemece, yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. (Y. 13. HD. 19.10.2011,2011/5751 – 2011/14679)

Yapılan soruşturmaya, toplanan delillere ve gönderilen azil belgesinde yalnız (görülen lüzum)dan söz edilmesine, ulaştırılan işe son verme iradesinden başka hiçbir nedene dayanılmamasına göre işe son vermenin avukatın iş parasını isteme hakkını da sağlayacağından davalının buna ilişkin itirazları yersizdir. Davacı avukat asilden 10 gün önce davalıdan aldığı icra kovuşturmaları için müvekkil tarafından ödenen ve artık gereği kalmayan ihtiyati haciz inancalarını vekaletnamesindeki yetki uyarınca geri almıştır. Ancak bu geri alınan 450 ve 1150 lira tutarındaki inancayı müvekkiline vermemişse de azilde bu konuya dayanılmamış ve azil nedeni gösterilmemiş olduğu gibi 1136 sayılı Yasa’nın 166. maddesi hükmünce avukatın bu parayı elinde bulundurmaya hapis hakkı uyarınca yetkisi vardır. Bu durumun hem azilde neden olarak ileri sürülmemesi hem de olayların gerçekleşmesi bakımından savunulduğu gibi azlin haklı sayılmasını göstermediği benimsenmiş bulunmaktadır.
Davacı kendisine ayrıca kovuşturmaya konması için 26.760 liralık belge verildiğini ileri sürmüş ve bunun için de ücret ödenmesini istemiştir. Müvekkilde bu belgelerin verildiğini benimsemiştir. Oysa sonradan verilen bu belgeler için icrada işlem yapılmasına başlanmıştır. Avukatın hiçbir iş yapmasa bile gereksiz azil halinde ücret hakkı doğarsa da belgelerin kovuşturma için kendisine verildiği günden başlayarak ortalama 3-7 ay geçmesine rağmen hiçbir işlem yapılmamış olması ücret istemeyi haklı kılmaz. Fakat davacı avukat bu belgedeki borçluların kovuşturmasız parayı ödeyebilecekleri olanağını da gözeterek borçlulara başvurduğunu bunun sonucunun alınmasını beklemesi itibariyle
kovuşturmasına henüz girişilmediğini açıklamıştır. Şayet olaylar ileri sürüldüğü gibi ve bu işlem doğru ise avukata bu belgeler için dahi ücret takdiri gerekir. Avukatın bu belgeler için borçlular nezdinde herhangi bir kişisel başvurmayı sağlayıp sağlamadığı örneğin borcun ödenmesini bir mektupla ya da mektuplarla yahut ihtarname ile isteyip istemediği yönü soruşturulup sonucunun saptanması gerekir. Bu kunda herhangi bir araştırma yapılmadan bu kalem isteğin reddedilmesi bozmayı gerektirir. (Y. 4. HD. 24.12.1976,3877- 11267)