Ticaret Maksadı İle Uyuşturucu Madde Bulundurma savunma dilekçesi
…AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
Sunulmak Üzere
…AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
…
DOSYA NO :
SANIK :
VEKİLİ :
SUÇ : Ticaret Maksadı İle Uyuşturucu Madde Bulundurmak.
SUÇ TARİHİ :
KONU : … Ağır Ceza Mahkemesinin …. tarihli ara kararı ile müvekkilim şüpheli sanık İ.E.’in tutukluluğunun devamına ilişkin karara karşı itirazlarımız hakkındadır.
Tutukluluğun devamına ilişkin verilen karara karşı
İtirazlarımız
1- Müvekkil İ.E.11.10.2005 tarihinden bu yana ‘Ticari maksatla uyuşturucu madde bulundurmak’ suçundan tutukludur.
2- İsnad konusu olan suçla ilgili olarak yargılama süreci boyunca dosyaya sunmuş olduğumuz dilekçelerimiz doğrultusunda, suçun nitelendirilmesi ile ilgili olarak delillerin takdir ve değerlendirilmesi şüphesiz yargılamayı yapan mahkemeye ait ise de;
Dosyanın geçirmiş olduğu süreç ve geldiği aşama itibariyle, aşağıda sunacağımız kısa
sunumlar çerçevesinde; müvekkilimin tutukluluk durumunun devam edip etmeyeceğine ilişkin olarak itirazlarımızı özetleyecek olursak;
a-) Müvekkilin evinde başka bir şahsı gizlediği ihbarının gelmesi üzerine; evine gelen
emniyet görevlilerinin, müvekkilin evinden gelen esrar kokusu üzerine, kendisine bu durumun açıklattırılması ve evinde arama yapılacağının bildirilmesi üzerine, usulüne uygun arama kararı sonucunda, müvekkil hiçbir şekilde zorluk çıkarmamış, suç konusu malzemeleri gizleme veya
saklama yoluna sapmamış, samimiyetle olayı anlatmış ve tüm aşamalar boyunca uzun süreden beri esrar içicisi olduğunu ifade etmiş, bu savunmalarının aksini kanıtlayan hiçbir delil
elde edilememiştir.
b-) Daha önceki savunmalarımızda da ifade ettiğimiz üzere; müvekkil hakkında TCK’nun
188/3. fıkra hükümlerine göre cezalandırılması yolunda kamu davası açılmış ise de;
Dosya içinde bulunan yargılama sürecini yansıtan tüm tutanaklar, elde edilen maddi deliller
çerçevesinde müvekkilimizin bu madde içeriğine göre, yeni TCK da belirlenen suçun yasal unsurlarından sayılan; satmak, satışa arz etmek (sunmak), başkalarına verme, nakletmek, depolamak, satın almak, kabul etmek, bulundurmak öğelerini taşımamaktadır.
c-) Bu itibarla; söz konusu, yeni yasada belirlenen suçun, yasal unsurlarını oluşturmadığını
düşünmekteyiz.
Müvekkilin eylemi tamamen “kullanmak ve içmek amacıyla esrar maddesini bulundurmak” suçunu oluşturmaktadır.
d-) Bilindiği üzere, bulundurma keyfiyeti kazanç amacı ile olmalıdır. Mevcut dosya kapsamı ve tüm delillerin içeriği birlikte değerlendirildiğinde; müvekkilimin kastının buna dönük olmadığı açıktır. Müvekkilin evinde yapılan aramada ele geçirilen esrar maddesi Yüksek Yargıtay’ın
yerleşmiş ve kökleşmiş içtihatların ışığı altında esrar içmek amacıyla bulundurma suçunu oluşturan eylemin ölçüleri içinde kalmıştır.
e-) Müvekkil esrar içicisi olması nedeniyle temininde güçlük çekeceği inancı ile uzun vade
de kişisel ihtiyacını karşılamak için satın almıştır.
