Overbooking Hakkında Önemli Bilgiler

İş Mahkemesi Cevaba Cevap Dilekçesi Örneği

İş Mahkemesi Cevaba Cevap Dilekçesi Örneği

KAYSERİ 3.İŞ MAHKEMESİNE

DOSYA NUMARASI : 2021/… E.

DAVACI : 

VEKİLİ : AV.

DAVALI : 

VEKİLİ : 

KONU : Cevaba cevaplarımızı ihtiva eder.

AÇIKLAMALAR :

 

Davalı işçilik alacaklarına dair hak düşürücü süre ve zamanaşımı süresinin dolduğunu iddia etmitşir. Ancak Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere kıdem tazminatında, ihbar tazminatında, yıllık izin ücretinde ve diğer ücret alacaklarında zamanaşımı süresi 5 yıldır. İş kazasından kaynaklı tazminat davalarında ise zamanaşımı süresi farklıdır. İş kazası tazminatları temelinde işverenin işçi ile arasında bulunan iş sözleşmesine aykırı davranışı, üzerine düşen iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin yükümlülükleri yerine getirmemesi sebebiyle sorumlu tutulduğu tazminat türüdür. Somut olayda da işveren üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemiştir. İş kazası nedeniyle işçi, işverenden meslekte kazanma gücü kaybı, uğranılan maddi ve manevi zararlar, ekonomik geleceğin sarsılması nedeniyle uğranılan zarar gibi alacak kalemleri talep edebilir. Bu zarar kalemleri işverenin sözleşmeye aykırılığından kaynaklanmakta olup, İş Kanununda da özel bir düzenleme bulunmadığından iş kazası tazminatları bakımından 10 yıllık zamanaşımı süresi kabul edilecektir. Somut olayda müvekkil davacı 15/03/2019 tarihinde işe başladığından ve iş akdini ağır sağlık sorunları nedeniyle 23/03/2021 tarihinde feshetmek zorunda kaldığından zamanaşımı ve hak düşürücü sürenin dolduğu hiçbir şekilde iddia edilemez. Ayrıca müvekkil iş yerinde geçirmiş olduğu iş kazası dolayısıyla işten dayanılamaz ağrıları sonucunda ayrılmak zorunda kalmıştır.

Ayrıca müvekkil haklı fesih hakkını dahi hak düşürücü süre içerisinde kullanmıştır. Bu husus da Sayın Mahkemenizce gözetilecektir. Müvekkil, personel müdürü Ender Taraf’a işten ayrılacağını bildirmiştir. Hatta ve hatta muhasebeci ile görüşmüş ve iş yeri müvekkilden imza istemiştir. Ender Taraf, iş yerinin insan hakları müdürü olarak görevini ifa etmektedir. Müvekkilin iş yerinden ayrılacağına dair bildirim yapmadığını hiçbir şekilde kabul etmemekteyiz. MÜVEKKİL SÜRESİ İÇERİSİNDE FESİH BEYANINDA BULUNMASINA RAĞMEN BU DURUM İŞ YERİNCE SIRF TAZMİNAT ÖDEMEKTEN KAÇINMAK İÇİN DİKKATE ALINMAMIŞTIR.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2021/7234 E. , 2021/11693 K.

 HMK 107

 Belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar yoksa, dava reddedilmelidir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi eski içtihatlarından dönmüş, 22. Hukuk Dairesinin içtihatlarının uygulanmasını benimsemiştir.

Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların (ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere göre belirlenecek ise, kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değeri belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7251 sayılı Kanun ile 107’nci maddede yapılan değişiklikler şartları olmadığı halde açılan belirsiz alacak davasında davacıya süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlama imkânı tanımamaktadır. Dairemizce sözü edilen düzenleme, şartları mevcut olan belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir. Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (AİHM, Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, B. No: 13279/05, 20.10.2011, § 57).

Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesini, Devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise, yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır (AYM, 23.12.2015, 15-118).

Farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmez Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali, Yargıtay ve Danıştay gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir. Diğer yandan, bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmez. Mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup, böyle bir değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir. Ancak, aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi, bazı hallerde içtihadın müstakar hale gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (AYM, 06.01.2015, B.No: 2013/6932).

İçtihat değişikliğinin sürpriz karar yasağı çerçevesinde de değerlendirilmesi gerekir. Sürpriz karar, ilgilinin yargılamanın o ana kadarki seyrine göre, haklı olarak beklemediği, umulmadık bir kararla karşılaşmasıdır. Sürpriz karar yasağı ise, yargılamanın adil ve hakkaniyete uygun şekilde yürütülmesi durumunda tarafların öngöremedikleri bir kararla karşılaşmamalarını ifade eder. Sürpriz karar yasağı, hukukun gelişimine ve yeni şartlara uyarlanmasına engel olacak mutlak bir yasak olarak anlaşılmamalıdır. Şüphesiz mahkemeler yeni içtihatlar geliştirebilirler, önceki içtihatlardan farklı bir karar verilebilir, hatta yeni ve özelikle somut olayda ortaya çıkan hukuki durum bunu gerekli kılabilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33’üncü maddesi gereğince hâkimin hukuku kendiliğinden uygulaması söz konusu olduğunda sürpriz karar yasağının ihlalinden söz edilemez. Bununla birlikte mevcut içtihatlar dışında yeni bir görüş benimsenecekse, öncelikle tarafların bu konuda bilgilendirmesi gerekir (ÖZEKES, Muhammet, Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı, … 2003, s. 185 vd.).

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun 07.07.2020 tarih ve 173 sayılı kararı ile aynı uyuşmazlıkların temyiz incelemesini yapmakla görevli 22. Hukuk Dairesinin kapatılması ve tüm işlerinin dairemize devredilmesi üzerine, belirsiz alacak davası ile ilgili yeniden yapılan değerlendirmeler sonucunda yukarıda belirtilen ilkeler kabul edilmiştir. Dairemizin daha önce belirsiz alacak davasına ilişkin uygulaması benimsenen yeni ilkelerden farklılık arz etmekteydi. Örneğin, hukuki yararın tamamlanabilir dava şartı olduğu; hukuki yarara ilişkin dava şartının eksik olması halinde davanın hemen reddedilmemesi; davacıya süre verilerek dava şartının tamamlattırılması gerektiği yönünde uygulama yapılmaktaydı. Dairemizin belirsiz alacak davası ile ilgili yukarıda belirtilen yeni ilkelerinin hemen uygulamaya konulması, dairenin önceki görüşüne güvenerek dava açanlar yönünden hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, hukuki öngörülebilirlik ve sürpriz karar yasağı ilkelerinin ihlaline yol açacaktır. Bu sebeple, benimsenen yeni görüşün Yargıtay Kararları Dergisi ya da başkaca yollarla duyurulmasından itibaren makul bir süre sonra uygulamaya konulması, dairenin görüşüne güvenilerek açılan davalarda ise, önceki uygulamaya devam edilmesi uygun görülmüştür.

Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafça belirsiz alacak davası açılmıştır. Ancak yukarıda açıklandığı üzere Dairemiz tarafından daha önce verilen kararlarda hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi kararları verilmediğinden dairenin önceki görüşüne güvenilerek belirsiz alacak davası şeklinde açılan bu davada belirtilen husus bozma nedeni yapılmamıştır (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi – K.2021/12324).

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2021/7816 E. , 2021/12378 K.

HMK 107. Madde

Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların (ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere veya yargılama ile belirlenecek ise kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır. Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin hâkimin takdirine bağlı olduğu durumlarda hukuki imkânsızlık söz konusu olur. Bu durumda davacı alacaklı, hâkimin takdir yetkisini nasıl kullanacağını bilemeyeceği için davanın açıldığı tarihte alacağının miktarını belirleyebilecek durumda değildir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Diğer yandan, aynı dava dilekçesinde talep yığılması şeklinde bazı alacaklar için belirsiz alacak davası bazıları için kısmi dava açılmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.

Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların (ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere veya yargılama ile belirlenecek ise kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değeri belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7251 sayılı Kanun ile 107. maddede yapılan değişiklikler şartları olmadığı halde açılan belirsiz alacak davasında davacıya süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlama imkânı tanımamaktadır. Dairemizce sözü edilen düzenleme, şartları mevcut olan belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir.

Yargıtay 9.Hukuk Dairesi tarafından daha önce verilen kararlarda hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi kararları verilmediğinden aynı Dairenin görev alanındaki bölgelerden gelen dosyalarda birleşme öncesi uygulamalarına güven duyularak açılan davalarda aynı Dairenin önceki uygulamalarına devam edilecektir. Hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri ve sürpriz karar verme yasağı gereği birleşme tarihinden önce yukarıda belirtilen esasları dikkate alan ilk kararın Yargıtay Kararları Dergisi veya başkaca yolla yayını tarihinden sonra açılan davalarda belirtilen ilkeler uygulanacaktır. Başka bir anlatımla açıklanan kararın yayınından önce açılan davalarda her iki Daire görev alanına giren bölgelerde verilen kararlar bakımından Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ile Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin önceki uygulamalarına devam edilecektir.

Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafça kıdem tazminatı, yıllık izin ücreti ve ödenmeyen ücret alacaklarının belirsiz alacak davasına konu edildiği anlaşılmaktadır. Davanın açıldığı tarihte bu alacaklar belirlenebilir nitelikte olduğundan, belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak yukarıda açıklandığı üzere Yargıtay 9.Hukuk Dairesi tarafından daha önce verilen kararlarda hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi kararları verilmediğinden Dairenin görüşüne güvenilerek belirsiz alacak şeklinde açılan bu davada belirtilen husus bozma nedeni yapılmamıştır.

Bu itibarla dosya kapsamının birlikte değerlendirilmesiyle yapılan inceleme sonucunda, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, Bölge Adliye Mahkemesi kararının davalı temyizi yönünden aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan yönleri usul ve kanuna uygun görülmüştür.

Hukuk Genel Kurulu 2020/13 E. , 2021/431 K.

HMK 107

Kıdem ve ihbar tazminatının belirlenebilmesi; çalışma süresinin belirlenmesi, hesap raporu alınması, işverende bulunan bilgi ve belgelerin verilmesi ile tahkikatı gerektirdiğinden, anılan alacakların belirlenebilir olmadığı ve belirsiz alacak davasına konu edilebilecekleri sonucuna varılmıştır.

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

Usul hukukunun maddi hukuk içinde gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır. O nedenle iş yargılaması kuralları ve bu anlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının iş ve sosyal güvenlik hukukuna hizmet ederken bu hukukun ilkelerini de göz ardı etmemesi gerekecektir.

İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kıstası ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kıstasının birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.

Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun (İş Kanunu/Kanun) 8. maddesinin üçüncü fıkrası ile işverene yazılı sözleşme yapılmayan hâllerde en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih hâlinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye verme yükümlülüğü getirilmiştir.

Kanun’un 32. maddesinin ikinci fıkrası ile ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın kural olarak Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödeneceği, çalıştırdığı işçilerin söz konusu alacaklarını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişilerin özel olarak açılan banka hesapları dışında bu alacakları ödeyemeyeceği belirtilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 37. maddesi ile işverene işyerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula verme yükümlülüğü hükme bağlanmıştır. Söz konusu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.

Kanun’un 67. maddesinde, günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatlerinin işyerlerinde işçilere duyurulacağı; 75. maddesinde ise işverene çalıştırdığı her işçi için işçinin kimlik bilgilerinin yanında, İş Kanunu’nun ve diğer kanunlar uyarınca düzenlemek zorunda olduğu her türlü belge ve kayıtları saklamak ve bunları istendiği zaman yetkili memur ve mercilere göstermek zorunda olduğu bir özlük dosyası düzenlemesi gerektiği yükümlülükleri getirilmiştir.

