Banka Aracı Kılınmak Suretiyle Müteselsilen Dolandırıcılık Dilekçesi
…AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
……….
DOSYA NO :
ŞÜPHELİ-SANIK :
VEKİLİ :
MÜŞTEKİ :
SUÇ : Banka Aracı Kılınmak Suretiyle Müteselsilen Dolandırıcılık
SUÇ TARİHİ :
TUTUKLAMA. TARİHİ :
KONU : Müvekkilim A.A.’ın tahliye istemine ilişkin istemlerimiz hakkındadır.
Tahliye İstemimize İlişkin Sebepler
1) Müvekkilimiz A.A. banka vasıta kılınmak suretiyle dolandırıcılık suçundan 21.04.2005 tarihinden beri Muğla Kapalı Cezaevinde tutukludur.
2) Müvekkilimiz ve diğer dava arkadaşları hakkında Muğla C.Başsavcılığınca düzenlenen
iddianame içeriğine göre tüm sanıklar hakkında uygulanması istenen sevk maddesi 765 sayılı
Türk Ceza Kanunun 64/1 maddesi yollaması ile aynı sayılı yasanın 504/3-80,522,40 maddeleri
ile cezalandırılmaları istenmiştir.
3)Bilindiği üzere; 765 sayılı Türk Ceza Kanununun nitelikli dolandırıcılık suçlarını düzenleyen 504/3 madde hükmü, yeni TCK’nun ‘nitelikli dolandırıcılık’ başlığı altında 158/b fıkrasında
düzenlenmiştir. Yasanın, ilgili maddenin gerekçe kısmında da görüleceği üzere, nitelikli dolandırıcılık suçları konusunda yapılan açılımında; “…Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya
zor şartlar, başkalarına güven duymaya en fazla ihtiyaç duyduğu anlardır.Kişinin örneğin
doğal bir afete veya trafik kazasına maruz kalmasından ya da hastalığı yüzünden içine düştüğü çaresizlikten yararlanılarak aldatılması daha kolaydır.Bu nedenle birinci fıkranın (b)
bendinde, dolandırıcılık suçunun kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanarak işlenmesi, bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı
gerektiren bir durum olarak kabul edilmiştir” şeklinde, maddenin gerekçesinde yorumda da
bulunmuştur.
4) Katılanın, soruşturma sırasında vermiş olduğu ifadeleri yanında bizzat mahkemenizin
16.06.2005 tarihli oturumunda, vermiş olduğu ifadelerinde; “….doktorun kayınbiraderi olan
ayakkabıcıya vermiş olduğu paranın karşılığı, senedi alamaması üzerine müvekkilden yardım istediği ve bizzat kendisini devreye koyduğunu” ifade etmiştir.Aynı şekilde devam eden
ifadelerinde “… hemşehrilik duygularımla kendileri ile görüştüm, ben emekli olduktan sonra
önce 2000YTL borç istedi, ben bu parayı verdim. Sonra ihtiyacı sebebi ile araba alacağını
belirterek ve aldığı arabayı bana vermeyi teklif ederek hem sana olan borcumu ödemiş olurum hem de yolumu bulurum dedi ve bana arabayı getirdi.Satış yapalım dedim bu araba ikiz
dedi.satışı olmaz .Bunun üzerine ben bu arabayı alamam dedim. Ve bu arada 3000YTL daha
kendisine vermiştim.Toplam 5000YTL alacağım oluşmuştu …” demiş ve yine devamla “…ev
Eskişehirli dul bir bayanın, bu arada eve bakmadan önce Gümbet’de, bir oto yıkama yeri ol-
duğunu oraya para gerektiğini söyleyerek 4000YTL benden istedi.Ben bunun üzerine
4000YTL daha verdim.Toplam 9000YTL vermiş oldum.Yine kardeşi ile bana geldiler kendilerine 6000YTL daha gerekli olduğunu söylediler, ben 6000YTL daha verdim böylece
15.000YTL para vermiş oldum….”şeklindeki, katılanın bizzat kendi anlatımlarından da anlaşılacağı üzere müvekkilim ile katılan arasındaki özel borç ilişkisi sabittir.Yani katılan hiçbir baskı,
hiçbir tehdit veya bir telkin altında kalmaksızın kendi rızası ile müvekkilime borç para vermiştir.
İlişki tamamen özel borç ilişkisidir. Bu aşamaya kadar müvekkil tarafından katılana karşı
herhangi bir hile ve desise yapılmamıştır. Yasanın açıkça tanımladığı üzere; müvekkilimiz, katılanın inceleme eğilimini ve araştırmasını etkisiz kılacak nitelikte, herhangi bir harekette veya
davranışta bulunmamıştır. Söz konusu suçun yasal unsurlarının oluşabilmesi için bilindiği üzere;
failin bulguları gizlemesi, mevcut bulguları ortadan kaldırması veya bu bulguların ortaya çıkmasını
engellemesi veya bunları saklaması gerekir, oysa katılanın anlatımlarından da açıkça anlaşılacağı
üzere; olay tamamen özel hukuka ilişkin, özel borç ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmesi
gereken bir eylemdir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun; 27.04.2004 tarih ve 6/85-104 sayılı içtihadı içeriğinden de
anlaşılacağı üzere nitelikli dolandırıcılık suçu konusunda “… dolandırıcılık suçlarında, bu amaçla
yapılan yalan açıklamaların, hile ve desise oluşturabilmesi için muhatabının inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması, gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin (Misse en Scene) eklenmiş bulunması gerekir…” demektedir. Aynı içtihadın farklı bir
bölümcesinde ise; “…ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun
gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Yasamız yalanı, belirli bir takım şekiller altında
yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle
olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekilde aldatma olup, ceza yaptırımını gerektirmez…” görüşünü de
eklemiştir.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun içtihatlarının ışığı altında
düşünüldüğünde müvekkilimiz ile katılan arasındaki ilişki öncelikle özel borç alacak ilişkisine
dayanan bir ilişkidir. Bu görüşümüzü yukarıdaki Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun içtihadı ile de
örtüşecek şekilde, 11.Ceza Dairesinin 27.01 .2004 –12989/167 sayılı içtihadı içeriğindeki “… önceden doğmuş bir borç veya oluşmuş bir zarar için hileli davranışlarda bulunulması halinde,
borç veya zarar kandırıcı nitelikteki davranışlar sonucu doğmayacağından, dolandırıcılık
suçu oluşmayacağı gibi suçun oluşması için kullanılan hile ve desisenin kandırıcı nitelikte
olması, mağduru yanılgıya düşürmesi, kandırıcı nitelikteki davranışlara ve yalanlara inanan
mağdur tarafından sanığa veya bir başkasına haksız çıkar sağlanması gerekmekte olup
…”görüşünün de, fiile ilişkin değerlendirme ve savunmamızı desteklediğini düşünmekteyiz.