f-) Bu düşüncelerin ışığı altında, müvekkilimin eyleminin iddianamedeki sevk maddesini
oluşturan yeni TCK’nun 188/3 fıkra hükmündeki suçun unsurlarını taşımadığından, yine, kazanç
amacı konusunda esrar bulundurduğuna ilişkin cezalandırılmasına yeterli, maddi, kesin ve
inandırıcı, şüpheden uzak bir kanıtta bulunmadığından müvekkil şüpheli sanığın eyleminin
“kullanmak maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak” suçunu oluşturacağını düşünmekteyiz.
g-) Her ne kadar müvekkilin evinde sıradan her insanın evinde bulunan basit bir elek bulunmuş ise de; bunun özelliği olmayan bir elek olduğu, duruşma sırasında anlaşıldığı gibi aynı şekilde, müvekkilin evinde bulunan terazinin de kendisinin tarımla uğraşması ve zaman zaman bahçesinde tohumlama yapmış oluşu, yetiştirdiği ürünleri pazarda satışa sunması nedeniyle bulundurduğu, savunmanın aksini kanıtlamayan delillerle de anlaşılmıştır.
h-) Aynı şekilde ele geçirilen esrar maddesi özel bir ayrıştırma gerektirmeyen bir maddedir.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 16.07.1965 gün ve 2560-2860 sayılı içtihadında da belirtildiği
üzere “… esrarın iptidai maddesi olduğu Adli Tıp raporundan anlaşılmasına ve imali mevzubahis olmayan esrarın, iptidai madde şeklinde de kullanılmakta olup,” şeklindeki görüşünden
yola çıkarsak, müvekkilde ele geçirilen esrar maddesi, hint kenevirinin elenip ayrılmasından ibaret
basit bir işlemdir. Dolayısıyla bir imal sayılamaz.
3- Müvekkil suçun resmi makamlarca haber alınmasından sonra, fiilinin ortaya çıkması üzerine etkin pişmanlık göstermiş, bu yolda çabasını esirgememiş, her hangi bir şekilde delilleri gizleme, karartma yoluna gitmemiş, aksine, gelen emniyet birimlerine yardımcı olmuştur. Bu itibarla;
hakkında yeni TCK’nun 191/3. fıkra hükmünün de uygulanabilmesi olanaklıdır.
4- Müvekkil yeni yürürlüğe giren yasa bağlamında Ocak 2006 tarihi başlarında İstanbul Adli
Tıp Kurumu ilgili İhtisas Dairesine gönderilmiş, ancak, kendisinin uyuşturucu müptelası olduğuna
dair hakkında düzenlenen rapor dosyasına yansımamış, bu nedenlerle de bu gecikme müvekkilimin mağduriyetine neden olmuştur.
5- Müvekkil olay tarihi önceleri evinde kendisine ait olup, 6136 sayılı yasa kapsamına girmeyen, antika özelliği taşıyan silahının tamiri sırasında, silahın ateş alması sonucu, yüzünün sol
tarafı parçalanmış ve bu olay nedeniyle, sol gözünü kayıp etmiştir.
Dosyaya sunmuş olduğumuz müvekkile ait röntgen filmlerinden de anlaşılacağı üzere,
çok açık ve net bir şekilde görüleceği üzere, kafa tası nahiyesinde ve alın kısmında hareket halinde ve cilt altında bir çok saçma taneleri bulunmakta olup, bu saçma tanelerinin ancak, periyodik olarak hayati tehlike altına girmemesi için bir dizi ameliyatlar sonucu alınması gerekmektedir.
Müvekkil olay öncesi bu ameliyatları yaptırması için gün almış, ancak, tutuklanması nedeniyle bu ameliyatları yaptıramamıştır.
Müvekkil cezaevi koşullarında bulunması nedeniyle; alın nahiyesinde bulunan saçma
tanelerinin giderek sağ gözüne doğru yürümekte oluşu ve bunun getirdiği dayanılmaz acılar
sebebiyle, adeta yüzünü dahi yıkayamaz olmuş, hijyenik koşulların bulunmaması sebebiyle,
söz konusu saçma tanelerinin sağ gözünün çok yakınında olması nedeniyle, bu gözünü de
kayıp edebilme ihtimali ile karşı karşıyadır.
