Rüşvet Alma Tahliye Dilekçesi
… AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
………….
DOSYA NO :
ŞİKAYETÇİ :
ŞÜPHELİ :
VEKİLİ :
SUÇ : Rüşvet Almak
SUÇ TARİHİ :
TUTUKLAMA TARİHİ :
Savunmalarımız ve Tahliye İstemimize İlişkindir.
Olayın Kısaca Sunumu : Olay tarihinde müşteki E.Ö. İzmir Yolcu Gümrük Salonu Gümrük
Müdürlüğüne verdiği dilekçesi ile aracını Pilodiv isimli gemi ile yurt dışı edilmesi için dilekçesi ile
müracaat etmiş ve müştekinin dilekçesi Gümrük Müdür Muavini tarafından kayda alınmış ve T.Ö.
ve diğer görevlilere gemiye aracı yüklemek üzere, bu işlemlerin bitiminde kolcuya ve ayniyata
havale edilmiş ve aynı gün içerisinde bu işlemler yerine getirilmiş, daha sonra ise, yakınıcının,
aracın yurt dışı edilmesi konusunda gemide değişiklik olduğu gerekçesi ile bağlı olduğu acentesi tarafından tekrar dilekçe verdiği, söz konusu dilekçesinin kurum içerisindeki birimlere, müdür
muavini tarafından havale edildiği, tüm işlemlerin bitiminden sonra da yakınıcı ve eşinin pasaportlarının Tır Takip Memuru R.Ö. da kaldığı, müvekkilim şüpheli sanığın 27.01.2006 günü yakınıcıyla işlemlerin bitimi konusunda görüştüğü, ancak; araya Cumartesi ve Pazar gününün
girmesi nedeniyle, idarenin yapmış olduğu mesai dışı hizmet karşılığı olan ücretinde yatırılması gerektiği, ancak veznenin kapalı oluşu sebebiyle pasaportları getireceğini söylediği,
esasen yakınıcı ile müvekkilim şüpheli sanığın aynı semtte oturmaları nedeniyle ve insani yaklaşımla işlemi biten pasaportları vermek üzere olay mahalli olan İskele Simit Sarayında buluştukları, istenilen paranın 4458 Sayılı Gümrük Kanununun 221. maddesinde düzenlenen fazla çalışma ve ücret karşılığı iken, yakınıcının yasal olarak yatırılması gereken paranın rüşvet olarak kendisi tarafından algılanılması nedeniyle bu yolda kanıya kapıldığı ve emniyeti haberdar
ettiği ve söz konusu paraların şüpheli sanığın aracının torpido gözünden alındığı ve müştekinin yurt
dışına biran önce gitmesi ve çocuğunun hasta olduğunu acele işleri olduğunu belirtip, işlemin hemen tamamlanıp pasaportların kendisine ulaştırılması konusunda müvekkilimle görüştüğü halde
konuyu emniyet birimlerine bildirdiği esasen; işin bitiminden sonra sadece hafta sonu mesai
karşılığı olarak hafta sonunun bitiminde ilk mesai günü içinde vezneye yatırılmak koşulu ile
alınan paranın, rüşvet alındığı gerekçesi ile hakkında kamu davası açılmıştır.
A- Müvekkilin Çalıştığı Kurumdaki Konumu İtibariyle, İdari İşlemlerin Yapıldığı Prosedür İçindeki Fiili Durumu :
a- Müvekkil R.Ö., Gümrük Mevzuatına göre; Gemiye yüklenmiş, pasaporttan düşüm işlemi
yapılmış araçlara ait “TGÇF” (Taşıt Çıkış Giriş Formu) bilgisayar kayıtlarından işlemini yapmak
ve bordroya bağlayıp Edirne Gümrükleri Bilgi İşlem Merkezine göndermektir. Söz konusu
belgeyi Gümrük Muayene memuru vermektedir. Bu aşamada müvekkil R.Ö.’ın mükellefle hiçbir
şekilde muhatap olma, karşı karşıya gelme durumu yoktur.