İş sözleşmesinde iş görme edimini yerine getiren ve belge düzenleme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmayan işçinin, alacaklarını belirleyebilmesi için işveren tarafından düzenlenen kanuna uygun belgelere ihtiyacı vardır. Diğer yandan iş ilişkisindeki alacak kalemlerinin hesaplanmasında çıplak ücret ya da giydirilmiş ücrete göre hesaplanan farklı alacak türleri bulunmaktadır. Örneğin kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, hafta tatili, yıllık ücretli izin alacakları gibi) çıplak ücretten hesaplanmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K.; 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K.; 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24; 05.03.2020 tarihli ve 2019/22-12 E., 2020/249 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.

Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay’ın iş davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile “İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı” yönünde karar verilmiştir.

Somut olayda, davacı işçi aylık ücretinin yanında işyerinde yemek ve servis imkânlarından da faydalandığını belirterek kıdem ve ihbar tazminatlarının tahsilini talep etmiştir. Mahkemece yargılama sırasında alınan bilirkişi raporu uyarınca, davacının belirlenen ücretine ayrıca yemek ve yol yardımları da eklenmek suretiyle tespit edilen ve giydirilmiş ücret üzerinden hesaplanan kıdem ve ihbar tazminatları hüküm altına alınmıştır. Kıdem ve ihbar tazminatlarının hesabına esas olan ücret giydirilmiş ücret olup, giydirilmiş ücrete işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatler de dâhil edilmektedir. Bu kapsamda davacıya ayni olarak sağlanan yemek ve servis yardımlarının parasal değerinin tazminat hesabında göz önünde tutulacağı kuşkusuzdur.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 8/3. maddesinde işveren açıkça işçiye varsa ücret eklerini gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlü tutulmuştur. Bu kapsamda işveren tarafından Kanunun kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirerek gerekli belgeleri işçiye teslim ettiğine dair dosyaya bir delil sunulmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda işçinin alacağını belirleyecek verilerin elinde bulunduğundan söz etmek mümkün değildir. O hâlde uyuşmazlık konusu alacaklar olan kıdem ve ihbar tazminatının belirlenebilmesi; çalışma süresinin belirlenmesi, hesap raporu alınması, işverende bulunan bilgi ve belgelerin verilmesi ile tahkikatı gerektirdiğinden, anılan alacakların belirlenebilir olmadığı ve belirsiz alacak davasına konu edilebilecekleri sonucuna varılmıştır.

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2020/2618 E. , 2021/2642 K.

Kısmi dava olarak açılması gereken dava belirsiz alacak davası olarak açılırsa dava reddedilmez, davaya kısmi dava olarak devam edilir.

Dava, dilekçede belirsiz alacak davası olarak adlandırılmış ise de; alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenmesi mümkün olduğundan HMK’nın 107. maddesine göre belirsiz alacak davası açılamayacağı, ancak belli bir miktar gösterilerek talepte bulunulduğundan davacının davasının HMK 109. maddesinde ifade edilen kısmi dava niteliğinde olduğu kabul edilmelidir (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 10.07.2013 gün 2012/6728 Esas 2013/4521 Karar sayılı ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 02.03.2016 gün 2014/15 Karar 2014/439 Esas, 2016/207 Karar sayılı ilamları).

3- Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak dava tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar ve değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır. Müvekkilin uyuşmazlığa konu alacaklarının miktar ve değerinin tam olarak belirlenebilmesi mümkün değildir. Ayrıca müvekkil davacı, yanlış ya da eksik ya da fazla talepte bulunma riskinden kurtulmak istemektedir. Ayrıca belirsizlik alacak davası gereği talep sonucunun davalının muvafakatına bağlı olmadan artırılması gerekmektedir.

Kaldı ki tüm bunların yanında dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine hiçbir şekilde karar verilemez. Zira Yargıtay dairelerinin güncel görüşü alacağın belirlenebilir olduğu hallerde talep edilen tutarın beyan edilmesi ve eksik harcın yatırılması için davacıya süre verilmesi gerektiğini savunmaktadır. Davanın belirsiz alacak davası olduğu kanaatindeyiz ancak mahkemeniz aksi kanaatte olsa bile bu gibi durumlarda Yargıtayın güncel kararlarına göre dava hiçbir şekilde usulden reddedilmemektedir.