Bu itibarla; Müvekkilin acilen ameliyat olması gerektiği ve bu hususunda hayati önemi
haiz olduğunu Mahkemenizin takdirine sunuyoruz.
6- Kaldı ki; Adli Tıp Kurumundan raporun müvekkil lehine gelmesi olanaklı olup, bu durumda suç vasıf ve mahiyetinin de takdir edileceği üzere değişebileceği olanaklıdır.
Müvekkilimiz şüpheli sanık İ.E.’in daha önceki celselerde “suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumuna göre tutuk halinin devamına” karar verildiği, daha sonraki celse tarihi olan
10.03.2006 tarihinde iddia makamının tahliye istemini içeren görüşü ile, yargıçlar heyetinden bu
kez oy çokluğu ile ve yine aynı gerekçe ile 10.03.2006 tarihinde tutukluluğun devamına karar
verilmiş olup, duruşması 06.04.2006 tarihine bırakılmıştır.
7- Yeni yasal düzenlemeler çerçevesinde:
Kişinin tutuklulukta geçen sürenin mahkumiyet süresinden daha çok olmasına yol açan veya neredeyse infaz yerine geçecek şekilde yapılacak düzenleme ve uygulamaya son verilmiş, evrensel Ceza Muhakemesi kurallarından olan, “Adil Yargılanma” ilkesi gereğince eski uygulamaya
son vermiştir. Bilindiği gibi yeni yasanın, gelinen noktada, özellikle Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde geçmişte olduğu gibi mahkûm olmasına yol açan düzenlemelere son verildiği açıktır.(CMK madde 102)
“ Tutuklama ve kişi özgürlüğüne” ilişkin olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5.
maddesinde “herkesin kişi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır…belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz ….” ana ilkesine
de yer vermiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkını düzenleyen 6. maddesinin 1.
maddesi “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasa ile kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme tarafından Davasının makul bir süre içerisinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” demektedir. (Kaynak: Adil Yargılanma Hakkı, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6. maddesinin uygulanmasına ilişkin klavuz, Nuala Mole ve Catharine Harby, İnsan
Hakları El Kitapları, No: 3)
Özgürlüğünden mahrum bırakılma konusunda AİHM, Engel ve diğerleri Hollanda’ya karşı
davasında şu yorumda bulunmuştur. “ Hukukun üstünlüğüne inanan bir toplumda, özgürlükten
mahrum bırakılmak ceza olarak uygulandığında ‘suç’ kapsamına aitken, istisnası cezanın tür, süre ve infaz açısından bu kapsama girmeye yeterli olmadığı durumlardır. Söz konusu durumun ciddiyeti taraf devletlerin gelenekleri ve kişinin fiziksel özgürlüğüne gösterilen saygıya sözleşme tarafından atfedilen önem bunu gerektirir”
Aynı şekilde makul bir süre garantisinin anlamı konusunda da şu yorumda bulunmuştur.
“ 6. madde herkese makul bir süre içinde duruşma garantisi verir. AİHM garantinin amacının ‘
mahkemedeki yargılamanın tüm taraflarını… çok uzun usul gecikmelerine’ karşı korumak olduğunu belirtmiştir. Garanti ayrıca ‘ adaletin etkinliğini ve inandırıcılığını zedeleyebilecek gecikmeler olmaksızın sağlanmasının öneminin altını çizer. ‘ Makul süre şartı, dolayısıyla, makul
bir süre içinde ve adli bir karar yoluyla kişinin medeni hukuka ilişkin olarak ya da itham edildiği suç
nedeniyle içinde bulunduğu güvensiz durumun giderilmesini teminat altına alır: bu ilgili kişinin menfaatine olduğu kadar yasal kesinlik için de gereklidir.” (Kaynak, kişinin özgürlük ve güvenlik hakkı,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinin uygulanmasına ilişkin klavuz, Manica Macovei,
İnsan Hakları El Kitapları No: 5
Dosyanın geçirdiği süreç gözetildiğinde, müvekkilimizin “Tutukluluk durumu”, makul süreyi aşmış, nerede ise verilecek cezanın infazına dönüşmüştür.