b- Kurumun ilgili müdür yardımcısınca evrak havale edilince, işlemlerin ilk aşamada yapılması gereken gümrük işlemleri tamamlandıktan sonra evrak kolcuya havale edilir. Kolcuya havale
edilen bu evrak havalesinden sonra araç limanda konteynere yüklenir ve mühürlenir, konteynerle
beraberde gemiye yükleme yapılır. Kolcu, gemiye yükleme esnasında, TGÇF yi gemi kaptanına
imzalattırır. İmza işlemi tamamlattırıldıktan sonra tekrar “TGÇF”yi muayene memuruna vererek, bu
kez muayene memurunca TGÇF’nin çıkış hanesi tasdik olunur. Bu işlemden sonra TGÇF işleminin
tamamlanması için servis memuru durumunda bulunan müvekkil R.Ö.’a gönderir, bunun üzerine,
müvekkil R.Ö. yukarıda açıklamaya çalıştığımız (a) fıkrasındaki işlemi yapar.
Açıklamalar çerçevesinde yakınıcının, 25.01.2006 tarihinde işlemleri mevzuata uygun olarak, aracın yurt dışı edilmesi işlemleri yapıldığı halde, bağlı olduğu acentenin gemide değişiklik olduğu ve sevkin yapılamayacağının bildirilmesi üzerine, bu kez taşıt tekrar ambara
alınmadan, müvekkil R.Ö.’ın gümrük mevzuatı çerçevesinde yapmış olduğu açıklamalar doğrultusunda, 2 nolu Genel Tebliğin uygulanacağını söylediği, çünkü; aracın ambara alınması halinde bir
gün gecikeceğini söylediği ve işlemlerin hafta sonuna sarkacak şekilde yeni baştan yapıldığı, ancak, yakınıcının müvekkil R.Ö.’nı tekrar telefonla arayarak Cumartesi sabahı uçakla yurt dışına
gideceğini, pasaportlara ihtiyacı olduğunu, çocuğunun hastalandığı ve acilen tedavi altına
alınması gerektiğini söylemesi üzerine, müvekkil şüpheli sanık R.Ö.’ın durumu muayene memuruna ilettiği, onunda yüklemenin (dilekçeye göre) tatil gününe rastlaması nedeniyle mesai ücreti yatırılması gerektiğini söylediği, ancak, tüm işlemler tamamlandıktan sonra, yakınıcının, müvekkilime,
ortaya çıkan zaruri durumlar nedeniyle, ricada bulunması üzerine, adres ve mevkii itibariyle müvekkilimin yakınıcı ile aynı semtte oturmaları nedeniyle, insani duygularla pasaportları teslim
yoluna gitmiştir.
B- Müvekkilimin Yapılması Gereken İşlemler İçindeki Hukuksal Durumu ve Fonksiyonu
Olay tarihinde Müvekkilim R.Ö. Genel İdari Hizmetliler kadrosu ile İzmir Gümrükleri Başmüdürlüğü Yolcu Salonu Gümrük Müdürlüğü emrinde görev yapmakta, görev olarak, işlemleri bitmiş
işlerin bilgisayar ortamında kapatma işlerini yapmaktadır. Yani geri hizmet ifasıdır. yapılan
bu işlemlerin tüm aşamalarında, müvekkilim şüpheli sanık R. Ö.’nın mükelleflerle herhangi bir
muhataplığı bulunmamaktadır.