Tarafımız tamamen iyiniyetli olarak müvekkilin alacağının Sayın Mahkemenizce tam olarak belirlenmesi amacıyla davayı belirsiz alacak davası olarak açmıştır. Zira müvekkil talebinin ne eksik ne fazla olmasını istemektedir. Müvekkil yalnızca hakkaniyetli bir talepte bulunmak istemektedir.

4- Dava dilekçesinde beyan ettiğimiz resmi ve dini- milli bayram tatili alacakları bütün resmi, dini ve milli bayram alacaklarını kapsamaktadır. Ulusal Bayram ve Genel Tatil Günlerinde çalışan işçilerin elde edeceği ücrete Ulusal Bayram ve Genel Tatil Ücreti (UBGT) denir. İşçilerin Ulusal Bayram ve Genel Tatil Günlerinde çalışıp çalışmayacağı toplu iş sözleşmelerinde veya iş sözleşmelerinde kararlaştırılabilir. Dava dilekçemizin talep kısmında buna ilişkin miktarı açıkça belirtmiş bulunmaktayız. İş sözleşmesinde ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştırılmak kararlaştırılmamasına rağmen müvekkil zorla çalıştırılmış olup, bu çalışmanın karşılığı ise kendisine hiçbir şekilde ödenmemiştir. Bu yüzden de talep kısmında eksiklik olduğu iddiasını kabul etmiyoruz. Ayrıca müvekkil işçi bayramı olan 1 mayısta dahi çalışmıştır. 

5- Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere iş akdini haklı nedenle fesheden işçi kıdem ve ihbar tazminatı alabilir. Somut olayda müvekkil iş akdini haklı nedenle feshetmiştir. Zira müvekkile sürekli olarak görev tanımı dışında iş verildiğinden müvekkilin sağlığı bozulmuştur. Hatta ve hatta bu iş yeri müvekkilin ruh sağlığını dahi olumsuz etkilemiştir. 

6- İşçiye görev tanımı dışında iş yaptırılabilmesi için bu hususun işçiye önceden bildirilmesi ve işçinin yazılı onayının alınması gerekir. Ancak müvekkil yazılı onay vermemiştir. Görev tanımı dışında bu kadar ağır işleri yapmayı kabul etmemiş olmasına rağmen müvekkile baskı uygulandığından yapmak zorunda kalmıştır. Ayrıca müvekkil ailesine de yardım ettiğinden işsiz kalmaktan korkmuş olup, verilen ağır işleri yapmak zorunda kalmıştır.

İşverenin tek taraflı olarak işçiye bu şekilde görev tanımı dışında iş yaptırması kabul edilemez. Böyle bir durumda işçi kıdem tazminatının yanında varsa ödenmeyen ücreti, fazla mesai, yıllık izin alacakları, dini milli bayram ve hafta tatil alacaklarını da alabilir. 

Müvekkil, iş yerine sadece montaj işçisi olarak alınmasına rağmen kendisine görev tanımı dışında işler verilmiştir. Müvekkile dışarıda parke döşettirilmiş, müvekkil sevkiyat işine gönderilmiş, müvekkil demonte işine gönderilmiş ve burada kendisine ağır sandıklar çektirilmiştir. Müvekkilin bu işleri yaptığına ilişkin fotoğraf ve videolar mevcuttur.

Müvekkil işe montaj işçisi olarak girmesine rağmen kendisine bir köle gibi davranılmış ve müvekkil her gün bölüm değiştirmiştir. Yapılan bu ağır işler neticesinde de sağlığı bozulmuştur.

7-Uygulamada tanıklardan çoğu haksız yere işverenin tarafında olmaktadır. Zira işveren tarafından dinletilen tanıkların büyük çoğunluğu aynı iş yerinde çalışan ya da çalışması devam eden işçiler olmaktadır. Her ne kadar İş Mahkemesinde tanıklar yemin altında dinleniyor ise de birçok tanık haksız yere işveren lehine tanıklık etmektedir. Bu hususu Sayın Mahkemenizin göz önünde bulunduracağı kanaatindeyiz.