Bunun yanında, Kişi Özgürlüğünün Kısıtlanması Konusunda, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 5. maddesinin, bireyin insan haklarının korunmasına ilişkin olarak şu konuya
önemle temas etmektedir.
“ Kişisel özgürlük, herkesin genel olarak faydalanması gereken temel koşuldur. Kişisel özgürlükten mahrumiyet, aile hayatı ve özel hayat hakkından, toplantı özgürlüğü, dernek
kurma özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve serbest dolaşım özgürlüğü gibi pek çok diğer hak ve
özgürlükten istifade edilmesini doğrudan ve olumsuz olarak etkileyebilecek bir şeydir. Ayrıca, her hangi bir özgürlükten mahrumiyet, söz konusu kişiyi son derece hassas bir konuma
düşürerek ……muameleye maruz kalma riskiyle karşı karşıya bırakacaktır. Hakimler, özgürlük
teminatının anlamlı olabilmesi için, herhangi bir özgürlük mahrumiyetinin istisnai, objektif
gerekçesi olan ve mutlak surette gerekenden daha uzun süreli olmaması gerektiğini her zaman hatırda tutmalıdır.”
Dosya içeriği tetkik edildiğinde, tüm ara kararlarında müvekkilimizin tutukluluğun devamına
ilişkin olarak gerekçesiz bir şekilde “suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu” ibareleri kullanılmak suretiyle birbirini yineleyen sözcüklerle müvekkilimizin tutuk halinin devamına karar verilmiştir.
Oysa AİHM, tutukluluk halinin makul süresi konusunda, soyut bir değerlendirme ile yetinilmemesi gerektiğine işaret etmektedir.
Bu bağlamda AİHM söz konusu kararında da ifade edildiği gibi:
“… AİHM içtihatlarına göre, tutukluluk halinin makul süresi soyut bir değerlendirme
ile ölçülmemektedir. Bir sanığın tutukluluk halinin makul süresi her davanın kendi gerekçesine göre değerlendirilmelidir.(26.Ocak 1993 tarihli W-İsviçre kararı) AİHM öncelikle bir tutuklama durumunda Adlî makamların tutukluluk süresinin öngörülen makul süreyi geçirmemekle sorumlu olduklarını belirtmektedir. Söz konusu kararların gerekçelerine ve ilgilinin
başvurularında belirttiği olaylara dayanarak AİHM, AİHS’nin 5/3. maddesinin ihlal edilip
edilmediğini tespit etmek zorundadır. (28 Ekim 1998 tarihli Assenov ve diğerleri- Bulgaristan kararı)
… Buna karşın, mevcut dosyanın unsurlarına göre Mahkeme, Başvuranın tutukluluk
halinin devamına karar verirken, çoğu kez aynı gerekçeleri (kanıtların durumu ve isnat edilen
suçun niteliği göz önüne alındığında…)kullanmış ve her zaman aynı gerekçeyi belirtmek için
bazen de gerekçe göstermemiştir. Yakalanın kişinin suç işlediğinden şüphelenilmesine yol
açacak nedenlerden söz etmek, tutukluluk kurallarının olmazsa olmaz koşuludur. Ayrıca,
söz konusu koşul da bir müddet sonra geçerliliğini de yitirmektedir. Bu durumda, AİHM’nin
adli makamlar tarafından gösterilen diğer gerekçelerin, özgürlüğün sınırlanmasını meşru kılıp kılmadığını tespit etmesi gerekmektedir… yetkili makamların yargılama sırasında ‘ özel bir
titizlik’ gösterip göstermediğini araştırmak zorundadır …” (26 Temmuz 2001 tarihli llıjkov- Bulgaristan kararı)
Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, AİHM sözleşmesinin 5/3. maddesi ışığı altında demek gerekirse; tutukluluk süresinin makul süreyi aşmaması yargı organlarının görevleri içerisindedir. Tutuklama için gereken makul şüphe koşulu bulunsa dahi, belirli bir süre geçmiş
ise artık tutukluluğun sona erdirilmesi gerekir.