Tarafımızdan yapılan araştırmada; iddiaya konu olan “Taşıt Takip Formu” muhteviyatı ile araç Türkiye’den gemi ile çıkış yapmak için konteynere yüklenmiş, 26.01.2001 günlü
24299 sayılı Resmi Gazete ‘de yayınlanan Gümrük Genel Tebliği (Özel kullanıma mahsus kara taşıtları) seri no: 2 sayılı Tebliğin Gümrük idaresince yapılacak, Çıkış işlemleri
Başlığı altında 9. ncu maddenin 2 nci bendinin 3 ncü fıkrası uyarınca yasal çerçevede muayene memurunca işlem yapılarak ve taşıt takip formu muayene memurunca mühürlenerek aracın
çıkış işleri yapılmıştır. Bu işlemler sırasında herhangi bir yasal eksiklik bulunmamaktadır.
Taşıtla ilgili işlemleri Gümrük Muayene Memuru T.K. yapmış, yurt dışı işlemleri için, Deniz
Acentesi tarafından verilen özet beyan formunu, tescil memuru onaylamıştır. Bu işlemlerde müvek-
kilimin herhangi bir katkısı yoktur. Yapılan işlemlerde, görev itibariyle ilgisi olmayan bir işlemden
dolayı rüşvet alması gibi bir durum mantıken mümkün değildir.
Kaldı ki: müvekkilimin, taşıta çıkış işlemi yapmaya yasal olarak yetkisi yoktur. yetki
muayene memurundadır.
Bu nedenle de; müvekkil şüpheli sanık R.Ö.’ın kendisine “TGÇF” (Taşıt çıkış giriş formu)
geldiğinde kendisinden önceki yapılan işlemleri değerlendirme durumunda olmadığı gibi, yetkisi
de yoktur.
Konteyner içerisinde yurt dışı edilmek istenilen taşıtın çıkış işlemi Pazar günü olacağından çıkış işlemini yapan Deniz Acentesinin işleri mesai saatleri dışında olacağından mesai talep edilmiş, ancak acente, kendisi mesai karşılığı olan tutarı yatıracağına, mesai ücretini taşıt sahibinden talep etmiş, taşıt sahibi mesai ücretini rüşvet olarak düşünmüş, bu kez
acenteyi suçlayacağına, rüşvet isteniyor diye müvekkilim hakkında suçlamada bulunmuştur.
Müvekkilimin aracında, evinin önünde verilen 300 USD (350 YTL tutarındadır) olup bu
tutar fazla mesai ücretidir. Mesai saati bittiğinden veznenin kapalı olması nedeniyle acente tarafından vezneye yatırılamayan paradır. Bu para acente adına ilk iş gününde gümrük veznesine yatırılacaktır.
Araç konteynere yüklenmiş, taşıt sahibi aynı gün yurt dışına uçak ile çıkış yapmış ve
işlemleri bitmiştir. Biten bir işlemin rüşveti olamayacağı aşikardır.
Olay sadece insani duygularla hareket edilip işlerin aksamaması için gümrük veznesine
mesai günü yatırılacak paranın elden alınmasıdır. Konunun rüşvetle ilgisi yoktur, el konulan para daha önce acente tarafından 4458 sayılı Gümrük Kanununun 221 nci maddesine göre gümrük
idaresine verilen mesai talep dilekçesine göre gümrük veznesine yatırılacak olan paradır.
C-Müvekkilin Eyleminin Rüşvet Suçunun Unsurlarını Oluşturup Oluşturmadığına İlişkin Değerlendirmelerimiz.
Rüşvet suçunun oluşabilmesi için amaçlanan şeyin kamu görevlisinin görevine giren bir
iş olması gereklidir. Aksi takdirde rüşvet suçu oluşmaz. Amaçlanan şeyin kamu görevlisinin
görevine girip girmediği, ilgili kurumun çalışma sistem ve işbölümünü düzenleyen mevzuata
göre belirlenecektir. Kanaatimizce kamu görevlisinin fiilen, o görevi üstlenmiş bulunması suçun
oluşumuna sebebiyet vermez.
Aynı şekilde rüşvet suçunun kasten işlenmesi gerekir.
Bu itibarla; rüşvet alan memur, sağladığı yararın veya kabul ettiği vaadin hukuka aykırı olduğunu bilecek ve bunu isteyecektir.