8- Müvekkilin yapmış olduğu çalışmaların ispatı için iş yerine ait kamera kayıtlarının celbini istemekteyiz. Ayrıca müvekkilin kendisinde de görev tanımı dışında ağır işler yaptığına dair kamera kayıtları bulunmaktadır.

9- Yargıtayca ilke kararı olarak da kabul edildiği üzere; puantaj niteliğinde yazılı belge olması durumunda işçi tanıkla fazla çalışmayı ispatlama imkânına sahip değildir. Başka bir ifadeyle yazılı belgenin olmaması halinde, işçi tanıkla fazla mesai iddiasını ispatlayabilir.

T.C.YARGITAY 22.HUKUK DAİRESİ 2017/19878 E. 2019/2579 K. sayılı karar gereğince

Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.

Müvekkil söz konusu iş yerinde haftanın beş günü sabah 08.00 akşam 19.00’a kadar mesai yapmıştır. Cumartesi günleri ise sabah 08.00-17.00’a kadar çalışmıştır. Ancak buna rağmen müvekkile fazla mesai ücretleri ve hafta tatili ücretlerinin karşılığı ödenmemiştir. 

İş Mahkemelerinde bir hususun ispatının mutlaka yazılı delil ile olması şart değildir, tanık ile de ispat olabilir.

10- Sürekli ağır kaldırmak, öne eğilerek iş yapmak veya ağır kaldırmak gibi zorlayıcı pozisyonlar nedeniyle kaslarda gelişen spazmlar disklerin içindeki basıncın artmasına neden olur. Böylece bel ve boyun belgesinde düzleşme meydana gelir. 

Bel düzleşmesi, şiddetli baş ağrısı yapmaktadır. Bunun sonucunda da kişi sürekli olarak ağrı kesici almak zorunda kalmaktadır. Ancak bir süre sonra ağrı kesiciler dahi etki etmemeye başlamaktadır. Zira ağrı kesici sık sık alındığı zaman vücutta bir süre sonra etki etmeyi bırakmaktadır.

Şunu da özellikle belirtmek gerekir ki; bel düzleşmesi genetik olmayıp sonradan oluşan kavisin ortadan kalkması bozukluğudur. Bel düzleşmesinin en önemli sebeplerinden biri de ağır yük taşımak veya meslek olarak bunu devam ettirmek zorunda olmaktır. Bel düzleşmesi yaşayan kişilerde ciddi anlamda kas ağrıları olmaktadır. Ayrıca kronik yorgunluk hissetmektedirler. 

Müvekkilde bu iş yerinde çalışmadan önce bel düzleşmesi gibi bir rahatsızlık hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Ancak bu iş yerinde çalıştıktan sonra müvekkil çok ağır yük kaldırdığından dolayı ve buna sürekli mecbur kılındığından dolayı müvekkilde bel düzleşmesi rahatsızlığı olmuştur. Adli Tıptan alınan rapora da bakıldığı zaman müvekkilin rahatsızlığının bel düzleşmesi olduğu anlaşılacak ve bu rahatsızlığın mevcut iş yerinde çalıştıktan sonra meydana geldiği ortaya çıkacaktır.

Bahsetmiş olduğumuz bel düzleşmesi, herhangi bir zaman ve her yerde gerçekleşebilecek türden bir rahatsızlık değildir. Zira bu hastalığın insanlarda görülme oranı yalnızca %4’tür. 

Müvekkil bu rahatsızlıktan dolayı bacaklarında ve ayaklarında devamlı olarak karıncalanma hissetmektedir. Başında şiddetli ağrı hissetmektedir bu sebepten dolayı artık müvekkile en kuvvetli ağrı kesiciler bile fayda etmemektedir. Müvekkil sürekli devam eden ağrılarla yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.