8- Dosya tetkik edildiğinde; İddia konusu olan olaylara ilişkin olarak tüm deliller toplanmış, açık ve net bir şekilde mahkeme önünde tartışılmış, net bir şekilde ortaya koyulmuş,
esasa etkin olacak hiçbir kanıt kalmamıştır. Bu itibarla; hangi neden ve hangi gerekçe müvekkilimizin tutukluluğuna gerekçe teşkil etmiştir?
“ Soruşturma ya da yargılamanın, özel zorlukları, kapsamlı oluşu, olanaksızlıklar gibi
nedenlerle, uzamaları mümkündür. Hakkında hükümlülük kararı verilinceye kadar suçsuz
olduğu kabul edilen sanığın, uzun süre tutuklu kalması mağduriyetine neden olabilecektir.
Oysa tutuklama bir önlemdir. Tutukluluğun önlem oluşu ise, tutukluluk durumunun belirli
sürelerde sınırlandırılmasını gerektirir. İşte bu zorunluluk maddenin yasaya konulma amacını oluşturmuştur. Ayrıca tutuklamada geçen sürenin makul olması AİHS. nin 5. maddesinde
öngörülen temel bir ilkedir. AİHM’nin kararlarına göre. Tutukluluğun makul süreyi aşması,
tazminat ödenmesini gerektirmektedir. Maddenin 1. fıkrasına göre, şüpheli veya sanığa yüklenen suçunun ağır ceza mahkemesinin görevine girmiyor ise, en çok 6 ay tutuklu bırakılabilir. Sürenin sonunda ya salıverilme ya da uzatma kararından birisinin verilmesi gerekir. Bu
sürenin yetmediği ve tutukluluğun sürdürülmesinin zorunlu bulunduğu hallerde, bir defaya
özgü olmak üzere, dört ayı geçmemek koşuluyla uzatılması mümkündür. Ancak uzatma kararını veren yargıç veya mahkemenin, gerekçe göstermesi şarttır. Gerekçede uzatma nedenlerine yer verilmesi gerekir. Böylece şüpheli veya sanığın, en çok 10 ay tutuklu bırakılması
mümkün olacaktır. “ (Son değişikliklerle gözden geçirilmiş, uygulamalı ve yorumlu Ceza Muhakemesi Kanunu, Osman Yaşar, Yargıtay Üyesi, Haziran 2005)
9- Yukarıda açıklamaya çalıştığımız AİHM ‘nin içtihatları, yeni CMK’nun kişi özgürlüğüne ve
tutukluluğa ilişkin getirmiş olduğu yeni düzenlemeleri bağlamında, bir önceki celselerde yapmış olduğumuz tahliye istemi ve itiraz dilekçelerimiz içeriğini aynen tekrar etmekle beraber, şu hususları
tekrar yineliyoruz. tutuklu yargılama istisnai, tutuksuz yargılanma ise, bir kural haline dönüşmüştür.
10- Açıkladığımız gerekçelerle, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren TCK ve CMK’nun bireyi öne çıkar özgürlükçü anlayışı çerçevesinde, her iki yasanın ruhundan yola çıkarak, yargılamanın gelmiş olduğu aşamada gözetilerek, tüm delillerin toplanmış olduğu inancını taşımaktayız
11- Müvekkilimin, Sayın Mahkemenizin bir önceki celseler itibarı ile tutuk halinin devamına
ilişkin taktir ölçülerine şüphesiz saygılıyız. Bunun yanında takdirin; akla, hukuka, dosyadaki delillere, adalet ölçülerine uygun olmasının gözetilmesi gerçeği de Sayın Mahkemenizin elbetteki
bildiği ana ilkelerden biridir.
12- 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı yeni Ceza Muhakemesi Kanununa
göre; sonu belli olmayan tutuklama süreleri sona ermiştir. Bu yasaya göre; eğer ağır cezayı gerektirmeyen bir suçtan dolayı tutuklama yapılmışsa, tutuklama süresi en çok 6 ay olabilecek
ve 6 aylık sürede zorunlu hallerde de en çok 4 ay uzatılabilecektir. Kişinin tutuklulukta geçen sürenin mahkûmiyet süresinden daha çok olmasına yol açan veya neredeyse infaz yerine geçecek şekilde yapılacak düzenleme ve uygulamaya son verilmiş ve Evrensel Ceza Muhakemesi kurallarından olan, “ Adil Yargılanma” ilkesi gereğince eski uygulamaya son verilmiştir.