Müvekkil R.Ö.’nın kastını bu çerçevede değerlendirdiğimizde, kastının rüşvet almak suçunu oluşturamayacağı açıktır. Bir an için müvekkilimin fiili hukuka aykırı kabul edilse dahi, bu fiili
genel görevi kötüye kullanma suçu içerisinde değerlendirilebilecek bir fiildir. Bu suçun dahi işlenebilmesi için özel kasıt ile işlenmesi gerekir.
Ceza Genel Kurulu’nun 02.03.1992 gün 9-38 esas 61 sayılı kararında belirtildiği üzere
“Görevi Kötüye Kullanmak suçunda özel kast aranır.”
Yine Ceza Genel Kurulu’nun 25.02.1991 gün ve 18/50 sayılı içtihadı da aynı doğrultudadır.
Müvekkilimin fiili bu çerçevede değerlendirildiği takdirde dahi, lehe hükümler içermesi nedeniyle 5237 sayılı yasa hükümleri uygulanmalıdır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18.10.2005 gün ve 2005/4-96 E, 2005/118 sayılı kararı
da bu görüşümüzü desteklemektedir:
“765 Sayılı yasanın 240. maddesinde düzenlenen görevde yetkiyi kötüye kullanma
suçu, ceza uygulamasında memur sayılan kimsenin kasten yasada yazılı hallerden başka
her ne suretle olursa olsun, görevini yasanın gösterdiği usul ve esaslardan başka suretle
yapması veya yasanın koyduğu usul ve şekle uymadan yapması ile oluşur, aynı Yasanın
230. maddesinde düzenlenen görevi ihmal suçu ise aynı yasanın 279. maddesi uyarınca
memur sıfatına haiz olan kimsenin görevini yapması ya da gecikerek yapması ile oluşur. Görüldüğü gibi her iki maddedeki suç da, memurun yasa veya diğer hukuk normlarıyla kendisine tanınan yetkileri, normların gösterdiği yöntem ve usullere aykırı olarak kullanması ile
oluşmakta olup, bu iki suçu birbirinden ayıran ölçüt, görevi kötüye kullanma suçundan etkin
(aktif), görevi ihmal suçundan ise etkin olmayan (pasif) bir davranışın söz konusu olmasıdır.
Somut olayda sanık Valinin etkin davranışları ile 2886 sayılı Yasanın 35 ve 2. maddelerini ihlal ettiği saptandığından, olayda 765 sayılı Yasanın 230. maddesinin uygulanma olanağı bulunmayıp eylemi 240. madde kapsamında değerlendirilmelidir.
Sanığın yukarıda anılan normlar ışığında 5237 sayılı Yasa hükümleri karşısında hukuki durumunun değerlendirilmesine gelince, 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesinde “lehe
olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya
çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.” hükmü yer aldığından,
öncelikle 765 sayılı Yasaya göre sabit kabul edilen eylemin, 5237 sayılı Yasaya göre suç
oluşturup, oluşturmadığının belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
5237 sayılı TCY’nın, “İkinci Kitap”, “Dördüncü Kısım”, “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı “Birinci Bölüm”ünde 257. maddesinde düzenlenen
“Görevi Kötüye Kullanma” suçu; 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde yer alan “görevde yetkiyi kötüye kullanma”, 230. maddesindeki “görevi ihmal”, 228. maddesinde düzenlenen
“görevde keyfi davranış” ve 212/1. maddesindeki basit rüşvet alma suçlarının karşılığını
oluşturmaktadır.”
Müvekkilim, yapılan işlemlerin son aşamasında görev yaptığı, kendisine verilen talimat doğrultusunda hareket ettiği, işin hafta sonuna rastlaması nedeniyle, yapılan işin karşılığı olarak Gümrük Kanununun 458 sayılı yasanın 221. maddesi gereğince alınması gereken fazla mesai ücretinin mesai saati içerisinde vezneye yatırılması gerekirken, yakınıcının ısrarlı tutumu kar-
şısında insani duygularla işin bitimini müteakip, yakınıcı tarafından verilen paranın pazartesi
günü vezneye yatırılacağı düşüncesinden yola çıkarak alınmış bir paradır.