Müvekkil hayatının geri kalan kısmında da çalışmak zorundadır ancak müvekkil hareket ederken dahi zorlanmaktadır. Bu hastalık yüzünden otururken ve yürürken zorluk çekmektedir. Müvekkilde denge kaybı da mevcuttur. Müvekkil bu hastalık yüzünden idrarını dahi tutamamaktadır. Hastalık yorgunluk hissi vermektedir. Hastalık, bacaklara vuran ağrılar meydana getirmektedir. Bütün bunları yaşamak hiç de kolay değildir. Bu durum müvekkilin sadece beden sağlığını değil beyin sağlığını da sarsmıştır.

Müvekkil iş yeri hekimine muayene olmak istemiş ancak iş yerine hekimine gittiği zaman hekim müvekkili başından atmak için doğru düzgün teşhis dahi koymamış olup, ağrı kesici verip göndermiştir. İş yeri hekimi müvekkille hiçbir şekilde ilgilenmemiştir. Ayrıca müvekkil iş yeri hekimine gittiği zaman sırf müvekkil delil elde etmesin diye iş yeri hekimi imza dahi almamıştır. Oysaki müvekkilin bu rahatsızlığı öyle bir boyuta gelmiştir ki haftanın dört günü iş yeri hekimine gitmiştir. İş yeri bu işi kılıfına öyle uydurmuştur ki iş yeri hekimine muayene olmak isteyen işçilerden çoğunlukla imza dahi almamıştır. Bütün bunlar tazminat ödemekten kaçınmak için yapılmıştır.

Davalı bel düzleşmesinin bir hastalık dahi olmadığını iddia etmiştir. Ancak yapılacak olan araştırmalar gösterecektir ki, bel düzleşmesi ciddi bir hastalıktır. Kişinin gündelik yaşamını dahi devam ettirmesine engel teşkil eden bir hastalıktır. Bel düzleşmesi, her insanın başına gelebilecek türden bir rahatsızlık olmayıp insanlarda görülme oranı çok düşüktür. Uzun süre ağır yük kaldıran kişilerde meydana gelmektedir. 

11- Müvekkile bankadan ödenen maaşı her ay farklı miktarda yatırılmıştır. Maaş bazen 2.000,00 TL, bazen 2.300,00 TL bazen 3.000,00 TL şeklinde yatırılmıştır. Bu husus BANKA DEKONTLARI ile ispat edilecektir.

12- Müvekkil iş kazasını geçirdiğini ………………….’a bildirmiştir. Ancak müvekkil iş kazası geçirdikten sonra müvekkile hastaneye gitmesi için izin dahi vermemişlerdir. Müvekkil zorla hastaneye kendi imkanlarıyla gitmiştir. Müvekkil hastaneye gidip rapor aldıktan sonra dahi ………….. dalga geçercesine müvekkile ”Sana bir şey olmaz, çalış” demiştir. Raporlu iken dahi müvekkili çalıştırmak için ikna etmeye çalışmışlar ancak müvekkil buna ikna olmamıştır. 

13- Müvekkil bu iş yerinde çalışmadan önce hiçbir zaman beliyle ilgili bir sağlık sorunu yaşamamıştır. Ne zaman ki bu iş yerinde çalışmış ve ağır işlerde çalıştırılmış beliyle ilgili sağlık sorunları o zaman başlamıştır. Bu husus hastane ve muayene kayıtlarından da anlaşılacaktır. Hatta ve hatta müvekkilin kullanmış olduğu ilaçlardan dahi görülecektir.

14- Femaş Metal Sanayi Anonim Şirketinin kurumsal bir yapıda olmasından dolayı tüm ödemeleri eksiksiz yaptığı iddia edilmiştir. Ancak Femaş Metal Sanayi A.Ş. hakkında gerek daha önce çalışmış olan kişilerce gerek de müşterilerce birçok şikayet olmuştur.

NETİCE VE TALEP:

Yukarıda arz ve izah olunan nedenlerle, davalının hukuki mesnetten yoksun cevaplarının reddine, haklı davamızın kabulüne, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz. 26.02.2022

DAVACI VEKİLİ