Kaldı ki; tutuklama ve kişi özgürlüğüne ilişkin olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde “herkesin kişi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır… belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz…” ana
ilkesine de yer vermiştir.
13- Dosyamızın geçirmiş olduğu tüm yargılama süreci çerçevesinde elde edilen tüm
deliller değerlendirildiğinde; müvekkilimizin bu aşamadan sonra, olayın aydınlandığı ve delillerinde güvence altına alındığı anlaşıldığından, müvekkilimiz şüpheli sanık İ.E.’in, delilleri karartma,
delilleri yönlendirme tehlikesinden bahsedilemeyeceği açıktır.
Bunun yanında; tutukluluğa veya tutuk halinin devamına karar verme konusunda; kişinin kaçmak, saklanmak, delilleri gizlemek, değiştirmek ya da tanıklara baskı yapma girişiminde bulunup bulunmayacağına bakılması gerekir. Diğer yandan, işlenen suçun önemi ile verilecek tutuklama konusundaki karar, kişinin özgürlüğünden yoksun kaldığı tutukluluk süresi
ile birlikte değerlendirilip denge kurulması gerekir.
Tutukluluğun veya tutukluluk halinin devamına dair verilen kararlarda; orantılılık ilkesine
uygun bulunmasının gözetilmesi gerekir.
Mahkemenizce bilindiği ve takdir edileceği üzere; araçla amaç, yöntem ve hedef arasında
bir orantı bulunması gerekir. Soruşturma konusu fiilin önemi veya uygulanabilecek ceza veya
güvenlik tedbiri dikkate alındığında, tutuklama kararı veya tutukluluk halinin devamına karar verilmesi sonucunda haksızlığa sebep olacaksa veya tutukluluk yerine başka tedbirlerle, yeni CMK’nun
kabul ettiği tedbirler bağlamında, örneğin adli kontrol yolu ile yargılamanın amacına ulaşılabilecekse, tutuklama kararı veya tutuk halinin devamına dair karar verilmemelidir. Bu nedenledir ki yeni
CMK’nun 100. maddesinde “işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde” tutuklama kararı verilemez hükmü konulmuştur.
14- Yargılama süreci boyunca elde edilen deliller, müvekkilimizin aksi kanıtlanmayan savunması ve bunu desteleyen diğer deliller bağlamında, suçun vasıf ve mahiyetinin büyük bir
olasılıkla değişebileceğini düşünmekteyiz.
15- Mahkemenizce de bilindiği üzere, yineleyecek olursak; yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, şüpheli ya da sanığın kaçması, saklanması ya da kaçacağı şüphesini uyandıran
somut olguların varlığı, delillerin karartılması, ya da, tanık üzerinde baskı yapılması girişimde bulunulması durumunda tutuklamanın yapılabileceği, yine şüpheli ya da sanığın işlediği
suçun sadece 7 seneden fazla cezayı gerektirmesi durumunda kişinin tutuklanabileceği, aynı şekilde tutuklama nedenlerinin CMK’nun 100. maddesinin 3. başlığında liste halinde düzenlendiği, listeye göre yeni TCK’da yer alan soy kırım ve insanlığa karşı suçlar, kasten öldürme, işkence, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu ya da uyarıcı madde imal ve ticareti, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu, devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene
karşı ve bu düzenin işleyişine karşı suçların yanı sıra… gibi ağır suçlardan tutuklamanın yapılabileceği, bu itibarla yeni CMK’nun 100. maddesinde tutuklamanın sınırlandırılmasına ilişkin düzenleyici hükümleri göz önüne alınarak, tutuksuz yargılanmanın kural haline geldiğinden, Mahkemenizce bu hususlar gözetilerek müvekkilimin tutuk durumunun, bu gerçeklikten yola çıkarak değerlendirilmesi gerekir.