Müvekkil şayet kötü niyetli olsa idi işin bitiminden önce parayı alırdı.Kendisi 30 yıl boyunca
yapmış olduğu devlet memurluğu içinde ahlaklı, her verilen işi yerine getirmiş, disiplin anlamında
hiçbir idari cezası olmayan bir kişiliğe sahiptir.
Kaldı ki; işin bitiminin sonucunda mükelleflerin vezneye daha sonra para yatırdıklarına dair,
örnek uygulamalar bile bulunmaktadır.
Müvekkil, yakınıcı ile aynı semtte oturması nedeniyle insani çerçevede hareket etmiştir.
Müvekkilin eylemi “görevi dahilinde olmayan” bir işi yapması olarak mahkemenizce kabul
edilmesi durumunda, eyleminin yeni TCK’nun “yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçu”
na ilişkin 255. maddesine giren bir fiili oluşturabilir.
D- Müvekkil Şüpheli Sanık R.Ö.’nın Mahkemenizce Görevli Sayılması Durumunda Fiilinin Hukuken Değerlendirilmesi,
Bilindiği üzere; 765 sayılı TCK’da yer verilen keyfi muamele (md.228), görevi kötüye
kullanma (md.240) ve görevi ihmal (md. 230) suçları ayrımından vazgeçilerek, hepsi görevi
kötüye kullanma suçu çatısı altında toplanmıştır. (md. 257)
Bu düzenlemeyle getirilen özellikleri, şu şekilde sayabiliriz.
a-) Yeni TCK. 257. maddesinin birinci fıkrası görevde yetkiyi kötüye kullanma, ikinci fıkrası
ihmali davranmakla kötüye kullanma ve üçüncü fıkrasıyla da görevini yapmak için çıkar sağlama
eylemleri düzenlenmiştir. Ayrıca 212/1. madde de düzenlenen basit rüşvet alma da bu madde
kapsamına alınmıştır.
b-) 765 sayılı TCK’nun ağırlaştırıcı unsuru olan zarar unsuru, yeni TCK. nun 257. maddesi
ile suçun olmazsa olmaz öğesi haline gelmiştir.
c-) Ayrıca bir işi yapmak için rüşvet almak da bu madde kapsamına alınmıştır.
Bu bağlamda yeni Türk Ceza Kanununun 257. maddesi ise, “ Görevi Kötüye Kullanma”
başlığı altında şu şekilde düzenlenmiştir:
MADDE-257- (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta
ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya
bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra
hükmüne göre cezalandırılır.
Söz konusu maddenin içeriğinden anlaşılacağı üzere; Kamu görevlisine görevinin gereğini yaptırmak için menfaat sağlanması, kamu görevlisinin bu nedenle menfaat temininin,
rüşvet olmayacağı, Görevi Kötüye Kullanma Suçu Olarak Kabul Edileceği Belirlenmiştir.
(md. 257)
“ Rüşvet suçunun oluşabilmesi için, kamu görevlisinin elde ettiği menfaatin belli bir
amaca yönelik olmasa gerekir. Başka bir ifadeyle, haksız menfaatin, hukuki olmayan bir işin
yapılması ya da yapılmaması amacıyla temin edilmiş olması gerekir. Buna karşılık, izlenen
suç siyaseti gereğince, haklı bir işin gördürülmesi amacıyla kamu görevlisine menfaat temininin, rüşvet suçunu oluşturmayacağı kabul edilmiştir. Çünkü, bu gibi durumlarda, menfaati
temin eden kişi, işin en azından zamanında yapılmayacağı konusunda bir endişeyle hareket
etmektedir. Bu nedenle, haklı bir işin gördürülmesi amacına yönelik olarak menfaat sağlanması hâlinde, icbar suretiyle irtikap suçunu oluştuğunu kabul etmek gerekir.