5)Müvekkilimizin bir an için suçu kabul etmemek koşulu ile fiilinin Mahkemenizce sabit görülmesi halinde; Yürürlüğe giren 5237 sayılı yasanın “genel hükümler” başlıklı birinci kitabının “yaptırımlar” başlıklı üçüncü kısmının “cezalar” başlıklı “birinci bölümü” nün son maddesi olan 52.maddesi bağlamında müvekkilimizin eyleminin Adli Para Cezasına çevrilmesi
olanaklıdır.
Yeni yasanın bu düzenleyici hükmünün tutukluluk konusunda yeni bir seçenekle, mahkemelerimizin taktir yetkilerine bıraktığı gerçektir. Bilindiği üzere; Adli Para Cezası, kural olarak hapis
cezasına seçenek yaptırım şeklinde kabul edilmiş olup özellikle ekonomik çıkara dayalı suçlarda
suçun işlenmesi ile bir çıkar elde edildiği kesin olarak öngörülmekle birlikte bu suçlara özgü olarak
“örneğin, dolandırıcılık, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suçlarında olduğu gibi” hapis
cezasının yanı sıra adli para cezasının da öngörüldüğü, şüphesiz mahkemenin malumudur.
6)Aynı şekilde 765 sayılı yasada söz konusu fiilin ağır hapis olarak düzenlendiği, yeni
yasada ise hapis cezasına çevrilmiş olduğu, bu nedenle müvekkilimiz hakkında 5237 sayılı
yasanın 51. maddesi ile alt sınırdan hüküm kurulması halinde de verilecek cezanın mahkemenizin taktir marjı içinde, ertelenmesi dahi olanaklı hale gelmiştir.
7)Müvekkilimizin dosya içindeki mevcut belgeden anlaşılacağı üzere, mevcut işi nedeni ile
taahhütlerini yerine getirememiş bu nedenle de onarılması güç zararlara uğramıştır.
8)Yargılama süreci boyunca elde edilen deliller, müvekkilimizin aksi kanıtlanmayan savunması ve bunu destekleyen tanık anlatımları bağlamında, suçun vasıf ve mahiyetinin büyük
bir olasılıkla değişebileceğini düşünmekteyiz.
9)Bu itibarla yeni Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesinde tutuklamanın sınırlandırılmasına ilişkin düzenleyici hükümleri göz önüne alınarak tutuksuz yargılanmanın kural
haline geldiği,
a)Aynı şekilde, hukuk gündemimize giren ve 1 Haziran’da yürürlüğe girmiş olan yeni Türk
Ceza Kanunu ile yeni Ceza Muhakemesi Kanunu çerçevesinde her iki yasanın bireyi öne çıkaran
özgürlükçü anlayışı çerçevesinde, tutuklamanın çok sıkı koşullara bağlanmış ve tutuklama müessesine karşı seçenek olarak Adli Kontrol uygulamasının getirildiği, bu itibarla, artık bir tutuklama
nedeni var sayılsa bile tutukluluk yerine, kişinin adli kontrol altına alınabileceği, ya da kanunda
tutuklama yasağı ön görülen durumlarda dahi Adli Kontrole karar verilebileceği, bu itibarla; Mahkemenizce her iki yasanın ruhundan yola çıkarak kişi özgürlüğünün kural, tutuklamanın istisna oluşu gerçeği gözetilerek, bu çerçevede müvekkilimiz hakkında Adli Kontrol düzenlemesinin de uygulanabileceği,
b)Yargılamanın gelmiş olduğu aşama itibariyle, tüm delillerin toplandığı, bu itibarla, müvekkilimizin delillere etki etme, delilleri karartma, yargılamayı başka bir yöne yönlendirme
olanağının ortadan kalkmış oluşu,
c)Tutukluluğun, sonuçta, bir tedbir oluşu ve bu koşullarında ortadan kalkmış bulunuşu;
Bu düşüncelerle de;
Mevcut yasal düzenlemeler ve yeni Türk Ceza Kanunu ile yeni Ceza Muhakemesi Kanununun düzenleyici hükümlerinin ile getirmiş olduğu takdir hükümleri de gözetilerek, müvekkilim şüpheli sanık A.A.’nın Mahkemenizce uygun görülecek bir kefaletle veya koşulsuz olarak tahliyesine karar verilmesini dilerim.
Saygılarımla …
Şüpheli tutuklu sanık