Anayasamız ve iç hukukta yapılan yeni düzenlemeler düşünüldüğünde; başta Anayasanın 19. maddesinde “herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir” denilmek sureti ile ana ilke
getirmiştir. Bununla birlikte istisnai olarak 4 fıkrasında “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadı ile
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararı ile tutuklanabilir. Hakim kararları olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir, bunun şartlarını kanun gösterir” hükmü yer almaktadır. Anayasamıza göre tutuklamanın amacı, suçluluğu konusunda kuvvetli belirti bulunan kişilerin 1) Kaçmalarını, 2) Delilerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek, 3) Veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde bu zorunluluktan bahsettiği açıktır.
“ Bir kişinin içeride gereğinden fazla özgürlüğünden yoksun bırakılmasının bedelini
hiçbir devlet hazinesi ödeyemez” sözü kadar “suçluyu kazıyınız altından insan çıkar” özdeyişi de yeni yasal düzenlemelerin temel felsefesini oluşturmuştur.
Aynı şekilde, hukuk gündemimize giren ve 1 Haziran’da yürürlüğe girmiş olan yeni TCK ile
yeni Ceza Mahkemesi Kanununun çerçevesinde her iki yasanın bireyi öne çıkaran özgürlükçü
anlayışı çerçevesinde, tutuklama çok sıkı koşullara bağlanmış ve tutuklama müessesine karşı
seçenek olarak Adli Kontrol uygulamasının getirildiği, bu itibarla, artık bir tutuklama nedeni var sayılsa bile tutukluluk yerine, kişinin adli kontrol altına alınabileceği, ya da kanunda tutuklama yasağı ön görülen durumlarda dahi Adli Kontrole karar verilebileceği, bu itibarla; Mahkemenizce her
iki yasanın ruhundan yola çıkarak kişi özgürlüğünün kural, tutuklamanın istisna oluşu gerçeği gözetilerek müvekkilimiz hakkında Adli Kontrol düzenlemesinin de uygulanabileceği
düşüncesindeyiz.
Sonuç olarak;
a-) Yukarıda açıklamaya çalıştığımız, yeni CMK’nun kişi özgürlüğüne ve tutukluluğa
ilişkin getirmiş olduğu yeni düzenlemeler bağlamında, bir önceki celselerde yapmış olduğumuz tahliye istemine ilişkin dilekçemiz içeriğini aynen tekrar etmekle beraber, şu hususları da tekrar yineliyoruz. Tutuklu yargılama istisnai, tutuksuz yargılanma ise, bir kural haline dönüşmüştür.
b-) Açıkladığımız gerekçelerle, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren TCK ve CMK’nun
bireyi öne çıkar özgürlükçü anlayışı çerçevesinde, her iki yasanın ruhundan yola çıkarak, yargılamanın gelmiş olduğu aşamada gözetilerek, tüm delillerin toplanmış olduğu inancıyla;
Müvekkilim İ.E.’in,
1-İçerde kaldığı süre,
2-Sabit ikametgah sahibi oluşu
3-Delilleri karartma ihtimalinin bulunmayışı,
4-Kaçma ihtimalinin bulunmayışı,
5-Delillerin tamamının toplanmış oluşu,
6-Tutukluluğun bir tedbir oluşu ve bu koşullarında tamamen ortadan kalkmış bulunuşu,
7-CMK’nun 100 ve devamı maddelerindeki hususlarda gözetilmek suretiyle,
SONUÇ VE İSTEM :
Mevcut yasal düzenlemeler ve yeni Türk Ceza Kanunun ile Yeni Ceza Muhakemesi kanununun düzenleyici hükümleri ile tutukluluğa ilişkin getirmiş olduğu insani hükümleri ve takdir ölçüleri
de gözetilerek; müvekkilim şüpheli sanık İ.E.’nin; Ağır Ceza Mahkemesinin oy çokluğu ile verilen
tutukluluğun devamına ilişkin kararının kaldırılarak müvekkilin Mahkemenizce uygun görülecek bir
kefaletle veya koşulsuz olarak tahliyesine karar verilmesini dilerim.
Saygılarımla …
Şüpheli tutuklu sanık vekili