Yeni TCK’nun 257. maddesine göre; kamu görevlisinin, görevinin gereklerine uygun
davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlaması,
bazı hâllerde görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacaktır. Ancak, bunun için, fiil icbar
suretiyle irtikap suçunu oluşturmaması gerekir. Kamu görevlisinin, görevinin gereklerine
aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için, kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir
yarar sağlaması, rüşvet suçunu oluşturacaktır. Buna karşılık, kamu görevlisinin, görevinin
gereklerine uygun davranmak amacıyla kişilerden menfaat temin etmesi durumunda ise,
rüşvet suçu değil, kural olarak icbar suretiyle irtikap suçunu oluşturur. Ancak, somut olayda, kişinin menfaat sağlama yönünde icbar edildiği yönünde somut dayanak noktalarının
bulunmaması durumunda, fiilin, görevi kötüye kullanma olarak değerlendirilerek cezaya
hükmedilecektir.” (Kaynak: Mustafa Artuç / Cemil Gedikli, Yeni İçtihatlarla TCK – CMK- CGİK,
Yeni Ceza Adalet Sistemi, 01.06.2005 değişiklikleri, Sh: 278-279, 2006 içtihatlarıyla, Kartal Yayınevi, Ankara, 2006)
Bir an için müvekkilimin eyleminin bu maddenin unsurlarını oluşturup oluşturmadığı, yargılama süreci sonunda, Sayın Mahkemenizce de tartışılacağı gibi, suçu kabul anlamına gelmemek
koşulu ile, yeni Ceza Yasamız bu suçu “görevi kötüye kullanma” suçu içerisinde değerlendirmiştir.
Aynı şekilde Yargıtay Ceza Genel Kurulu da aynı görüşte bulunmuştur.
“… Kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine, kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç
sağlanması ile oluşur. Görüldüğü gibi 765 sayılı Yasanın 240. maddesindeki suçun oluşumu
için norma aykırı davranış yeterli iken; 5237 sayılı Yasanın 257. maddesindeki suçun oluşa-
bilmesi için, norma aykırı davranış yetmekte; bu davranış nedeniyle “kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması” gerekmekte, başka bir anlatımla 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde tehlike suçu olarak düzenlenen bu suç, 5237 sayılı Yasada zarar suçu haline getirilmiş bulunmaktadır. Nitekim bu
husus madde gerekçesinde; Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım
altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması halinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin
mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması halinde, görevi kötüye kullanma suçu
oluşabilecektir. “ şeklinde vurgulanmış, öğretide de bu husus Artık-Gökçen- Yenidünya tarafından “TCY’nın 257. maddesindeki suçun oluşması, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesinden, kişilerin mağdur olması veya kamunun zarar görmesi ya da
kişilere haksız bir kazanç sağlanmasına bağlıdır. Bu sonuçları doğurmayan norma aykırı
davranışlar, suç kapsamında değerlendirilemez.” görüşünde bulunmuşlardır. (Yargıtay Ceza
Genel Kurulu 18.10.2005 gün; 2005/4-96 esas 2005/118 sayılı kararı)
Kaldı ki; müvekkil yapılan işlemlerin son aşamasında bulunmuş, yapılan işlemleri hiçbir şekilde aksatmamış, müştekinin mağduriyetine neden olmamış, haksız bir kazanç sağlamaya yönelik
bir davranış içine dahi girmemiştir.
Açıklanan nedenlerle;
Dosyanın içinde bulunduğu aşama itibariyle, dosya içine yansıyan belgeler, müvekkilimin
olayın akışı içindeki hukuki durumunu yansıtan resmi yazılar çerçevesinde, suç vasfının değişebilmesi olanaklıdır.
Tahliye İstemine İlişkin Nedenler
1-) Elde edilen deliller, müvekkilimizin aksi kanıtlanmayan savunması ve bunu destekleyen
diğer deliler bağlamında, suçun vasıf ve mahiyetinin büyük bir olasılıkla değişebileceğini düşünmekteyiz.
2-) Mahkemenizce de bilindiği üzere, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, şüpheli ya da
sanığın kaçması, saklanması ya da kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların varlığı, delilleri
karatması ya da tanık, mağdur ya da başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunulması
durumunda tutuklamanın yapılabileceği, yine şüpheli ya da sanığın işlediği suçun sadece 7 seneden fazla cezayı gerektirmesi durumunda kişinin tutuklanabileceği, aynı şekilde tutuklama nedenlerinin CMK’nun 100. maddesinin 3. başlığında liste halinde düzenlendiği, listeye göre yeni TCK’da
yer alan soy kırım ve insanlığa karşı suçlar, kasten öldürme, işkence, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu ya da uyarıcı madde imal ve ticareti, suç işlemek amacıyla örgüt kurma
suçu, devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene karşı ve bu düzenin işleyişine karşı suçların yanı sıra… gibi ağır suçlarda tutuklamanın yapılabileceği, bu itibarla yeni CMK’nun 100. maddesinde tutuklamanın sınırlandırılmasına ilişkin düzenleyici hükümleri göz önüne alınarak
tutuksuz yargılanmanın kural haline geldiği,
Aynı şekilde, hukuk gündemimize giren ve 1 Haziran’da yürürlüğe girmiş olan yeni Türk Ceza Kanunu ile yeni Ceza Mahkemesi Kanununun çerçevesinde her iki yasanın bireyi öne çıkaran
özgürlükçü anlayışı çerçevesinde, tutuklamanın çok sıkı koşullara bağlanmış ve tutuklama müessesine karşı seçenek olarak Adli Kontrol uygulanmasının da getirildiği, bu itibarla, artık bir tutuklama nedeni var sayılsa bile tutukluluk yerine, kişinin adli kontrol altına alınabileceği, ya da kanunda tutuklama yasağı ön görülen durumlarda dahi Adli Kontrole karar verilebileceği, bu itibarla;
Mahkemenizce her iki yasanın ruhundan yola çıkarak kişi özgürlüğünün kural, tutuklamanın
istisna oluşu gerçeği gözetilerek müvekkilimiz hakkında Adli Kontrol düzenlemesinin de
uygulanabileceği düşüncesindeyiz.
Açıkladığımız gerekçelerle, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren TCK ve CMK’ nun
bireyi öne çıkar özgürlükçü anlayışı çerçevesinde, her iki yasanın ruhundan yola çıkarak, yargılamanın gelmiş olduğu aşamada gözetilerek, tüm delillerin toplanmış olduğu inancıyla;
Müvekkilim R.Ö.’nın,
a- İçerde kaldığı süre,
b- Sabit ikametgah sahibi oluşu
c- Delilleri karartma ihtimalinin bulunmayışı,
d- Kaçma ihtimalinin bulunmayışı,
e- Delillerin tamamının toplanmış oluşu,
f- Tutukluluğun bir tedbir oluşu ve bu koşullarında tamamen ortadan kalkmış bulunuşu,
g- CMK’nun 100 ve devamı maddelerindeki hususlarda gözetilmek suretiyle,
Mevcut yasal düzenlemeler ve yeni Türk Ceza Kanunu ile yeni Ceza Muhakemesi Kanununun düzenleyici hükümleri ve aynı kanunun 100. maddesinin Mahkemenize tanımış olduğu takdir
hükümleri de göz önüne alınarak müvekkil şüpheli sanık R.Ö.’nın Mahkemenizce uygun görülecek bir kefaletle veya koşulsuz olarak tahliyesine karar verilmesini dilerim.
Saygılarımla …
Şüpheli tutuklu sanık
Vekili